@mortuusmare
|
Genç adam karanlık odada bir köşeye geçmiş, yüzüne ay ışığının yansıdığı güzel kızı durgun gözlerle izliyordu.Hisleri karman çormandı.O genelde hisleri konusunda karmaşıktı, tek bir his dışında. Uyuduğu için düzenli aldığı nefeslerle inip kalkan gövdesi, yüzüne gölgesinin düştüğü uzun kirpikleri ve büzülen dudaklarıyla öylesine masum görünüyordu ki… "Arkadaşım diyerek beni kandıramayacağını biliyorsun değil mi?" Ne zaman odaya girdiğini fark edemediği annesini görünce oturduğu yerden kalktı. "sen zeki bir kadınsın anne." Dedi yorgun gözlerle ona bakarken. "O iyi bir insan, fakat bunun pek bir önemi yok çünkü onun hayatında bir yerim yok." Annesi hüzünlü gözlerle oğlunu izledi bir süre. O gece tanrıya; babasına benzemediği için, binlerce kez şükretti. ••• Karanlık. Sızlayan gözlerimi aralamak sandığımdan uzun sürmüştü. Saatlerce uyumuştum da göz kapaklarım birbirine girmişti sanki. Ellerimle yüzümü sıvazlayarak uzandığım yerden kalktım. Dikkatimi çeken ilk şey bu odanın bana ait olmamasıydı. Farkındalık hissi tüm zihnimi ele geçirirken gözlerim irice açıldı ve yattığım yataktan hızlıca doğruldum. Ne olmuştu? Kütüphaneden dışarıya adımımı atar atmaz bayılmıştım. En son vücuduma değen yağmurun şiddetli damlalarından ve bedenimi sarıp sarmalayan sıcak kollardan başka hiç bir şey hatırlamıyordum. Komodinin üstünde yanan loş ışıktan dolayı oda pek karanlık değildi. Etrafıma endişeli bakışlar atarak elimi alnıma götürdüm. Kaçırılmış mıydım? "Kaçırılsam uyumam için bana rahat yatak verecek halleri yok ya?" "Neler oluyor?" Diye sordum her ne kadar bir tahminim olsa da. "Yani bayılınca seni buraya getirdim çünkü evinin adresini bilmiyorum." Tek kaşımı kaldırarak sordum. "Neden bir hastaneye götürmedin?" "Evim hastaneden daha yakın ve o an doktoru eve çağırmak daha mantıklı geldi." Ağzım açık bir şekilde ona bakakaldım. Dedikleri gerçekten kulağa mantıklı gelse de bir yandan saçma geliyordu. Kim daha iki gündür tanıdığı birini sırf bayıldı diye evine sokardı ki? "Anladım." Dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Gerçekten kızmaya bile hakkım yoktu. Bu durumda kalkıpta "Beni neden buraya getirdin?" diyerek ondan hesap soramazdım. "Doktor bağışıklığının çok düşük olduğunu söyledi. Muhtemelen bu yüzden bayıldın. Kenara bıraktığım hapları iç." Başıyla tepsiyi gösterdikten sonra daha fazla konuşmadan odadan çıktı. Tepside duran iki hapı ağzıma atıp suyla birlikte mideme gönderdikten sonra yaklaşık on dakika ne yapacağımı bilemeyerek yatakta oturduktan sonra kalkıp dışarıya çıkmak için odanın kapısını yavaşça araladım. Kocaman bir koridor karşıladı beni. Aşağı inen merdivenlere baktığımda, evin sandığımdan büyük olduğunu anladım. Kapıyı arkamdan kapatıp merdivenden yavaşça inmeye başladım. Malikanede mi yaşıyordu bu insanlar? Poyrazın annesiyle asenanın annesinin arkadaş olduğu aklıma gelince yaşadıkları bu ev bir anda normal gelmeye başladı. Elbette sosyetenin zengin ailelerinden birinin çocuğuydu poyraz. Evi incelemeye devam ederken hoşuma giden ve huzur verici bir yapısı olduğunu inkar edemedim. Eski fransız evlerini anımsatan bir dizayna sahipti ve evin hangi köşesine baksam bir heykelin olması ortamı fazlasıyla sanatsal gösteriyordu. Gözüm bir anlığına duvara asılı karanlıkta kalmış devasa tabloda takılı kaldı. Uzaktan poyrazın yüzünü seçtiğimde bir aile tablosu olabileceğini düşündüm. Ev eski bir filmden fırlama gibiydi. Bu insanlar ya sanata çok aşıktı, ya da bu işlerle uğraşıyor olmalıydı. En sonunda merdivenleri inmeyi bitirip kocaman kapısı olan ve salon olduğunu düşündüğüm odanın içine bir bakış attım. Girip girmemek konusunda kararsızdım. Ya içeride ailesi varsa ve bir anda girdiğimde hepsinin bakışları bana dönerse? Poyraz beni buraya getirdiğinde sormadılar mı bu kız kim diye. Nasıl müsade ettiler? Sesler geliyordu ve poyraz içeride olmalıydı. Artık ona teşekkür edip buradan ayrılmak istiyordum. Benim için yeterince şey yapmıştı üstelik buna mecbur bile değildi. Onu kandırmıştım ama yine de bana yardım etmişti. Sanırım ona borçlanmıştım. İçeriye doğru ilerlemeye başladığımda sesler artık daha net kulağıma ulaşıyordu. "Abi kaç kere sana bu çizgi filmden hoşlanmadığımı söyledim!" Görüş