Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@mortuusmare

🌠

 

Geçmişin izleri sonsuza kadar ağırlık olur bedeninde. Kimi zaman sırtına, kimi zaman yüreğine baskı yapardı bu izler. Sırtında ki; yük olur kambur ederdi, yüreğindeki ağırlık taş olur, ezerdi kalbini. Nefes aldırmazdı bazen, konuşturmaz, uyutmazdı geceleri. Zamanla geçer sanardın ama zaman kandırırdı. Sadece hazırlardı yeni geçmişlere seni.

Yanımda yalnızlıktan başka sarılacak kimsem kalmayınca anladım: geçmiyormuş.Hep kalıyormuş o izler. Bazen kanıyormuş ama açılmıyormuş da, öylece duruyormuş, birini bekler gibi...Hayatım boyunca bu hislerle savaştım. Kimi zaman kazandım sandım ama yenildim aslında benliğime karşı. Geçmişi görmezden gelemezsin. Tıpkı geleceğine temiz bir sayfa açamayacağın gibi. Bunu da yıldızları saymayı bıraktığımda anladım.Elimde ki kalemi bırakıp önümde duran test kitaplarına yorgun bir şekilde baktım. Bu sefer kendimi diğer günlere nazaran daha çok yormuştum ve rekorum aralıksız on sekiz saatti. Ama içimdeki ses bununda yeterli olmadığını fısıldıyordu bana.Çantamı sessizce toparlayıp koluma taktıktan sonra daha fazla baş ağrıma dayanamayıp saçımda ki tokayı söküp çıkardım. Kütüphanede ben ve bir kişi dışında kimse yoktu çünkü yeni uyananlar için saat oldukça erkendi.

Dersin başlamasına daha bir saat vardı bu yüzden eve gidip üzerimi giyinmem için vakit yeterliydi. Kafamı arkamda masanın üzerinde uyuyakalan kişiye çevirdim. Uyandırıp uyandırmamak arasında kararsız kalsamda bu düşüncemden hemen vazgeçip adımlarımı çıkışa yönlendirdim.

Eve gitmem on dakikamı almıştı. Dışarıdaki soğuk havanın verdiği üşümeyle hızlıca banyoya ilerleyip sıcak bir duşun altında gevşemeye çalıştım. Ben hiç bir zaman tam olarak gevşeyemezdim gerçi.

Hızlıca yaptığım banyonun ardından okul kıyafetlerimi giyinip saate baktığımda vaktimin daraldığını görmemle evden çıkmam bir olmuştu.

Son dakika yetiştiğim iki saatlik fizik dersinin bitişinde hocanın kaş göz hareketlerinden beni yanına çağırdığını anladığımda derin bir nefes alarak ayaklandım.

Sınıfın çoğu dışarıya çıktığı sırada sakin adımlarla masanın önünde durdum.

 

"Müdür hanım seni odasına çağırıyor." Dedi yüzüme bakmadan.

Sebebini sormayı bir an düşünmüştüm fakat müdür'ün beni yanına çağırması çok olağan dışı bir durum değildi. Bazen sohbet etmek için bile yanına çağırdığı zamanlar oluyordu.

Ben müdürün odasına gidene kadar beş dakikalık tenefüs çoktan bitmişti. Öğrenciler tek tek sınıflarına girerken odanın önünde bir süre durdum. Derin bir nefes alıp kapıyı tıklayarak içeri girdiğimde görüş açıma, masasında yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana bakan mine hanım girdi.

"Beni çağırmışsınız efendim." Vücudumun yarısı kapının arkasındaydı ve daha odaya tam olarak girmemiştim."Gel otur hazel."

Eliyle karşısını işaret ettiğinde kapıyı kapatıp içeriye girdim fakat o an yalnız olmadığımızı fark etmiştim. Odada benim dışımda bir erkek öğrenci daha vardı. Ayakta arkası bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum.Gözümü onun üzerinden çekip yanındaki koltuğa oturdum ve bakışlarımı okul müdürüne çevirdim.

"Nasılsın bakalım?"

Yüzüme hoş olduğunu düşündüğüm bir tebessüm kondurdum.

"İyiyim efendim."

