@mnvrsym
|
Bölüm Şarkısı;
Billie Eilish - NDA
Clann - The Return
Dove Cameron - Sand
Merhabalar, nasılsınız diyeyim öncelile.
Sizlere güzel, bomba gibi bir bölümle geldim millet. Şimdiden keyifli okumalar diliyorum ve sizi çok tutmadan bölüme alıyorum.
Bölüm sonunda görüşmek üzere bekliyor olacağım. :)
2. Bölüm :'Miras'
Bahar ayına rağmen hem üşüyen hem de terleyen ellerimi eldivenler daha da rahatsız ederken üst üste koyarak sıktım.
Bir an önce bu günün bitmesini ve evime gitmek istiyordum lakin evime bile gitsem bu eziyetin bir süre daha devam edeceğinin farkındaydım.
Siyah kumaş eldivenlerimi düzelttiğimde buradaki görevimizin neredeyse sona erdiğinin farkındaydım ve en azından evime gidip kendimi bir süre odamda özgür kılabilirdim.
"Bunlar niye geldi ki şimdi?"
Hüma hâlâ yanımda otururken kafamı kaldırım ona baktım ve gözlerinin hedefini takip ederek baktığı yere ulaştım.
Polis arabası ve arkasından siyah lüks araba görüş açımıza girerken kaşlarımda milimlik bir oynama meydana geldi. Siyah gözlüklerim gözlerimdeki duyguları saklarken siyah arabadan sonunda teşrif ederek gelen üvey babaannemi ve amcamı gördüm.
Dilruba Göktuğ ve Arslan Göktuğ.
Polisler ile birlikte bize yaklaşırlarken yutkundum ve neler olacağını bekledim. Çevremizdeki biraz olsun gelen mırıltılar yerini sessizliğe devretmiş herkes gelenlere dikkat kesilirken ben de onlardan farksızdım.
Anneme baktığımda bana bakıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ama onun da bir şeyden haberinin olmadığının farkındaydım.
Gögüsümü şişirerek derince bir nefes aldığımda duruşumu bozmadım ve tam önümde gelip duran polislere ve üvey amcam ve babaanneme baktım.
"Mira Nevran Göktuğ?"
Polisin sorusu ile soğuk çıkan sesimle, "Buyrun?" diyerek cevap verdiğimde bir iki saniyeliğine bakışlarım polislerin ardındakilere takıldı lakin onlar bunu görmedi bile.
Dilruba hanım mağrur bakışları ile oğlunun cenazesinde bile başı dik bana üsstten üstten bakarken yanındaki oğlunun koluna girmiş diğer elinde ise bastonunun tutacak yeri gümüş gibi parlaken geriye kalanı parlak siyah ile göz alıyordu.
Üzerindeki pançosu ve saçının tam olarak önünü dahi kapatmayan o siyah şifon şalı ve sol göğsünün üzerinde, şalını tutmasını sağlayan pırlantadan bir broş vardı.
Yanında tıpkı onun gibi bir cenazeden çok zafer kazanmaya gelmiş edasıyla duran oğlunun da ondan farkı yoktu. Hatta onlara baktığım o birkaç saniyede bana bakarak hafifçe gülümsediğini görmüştüm. Ya da bu benim kısa süreli göz yanılsamamdı.
Tıpkı benimki gibi siyah gözlüklerinin ardında saklanan bakışlarını göremezken orta yaşlardaki polis memuru yeniden konuştu.
"Bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor Mira Hanım."
Tek kaşım kalktı. "Nedenmiş o?"
Boğazından bir gıcık varmışçasına sesler çıkarttığında konuştu.
"Babanızın ölümünü doğal olarak gelişen bir durum değil de kasti bir durum olduğunu söyleyen ve araştırılmasını isteyen aile yakınları var."
Dudaklarım ince bir çizgi halinde sağa doğru çekildi. "Siz de araştırmaya benden başlamya karar verdiniz yani öyle mi?"
"Babanız vefat ederken son anında yanında siz vardınız ve onu en son siz gördünüz. O anda neler olduğunu ve herkangi bir ipucu değeri taşıyıp taşımayacak bir şeyler söyledi mi bunu öğrenmemiz gerekiyor. Ve sizden ricam bize zorluk çıkartmadan bizimle karakola gelmeniz."
Benim tepki vermeye fırsatım olmazken yanımda oturan Hüma atıldı söze. "Ne demek bu ya, kız daha yeni babasını kaybetti görmüyor musunuz? Nasıl gelsin şimdi? Ol-"
Elimi onun elinin üzerine koyarak durmasını sağlarken Dilruba Hanım'ın sesini duydum. "Sanki gerçek babası da üzülüyor."
Sakince gözlerimi kapattım ve kendimi firenlemeye çalışarak birkaç saniye öylece durdum. Yeniden gözlerimi açtığımda karşı tarafta oturan annem bana doğru merakla bakarken yanıma gelmeyip neler olacağını bekliyordu.
Onun bu hâli daha da komiğime giderken yardımcımız yanıma geldi ve ne olduğunu anlamak ister gibi baktı.
"Tamam geliyorum."
"Ama Mir-" Yeniden Hüma'ın sözlerini bölerken bu kez ona baktım.
"Sorun yok Hüma, sen annemin yanında kal. Ben halledip geleceğim."
İtiraz istemeyen bir şekilde konuştuğumda tekrar sesi çıkmazken ayağa kalktım ve elime çantamı alarak oturmaktan kaynaklı az da olsa yukarıya toparlanmış olan kalem eteğimi düzelttim ve yardımcımıza baktım.
"Soran olursa cenaze işlemlerinden dolayı bir sorun çıkmış dersin, polisler için bir şeyler bulun. Ama kimse başka dedikodular çıkartmasın sakın."
Ellerininönünde kavuşturarak, "Emredersiniz efendim." dediğinde devam ettim.
"Planlandığı gibi şehirdeki evde ağırlanacak konuklar buran oraya geçilsin ve aynen planlandığı gibi bir sorun çıkmasın. Soran olursa birkaç saate geleceğim."
"Peki efendim."
Polislere bakmadan döndüm ve kendi arabama doğru hareket ederken konuştum.
"Gidelim, kendi arabam ile sizi takip edeceğim."
Onların cevap vermesini beklemeden son model Mercedes'imin kapısını şöförüm açarken arka koltuğa oturarak çantamı yana bırakarak ne zamandan beridir tuttuğumu bilmediğim soluğumu verdim.
"Müzik aç Arman."
Önde oturan şoförüm bana dikiz aynasından bakarken ben yandaki camımdan yola bakmaya devam ettim.
"Bana bakmayı kes ve müzik aç, caz olsun."
Sabırsız çıkan sesime karşın çekimser sesini duydum. "Ama efendim siz caz sevmezsiniz ki?"
Ona cevap vermeden dikiz aynasından bana bakan gözlerine çevirdim gözlerimi ve benim tekrar söylememe gerek kalmadan dediğimi yaptı.
Başımı arkaya yaslayarak bir süre de olsa varacağımız o tatsız yere kadar kendimi huzurlu hissedeceğim müziğin kulaklarımı doldurmasına izin verdim.
Arman iyi bir şoför ve korumalığın hakkını veren yapılı genç denebilecek orta yaşta bir adamdı. Ben evden pek çıkmasamda çıktığım zamanlarda bana eşlik ederdi. Hiçbir zaman sınırını aştığına şahit olmamıştım. O görevinin hakkını verircesine yolculuğun çok sarsıntısız geçmesini sağlarken yaklaşık yarım saat sonra şehir merkezindeki karakola varabilmiştik.
Kontağı kapatarak fazla vakit kaybetmeyerek kapımı açtığımda kısa süre önce gözlerimden ayırdığım gözlüğümü yeniden gözlerimle buluşturduğumda bakışlarım yine o siyah perdelerin ardına saklanmıştı, çantamı sol koluma dirseğim ile bileğim arasındaki yere konumlandırıp pozisyon verdiğim kolum ile ifademi bozmayarak öndeki polis arabasından inen polis memurunun işaret ettiği yönden onunla ilerlemeye başlamıştım.
Karakola girdiğimizde geçtiğimiz yerdeki birkaç suçlu, polis memurları ve suçsuz kişilerin gözleri bir bir bana çevrilirken birçoğunun beni tanımadığını lakin dış görünüşüm neticesinde bana baktığının farkındaydım çünkü ailem ne kadar göz önünde olursa olsun ben hep saklı perdelerin ardında büyütülmüştüm.
Şehirden uzak bir köşk, bana ait koca bir oda, mürebbiye ve dadılar eşliğinde. Bu sebeten beni fazla kimse tanımaz, fazla arkadaşım olmazdı.
Kapısındaki yazıdan anladığım kadarı ile memurun kapıya vurması ve 'Gel.' talimatı ile içeriye girdiğimiz oda müdürün odasıydı.
Tabiki de müdür ile konuşacaktım, ne de olsa saygın, zengin, köklü ve tanınan bir aileye sahiptim. Her ne kadar hadsizce beni böyle bir günde buraya getirmiş olsalar da.
Yine kırklarına merdiven dayamış, saçlarında yer yer ak tellere ev sahipliği yapan bir adam beni karşılarken odaya girmem ile yerinden kalkmayarak benim karşısına geçmemi bekledi. Benim yanımda bu odaya kadar gelmiş olan korumamın içeriye girmesine yanımızda gelen memur engel olurken benim onayımı beklercesine bana baktı Arman.
"Dışarda bekle Arman."
Başını öne eğip birkaç adım geriye giderken oturan müdür de bana eşlik eden memura baktı. "Sen de dışarıda bekle Selçuk."
"Baş üstüne."
