Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm: Peşimde Kim Var?

@merve_liviana

Yeryüzü kan, hissiz. Topraklar ise yağmura düşman. Ağlıyorum çaresizliğime, ağlıyorum ki Yüce Güç’ten bana bir yardım eli gelsin. Ağlıyorum insanoğlunun rezilliğine, hepimize. Gerçi ağlamak da çare olmuyor artık. Gözyaşım şelale misali akıp bittiğinde boş duvarları izliyorum. Görünmez yamaçların ardında umut arıyorum. Umudum gelsin gecenin yarısında, alsın beni koynuna. Kendi hayatımdan kendimi çıkarmak istiyorum. Zira artık ne kendi hayatımda ne de bir başkasının hayatında başrolüm.

Bazen yazardım kağıda bir şeyler, içimi dökerdim. Bu kağıtta kılıfımın arkasındaydı. Elime aldığımda okuyup geri katladım. Atlas elimdeki kağıdı incelerken ben kılıfımı çıkarıp telefonun arkasına geri koydum. “O ne Derin?” Başımı kaldırdığımda dikkatle beni incelediğini farkettim. “Öylesine karaladığım bir kaç cümle, önemi yok.”

“Derin, biraz hava alalım mı? Biraz konuşalım mı?”

Yüzüne bakacak olursak bir şeyler ters gidiyordu. Yeni bir felaket kapımızdaydı sanki. Biri bitmeden diğeri gelmiş gibi hissediyordum.

“Kötü bir şey mi oldu? Ne oldu? Konuşalım.”

Dışarı çıkıp bahçede yürümeye başladık. “Derin bu sabah bana bir telefon geldi. Komutanlarımdan birinden. Mesleğim gereği bir göreve tayin edilmişim. Yarın sabah karargâhdan yola çıkılacakmış.”

Gidecekti. Beni bırakıp gidecekti. Hemde benim onu kabullendiğimi bile bile gidecekti. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Ağlamamak için kendimi tutmama rağmen gözlerimden bir damla yaş aktı.

“Ama ağlarsan ben seni bırakıp nasıl gideyim? Yapma Derin, yapma be kızım. Hem geri geleceğim, hiç bırakmamak üzere yanında olacağım. Ama şimdi ağlarsan ben nasıl gideyim?”

Yüzümü avuçlarının arasına alıp gözümden akan yaşları sildi. “Bende gelsem Atlas, beraber gitsek ne olur?” Başını iki yana sallayıp elini saçlarımda gezdirdi. “Sen burada güvende olman lazım. Bu benim görevim, ruhum, uğruna canımı bile veririm. Ama Derin, seni bu yüzden kaybedemem. Bana bir söz vereceksin; ne olursa olsun, kim için olursa olsun canını tehlikeye atmak yok Derin. Duydun mu beni?”

Yüzümde silik bir gülümseme vardı. Gözümden yaşlar birer birer süzülürken yüzümde silik bir gülümseme vardı. “Atlas nasıl bırakırım seni?” İri kollarını bedenime sarıp saçımdan öptü. “Önce vatan sonra ana, baba, yâr derler bizde. Biz askerler tüm hayatımızı vatan yaparız. Gel derse gideriz Derin, öl derse ölürüz. Akıtma artık yaşlarını, senin umudun canlı tutar kalbimi. Korkma yeter ki.”

Allah’ım tekrar yalnızlıkla savaştırma beni. Lütfen! Orada aklıma yıllar önce okuduğum bir şiir geldi, şiirden bir bölüm canlandı.

Ve……………………

Kahramanlar can verir.

Yurdu yaşatmak için…

“Sen kahraman mısın?” Eliyle yüzümü okşadı.

“Kahraman olsam sever misin beni?” Kahraman olmasa da severdim ben onu. “Bence sen kahramansın. Herkes aynısını düşünür mü bilmiyorum ama sen benim kahramanımsın. Beni dipsiz kuyulardan çıkaran o kahraman sensin. Gelmeni heyecanla beklerim ben.”