Bakışlarını benden çekip hala ayakta dikilen öğrenciye çevirdi.

"Sen çıkabilirsin poyraz."

Bir süre daha ayakta dikildikten sonra o öğrenci odadan çıkmıştı.Mine hanım bir süre kapanan kapının ardından baktıktan sonra tekrar samimiyetle gülümseyerek bana döndü.

"Ülke geneli yapılan denemelerde derece yapmışsın, seni bizzat tebrik etmek için çağırdım." Ah, tabii... o konu. "Fakat konu tam olarak o değil tabii ki, hazel okul idaresi olarak bir konu dikkatimizi çekti." İstemsizce kaşlarımı çattım.

"Ailen bu zamana kadar bizi hiç ziyarete gelmedi, açıkcası evde durumların nasıl bilmiyorum fakat ebeveynlerinle konuşabilirsen okula çağırmanı isteyecektim senden. Bu başarıyla yurt dışında okuma fırsatı elde edebilirsin fakat ailenin de desteği olmalı." Bir an boğzımdan art arda düğümler oluştu. Sesimi kaybetmiştim de cevap veremiyordum sanki. Annem ağzımı kapatmıştı konuşmamam için.

Ellerimin titremediğini fark edince durdurmak için bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve başımı eğdim. Gördün mü anne? Sonunda istediğin oldu, seni düşünmek bile acı verdi bana. Acı verdin sonunda.sanki hayatım boyunca vermemiş gibi.

"Bir problem mi var hazel?"

Başımı aniden kaldırıp suratına baktım, yüzü endişeli görünüyordu.

Kim bilir benim suratımda nasıl bir ifade vardı da böyle gözleri endişeyle bakıyordu.

Sıradan bir insandım desem yalan olurdu. Ben yaralı bir insandım. Yarımdım. Duygularımı bile açıkça ifade etme hakkını kendimde bulmaz, birilerine kolayca güvenemez, birilerini evim bellemezdim. Yarım insanların yarım hayatları olurdu çünkü. Yarım insanların bir ailesi bile olmazdı.
"Ben...konuşacağım." Dedim bozuk çıkan sesimle.

"Tamam sen konuş kızım da, yüzün bembeyaz oldu iyi misin?" Kafamı olumlu anlamda salladım. Düşünceli gözlerle beni izledikten bir kaç saniye sonra derin bir nefes aldı. "Peki çıkabilirsin." Kendimi o odadan nasıl attığımı bilmiyordum. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra sakin bir şekilde sınıfıma geri döndüm. Günümün geri kalanı içim içimi yerken, her zamankinden huzursuz bir şekilde geçmişti. Evde kanepede oturmuş açık olmayan televizyonun siyah ekranına boş gözlerle bakıyordum. Okuldan geldikten sonra kendimi nasıl eve attığımı hatırlamıyordum. Konuşacağım demiştim, varolmayan birileriyle nasıl konuşabilirdim ki! Stresten tırnaklarımı yediğim dakikalarda odayı dolduran melodiyle gelen çağrıyı yanıtladım.

"Çok önemli bir mesele var," diye yankılandı en yakın ve tek arkadaşımın sesi. "Mesele nedir?" Diye sordum ciddi bir ses tonuyla. "Bir randevu." Oflarken elimi alnıma bastırmıştım. Dalga geçme saati gelmişti. "Asena hiç şakalarını çekemem."
"Ben ciddiyim," dediğinde gözlerim açıldı.

"Ne saçmalıyorsun yine, günlerdir bir garip davranıyorsun zaten. Bir sorun mu var?"
"Ay sen beni merak mı ettin? Neyse konumuz bu değil. Annemler benim için bir randevu ayarlamış, hemde bir erkekle."
"Randevu dediğin karşı cinsle olur zaten." Dedim onu dalgaya aldığımı belli ederek.

"Benim yerime sen gideceksin, geçen sene beraber izlediğimiz bir dizi vardı ya, tıpkı oradaki gibi işte."

"Öyle mi? Arıları da ayılar doğuruyormuş biliyor muydun? Bende bilmiyordum, bir yerde okumuştum." Derin bir of çektiğini işittiğimde sessizce güldüm.