Odada önündeki masada duran isimlikten gördüğüm kadarı ile Mustafa Eymen adındaki müdür, yanındaki küçük masada oturan büyük ihtimalle yazdıklarımızı kayda geçirecek genç bir adam ve ben kalmıştık.
Mustafa bey bana bakarak eliyle önündeki oturakları göstermek üzereydi ki buna fırsat vermeden ben oturdum ve bacaklarımı yana kıvırarak yön verdim. Çantamı önümdeki küçük sehbaya bırakırken gözlerimdeki gözlük de yanındaki yerini aldı.
Ve ben yine Mustafa Bey'in konuşmasına müsade etmeden konuştum. "Evet dinliyorum."
Karşımdaki adam ilk defa böyle bir tepki görüyor olacak ki karşımda birkaç saniye duraksadıktan sonra kibarca tebessüm etti.
"Başınız sağolsun Mira Hanım."
Düz bakışlarım gözlerinden ayrılmazken dudaklarımda belki de gözle görülmeyecek bir kıvrım meydana geldi.
"Beni buraya, bunu söylemek için çağırmadınız herhalde?"
Elindeki kalem ile oynarken arkasına yaslandı rahatça. "Tabiki de hayır, lütfen rahatlayın biraz."
Güler gibi nefes verdiğimde yine gözlerinden ayrılmadı alaylı bakışlarım. "Emin olun ben sizden daha rahatımdır lakin böyel bir günde sizinle sakince konuşmamı beklemiyorsunuz herhalde?"
"Meslektaşımın da açıkladığını tahmin ediyorum lakin böyle bir durumdan emin olmak durumundayız Mira Hanım. Bak-"
Sabıraızca sesimi yükselttim ve sözlerine devam etmesine müsade etmedim.
"Olun o vakit, gerçek neyse çıkarın ortaya yapın görevinizi lakin saçma sapan oyunlara gelip de daha yeni babasını kaybetmiş olan genç bir kızı meşgul etmeyin!"
Karşımdaki adamın da en az benim kadar gergin olduğunun hatta daha fazlasının olduğunun farkındaydım. Eli ile alnını kaşıyarak yaslandığı yerden doğruldu ve bana doğru yaklaşmak ister gibi dirseklerini masaya koyarak oturmaya devam etti.
"Anlamıyorsunuz Mira Hanım, bizim niyetimiz sizi suçlamak değil, ailenin şüphelerini ortadan kaldırmak."
Sessiz kaldım ve bir şey söylememeyi seçerek bana daha ne tür saçmalıkları söyleyeceklerini bekledim.
Benim sessizliğimi kabulleniş gibi anlamış olacak ki sorularına başladı. "İlköğretiminizin dördüncü yılından itibaren açık öğretime geçerek evde eğitiminize devam etmişsiniz lakin üniversiteyi ülkemizin prestijli özel üniverstesini tam burslu kazanmanıza rağmen tam ücret vererek okumuşsunuz."
Boş bakışlarım ile yüzümde bir mimik belirmezken, "Evet?" dedim.
"Toplumdan uzak büyüdüğünüzü varsayarsak ve buna rağmen babanızın tüm mirasını ve haklarınızı anneniz ve kardeşinizi es geçerek size bıraktığı dedikodularını göz önünde bulunduracak olursak ve en önemli detay sizin onun gerçe-"
Yine sözlerini kestim. "Gerçek çocuğu olmadığım ve herşeyi bana kaldığı için şüpheliyim yani öyle mi?"
Mustafa bey soluklanırken gözlerini kısa süreliğine kapattı ve açtı. "Size hiç şüphelisiniz demedim Mira Hanım. Size sadece soru sormak istiyorum."
Kaşlarım yukarı kalktı, "Şu ana kadar sorudan çok beni suçlu gösterebilecek geçmişimi anlattınız ama?"
Yerimde biraz daha dikleşirken konuşmaya ben devam ettim. "Aklınıza takılan soruları ben tahmin ettim sanırım. İlk soru, evde zorla mı tutuldum. Cevabı hayır, ben insan sevmeyen biriyim müdür bey ve ne arkadaşlarıyla ne de öğretmenlerle anlaşabilen bir çocuktum bu sebepten evden eğitimime devam etmek benim ve ailemin ortak kararıydı."
Ben soluklanırken ikinci soruya geçmek üzereydim ki kapı çaldı ve içeriye bizim aile avukatı olarak tanıdığım adam belirdi kapıda.
"Ben Mira Hanım'ın avu-"
"Çık dışarıya!"
Keskin ve sert sesimle bakışlarım birleşirken yeni bir şey demeden gerisin geriye çıktı ve kapattı kapıyı. Ben ise devam ettim.
"İkinci sorunuz, Neden öz çocuğu varken üvey çocuğuna bıraktı herşeyini. Bunun cevabı basit, kardeşimin akıl sağlığı tüm mal varlığını ve işleri yönetecek kadar yerinde değil ve eminim bunu bilmeyen yoktur. Anneme gelecek olursak belki bilmezsiniz lakin aile geleneği olarak kocalar eşlerinden önce vefat ederse tüm mal varlığı var olan en büyük mirasçı çocuğa bırakılır."
Dudaklarımı dilimle nemlendirdim ve yüzümdeki dugusuz ifade ile tamamladım sözlerimi.
"Keza sizin de dediğiniz gibi babamın vasiyeti dedikodudan ibaret, daha resmi olarak okunmadı ve ölmeden önceki yazdığı ve konuşmalarındaki birkaç söze bakarak çıkan söylentiler bunlar. Ki ben neredeyse on beş yaşıma kadar üvey olduğumu dahi bilmiyordum, tesadüfi öğrendim ki buradan da anlayabilirsiniz babam ile aramın nasıl olduğunu."
Memur bey kafasını usul usul sallayarak yutkunurken yüzündeki düşünceli ifade yüzümde gezindi.
"Peki vefatından hemen önce size bir şey söyledi mi? Bu olayın kasten olduğunu işaret etmeye yarayacak herhangi bir şey? Ya da bir isim?"
Başımdaki kendini hatırlatan ağrım ile yeniden ovalarken yine o anın anıları ve görüntüleri doluştu zihnime.
Babamın nasıl elimden tuttuğu ve gözlerinden okunan acısı.
Yere yığılışı ve çırpınışları eşliğinde ruhunun bedenini terk etmesi...
Gözlerimdeki buğulanmayı gören müdür dudaklarını birbirine bastırırken bana peçete uzattı.
Eline bakarak güldüm. "Çok düşüncelisiniz lakin gerek yok. Keşke bu düşünceli hâlinizi beni buraya getirmeden önce gösterseydiniz."
"Bakın Mira Hanım, bizim görevimiz bu. Lütfen zorlaştırmayın."
Elimi sertçe oturduğu masaya koydum. "Asıl siz zorlaştırmayın! Sizce böyle bir şüphem olsa söylemez miydim? Size bu görevi kimin verdirttiğinin de gayet farkındayım Müdür bey."
Dudaklarımı nemlendirdim ve kızarmış lakin bir harabeden epeyce uzak bakışlarım ile tam gözlerinin içine baktım.
"Lakin evde taziyelerini sunarak hayatına devam etmek isteyen ve benim her sorunumu dedikodu malzemesi yapacak o ciğeri beş para etmez insanlar evimde beni beklerken sizin beni burada sebepsiz yere tutmanız asıl zorluk."
Derince bir nefes aldım ve dikleştirdiğim başım ile bakışlarımdaki tüm öfekeyi ona sundum. "Ve ben biraz daha burada kalırsam," durdum ve masasındaki isimliğine bir göz atıp alayla gülümsedim ve bakışlarımdaki değişen samimiyet ifadesi ile arkama yaslanıp tekrar beni şaşkınlıkla izleyen adama baktım. "sizin yerinize beni başka biri sorgulamak durumunda kalır."
Karşımdaki adamın rengi atıp kaşları çatılırken işte o zaman anladım onu öfkelendirfiğimi.
"Bir polis memurunun karşısında olduğunuzu unutuyorsunuz Mira Hanım!"
Sağ ayağımı sol ayağımın üzerine atarken ellerimi bacağıma yerleştirdim ve yüzümdeki gülümsemeye inat ciddi çıkan sesim ile konuştum.
"Asıl siz gücün kimde olduğunu unutuyorsunuz müdür bey."
Karşımdaki adam bu kez ağzını açıp bir şey söyleyemezken kendimden emin bir şekilde ayağa kalktım ve çantamı tekrar koluma yerleştirerek gözlüğümü takmadan önce ona baktım.
"Ben de öyle düşünmüştüm, lütfen en iyi şekilde araştırıp sonuçlardan beni de haberdar etmeyi unutmayın olur mu?"
Müdür bey ayağa kalkarak yanındaki konuşmalarımızı yazan genç adama bakış atarak elini bana uzattı.
"Elbette, yardımınız için teşekkür ederiz Mira Hanım." Yüzündeki zoraki gülümsemeye inat ben ona karşılık vermezken elini bir kaç saniyelik sıkmanın ardından bırakarak ilerledim ve kapıyı açtım.
Karşıma çıkan memur bana yer verirken çıktığımda içeriye girdi ve kapıyı kapatmadan konuşmaya başladı.
"Yeni bir suçlu geldi müdürüm, ailesi sizi tanıyormuş. Genç bir kız daha yeni on sekiz yaşına girmiş."
Emniyet müdürü konuştu ve ben merakıma yenilerek oradan ilerlemeyerek arkamı dönemeden dineldim.
"Suçu neymiş?"
"Cinayet müdürüm, suç üstü."
"Adı neymiş?"
"Ece Ayza Buroğlu"
Duyduğum isim tanıdık gelirken daha fazla dinlemeye gerek duymayayarak birkaç adım uzakta beni bekleyen Arman ve zamanında gelemeyen avukatıma bir bakış atarak yürümeye başladım.