İçimde garip bir his vardı, ilk kez tattığım bir his. Evin kapısı açıldı ve Dora elinde telefonumla bana doğru koşmaya başladı. Çalıyordu, çok ilginç. Kim arayabilirdi? Telefonu elime aldığımda gizli bir numara olduğunu gördüm. Telefonu açıp Atlas’tan uzaklaştım.

“Alo!”

Sessizlik…

“Orada mısınız?”

Sessizlik…

“Alo!”

Bir şeylerin yere düştüğünü işittim ve tekrardan sessizlik oluştu.

“Hey!”

Bu kez uzaktan gelen bir kadın çığlığı işittim. Öylesine bir çığlık değildi bu, tüylerimi diken diken etmeye yetmişti.

“Ne oluyor orada? Kim, niye çığlık atıyor? Hey! Orada mısınız?” Atlas sesimi duyup hızlıca yanıma geldiğinde telefonu hoparlöre alıp sessiz olmasını söyledim. Bir kaç saniye sonra bir ses daha geldi. Bu seferki fısıltı gibiydi. Bir adam, bir ismi fısıldıyordu sanki. Daha dikkatli dinlemeye başladık.

“Firuzeee, Firuzee”

“Atlas bu yengem. Adnan amcanın eşiydi. On dört yıl önce kayboldu. Onun adı da Firuzeydi. Atlas yengem, annem. Atlas!”

Bir ses daha duyduğumda sessizce dinlemeye devam ettim.

“Adnan ölmüş Firuze. Kocan ölmüş. Kız yalnız kaldı. Zamanı geldi artık.” Kadının çığlıklarını duydum. “Allah belanı versin! Adi herif! Bırak artık kızımın peşini.” Bir metalin taş bir zemine düştüğünü duydum ve sesler kesildi. Gözümden akan yaşlarla sessizce dinliyorduk. Ve bir ses daha geldi. “Abi kızı nasıl bulacağız. Tüm bağlantımız kesildi. Annesi, babası, Firuze, Lina, Adnan. Herkesi bulduk bir Derin kaldı.” Biraz önce duyduğum kalın ses tekrar konuştu.

“Büyük balık o kız zaten. Onu yakaladığımızda tüm oyun bitecek Ömer. Onu elime geçirdiğim an herkes önümde eğilecek. Gözünü dört aç, zamanımız azalıyor.”

Ve telefon kapandı.

Kim aramıştı, niye aramıştı bilmiyorum. Arayan kişi tehdit mi ediyordu, bilgi mi veriyordu anlamamıştım. Anneme, babama, yengeme, kardeşime ne olmuştu onu da bilmiyordum. Kocaman bir boşluğa düşmüştüm. Beni gördükleri yerde alaşağı edeceklerdi. Beni yok edeceklerdi.

“İsmi duydun mu Derin? Ömer! Kimsin sen Ömer? Ne istiyorsunuz bu kızdan? Derin beni dinle, gidiyoruz. Buradan beraber gidiyoruz. Duydun mu beni? Sen tıp bölümü mezunusun. Yardımın olur bize. Gidiyoruz, seni burada bırakamam.”

Kolumdan tutup eve doğru hızla yürüdü. Benimle beraber odama girip bir valiz çıkardı. Yatağımın altından bir kutu çıkarıp açtı. İçinde bir silah ve bir kaç bıçak vardı. Onları valizin içine koyup bana seslendi. “Derin ne bekliyorsun daha? Hadi artık. Al bir şeyler.” Ne alacağımı bilmiyordum, ne yapacağımı bilmiyordum, nasıl davranacağımı ve ya ne diyeceğimi de bilmiyordum.

Dolabımı açıp bir kaç kıyafet aldı eline, biraz iç çamaşırı ve bir kaç gecelik. Yatağın üzerine bıraktıktan sonra ayakkabıların olduğu dolabın önünde durup bir spor ayakkabı, uzun bir çizme ve bir terlik alıp dolabı kapattı. Onları da valizin yanına bıraktı. Tekrar bana baktığında öylece ona bakıyordu. Yanıma gelip ellerini omuzlarıma koydu.