"Tamam baştan anlat her şeyi."

Az önceki stresimi asenanın saçmalıkları bana unutturmuştu.

"Annem bir tanıdığının çocuğuyla beni randevuya gönderiyor. İlk başta şaka yapıyor sandım ama bizi tanıştırmakta oldukça ısrarcı çıktı. Babam bile anneme bu konuda destek veriyor kızım! Ama sen durumu biliyorsun, benim kalbime bile sığdıramadığı biri varken başkasıyla yemeğe çıkmam kendime ihanetim olur. O yüzden birazdan hazırlanıp sana geleceğim fakat annemler elbette buluşmaya gideceğimi düşünecek."

Kafamda birden çok soru işareti oluştuğu için daha sağlıklı anlamak için uzandığım koltukta oturur şekle geldim. "O buluşmaya gitmezsen çocuk haber uçurmayacak mı sanki? Saçma bir plan."

"Bekle, daha bitmedi. O buluşmaya sen gideceksin, benim yerime. Benmiş gibi."

Bir kaç dakikalık sessizliğimin ardından şuh bir kahkaha attım.

"Sen şaka yapmıyor muydun o konuda?" Dedim kahkahalarımın arasından zorla konuşarak.

Ağlamaklı bir sesle

"Senden başka çarem yok!" Dediğinde bu içinde keyif barındırmayan kahkahamı bölmüştü.

"Saçmalama ve sakın beni böyle işlere bulaştırma." Dedim öfkeli çıkan sesimle.

"Ya nolursun, bak yemin ederim çok muhtacım sana şu an. Tek ve biricik arkadaşına böyle mi yapacaksın? Hani zor zamanlarımda yanımda olacaktın?"

"Zor zamanında yanında olacağım dedim, senin yerinde olacağım demedim."

"Hazel, lütfen git o randevuya," Dedi sakince bu sefer.

"Beni bir tek sen anlarsın." Derin bir of çektim.

Ondan başka kimsem yoktu. Onunda her ne kadar çevresi kalabalık olsa da, benden başka güvendiği kimsesi yoktu.

"Karşılığını vereceğim elbetteki." dediğinde duraksadım. Ne teklif edeceğini tahmin ediyordum. Gülmemek için yanaklarımı sıktım.

"Beni böğürtlenli pastayla tavlayabileceğini düşünüyorsan, hiç yanılmıyorsun." Sevinçli bir şekilde kahkaha attığını duyduğumda bende dayanamayıp güldüm.

"Seni tanımasam aç gözlü biri sanacağım da doğru düzgün yemek yediğin yok. Geliyorum on dakikaya, bekle beni."

"Tamam, acele et." Diyip telefonu kapattığımda yerimden kalktım.

Bu teklifi kabul etmem ne kadar akıllıcaydı bilmiyorum ama en kötü ne olabilir ki düşüncesiyle bu yola girmiştim.

Gerçekten en kötü ne olabilirdi? Hem ben sadece arkadaşıma yardım edecektim. Banyoya gidip gerekli işlerimi hallettiğim sırada zilin çalmasıyla kapıya koştum. Kapıyı açtığımda elinde şemsiyeyle içeriye giren asenayı baştan aşağı süzdüm. "Yağmur mu yağıyor?" Dedim şaşkınlıkla.
"Evden çıktığım an bir anda bastırdı. İstanbul bile halimize ağlıyor hazel, baksana!" Umursamazca omuzumu silktiğimde o üzerimdekileri süzüyordu.

"Sen daha hazırlanmadın mı?" Dedi yeşil gözlerini kocaman açarak.

Telaşla kolumdan çekip odama doğru sürüklerken beni yönlendirmesine izin veriyordum.

Yatağın üzerine beni oturttuktan sonra dolabımın kapağını açıp tek tek kıyafetlerimi incelemeye başladı.

"Siyah, gri, lacivert, şaşırtıcı bir şekilde beyaz, siyah, siyah, siyah..." Elleri belinde bana döndü. "Dolabın gerçekten içimi kararttı. siyah ve tonları dışında başka renk giymez misin sen?"
"Beyaz var işte."