"Mira hanım ben gerçekten çok özır dilerim, daha erken gelmeliydim."
Onu duymazlıktan gelerek yürüdüm. "Evde durumlar nedir Arman?"
"Biraz önce konuştum Mira Hanım, her şey yolunda bir terslik yokmuş."
"Mira Hanım ben ger- "
Arkamı dönüp ona baktığımda susup başını öne eğerken birkaç adımda yanına yaklaştım ve üstten ona baktım.
"Kovuldun!"
Endişeli gözleri yukarı tırmandı ve bana baktı çekinerek. "Ama-"
"Geç gelmen beni ırgalamaz, en başından bu rezilliğin olmasına ya müsade etmeyecektin ya da haberdar edecektin!"
Yeniden arkamı dönmek üzere başımı çevirirken bana bakan bir çift yeşil göz ile karşılaştığımda bakışlarım onda takılı kaldı birkaç saniye.
Gözlerimdeki gözlük ona baktığımı anlamasına engel olmazken dudaklarındaki oluşan tebessüm ile bana göz kırptı.
Yüzümde mimik oynamazken onun omzuna koyulan el ile dikkatim dağılarak arkama döndüğümde onun da bir suçlu olarak buraya getirildiğini anlamıştım. Bileklerinde ki kelepçeler ve yine bir polisin karşısında sorguya çekilmesinden belliydi.
Birkaç saniye sonra biraz önceki anı zihnimden def ederken yerleri döverek sivri topuklu ayakkabılarım ile dışarıya çıktığımda siyah parlak arabanın önünde duran Arslan Bey ve MPV türü arabanın içinde büyük ihtimalle beni bakleyerek oturan Dilruba Hanım vardı.
Bıkkınıkla artık beni rahat bırakmayacaklarının bilinci ile onlara doğru hareket ederken sürekli annesinin arkasına saklanmış olan Arslan Bey'i göz ardı ederek arabaya binmeden beni bekleyen yaşlı kadına baktım.
Yüzündeki o mağrur ve kendinden emin ifade ile bana baktı.
"Sorgun nasıl geçti torunum?"
Güldüm, sahici olmaktan en uzak gülümsemeydi bu.
"İsteğiniz olmadı, bu kez tahminlerinizde yanıldınız Dilruba Hanım! Katil değilim ben ve eminim ki babamın ölümü de talihsiz bir kalp krizi."
Elindeki bastonuna diğer elini de koyarak iyice yaslandı. "Belki bu gün değil ama bir gün çıkacak her şey ortaya. Çıkmasa dahi sakın heves etme küçük besleme."
Bu kez o alayla gülümsedi. "Ailemin ve öz torunlarımın mirasını sana yedirmeye hiç niyetim yok!"
Onun bu tavrı hayli komiğime giderken dudaklarımdan minik bir kıkırtı çıkmasına engel olamadım. Derhâl elim dudaklarımı örterken kendimi durdurmaya çalışır gibi yaptım.
"Pardon tutamadım kendimi siz öyle söyleyince."
Yan dönerek bizi dinleyen üzey amcama baktım. "Kim demiştiniz?" Yeniden yaşlı kadına baktım. Yılların bir bir çizgiler eklediği o yüzüne rağmen bakışları korkacak bir insana korku verebilirdi lakin ben korkar mıydım orası belli değildi işte.
"Aileniz ve torunlarınız? Yıllardır Göktüg Group ile alakası olmayıp ellerindeki onlara miras kalmış birazcık parayı da eğlenerek yiyen aileniz mi? Yoksa sizin paranız ile yurt dışında okuduğunu sandığınınız her gün bir partide geceyi sabaha deviren torunlarınız mı?"
Biraz durdum ve onun karşımdaki apışıp kalmış haline keyiflendim. "Yoksa yıllardır bu mirası üstelnemek için dirsek çürüten ben mi hak ediyorum mirası?"
Gözlüğümü bütün kemerime doğru indirip onun ateş saçan lakin saçtığı ateşi kül ettiğim kadın ile göz göze geldim alttan bakarak. "Siz en iyisi sonrasını değil de gücün şu an kimde olduğunu unutmayın Dilruba Hanım!"
Göz kırparak gözlüğümü ortadan orta parmağım ile yerine yerleştirirken onun mırıldanışını duydum. "Hadsiz."
Rahat yüz ifadem ile gülümsediğimde arkama döndüm ve döndüğümde anında ciddileşen ifadem ile arabamın yanında kapımı açmış beni bekleyen Arman'a doğru yürüdüm.
"Mira hanım, Mira Hanım!"
Birkaç mertre uzaktan bana doğru gelen birkaç gazeteciyi görmemle daha da hızlı davranarak arabaya bindiğimde benim fotoğramı yakalayamamanın üzüntüsü ile arabamın etrafında dolanslar da Arman çabucak arabaya binip eve doğru gazlamıştı bile.
Yine kısa bir süre de olsa yanlız kalmanın tadını çıkarırken sessizce arabayı kullanan Arman'a baktım.
"Grup'un ve ailenin hukuki işleri ile ilgilenen hukuk bürosu ile iletişime geç bu akşam toplantı yapmak istiyorum."
Başını eğdi. "Peki efendim."
"Ayrıca Group'un önde gelen yöneticileri ile de bu gece herkes gittikten sonra toplantı yapmak istiyorum, onlara da haber yolla."
Arman aynı şekilde karşılık verirken ben devam ettim. "Babamı n mezarı ile hemen ilgilenilsin, şehir dışındaki çiftlik evi de her zaman hazır halde bulunsun."
"Emredersiniz efendim."
Durdum ve camdan dışarıya dönen dalgın bakışlarım ile yolu izlerken son kez konuştum.
"Babamın vasiyeti de bir hafta sonra açıklanacak, bunu da duyur herkese."
Yolun geri kalanında gözlerimi kapatarak kafamı arkaya yaslayıp kendime kısa bir süre de olsa ayırabilmiştim.
Evin o büyük bahçesine girdiğimizde ortadaki genişçe süs havuzunun etrafından dolaşan araba kapının önünde durduğunda derince bir nefes verdim ve Arman'ın açtığı kapıdan adımımı atarak dışarıya çıktım.
Başımı dikleştirerek kapıya baktığımda iki hizmetli kız ve yıllardır köşkün kahyalığını yapan emektarımız beni karşılıyordu.
Ellerini önlerinde bileştirerek hafifçe eğildiklerinde hepsinin de kötü bir durumda olduğunu fark etmiştim. Yıllardır yanlarında çalıştıkları beyleri vefat etmişti ne de olsa. Onlar da en az bizim kadar acı içindeydi.
Onların yanına yaklaştığımda kahyanın kısık ve hüzünlü sesini işittim.
"Başımız sağ olsun küçük hanımım."
Çocukluğumda benimle bahçede oynayan ve beni hep gülümseten o adama çevirim yüzümü. Her geçen yıl yüzüne ayrı bir yorgunluk emaresi bırakırken o hâlâ dimdik ve sapasağlam buradaydı ve sağlıklı olan babama inat karşımda dikiliyordu.
"Kalanlar sağ olsun Atilla efendi."
Yeniden başını eğip yorgun ve buğulu gözlerini benden kaçırırken bir iki adım atarak elleri önlerinde kenetli beni bekleyen iki genç hizmetliye doğru ilerledim ve birine çantamı uzattığımda sorgulamadan elimden alırken ben yürürken peşimden geldiler.
"Kadınlar içeride salondalar Mira Hanım, Erkekler arka bahçedeler."
Sözleri üzerine adımlarımı durdurdum. "Ben kış bahçesi olacak demiştim."
Başı önüne eğik kız çekinceli sesiyle konuştu. "Efendim anneniz Rana Hanım öyle istediler."
Gözlüklerimi gözümden bir hışımla çekerken ateş saçan bakışlarım ile kıza baktım. "Kim istediyse istedi, siz kime sordunuz da iş yaptınız kendi başınıza göre? Bu sonbahar ayında akşam bahçede misafir mi ağırlanır!"
Kız tam yeniden ağzını açmış konuşacaktı ki onu durduran ses duyuldu. "Kıza bağırma boşuna, ben istedim."
Elimle alnımı ovalarken sinirle dudaklarımı ısırarak hizmetliye baktım. "Çekilebilirsiniz."
Arkamı döndüğümde başındaki siyah şal ve yine aynı renge bürünmüş kıyafetlerinin arasındaki kireç gibi yüzü bir hayaletten farksızdı.
"Peki sen kime sordun Rana Hanım?" Kısık ve net sesim ona komik gelmiş olacak ki güldü.
"Kimseye." Çevresine bakındı ve iki yanına açtığı eliyle bana doğru birkaç adım attı. "Ne de olsa yıllardır bu evin hanımıyım ben."
Bu kez gülen ben olurken bakışlarım dudaklarıma oldukça tezattı. "Artık bana soracaksın, benden habersiz değil karar almak tek bir adım bile atmayacaksın."
Yanıma iyice yaklaşırken elini kaldırdı ve yanağıma koyarak usulca okşadı. Gözlerime anne şefkati ile bakarken onun gerçek yüzünü bilmiyor olsam çoktan kanabilirdim.
"Benim güzel kızım, benim Niran'ım." Bana seslediği o isim ile gözlerimi kapatırken sakin kalmaya çalıştım. "Sen bu evde hanımcılık oynayacağına önce o çakal amcan, yılan halan ve babaannen ile nasıl başa çıkacağını öğren olur mu?"