“Hadi güzelim, ne olur şunları katla da valize yerleştir.” Yatağa oturup kıyafetlerimi katlamaya başladım. O ise bir makyaj çantasını makyaj malzemeleriyle dolduruyordu. Onu da yatağın üzerine koyduktan sonra bana yaklaştı. “Bende hazırlayayım eşyalarımı. Hemen gelirim. Tamam mı?” Başımla onu onaylayıp kıyafetlerimi valize yerleştirmeye devam ettim.

Gidiyor muydum şimdi her şeyi arkamda bırakıp. Bambaşka bir yer, tanımadığım onlarca insan ve ne olduğunu bilmediğim bir görev. Bundan sonra hayatımın nasıl değişeceğini tahmin etmek bile güç geliyordu şu an.

Kocaman bir bilinmezin içine ne zaman düşsem, bir çözüm yolum yoksa susarım ve içimdeki sesi açığa çıkarırdım. Şimdi de aynısına ihtiyacım vardı.

Yatağımın üzerini boşaltıp uzandım, telefonumu elime alıp yanımdaki kulaklığı kulağıma taktım ve bir kaç saye içinde kulağımı dolduran şarkıya ruhumu teslim ettim. “In This Shirt” Gözlerimi kapatıp düşünmeye başladım. Eskisi gibi geçmişi ve geleceği değil, şimdiyi. Ben şu an ne yapacağım? Burada kalırsam öldürmekten beter ederler beni. Gidersem başıma ne gelir hiç bilmiyorum.

Öyle bir boşluğun içindeydim ki biri gelip elini uzatmadığı sürece dışarı çıkamazdım. Tam o sırada kapı açıldı. Kimin geldiğini biliyordum. Gözlerimi açmadan işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm ve elimle yatağın diğer tarafını gösterdim. Bir kaç saniye sonra yatağa oturduğunu hissettim, sonra da yanıma uzandığını. Kulaklığın birini çıkarıp ona uzattığımda kulağına takıp gözlerini kapattı.

“Biz ne yapacağız Atlas. Bize yol göster. Ben ışığımı kaybettim, sonumu kaybettim. Romanımın son sayfası yırtıldı Atlas. Sonumu bilmeden yürüyorum. Bize yardım et!”

Kolu bedenime temas ediyordu, daha da yaklaştım. Ondan başka kimsem kalmamıştı çünkü. Ağlayacak çok şeyim vardı ama Adnan amcamın bir sözü tüm gözyaşlarımı durduruyordu. ‘Ağlayacak bir omuzun yoksa karşında, ağlamanın bir anlamı olmaz.’ Her şeye inat bir kaç damla süzüldü yanağımdan aşağıya. Devamının gelmesini istemiyordum ama gelecekti.

“Yolumuz karanlık ama sana söz o yolu ben ışıklarla doldururum, sana söz yeri geldiğinde kendimi yakıp sana ışık olurum.”

O anda belki ağlamanın tam zamanıydı fakat ağlamayı istemiyordum. Gözlerimi kapatıp bir damlanın süzülmesine izin verdim. Bir kaç dakika öylece kaldım. Ne uyuyordum ne de beynimi düşüncelere harcıyordum. Bir kaç dakika sonunda kulağıma eğilip fısıldadığını hissettim. “Zihin yolculuğuna arabada devam etmek isterim. Gözlerimi kapatmadan ama.”

“Hey, bu en önemlisi ama. Olmaz o zaman. Dünyayla bağını kopartman lazım.”

Yüzüme gelen bir kaç tutam saçı alıp kulağımın arkasına bıraktı. “Dünyadan bağımı kopartmak için tek bir bakışın, tek bir nefesin, belki de tek bir saç telin yeter. Asıl sen dünyadan nasıl bağını kopartıyorsun?”

Yataktan hızlıca kalkarken ayağımı sertçe valize çarptım. “Siktir! Benimle flört etmeyi bırak artık. Sinirleniyorum.” Gülmeye başlayıp yerde duran eşyalarımı eline aldı. “Sinirlenince de mi yanakların kızarıyor senin? Ah! Ne güzel. Her gün yeni bir özelliğinle karşımdasın.” Gülerek odadan çıktığım sırada gözüm aynadaki yansımama takılmıştı. Gerçekten yanaklarım kızarmıştı. Ama sinirden değil!

Loading...
0%