"Onu da sana hediye olarak ben almıştım, hiç giyinmemişsin bile!"

Umursamazca omuz silktim. Bu hareketi en çok ona yapıyordum, çünkü beni tek eleştiren insan o'ydu.

Belki de hayatıma müdahale edebilen tek insan olduğu için geçerliydi bu durum.

Sabır çekercesine kafasını eğdi.

"Tamam, beyaz elbiseyi giyin."

"Bir dakika ya, ben bir randevuya gitmiyorum. Neden bu kadar özenmeliyim ki?"

"Evet, gidiyorsun." Dedi hiç beklemeden.

"İsteyerek gitmiyorum, senin yerine gidiyorum. Pek özenmeye gerek yok ciddiyim."

"Bende ciddiyim. Hazel, orada nasıl davranman gerektiğini biliyor musun? Yani bir daha görüşmemelisiniz, ne sen onun yüzünü görceksin ne de o senin. Her şeyi böyle ayarlamalıyız. Ona kötü davran ya da kendinden soğutacak şeyler söyle. Benmişim gibi ama değilmişim gibi de davran. Beni anlıyorsun değil mi?"

Kendimi beğenmiş bir şekilde saçımı savurdum ve kalkıp dolabımın önünde durdum.

"O iş bende, sen hiç merak etme."

Yüzündeki tedirginlik hiçte bana güvendiğini söylemese de kafasını salladı.

Yağmurun yağdığını da hesaba katarsak elbette bir elbise tercih etmeyecektim.

Dolaptan koyu mavi bir kot çıkarıp üstüne siyah boynu açık dar bir kazak geçirdim.

Boynumda ki kolyeye iki saniyeliğine gözüm kaydı. En azından hoş duruyordu.

"Çok sıradan olmadı mı?" Dedi asena beni baştan aşağı incelerken. Aynanın önüne geçip saçımı düzleştirirken ona ters bir şekilde baktım.

"Erkeklerin dikkatini en çok sıradan kızlar çekmez, ayrıca bu havada da başka bir şey hayatta giymem."

Bir süre saçımla uğraşıp yüzüme de hafif bir makyaj yaptıktan sonra o hafifliği giderecek bir kırmızı ruj sürdüm.

Hiç bir zaman makyaj yapmayı sevmeyen o kızlardan olmamıştım. Bir yerden sonra beni normal hissettiren şeyin kendime özenmek olduğunu fark etmiştim.

Özellikle kırmızı ruj, kırmızı çizgimdi.

"Onu hiç gördün mü? Ya da hakkında bir şeyler biliyor musun?"

Kafasını olmusuz anlamda salladı. "İlgimi çekmediği için annemin bana anlattıklarını da dinlemedim. Ama hakkında bir şeyler bilmene gerek yok. Bir daha görmeyeceksin zaten." Bir anda aklıma düşen detayla.

"Ya sonradan bir yerde karşılaşırsak?"
"Nerede karşılaşabilirsiniz ki hazel? Sen ve o büyük ihtimalle aynı dünyaların insanı bile değilsiniz." Buna alınmamıştım çünkü haklıydı. Asena benimkinin aksine oldukça varlıklı bir aileye sahipti. Haliyle çevresi de öyle insanlarla doluydu. Bazen benimle neden arkadaş olduğunu sorguluyordum fakat beni sevdiğini söyleyerek işin içinden sıyrılıyordu..

"Taksiyi çağırdın mı?" Dedim konuyu kapatarak.

"On beş dakikaya gelir."

On dakikamız asenanın beni sürekli bu işin bu gün bitmesi gerektiği hakkında uyarmasıyla geçmişti.

"Bak istemediğini belirtirsen eminim sana saygı duyacaktır, tamam mı?"

"Tamam." Dedim bıkkınca.

"Benmişsin gibi davranıyorsun, adın asena keskin,"

"Tamam yeter, ciddiyim." Stresten tırnaklarını kemirmeye başladığı sırada bende evden çıkıyordum.

"Dikkat et, beni aramayı da unutma!"

Bu sefer onu onaylamak yerine duymazdan geldim ve kapıyı yüzüne kapattım. Hayatımda çok fazla insan olmaması sessiz bir hayatım olduğu anlamına gelmiyordu. Çünkü asena hayatıma yeterince ses getiriyordu!