Gözlerimi tekrar açarken bir adım geriye gittim ve beni iğrendiren dokunuşundan uzaklaştım. "Bana Niran diyen sen değil misin anne? Merak etme bana tuzak kuran herkesin ateşi ve cehennemi olacağım."
Bu kez ben gülümsedim ve yüzüne doğru eğilerek nefesimi hissetmesini sağladım.
"Sadece sıranı bekle."
Soğuk bakışlarım, bakışlarının hedefi olurken bir iki adım attım ve üzerimi değiştirmek üzere odama doğru adımladım.
🍷
Son olarak gold rengindeki minik küpelerim de kulağımdaki yerini alırken geriye çekilerek odamdaki boy aynasından kendime baktım.
Üzerime yapışan siyaha yakın badi, bileklerime kadar inen siyah kalem etek ve yine siyah renkte olan mat deri sitilettolarım ile hazırdım insanların karşısına çıkmaya.
Hafif dalgalı olan saçlarımı sağ yanıma yoğunluk vererek yatırıp ensemde bir at kuyruğu yaparak siyah uzun saçlarımın sırtıma uzanmasını sağlamıştım.
Dudaklarıma belli belirsiz nude bir ruj sürerken göz altlarımı ve solgun tenimi kapatmak için bolca kapatıcı ve fondoten kullanmıştım.
Belime üç parmak kalınlığında, gold tokası olan siyah kemerimi de takarken kapım tıklatıldı. Belime yerleştirdiğim kemer ile kapıya bakmadan, "Gel." dediğimde Hüma başını uzatarak bana baktı.
"Mira, gelmişsin. Hizmetli kızdan öğrendim biraz önce."
Kafamı sallayarak çantamın içinde kalan telefonumu alarak odamdaki masanın üzerindeki şarj cihazına taktığımda çoktan kapanmış olduğunu o an fark ettim.
Hüma odama girererek yanıma yaklaştığında ellerimi tutarak odamın oturma köşesindeki üçlü koltuğa oturttuğunda gözlerime baktı ve sanki o an içimden bir şeyler kopmuş gibi daha konuşmadan benim gözlerimden birer damla gözyaşı aktı.
Burnumu çekerken hiç konuşmadan sarıldı bana. Belki de annemin saatlerdir yapması gereken şeyi o, o an hiç düşünmeden yaptı.
Ellerim onun sırtını bulduğunda bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. Başım omzuna yaslanırken şimdiye kadar üzerini sıkı sıkı örttüğüm bütün yaram ortaya çıkmıştı ve daha kabuk bağlamaya fırsat bulamayan acılarım açıkta daha da sızlıyordu.
Hüma hiç konuşmadan dakikalarca sırtımı sıvazlayıp benim sakinleşmemi beklerken hiç aglamadığım kadar ağlamak istedim, hiç perişan olmamış gibi yeniden yıkıldım.
Ben babamı kaybetmiştim.
Ben babamı ikinci kez kaybetmiştim.
Sesim çıkmıyordu, bağırarak anlatamıyordum belki acımı. Bağıra bağıra aglayamıyordum ama kısık sesli hıçkırıklarım kaçıveriyordu ara ara.
Biri karşıma geçip anlat bana derdini dese anlatamazdım, anlatmazdım da.
Duyan olmazdı...
Anlayan olmazdı...
Kapattığım gözlerimi kaç dakika sonra açtım bilmiyordum ama Hüma hâlâ öylece durmuş benim içimi boşaltmamı bekliyordu.
Hâlbuki bilmiyordu ki, ben sabahtan akşama kadar her gün içimi boşaltsam yine de azalmazdı içimdeki bu yangın.
Ne de olsa o büyük ateş her Allah'ın günü odun ile beslenmiş daha da sönemyecek hâle gelmişti.
Odaya sessizlik çökerken boğazımı temizledim ve geriye çekilirken ellerim ile yanaklarımı sildim.
Bu kez onun elini kolumda hissettim. "Canım benim, biliyorum kendini ne denli zorladığını da, tuttuğunu da. Ne büyük yükün altına girdiğini de. Belki azaltamam acını ama ben sen istediğin sürece hep yanındayım senin."
Burnumu çekerek yüzümdeki buruk tebessle ona baktım. "Teşekkür ederim Hüma, iyiki varsın."
Tam konuşacakken telefonuma gelen bildirim sesi ile derince bir nefes alarak yanağımı elimin tersi ile silerken ayağa kalktım ve daha yeni açılan telefonuma gelen bildirime tıkladım.
Gönderen kişi: İptila
'Geliyorum' (17.35)
Gözlerimi kapatıp açarak parmaklarımı hareket ettirdim.
Gönderilen kişi : İptila
'Gelmiyorsun. Nokta!' (17.37)
Anında yazmaya başlarken çok uzun sürmeden cevap geldi.
Gönderen kişi : İptila
'Nasılsın?' (17.38)
Yutkundum ve cevap yazdım.
Gönderilen kişi: İptila
'İyi olacağım.' (17.39)
Tekrar cevap yazmazken sohbeti temizledim ve bana bakan Hüma'ya bir bakış atarak makyaj aynamın önüne geçerek gözlerimdeki akmış rimeli temizleyerek yüzüme çekidüzen verdim.
"Kimmiş mesaj atan, durgunlaştın?"
Boğazımı temizledim ve ayaklanıp bana doğru gelen arkadaşıma aynadaki yansımasından baktım.
"Baya biriken başın sağ olsun mesajlarından biri. Önemli bir iki kişiye cevap verdim."
Elimdeki süngeri sıkarken konuştuğum kişiyi hatırlarken rahatsızca yerimde kıpırdandım. Çok az kalmıştı, yakında gelmemesi için hiçbir engel kalmayacaktı.
Hüma gelip elini omzuma koyarken yüzündeki minik tebessümle bana baktı. "Biraz dinlensen mi Mira?"
Bakışlarım onu bulurken elimdeki süngeri bıraktım. "Olmaz Hüma, bir çok insan gelecekteki yönetimde benim olacağımı düşünerek bana gözükmek için gelmiştir eve. Zaten oradan polisler ile ayrılmam pek iyi olmadı şimdi de gitmezsem iyice konuşmaya başlayacaklardır."
Dudaklarını birbirine bastırırken yeniden kapım çaldı. "Gel."
Kapı açıldığında arkamı dönmezken aynadan baktığımda çalışan genç kız odaya girerek kapının önünde durup göz ucu ile bana baktı.
"Efendim Dilruba Hanım ile Arslan Bey geldiler. Anneniz haber vermemi istedi."
Dudaklarımı birbirine bastırırken Hüma benim yerime cevap verdi. "Tamam geliyoruz."
Tekrar önüme dönerek yüzümü toparlamaya çalışırken Hüma makyaj masama yaklaşarak arkasını döndü ve yaslandı. Yüzü bana dönük hâlde beni izlerken kollarını birbirine doladı.
"Benim de seninle gelmeme müsade etmeliydin Mira, neler oldu karakolda?"
Omzumu silktim. "Gelmeni gerektirecek bir şey yoktu, hallettim ben."
Güldü. Bu benim ne yaptığımı anladığı bir gülüştü. "O zaman arkadaşım eğer bir gün tehdit etmeden durabilirsen avukatın olarak her zaman yanındayım."
Ben de güldüm ve işimi bitirerek ona baktım. "Bilmez miyim benim güzel ve havalı avukatım."
Oturduğum pufdan kalkarak kendime son kez baktım ve dik tuttuğum başım ve kusursuz sayılabilecek yürümem ile odamdan çıktık.
Bu kez koridorun sonundaki asasöre binerek kısa sürede alt katta olurken mishafir odasında baş köşeye yerleşmiş olan Dilruba Hanım'ı bulmam çok uzun sürmedi. Onun yan koltuğunda annem yer alırken bu kez babaannemin yanında sevgili halam ve Arslan Bey'in eşi olan sevgili yengem de vardı.
Hüma omzuma dokunduğunda onunla birlikte ilerlerken yan yana oturan üçlünün önünde durarak Dilruba Hanım'ın bana doğru uzattığı elini tutarak sanki hiç gocunmazmış gibi öpüp başıma koyduğumda başımı kaldırırken bakışlarımız çakıştı. Birbirimizin eline geçsek bir kaşık suda boğabilirdik lakin bizim yasımız vardı ve sanki birbirimizin ortak acısını bölüşmek istiyor rolü yapmalıydık.
Tam ben kalkmadan eli başımı buldu ve saçımı okşadı. "Torunum, ah benim bahtsız güzel kızım."
Onun sanki beni çok seviyormuşçasına olan bu sesli sözleri tamamen bir gösterişten ibaretken benim midemin bulanmasına yetmişti.
Gözlerimi kırpıştırarak gözlerimden bir damla yaş akmasını sağlarken başımı kaldırdığımda çoktan benim hakkımdaki iyi niyetli ve acıma fısıltıları duyulmaya başlamıştı bile.
Yana baktığımda üvey halam Leyla Saras ayağa kalkmış timsah göz yaşları eşliğinde bana kollarını açmıştı.
Sanki hasretmişçesine kollarına atılırken sesli ağladım ve konuştum. "Neredeydin hala?"
O da benim sırtımı sıvazladı. "Buradayım halam, korkma sen. Ben buradayım artık, yanındayım." Dedikten sonra kulağıma fısıldadı. "Besleme prensesliğinin sonuna geldin, korkma!"
Dişlerimi sıkarken ben de fısıldadım. "Elinizden geleni ardınıza koymayın yılan ordusu!"
Geriye çekildiğimde dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme olurşurken bunu ondan başkasının fark etmesi imkânsızdı.
Daha sonra onlardan geri kalmayacak yengeyle de sarıldığımda annem ile Dilruba Hanım'ın arasındaki tekli koltuğa oturarak dümdüz önüme bakıyordum.