Taksiye binip asenanın mesajla attığı konuma gitmem yaklaşık yarım saat sürmüştü.Gidene kadar cama vuran yağmur damlalarını seyrettim. Bir gün bu yerden gittiğimde yağan yağmur da aynı hissi verecek miydi gittiğim yerde?Sevmezdim yağmurlu havaları. Hüzün ve ayrılıkları hatırlatırdı bana. Çocukluğumda da sevmezdim, büyüdüm yine sevemedim. Gözlerimi kapatıp bir şeyler hissetmeye çalıştım. Ne hissetmeye çalıştığımı bende bilmiyordum sadece anlamaya çalışıyordum işte. Kendimi yağmurlu havalarda yaşadığım herhangi güzel bir ânı hatırlamaya zorladım. O an fark ettim ki benim yaşadığım güzel küçücük bir an bile olmamıştı. Bırak yağmurlu havaları, güneşli günleri bile görmemişti bu gözler. Yarım saatin sonunda taksiden indim. Dışarıdan dizaynı hoş duran bir restoranın önünde duruyordum. O an aklıma gelen kaçırdığım bir detayla panikledim. İçeride onu nasıl bulacaktım? İsmini bile öğrenme zahmetinde bulunmamıştım. Telefonu çıkarıp asenanın numarasını tuşladığımda beşinci çalışta meşgule attı. "Şaka mı yapıyorsun?" Sinirle tekrar aradım fakat bu seferde telefonu kapalıydı. Kesin uyumuştu!
"Kahretsin!" Sinirle restorana adımlarken bir yandan asenaya söyleniyordum. İçimden rezervasyonda asenanın ismininde olduğunu dileyerek girişte ki karşılama garsonuna gözlerimi diktim. "Hoş geldiniz, rezervasyonunuz var mıydı?" İçeriye kısa bir bakış attığımda mekanın fazla kalabalık olmaması içime sıkıntı düşürdü. "Hazel keskin adına olması lazım." Dedim bozuntuya vermeyerek. Kadın bir süre gözünü listede gezdirdikten sonra bakışları şüpheyle bana döndü. "Keskin soy ismine rezervasyon sadece asena hanım için var," Kırdığım potu fark etmemle duraksadım. Az önce hazel keskin mi demiştim?

Aptallığın bu kadarı!

"Evet ikinci ismim asena, asena hazel keskin. Benim hatamdı kusura bakmayın." Yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdiğimde kadın anladığını belirterek başını salladı.

Sanırım ucuz kurtulmuştum.

"Pekala, masanıza kadar eşlik edeyim lütfen." Eliyle içeriyi işaret ettiğinde peşinden ilerlemeye başladım. Soğuk terler döktüğüm sırada neden içeride bu kadar az kişi olduğunu daha iyi anlamıştım. Dışarıdan ne kadar sade gözükse de içeriye girdiğinde "ben pahalı bir restoranım" diye bağırıyordu bu yer. Boş ve dışarıda ki mükemmel manzarayı gören bir masanın önünde durduğunda bende durdum. "Mantonuzu alabilir miyim?" Diye bir soru yönelttiğinde ona tuhaf bakışlarımla karşılık verdiğim için hafifçe güldü. "Asmak için, çıkarken size geri getireceğim."

Feriha kalk bir gören olacak!
"Pekala,"

Mantomu çıkarıp ona uzattım. Kendimi, ilk okula başladığı ilk gün hiç bir şey bilmediği için annesini yanında götüren çocuklar gibi hissetmiştim. Gerçi bu anı hiç yaşamamış olmam ayrı bir trajediydi.

"Beyefendi birazdan burada olur, siz önden içecek bir şeyler ister misiniz?"

"Su olabilir."

Beni nazikçe kafasıyla onayladıktan sonra olduğumuz yerden uzaklaşmıştı. Ayakta boş boş dikilmeyi bırakıp yavaşça sandalyeye yerleştim. Burayı daha önce keşfetmemiş olmam büyük bir kayıptı. Bu restoran bir uçurum kenarına inşa edilmişti, ön tarafı sade bir tasarıma sahipken içi full camlarla kaplı ve yarısı orman, geri kalanı denizle kaplı mükemmel bir manzaraya sahipti. Gerçi daha önce keşfetsemde sık gelebilmem için aylık maaşım burası için yeterli olmazdı. Şaşkınlıktan ağzımın açılmaması için büyük bir çaba sarf ediyordumki hayranlıkla izlediğim manzara bir beden tarafından engellenmişti.İrkilerek kendime geldiğimde karşımdaki adama baktım, o henüz bana bakmıyordu. "Geç kaldığım için özür dilerim, umarım çok beklememişsindir." Ceketini başında bekleyen garsona verdikten sonra, rengini çözemediğim parlak gözleri beni bulmuştu. Beni bulmuştu bulmasına da ben kaybolmuştum sanki onun gözlerinde. Ama o an bir şey daha oldu. Benim onun gözlerini incelemem dışında onda farklı bir şey...

Donakalmıştı.

Bir kaç dakika süren bu durum yutkunmasıyla son buldu. Boğazını temizleyip gözlerini benden kaçırdı.

Bunu neden yapmıştı ki şimdi?

Ortamı tuhaf bir sessizlik kapladığında onun konuşmayacağını anlayıp duruma el attım. "Hayır çok bekletmedin."

"Nasıl?"

Masada duran sudan bir yudum alıp gerginlikle içtim."Yani bende yeni gelmiştim, çok beklemedim."

"Anladım." Dediği sırada bakışları hâlâ bana dönmemişti. Yüzümde bir sorun mu vardı?

"Pekala," dedim bende.
"Tamam."
Cidden ne konuşuyorduk biz.

Plana sadık kal hazel.

"Ben asena bu arada," dedim sıkması için elimi ona doğru uzatıp.

Bu hareketimle yoğun bakışları bana döndü.

Yüzümü inceleyen bakışları en sonunda havadaki elimde duraksadı.

Gözleri gerçekten etkileyiciydi fakat bu önemli değildi. Bu işi en hızlı şekilde bitirdikten sonra eve gidip derslerime odaklanmam lazımdı.

Odaklanmam gereken bir çift yabancı bakışlar olmamamlıydı. "Asena demek.." diye mırıldandı kendi kendine. Sıkmayacağını anlayıp elimi indirdiğimde yüzüm utançla kızarmıştı.

Bu yaptığı çok ayıptı.

"Biliyorum." Dediğinde anlamadığımı belirterek kaşlarımı çattım.

"Yani adını biliyorum, buraya gelmeden önce annem bahsetmişti. Demek asena sensin, öyle mi?"

Yutkudum. Neden bir şeyler biliyormuş gibi bakıyordu gözleri?

Yine kafanda kuruyorsun hazel.

"Yani, öyleyim sanırım." Dedim dalgın bir şekilde.

Bir anda az önceki çekingen gözüken hali kaybolmuştu ve rahat bir şekilde kollarını masanın üzerine koymuştu. "Seni daha önce bir yerde gördüm mü? Çok tanıdık bir yüzün var."

Bu soruyu ciddiye alarak düşünceli gözlerimi etrafta dolandırdım.

"Sanmıyorum, eğer seni görseydim kesin unutmazdım." Dediğimde bu cümlenin birden fazla yanlış anlaşılmaya yol açabileceğini fark ettiğimde hemen düzeltme gereği duydum.

"Yani gözlerini unutmazdım. Gerçekten gözlerin ne renk? Seni gördüğümden beri gözlerinin rengini çözmeye çalışıyorum."

Bir süre duraksadıktan sonra "mavi," dedi.

Bunu söylerken neden böylesine anlamlı bakmıştı gözleri bilmiyorum fakat yüzünde buruk bir gülümseme oluşması dikkatimden kaçmamıştı.

"Daha önce mavi göz gördüğüme eminim fakat hiç biri seninki gibi değil. Sanki yeşil gibi ama mavi gibi de.."

Gerçekten ben neyden bahsediyordum ya? Kendime gelmem gerektiğini kendime hatırlatıp elimi masaya vurdum. Elimin ayarını tutturamamış olmalıyım ki biraz fazla ses çıkmıştı.