Arslan bey belli ki erkeklerin yerinde çoktan ev sahibi kılığına bürünmüş büyüklük gösteriyordu. Babamın mirasına geçici sahip çıkmasıydı ne de olsa, bir süre de olsa müsade edecektim. Ne de olsa ben gönderdiğim zaman bir daha giremeyecekti.
Bir süre sonra elindeki şerbetinden bir yudum alarak bana bakan Asiye Hanım'ı fark ettim. Yengemi.
"Bu arada Mira kuzenin Aybars gelmeyi çok istedi kızım ama işte biliyorsun yurt dışı bu gelse bile gelip gitmek derken sürecek biraz oradaki önemli bir anlaşma da olunca gelemedi."
Güldüm ve elimdeki helva tabağına bir bakış atarak yeniden ona baktım. "Sağ olsun yenge ama gelmesine gerek yok zaten." Ona baktım ve tek kaşımı kaldırarak tam gözlerinin içine baktım. "Ne de olsa yakında benim başına geçeceğim işler için böyle ayak işlerini yapan birileri gerek."
İçimden ona ne dersem diyeyim bununla yetinirken ona samimi denebilecek bir gülümseme sundum.
Bu konuda haklıydım çünkü eğer dedikleri gibi ve babamın o son mektubunda belittiği gibiyse Göktüg Group'un yüzde yetmişbeş hissesi artık bana ait olacaktı.
Bu kez konuşan halam olurken bakışlarım onu buldu. "Güzel kızım benim İnci Naz ve Kaan Han da en kısa zamanda gelecekler yanında. Ne de olsa onlar yüksek öğretimini tamamlayarak işleri en yukarı taşımakta yöneticiler arasında olacaklar."
Halam bana laf vurduğunu sanarak keyifle gülümserken yüzümde beliren rahat gülümseme yavaş yavaş rahatsız olmasını sağlamıştı. Çünkü o bahsettiği çocuklarının yıllardır Avusturalya'da para yemekten başka hiçbir özelliği yoktu. Ve onların yönettiği bir yerden kimseye hayır falan da gelmezdi.
Baba ve annesinin parası ile şımarık, her istediği olan İnci Naz Saras ve Her geceyi başka bir kadın ile kapatıp su içer gibi içki içen Kaan Han Saras işe yaramaz iki kukladan başka bir şey değildi.
Ve o Dilruba Hanım'ın gurur duyduğu torunlarına pabuç bırakmaya hiç hevesli değildim.
Ama Aybars farklıydı, o bana bu ailede kötü davranmayıp annesi ve babası ne derse desin babamdan sonra aileden gören tek kişiydi. Ve benim arkasından laf söyleme rağmen akıllı, zeki ve iyi biriydi. Eğer o da değişmediyse yönetimde görmek isteyeceğim kişilerin başındaydı.
Bazı kişiler daha yeni gelmeye başlarken bazıları da gidiyordu ve onları annemle kapıya kadar geçirmek zorundaydım malesef. Ne de olsa gelecekte iş yapacağım adamlardı çoğu.
Yine bir konuğu geçirirken kapının önünde peş peşe duran beş arabaya baktım.
Ündeki ve sondaki iki arabadan adamlar çıkarak ortadaki arabanın kapısını açarak içindekilerin çıkmasını beklediler. Ben kimlerin geldiğini anladığımda gözlerimi devrdiğimde annem elini koluma koyarak sıktı.
"Düzgün davran Mira." Yüzü deki ifadeyi sabit tutmaya çalıştığında ona bakmadan konuştum ve kolumu ellerinin arasından çektim.
"Sana soracak değilim."
Önden nişanlım Levent Uçdağ inerken arkadan müstakbel kayınpederim ve kayınvalidem inmişti.
Kayınpederim Hazar Uçdağ saçlarında beyazlar olsa da dinç bir adamdı keza karısı Zerrin Uçdag da ondan kalır yanı yoktu. Gayet bakımlı ve kadın kulüplerinden çıkmayan biriydi.
Ve müstakbel kocam, nagmıdeğer gamsız Levent ne haltlar yediğinden bir haber olduğumu sandığım babamın sırf iş için benimle nişanlandırdığı beş para etmez adamın tekiydi.
Tabiki ondan da kurtulacaktım, daha yirmi iki yaşında birine bağlanıp da evlenmeye hiç hevesli değildim.
Levent çabucak bana doğru gelerek belimden tutup kendine çekip bana sarıldığında, "Kara gözlüm benim, özür dilerim canım. Haberi alınca ancak gelebildim. Uçak rötar yaptı." dedi.
Benim yüzümde mimik oynamazken ona sarılamdan sırtına iki kere vurup uzaklaşmasını sağladım. Bu hareketime şaşırarak bana baktığında duygusuz bakışlarım yüzünde gezindi.
"Özel jetinle gelseydin Levent." Kafamı eğdim ve arkasındaki kayınpederim ile kayınvalidemin benden beklemedikleri hareketler karşısında şaşkınca bakan yüzlerine baktım. "Benim için özel uçak kaldırmaya gerek görmediniz galiba?"
Gözlerimi devirerek bir iki adım geriye gittim.
"Mira-" Annemin sözünü elimi kaldırarak durdurduğumda. "Bu kadar geç geldiğinize göre miras mevzusunun dedikodusu yayıldığını da duymuşsunuzdur. Ama Levent,"
Bakışlarım tekrar karşımdaki adamın yüzünü buldu. "Sana o mirastan zırnık yok anladın mı? Şimdi o geldiğin yolu geri dönüyorsun ve Dubai'de benim haberim olmayacağını sandığın haltları yemeye devam ediyor, beni de bir daha hatırlamamak üzere unutuyorsun. Okey?"
Gözlerimi kırpıştırarak etrafa bakındım ve elimi öylesine salladım gözünün önünde. O sesini dahi çıkaramazken bana doğru yakalaşmaya çalıştı lakin göğsüne koyduğum elim ile olduğu yere çakılmak zorunda kaldı.
"Sana verecek bir yüzüğüm, ya da daha doğrusu suratına fırlatacak bir yüzüğum yok. Attım çoktan."
Yeniden gözlerimi devirdiğimde arkamı dönüm içeriye girmek üzereydim ki aklıma gelen şey ile arkamı dönerek Zühra Hanım ve Hazar Bey'e baktım.
"Ha bu arada dönüş biletiniz benden." Güldüm ve göz kırptım. "Birinci sınıf merak etmeyin, buzines. Ne de olsa bu kırallık artık bana ait."
Daha sonra arkamdan bana seslenen dörtlüye inat dönmeden keyifle yürüyerek içeriye geçtim ve üzerime yapışan rolümü üstelenerek bu günü ve ardında kalan yas günlerini bir an önce bitirmek istedim.
Yas bana göre değildi ve ben yas tutmaktan nefret ederdim.
♟️
Evde kalan son mishafiri de yolcu ederken annemin bana baktığını fark etsem de ona bakmadan içeriye geçtim. Beklediğim gibi hiçbiri rahatını bozmadan oturuyordu hâlâ.
Hüma benim vereceğim tepkiden dolayı bana tedirgince bakarken benim duygusuz bakışlarım Dilruba Hanım'ın üzerindeydi.
Arslan Bey kış bahçesinden içeriye girdiğinde bana bakmadan baş köşedeki tekli koltuğa oturup ayağını diğer ayağının üzerine atıp sırf bana inat olsun diyormuş gibi bana baktı.
Tek kaşım kendiliğinden kalkarken elimle burnumun kenarını kaşır gibi yaptım ve sabır çektim.
"Yaren!" Sert ve yüksek çıkan sesim ile seslendiğim evin genç hizmetçisi koşarak yanıma gelirken ellerini çabucak önünde birleştirdi ve bana bakmadan konuştu.
"Buyrun efendim?"
"Bunları," kafamla o yılan ordusunu işaret ederken hepsinin çekinmeden gözlerinin içine baktım. "al götür çalışanların kaldığı yerde kalacaklar. Ha yok ben kalamam diyorlarsa defolup gidecekler!"
Dilruba Hanım'ın büyük bir gürültü ile bastonu yere vurarak ayaklandığında yanımdaki kız ürkerek yerinde zıpladı.
"Nasıl bir hadsizlik bu böyle! Sen kim oluyorsun da oğlumun evinden kovuyorsun beni." Yanımdaki kıza bakarak küçümseyen bakışlarını onun üzerinde gezdirdi. "Benim bu hizmetçi parçaları ile aynı yerde kalmamı istersin! Haddini bil!"
Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. "Doğru onlarla kalmanızı istemem büyük bir hadsizlik." Yanımdaki çocukluğundan berirdir benimle aynı evde büyüyen kıza baktım. Ellerini birbirine dolayıp sıkmış bekliyordu öylece. Benim tepkim onu incitmiş olmalıydı.
Yeniden Dilruba Hanım'ın yüzüne baktığımda mağrur ve öfkeli yüzü ile karşı karşıya geldim.
"Daha ben size katlanamazken sizin gibi yılanlar ile onların kalmasını istemem büyük hadsizlik haklısınız."
Söylediğim ile daha da sinirlenirken bana tokat atmak üzere olan elinin bileğini yakalayarak sıktım.
"Ah!" Bileğinin acısı ile sızlanırken Arslan, Asiye ve Leyla ayaklanarak bana doğru geldiler.
"Mira! Yeter."
Arslan Bey kükrerken ona baktım ve güldüm. "Ne o gururumuz mu incindi Arslan Bey?" Gülümsedim ve yeniden karşımdaki Dilruba Hanım'a baktım.
"Daha çok incinecek, daha beter olacaksınız. Bu benim size sözüm. Ve ben sözümü tutarım."
Tuttuğum bileğini fırlattığımda kızı ve gelini onu tutarken Arslan üzerime yürürken başımı dik tutarak gözlerimi gözlerinden ayırmadım.
"Pişman olacaksın çocuk!"
Güldüm alayla. "Siz mi edeceksiniz beni pişman?"
Kafasını olsuz vaka dercesine sallarken dilimi dudaklarımın üzerinden gezdirdim. "Bas geri Arslan Bey! Sizin devriniz bitti."
Daha geniş gülümsedim ve bir adım geriye gidip kollarımı iki yana açtım. "Şimdi sıra bende."
Gülümsemem gözlerine bakarken son bulurken konuştum yeniden. "Şimdi ya benim istediğim yerde kalırsınız bu evde ya da kapı orada. Kimse sizi geçirecek değil.
Dilruba hanım onu tutan gelini ve kızının elinden kurtularak anneme baktı aşşaglarmışçasına. "Şu başımıza bela ettiğin beslemeye bak da gör eserini. En başında oğlumun hayatına girmene izin vermeyecektim şimdi şu kimden peydahladığın belli olmayan p*ç'in de olmazdı karşımda."
Sözlerini elbette beni kızdırmak için söylediğinin farkındayken ona baktım ve kendimi gülmemek için zor tutarken annemin ona karşılık vermesini izledim.
"Sizin besleme dediğiniz kızın soy adı sizinkiyle aynı Dilruba Hanım, bence siz yerinizi bilip konuşun çünkü oğlunuz hayatı boyunca onu kızı bildi ve onun mutluluğu için her şeyi yaptı. Hele de mirası daha resmi bir şekilde açıklanmamışken bence siz ayağınızı denk alıp öyle konuşun! Kızıma da bir daha o kelimeyi ima bile etmeyin, yoksa karşınızda beni bulursunuz."
Annemin garip bir şekilde benim arkamda durması beni duygulandırırken elbette bunu karşındaki kadına da söylediği gibi miras yüzünden yaptığını biliyordum. Bana iyi davranıp yanına çekmeye çalışıyordu aklı sıra.
Gözlerimi devirerek önümdeki kalabalıga baktım ve esnerken elime ağzımı kapattım. "Derdiniz vasiyet ise bir hafta sonra açıklanacak, merak etmeyin kimseden habersiz açtırmaya niyetim yok. O yüzden defolun evimden, ben de biraz rahat edeyim. Ya da dedeğim yerde kalın bir hafta boyunca.
Arslan bey ağzını açacakken Dilruba Hanım öfkeyle bana bakıp bastonunu tuttu sıkı sıkı.
"Yürüyün gidiyoruz." Yanındakiler annelerinin sözlerine itaat ederken Dilruba Hanım birkaç adım atmıştı ki yanımdan geçerken bana baktı. "Nasıl olsa misahfirleri ağırlamak üzere yarın yine geleceğiz."
Gülümsedim ve ona bakarak kafamı salladım. "Yarın erkenkenden uyanıp yollarınızı gözlüyor olacağım. Ne de olsa bu eve son gelişleriniz olacak."
"Ya sabır." Diyerek yanımdan geçip giderken Asiye ve Leyla da bana kötü bakışlar atmayı ihmal etmemişti. Hiçkimse, evdeki hizmetçiler de dahil onları geçirmezken kendi başlarına çekip gitmişlerdi.
Yüzüm yine eski duygusuz haline bürünürken yanımda hâla bekleyen Yaren'e hitaben konuştum.
"Birkaç konuk gelecekti Yaren, kış bahçesine alın onları. Babamın çalışma odasına dokunmadan kapatın orayı bana da yeni bir çalışma odası hazırlayın."
"Emredersiniz efendim."
"Ne misafiri bu saatte Mira?"
Rana Hanım'ın sorusunu duymamış gibi yaparken Hüma'ya baktım.
"Hadi Hüma gidelim." Kafasını sallayarak beni takip ederken biraz sonra gelecek olan yönetim kurulundan birkaç yönetici ve avukat ile olacak olan konuşmamda yanımda olsun istemiştim.
🌙
1 Hafta Sonra...
Şöminede çatırdayarak yanan odunlar bir bir küle dönüşürken onlardan bana kalan tek şey yüzüme ve vücuduma vuran sıcaklıklarından başka bir şey değildi.
Koca odada şömine önünde oturmuş bacaklarımı kendime çekmiş kollarımı etrafına dolamış yerimde öylece sallanıyor cezamın bitmesini bekliyordum.
Gözlerim yorgunluktan kendiliğinden kapanırken tam düşmek üzereyken yerden elimle aldığım destek ile yeniden doğruldum ve oturduğum yeri değiştirmezken ağrıyan gözlerimi ovuşturdum.
Parmaklarım yazı yazmaktan sızlerken gözlerim tüm gece uyumamaktan ve ağlamaktan kızarıp, şişmişti.
Olduğum odadanın kapısından tıkırtılar gelirken çabucak kafamı çevirip kimin geldiğine baktım.
Susuzluktan çatlayan dudaklarımı dilim ile nemlendirirken önüme gelen siyah dalgalı saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım.
Kapı açıldığında gözleri anında beni bulan babamı gördüğümde yüzümde kocaman bir gülümseme peyda olurken çabucak ayağa kalkıp yukarı sıyrılan siyah pileli eteğimi düzelttim.
"Kızım." Babam kapıyı yapatıp bana gülümseyerek baktığında önümde birleştirdiğim ellerim ile yine yerinden kıpırdamadan ona baktım. Gözlerim dolmuştu. "Nevran'ım benim, cennetim."
Kollarını açtı. "Gel buraya teni aydan daha parlak olan cennetim."
Gülümseyerek koşup kollarına sığındığımda benim boyuma eğilip kucakladı beni. Başımı onun boynuna gömdüğümde hıçkırık koptu boğazımdan. "Baba." Titreyen, cılız sesim ile tek bir kelime edebilirken o benim küçük bedenimi daha sıkı sardı.
"Babacığım. Geldim ben bak. Neden ağlıyorsun? Ağlama benim İnci tanem."
Ben onu dinlemeden ağlamaya devam ederken beni kendinden uzaklaşırdı ve koca avuçları arasına aldığı yüzümü parmakları ile sildi yanaklarımdaki gözyaşlarımı. Bir haftadır ondan uzaktayken öyle özlemiştim ki onu. Sanki koruyucum beni terk etmiş gibiydi.
İç çekerken ona baktım ve ilerideki kağıtları gösterdim. "Annemin verdiği cezayı yazdım baba bak. Bitti mi artık cezam."
Babam bana tebessümle bakıp başını sallarken başımı okşadı. "Ben buradayken kim sana ceza verebilir prensesim?" Ayağa kalktı ve elini bana uzattı. "Gel hadi yemek yiyelim birlikte."
Bu beni heyecanladırırken kocaman gülümseyerek elini tutmak istediğimde babam toz olup kaybolurken bu kez iri gözlerim kocam açıldı ve etrafıma bakındım şaşkınca.
Oda yeniden sessizliğe bürünürken yine o şöminedeki odun sesleri kapladı koca odayı. Ben hâlâ babamı ararken, niye gittiğini merak ederken aşşağı kıvrıldı birbirine bastırdığım dudaklarım.
Babam gitmişti, koruyucum beni terk etmişti.
Ellerim eteklerimin ucunu kavrarken titredim. "Baba." Çaresiz, küçük ve sekiz yaşındaki masum bir kızın en sessiz feryadıydı belki de bu kelime.
"Baba, nerdesin?" Küçük , cılız bacaklarım titrerken onun temizlediği yanaklarımdan birer damla düştü gözlerimden.
Kimsesiz bir çocuğun ikinci kaybedişinin çığlıydı bu.
"Baba, gel." Senelerce babasız olan ama ona baba olan adamın geri gelmesi için çaresiz yakarışıydı bu.
Ama bu küçük kızın ne yakarışı bitti, ne de babası geldi.
Ve Mira Nevran Göktüğ o küçük, çaresiz , ağlayan kızı o odaya hapsedip büyüdü.
Mira Nevran geçmişini affetmedi, geleceğini katletti.
🌙
Derince nefes alarak o kötü rüyadan uyanıp yatağımda sıçrarken yanağımdan süzülen iki damla yaşın ıslaklığını hissettim yüzümde.
Saçlarım sırılsıklam olmuş alnıma ve enseme yapışmıştı onları geriye atarken tüm vücudumun da aynı olduğunu gördüm ve yorganı üzerimden atarken ayaklarıma siyah terliklerimi geçirerek yine siyah saten alt üst eşofman takımımın üzerine saten sabahlığı geçirirken kapım çaldı.
Duvarımdaki saate baktığımda yediye on vardı ve dadım ve yanındaki hizmetli gelmiş olmalıydı.
"Gel."
Dadım Zühra Hanım ile Yaren odama girerken saçlarımı ellerim ile kıvırarak bir kelebek toka ile tuttururken onlar da çabucak odamın kalın perdelerini aralayarak içeriye bolca güneş ışığı girmesini sağlamıştı.
"Gece terlemişim." Aynada kendime baktım ve yüzümü sıvazladım dadım yanında getirdiği başka kıza baktı. "Evin ısısını kontrol edin."
Kız başını eğerek odadan ayrılırken, diğer kız da yatağımın örterini değiştirmek üzereydi ki dik bakışlarım onu buldu.
Dadım dikkat çekmek istercesine boğazını temizlediğinde genç kız önce ona sonra bana bakarak yutkundu ve ellerini önünde birleştirip geriye çekildi çanucak.
"Afedersiniz efendim, tekararlanmayacak."