Kocaman açtığı gözleriyle şaşkınca bana baktı. Şükürler olsun ki masamızın çevresine yakın başka masa yoktu.

Bakışlarımı yumuşatarak gözlerimi kaçırdım. "Şey, yemek ne zaman gelir? Ben açken biraz gergin oluyorum da."

Bir an gülecek gibi oldu fakat anında yüz ifadesi ciddiye büründü.

Eliyle arkamda bir yere işaret yaptıktan bir kaç dakika sonra masayı yemeklerle donatan garsonlar etrafımda dönmeye başladı.

Şaşkınca nasıl bu kadar kısa sürede masayı bu kadar çok doldurduklarına bakarken normalde olmayan iştahım bir anda kabarmıştı.

Yemeklere gerçekten yiyecek gibi bakarken, o ellerini çenesinde birleştirmiş bir şekilde beni izliyordu.

Eliyle yemekleri işaret etti.

"Çekinmeden ye, yoksa beni yemenden korkuyorum."

Utançla gülümseyip önümdeki bifteği bıçakla kesmeye başladım. O da benimle beraber yemeğine başlamıştı.

Gülümseyerek bir çatal daha aldım, bir çatal daha ve bir çatal daha... buranın yemekleri gerçekten enfesti.

Diğer yemeklerden almak istesemde bunu yapmaktan anında vazgeçtim.

Amacım karnımı doyurmak değildi!

Gözlerim boş tabakta dolandı, sonrasında ona çevirdim bakışlarımı.

Beni izliyordu.

Bana bakmıyordu ama beni izliyordu.

Tuhaf bir adamdı.

Tabağımın yanındaki peçeteyle dudaklarımın kenarında kalan yemek artıklarını sildim ve buruşturup bir kenara koydum.

"Kaç yaşındasın?" Aniden değişen modum ve ses tonumla kaşlarını kaldırdı.

"Yaşın bir önemi var mı?" Diye sordu anında.

Bir süre düşündürdü bu soru beni.

"Hayır ama henüz reşit olmadığımı eminim biliyorsundur. Pedofili bir ilişki adamına hazır değilim."

Evet kızım, böyle saçmalamaya devam et.

"Asena," dedi ismimi bastırarak söylerken.

"Kaç yaşında olduğumu düşünüyorsun? Eminim dışarıdan pedofili bir adam olacak kadar yaşlı görünmüyorumdur."

Bu sözlerinden sonra cidden onu baştan aşağı incelemeye başladım. En sonunda yüzünde duraksadı bakışlarım.

Neden nefes almıyor gibi gözüküyordu?

"Haklısın, öyle görünmüyorsun. Ama tipim değilsin."

Bu onu güldürmüştü. Derin bir nefes alıp

"Bundan eminim." Dediğinde kaşlarımı çattım.

"Ne?"

"Sende benim tipim değilsin." Bir anda böyle bir itiraf beklemediğim için şaşkınca suratına bakakaldım. Bu sözleri histerik bir şekilde güldürmüştü beni.
"Öyleyse neden geldin bu buluşmaya?"

Umursamaz bir şekilde omuzlarını silkti.

"Bu benim için bir zorunluluktu açıkcası."

Ukalaca sırıttım ve arkama yaslandım.

"Yani duygularımız karşılıklı." Dedim ciddi bir şekide gözlerine bakarken.

Duraksadı.

"Sanmıyorum," diye mırıldandığında kaşlarımı çattım.

İçinde içki olduğunu düşündüğüm bardağı dudaklarına götürdü.

"Sevgilin var öyleyse?"

Ani sorumla içtiği şey boğazında kalmışçasına öksürmeye başladı. Boğulduğunu düşünüp ayaklanmıştım ki eliyle oturmamı işaret etti.

Bir süre sonra kendine gelip bakışlarını bana çevirdiğinde titredim.

Ne tuhaf gözlerdi.

"Bunu da nerden çıkardın?" Diye sordu oldukça sakin bir şekilde.

"Yani bu sadece benim yaptığım bir varsayımdı, çünkü geldiğimden beri yüzüme bile doğru dürüst bakmıyorsun, bana özel olmadığını anladım, sanırım bütün kızlara karşı böylesin çünkü başka biri var."

Güzel uydurma.

"Hayır." Dediğinde şaşırdım fakat devam etti.

"Bir sevgilim yok ama bir sevdiğim biri var."

Daha fazla kasmadım kendimi.

Elimi çeneme koyup manzaraya döndüm.

"Güzel mi?" Diye soruverdim düşüncesizce.

"Yemek mi?" Dedi kocaman gözleriyle bana bakarken.

"Hayır," dedim gülüşüme engel olamazken. Bakışları anında gülümsememe takılmıştı.

"Kalbinin sahibi olan kızdan bahsediyorum."

Sorum onu öylesine uzun bir sessizliğe itmişti ki, bir süre sonra cevap vermeyeceğini düşündüm.

"Güzel kelimesi, bir çok şey için kullanılabilir fakat onu tabir etmek için çok sıradan kalır. bir nefes kadar yakınken, bir kaf dağı kadar uzakta olan bir güzellik benim için."

Beklediğim sözler bunlar değildi.

"Karşılıksız mı?" Diye sordum boğazımdaki acıyla.

Nedensiz bir şekilde tuhaf hissettirmişti onun haberi olmayan birini böylesine sevmesi.

Kurduğu cümlelerden sevgisinin özel olduğunu anlamıştım.

"Karşılık bulmak değil amacım. "

Benimle konuşurken öylesine zorlanıyordu ki, onun için çok mahrem bir meseleymiş gibi geldi o an.

"Ne kadardır sürüyor bu gizli aşkın?"

Yutkundu. Yine uzun bir sessizlik.

"Uzun zamandır." Dedi boğazından çıkan kalın sesiyle.

"Aptalmış o zaman kız." Dediğimde bakışları bana öyle bir döndü ki, utançla hemen düzeltme gereği duydum.

"Tamam, özür dilerim. Hiç aşık olmadığım için bu konulara yabancıyım. Ama bence ona söylemelisin."

Öylece baktı bana. Bende öylece baktım ona.

Görünmez bir noktayı koydu konuşmamıza bu an. İkimizde sustuk ve yemek bittiğinde onun hesabı ödemesiyle restorandan çıktık.

Akşamın soğuğu kapıdan çıktığım an saçlarımı uçuşturmuştu.

Yanımdaki adama döndüm.

Sanırım bu olayı da atlatmıştık.

"Seni evine bırakmamı ister misin?" Diye sorduğu sırada ben gökyüzünün karanlığında bile nasıl gözlerinin parladığını sorguluyordum.

"Gerek yok, taksi çağırdım."

Anladığını belirtircesine kafasını salladı. Bir an bir şey söyleyecek gibi oldu fakat benim sözlerim bunu engellemişti.

"Muhtemelen bir daha görüşmeyeceğiz, o yüzden her şey için teşekkürler."

Sonrasında ona arkamı dönüp gidiyordum ki bir kaç adım sonrası içimi kemiren o soruyu sormak için tekrar ona döndüm. O aynı yerinde duruyor ve bana bakıyordu.

"Sor." Dedi bana bakarken. Ama onun derin bakışları yüzüne odaklanmamda sorun yaratıyordu.

"Adın ne?"

Gözlerini kısarak yüzümü izlemeye devam etti.

"Bir daha görüşmeyeceğiz zaten, ne önemi var?"

Ukala.

Omuz silktim.

"Söylemek zorunda değilsin."

Sessiz kaldı.

Ve ben bu sessizliğinden söylemeyeceğini anlayıp gitmek için arkamı döndüğüm sırada

"Poyraz," Dedi.

"Adım poyraz."

sadece soğuktan üşümüş yüzümü ona çevirdim.

"O zaman hoşçakal poyraz."

Dudaklarındaki küçük tebessümü fark ettim.

O sırada çağırdığım taksi önümde durmuştu.

Kapıyı açıp bineceğim sırada o hâlâ dikilmiş benim gidişimi seyrediyordu.

 

"Hoşçakal hazel."

 

•••

 

Loading...
0%