Gözlerim ondan ayrılırken banyoma doğru ilemye başladım , odama elinde tepsi ile giren kıza bakmadan konuştum. "Duş almak istiyorum, küvet tahtasına koy yeşil çayımı."
"Emredersiniz."
Muhtemelen dadımın emri ile Yaren önümden ilerleyerek benim için banyoyu hazırlamaya başlarken sabahlığımı üzerinden sıyırıp yanımda beni bekleyen kıza verdim.
Üst eşofmanlarımın düğmelerini açarken dadıma hitaben konuştum. "Diğer evin hazırlıkları ne durumda dadı."
"İsteğinize göre düzenlendi efendim, istediğiniz vakitte geçebilirsiniz."
Başımı sallarken işini bitiren kızlar dışarıya çıktığında ben de üst eşofmanımdan sıyrılmıştım ki dadım bana bakmadan, "Başka bir arzunuz?" dediğinde arkamı döndüm ve çıkması üzere elimi salladım.
Hâlen rüyamın etkisindeyken yaklaşık yirmi dakika küvette vakit geçirmenin ardından temizlenerek giydiğim bornozum ile saçlarımı öylece salık bırakıp su damlacıklarının yere damlamasına müsade etmiştim.
Ellerimle saçını geriye atarken ferah, havalandırılıp, toparlanmış bir odaya geri döndüğümde benim için askıda hazırlanmış kıyafete baktım.
Simsiyah kıyafete göz gezdirdikten sonra dadıma baktım.
"Bundan sonra kıyafetlerimi sen degil ben seçeceğim. Günlük programımdan haberdar olacak ve bana ona göre bir şeyler hazırlayacaksın. Ben de arasından seçerim Zühra Hanım."
Dadım yutkunurken bana karşı gelmeyip başını eğdi. "Emredersiniz efendim."
"Değiştir bunu, açık renk bir şeyler giymek istiyorum bu gün."
Duydukları karşısında şaşırırken kafasını kaldırdı ve bana baktı. "Ama efen-" Ben ona bakmazken sert bakışlarım anında onu bulurken yine sesini çıkartamadan ben konuştum.
"Bir sorun mu var dadı?"
Yeniden yerine sinerken kafasını iki yana salladı. "Yok efendim." Başıyla kıyafeti işaret ederken kızlar onu alıp götürdü ve ben de yatağımın üzerine oturup ayak ayak üzerine atarak beklemeye başladım.
Bu gün babama veda edişimin ardından tam bir hafta geçmişti ve vasiyetnamenin açıklanma günüydü. Babamın yazdığı o son mektup sayesinde herkes beni resmi varis olarak görse de bazı kişiler bir umut farklı olmasını bekliyordu.
Ama buna rağmen çalışanlar ve sosyete dahil beni yeni patroniçe olarak biliyor ve davranışlarına ona göre yön veriyorlardı.
Yeren'in getirdiği yeni kıyafetlere bakarken yüzümde memnun bir ifade oluştuğunda giyinme odasına geçerek çabucak giyinmiştim.
Buz mavisi neredeyse omuzlarımdan başlayan kuruvazesi olan ve bel oyuntusunu belli eden, belimi sarmalayan detayından sonra bollaşan pantolonumun kemerinde son bulan bir buluz. Altına beyaz bol paça kot pantolon, sivri burun ayaklarımı kapatan,üc ve ya dört santim yüksekliginde ince topuğu olan beyaz terliği de ayağıma geçirirken, gümüş rengi kordonları olan kol saatim de sol bilegimdeki yerini almıştı.
Buluzum ile aynı renk sayılabilecek detayları olan küpeyi de kulaklarıma yerleştirirken yeniden odama döndüğümde beni bekleyen kızlar saçlarımı kurutup dalgalandırarak salık bıraktıklarında çok belli olmayan makyajım da yüzüme renk katmıştı.
Kızlardan biri son olarak rujumu sürecekken onu durdurdurup geri çekilmesini sagladım.
Masaya bakındığımda bulduğum renk ile gülümserken elime aldığım rujun kapağını açtım ve göz alıcı kırmızı tonun ortaya çıkmasına izin verdim.
Kendim aynada bakarak sevdiğim tonu dudaklarıma ince ayrıntıları ile sürdüğümde üzerimdeki gördüğüm o güzel manzara ile kendimi begenmenin özgüveni ile masamdan kalkarak yanımdakilerin şaşkın bakışları eşliğinde telefonumu alarak saate baktım.
Tam sekizdi. Tam vaktiydi.
Sabahın bu saatinde olmasını istemiştim evet. Belki bazı kişiler için erkendi ama benim için geç kalınmış bir intikamın başlangıcıydı.
Ben önde diğerleri arkamda ilerlerken kardeşimin odasının önüne gelmiştin ki Yardımcısı ile odadan çıktığını gördüm.
Yüzümde geniş bir gülümseme olurşurken ona doğru adımlarım hızlandı. "Ali'm."
Bana baktığında coşku ile yerinde zıparken tekerlekli sandalyesinden kalkmadan kollarını bana açtı. "Abla."
Onun zayıf bedenini kollarımın arasına alıp sarmalarken bana huzur veren tek kişi olduğunu bir kez daha anladım.
Günahsız, masum ve hiçbir şeyden haberi olmayan melekti o. Benim kardeşim ne kadar büyürse büyüsün kendini hep çocuk gibi hisseden bir melekti.
Kemikleri günden güne zayıflayan ve gencecik yaşta tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş bir melekti o.
Ondan ayrılarak arkaya taranmış saçlarına çekidüzen verirken onun da benim saçlarım icin aynı şeyi yapmasına gülümseyip yanağına bir öpücük bırakırken yanğına çıkan kırmızı rujum daha da hoşuma giderken arkasına geçtim ve sandalyesine ben yön verirken asansöre doğru ilerledim.
Dakikalar içerisinde salonda bizi bekleyen kalabalığın bekleyişine son verirken üçlü koltukta Leyla ve Asiye otururken tekli koltuğa kurulmuş olan Dilruba Hanım'ın bastonu tutan elinden bakışları bana çevrildi. Yanındaki tekli koltukta Arslan Bey otururken diğer üçlü koltukta annem vardı.
Belli ki onların para bekleyişleri benim kinimden daha üstün gelmiş olacak ki içlerindeki harlanan ateşi daha fazla kontrol edemeyip sabahın bu saatinde benden önce buraya toplanmışlardı.
Gülümsedim ve salona inilen birkaç basamak için Ali Asaf'ı yardımcısına emanet ederek annemin oturduğu koltuğun diğer ucuna oturdum.
Halam olacak o kadın, Leyla oturmadan önce beni süzdü. "Bakıyorum da yas tutmayı bırakmşsın?"
Gülümsedim yerime oturup ayak ayak üzerine atarken. "Benim yasım sizinki gibi göstermelik değil, daha fazla yas tutup düşmanlarımı sevindirecek değilim sonuçta."
"Dilin de pabuç kadar, kim yetiştirdiyse artık." Artık Dilruba Hanım'ın yaşama amacı sayabilecegim anneme ve bana laf sokma rutinini de yaparken sert bakışlarım onu buldu.
"Sana mı soracaktı dilim ne olacağını?" Bu tepkiyi ve soruyu beklemezken Arslan Bey annesine saygısızlık yapıldığı zamanlarda olduğu gibi sevilen ve koruyucu evlat görevini üstlenerek araya girdi derhâl.
"Haddini aşma Mira!"
Sinirle güldüm ve saçlarımı düzeltip gülümsememi bozmadan ona tezat sert sesim ile konuştum. "Bu odadaki kimseden had bildirilecek biri değilim ben! Yarım saat sonraki akıbetiniz dahi belli değilken bence siz haddinizi bilin de kesin sesinizi!"
Bu kez lafa Asiye dahil olmak üzereyken jilet gibi takımı ile içeriye giren Atilla efendi kimseyi umursamadan bana baktı sadece. "Avukat Bey geldiler Mira Hanım."
Başımı sallarken, "Al içeriye gelsinler." Atilla efendi başını sallayarak gerisin geriye giderken odadaki herkes ayaklanmıştı ben ve kardeşim hariç.
Biraz sonra Avukat Semih Bey'e eşlik eden Atilla efendi içeriye girdiğinde avukat Bey bana bakarak elini uzattı.
Bu kez nezaketen ayağa kalkarak elini sıktım. "Nasılsınız Mira Hanım?"
Gülimsedim. "İyiyim, siz?"
Tebessüm ederek elini çekti. "Sağ olun iyiyim ben de." Diğer ayaklananların elini dahi sıkmadan selam verirken onu yönlendirmem ile tekli koltuğun birine otururken kucağına koyduğu çantayı açmak üzereyken Atilla efendiye baktım.
"Atilla efendi avukat beye şekerli bana sade iki kahve."
Atilla efendi başını eğerek, "Emredersiniz." diyerek odadan ayrıldığında Dilruba Hanım'ın uzun sessizliğine inat konuştuğunu duydum.
"Ne o, bize kahve yok mu?"
Güldüm. "Büyük ihtimalle biraz sonra duyacaklarınız sebebiyle kahve içmek isteyeceğiniz sanmıyorum babaanneciğim. Heba olmasın istedim."
Beni tepeden tırnağa süzerek küçüklüğümden beridir nefret edip, iğrendigim yüzündeki o alaycı gülümseme var oldu.
"Ne kadar da eminsin kendinden öyle. Havan sönmesin birden, dikkat et."
Ona cevap olarak yüzümdeki gülümsemeti ve gözlerimdeki güçlü bakışı verirken Avukat Bey'in boğazını temizlemesi ile ona dönmüştü herkes yeniden.
"Evet ben açıklamaya ufaktan başlayayım isterseniz?"
Annem kibarca gülümseyerek. "Tabi buyrun."
Semih Bey elindeki ilk zarfı açarak Leyla'ya baktı.
"Evet Leyla Hanım ilk olarak sizle başlayacak olursak. Nihat Bey sizin ondaki yerinizin hep ayrı olduğunu, sizi çok sevdiğini ve kendinize hep iyi bakmanızı not bıraktı."
Leyla'nın kaşları çatıldı. "Ne yani sadece not mu bıraktı?"
Dilruba Hanım'ın, "Leylaa!" diyerek sert çıkan sesi ile uyarısını dikkate almayan Leyla omzunu silkerek küskünce avukata baktı.
Onun bu haline gözlerimi devirirken Semih Bey güldü. "Tabiki de hayır Leyla Hanım."
Kagıtlara bakarak konuştu. "Bir milyon dolar, Nişantaşı'da bulunan lüks daire ve buraya yazıldığına göre Amsterdam'daki beğendiğiniz arsayı size bırakmış."
Leyla daha da şok olurken konuşamadı bir süre. "Ne yani bu mu sadece. İyi bakın avukat Bey, benim ağabeyim karun kadar zengin bir adamdı, bu nedir böyle sadaka falan mı?"
Selim Bey yeniden kağıtlara bakarak bir şeyler karıştırdı ve "Aslında bir şey daha var." dediginde Leyla'nın yüzendeki o heyecan pırıltarı ile avukata baktı yeniden.
"Hah demiştim ben. Ağabeyim bu kadar cimri olamaz diye."
Avukat Bey tereddüt ile boğazını temizleyerek tereddütle kağıtta yazanları okudu.
"Seni severim Leyla ama tüm servetini gidip de o saçma defilelerde ve heveslerin ile yok etmene göz yumamam. Bu kadarının yeteli olacağını düşündüm."
Duyduklarım ile kendimi tutamayıp gülerken çıkan ses ile Leyla'nın bakışları beni buldu. "Ne gülüyorsun be, ne? Senin o gülen yüzünü paramparça ederim kes gülmeyi."
Onun bu hali benim daha da hoşuma giderken Leyla tam ayaklanmış üzerime gliyordu ki Asiye kolundan tutarak onu yerine zorla oturttuğunda Selim Bey de onu sakinleştirmek adına bir şeyler söylüyordu.
Biraz sonra kahvelerimiz gelirken elime aldığım kahvemi sakince tadını çıkararak içerken Avukat Bey de yeni bir dosyaya yani yeni bir kişiye geçmişti.
"Evet Arslan Bey ve Asiye Hanım size gelecek olursak. Leyla Hanım ile aynı şekilde kendinize iyi bakmanızı ve onun emaneti olan eşi ve çocuklarının yanında olmanızı not bıraktı."
Babamın notu beni içten içe güldürürken avukat Bey devam etti. "Arslan Bey için inşaat malzemeleri üreten fabrikayı ona bırakırken Asiye Hanım için Almanya'da AVM açmak istediğiniz arsayı ona bıraktı. Ve ikinize de birer milyon dolar olmak üzere toplamda iki milyon dolar bıraktı."
Arslan Bey'i ve Asiye'yi izlerken yüzlerindeki o rahat ve meraklı ifadenin git gide dağıldığını ve yerinin öfke, sinir ve haksızlık duygularının kaldığını gördüm.
Onlar seslerini çıkartmadan bunu kabullenirken avukat devam etti. "Aybars Bey'e ilaç şirketindeki hisselerini ve bir milyon dolar bırakırken İnci Naz ve Kaan Han Saras'a eğitimlerinde harcamaları üzere ikişer milyon dolar ve İnci Naz Hanım'ın mesleği olan moda bölümü ile Milano'da bulunan adresini belirteceğim mağzayı bırakırken, Kaan Han Bey'e yine bölümü olan mimarlık bölümü ile guroupdaki mimarların başına geçirdi."
Onları böyle çocuk oyuncağı gibi görmesi beni sevindirse mi, yoksa karşımda mosmor olan guruba mı sevinsem şaşıp kalıyordum doğrusu.
Leyla , "Hah!" diyerek geriye çekilip otururken Semih Bey kahvesinin yanında gelen suyundan bir yudum alarak boğazını temizledi ve devam etti.
"Dilruba Hanım'a gelecek olursak, oğlunuz size ayrı özel iletmemi istediği bir mektup yazmış efendim." Ayağa kalkıp herkesin meraklı bakışları eşliğinde mektubu sahibine teslim edip yerine oturdu ve devam etti. "Oğlunuz size on milyon dolar bırakarak artık emekli olmanız ve dinlenmeniz gerektiğini mesaj bıraktı."
Bu beni iyice keyiflendirirken fincanımı elime aldım ve seslice höpürdeterek içtiğimde bir yudum alıp kahvenin tadını çıkarttım. "Doğru demiş babam." Başımı sallayarak fincanı yerine bırakırken bakışlarım Dilruba Hanım'ı buldu. "Yoksa mazallah masa başında veda edeceğiz sana da."
Güldü yine alayla. "Sen benim masa başında ölmeme takılma torunum benim." Gözlerindeki nefrette beni boğabilecek gibiydi sanki. "Sana yakında veda edeceğimiz belli ama. Ne şekilde olur bilemem artık."
Bu kez gülen taraf ben olurken keyifle sırıttım ve onu en sinir edecek şeyi yaptım. Sessiz kaldım.
"Size gelecek olursak Rana Hanım. Size de aynı şekilde özel mektubu var Nihat Bey'in." Ona da mektubu vererek devam etti. "Size yirmi milyon dolar, İstanbul'da bulunan ikinizin yaptırdığı yazlık ev, Nişantaşında bulunan apartman ve akabinde yine Nişantaşın'da adresini belirteceğim iki iş yeri bıraktı."
Annem usulca başını sallayarak değişmeyen yüz ifadesi ile elindeki mektubu inceliyordu. Annem nasıl biri olursa olsun, bana nasıl davranırsa davransın bu zamana kadar babama çok iyi bir eşti ve onu sevdiğini biliyordum. Hatta benden ve Ali Asaf'tan bile daha çok seviyor olabilirdi tabi paraya olan sevgisini bilmesem buna inanırdım lakin babamın ölümünden sonraki hâl ve tavırları beni şaşırtmıyor değildi.
Sanki ona bırakılan hiçbir malı önemsemeden sadece elindeki mektubu merak ediyor ve onu okumak için can atıyordu. Şu anki tek isteği buydu.
Semih Bey birkaç isim daha saydığında sona geldiğini belli ederek arkasına yaslandı ve bana baktı.
"Evet Mira Hanım son olarak size gelecek olursak." Bu kez ben derince bir soluk aldım ve arkama yaslanarak düğün bakışlarım ile duyacaklarıma ve sonrasında olacaklara kendimi hazırladım.
"Size geriye kalan tüm parasını ve gayrimenkullerini bırakırken Guroup'un adını taşıyıp farklı yerlerde bulunan üç hastane, inşaat şirketi hisselerini, yine farklı yerlerde bulunan iki otel ve diğer otellerdeki hisselerini, mücevher üreten iş yeri , iki tekstil fabrikası, ilaç markasında bulunan hisselerini, yurt dışında bulunan teknoloji hisselerini, borsada bulunan hisselerini ve daha saymamı isterseniz sayacağım bir çok şey bıraktı."
Yüzümde tebessüm meydana gelirken asıl konuya gelmesi için çabucak elimi salladım. "İstemem istemem." Elimi bacağıma koyarken keyifle arkama yaslandım. "Nazar falan değer kem gözlerden mazallah."
"Ya sabır ya." Asiye'nin sinir dolu sesini duyarken onların mort olan yüzlerine bakmadım bile.
Avukat Bey bogazını temizledi ve konuştu. "Son olarak Göktug Group'un yüzd altmış beş hissesini size bırakırken, yüzde on beş hissesini kardeşiniz Ali Asaf'a bıraktı. Lakin onun özel durumu sebebi ile hisselerin aksi bir durum olmadıkça kullanım hakkını size devretti. Ama hukuken Ali Asaf Bey'e aitler."
Avukat Bey sözlerini bitirirken arkama yaslanıp rahatça bir nefes verdim.
Bu gün benim kazancımın ilk zaferiydi, bu gün benim intikamımın başlangıcıydı.
Bu gün, bu sözler onların sonu benim başlangıcımdı.
Bana hayatı zehir edenlerin cehennemi, benim cennetimdi.
Ama iki taraf için de aynı olan bir şey vardı.
O da büyük bir savaşın başlangıcı olmasıydı.
💎
BÖLÜM SONU.
Hellöö. Nasılsınız arkadaşlar.
Gelelim mirasların faydalarına jdkdmdmkfmf. Bu şakamdan sonra hepinizden özür diliyor ve bölüm ile ilgili yorumlarınızı bekliyorum.
Bölüm hakkında sorularınız olursa buraya alayım. Lakin merak etmeyin bölümler ilerledikçe bütün sorularınız bir bir cevap bulacak.
Benim size sorularıma gelecek olursak.
Karakteler hakkındaki yorumlarınız?
Özlellikle Mira Nevran tabiii?
Sizce bundan sonra ne olacak arkadaşlar?
Daha da önemlisi üvey ailesi ne yapacak acaba?
En beğendiğiniz sahne ve ya replik?
Şimdiden sevdiğiniz karakter kim peki?
Neyse gelecek bölümde olayalara başlıyoruz diyeyim o vakit, yeni bazı karakterler de girecek kurgumuza. Bu iki bölüm size alıştırma gibi fragman olsun istedim ben.
Eh o vakit ben sizin vaktinizi almayayım. Gelecek bölümde görüşmek dileği ile.
Goodby. |
0% |