açıma televizyonun karşısında elinde bir kumandayla dikilen poyraz girdi. "Abicim sende bir karar ver ama, bir seviyorsun bir sevmiyorsun." "Ben seni seviyorum ki," dediğinde bakışlarımı bu sesin sahibi küçük sarışın kıza çevirdim. Tıpkı poyraza benziyordu ve kardeşi olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Poyrazdan daha önce hiç duymadığım bir kıkırtı döküldü. "Beni sevdiğini zaten biliyorum prenses ama şu an konumuz çizgi film." Bakışlarımı biraz aşağı indirdiğimde küçük kızın oturduğu tekerlekli sandalyeyi yeni fark ediyordum. Bakışları aniden beni bulduğunda suç üstü yakalanmışım endişesiyle gözlerimi kaçırdım. "Abi, bu hanımefendi kim?" Poyrazın beni fark etmesiyle bana dönmesi bir oldu. Ayakta put gibi dikilmek yerine onlara doğru çekingen bir şekilde yaklaştığımda kızın iri mavi gözleri yavaşça beni incelemeye başladı. Etkileyici gözler bu ailede genetikt olmalıydı. Sanki kızın tüm ilgisi ben olmuştum birden. Sandalyesini bana döndürdü yavaşça ve elini uzattı. "Merhaba ben asya, senin adını öğrenebilir miyim?" Kızın konuşma tarzı kulağa o kadar tatlı geliyordu ki tebessüm ederek hafifçe sıktım. En fazla altı yaşında olduğunu tahmine ediyordum. "Hazel," dediğimde kocaman gülümsedi. Gerçekten çok güzel bir kızdı. Hayatımda ilk defa bu kadar güzel bir çocuk gördüğüme yemin edebilirdim. Poyraz sebebini anlayamadığım bir şekilde burada olmamdan rahatsız görünüyordu. Ya da gergin? Beni buraya getiren oydu ve şimdi benden rahatsız mı oluyordu? "Demek ismin hazel." diyip abisine kaçamak bir bakış attı asya. İçeriye bozuk aksanıyla türkçe konuşan bir kadın girdi. "Efendim, akşam yemeği hazır. Anneniz sizi ve misafirinizi sofraya bekliyor." Diyerek yanımıza yaklaştı ve asyaya döndü. "Küçük hanımefendi, izninizle sizi yemek sofrasına götürebilir miyim?" "Elbette. Sende geleceksin değil mi hazel abla?" Sonra gözlerini kaçırdı. “Şey, yani sana hazel abla diyebilir miyim?” “Elbette diyebilirsin.” Dedim gülümsemeye devam ederek. Sözlerim onu dünyanın en mutlu insanı etmişçesine sırıttı ve elimi tuttu. “Öyleyse bizimle yemeğe kalır mısın?” Ne diyeceğimi bilemeyerek beklenti dolu gözlerine baktım. Poyraza döndüğümde eli ensesindeyken sen bilirsin dercesine omuzlarını silkti. "Lütfen kal, bu gün matmazel çok güzel yemekler hazırladı." Omuzlarım yenilgiyle çöktü ve küçük bir kızın gönlünü yapmak için o akşam yemeğine katıldım. Henüz masada sadece üçümüz vardık. Asyanın sol tarafında ben otururken, poyraz karşıma yerleşmişti. Sessiz süren bekleyiş kapıdan giren annesinin sesiyle son bulmuştu. "Umarım sizi çok bekletmemişimdir." Dedi bakışları üzerimde gezerken. Poyraz ve asya ayağa kalkınca bende onlara uyup oturduğum yerden kalktım. Annesi zarif adımlarıyla yanıma yaklaştı ve elini uzattı. "Ben helen, poyrazın annesi. Lütfen çekinme, evinde gibi hisset." "Nezaketiniz için teşekkür ederim." Dedim elini sıkarken. Güler bir yüzle poyrazın yanına oturdu ve oğluna mânâ dolu bir bakış attı. Bu onların arasında bakışlarla geçen kısa bir konuşmaydı sanki. "Mademoiselle, xekiníste na servírete to deípno." Asya kafa karışıklığımı anlamış gibi kulağıma eğildi. "Annem az önce yunanca konuştu ve matmazele servisi başlatmasını söyledi." Neden yunanca konuştuğunu o anlık sorgulamayı es geçtim. Anladığımı belirtircesine kafamı sallayıp geri çekildim ve bakışları üzerimde olan kadına çevirdim. "Poyraz kucağında baygın bir şekilde seni getirince çok endişelendik. Şimdi daha iyi misin?" "İyiyim, size de rahatsızlık verdim kusura bakmayın." "Hiç sorun değil, buraya gelmen daha iyi oldu. Aile doktorumuz alanında çok iyidir o yüzden hemen onu aradık. Yakın zamanda kan vermişsin ve sanırım bu sürede düzenli beslenememişsin, vücudun bitkin düştüğü için de bayıldın. Daha dikkatli olmalısın." Kan verdiğim gün aklıma gelince gözlerim buğulandı. Babam ve küçük kızı. Onları gördüğüm için olmayan iştahım da kaçmıştı ve o günden beri de hiç bir şey yemedim desem yalan sayılmazdı. Bir kardeşim olduğu gerçeği beni hala sarsıyordu. Tabii onun benden haberi yoktu. Çok düşünmüştüm. Babam hiç benden bahsetmiş miydi ona? Bir ablası olduğunu biliyor muydu bir şekilde? Belki ölü diye anlatmıştı ona ya da çok uzaklarda demişti bir masal anlatırmışcasına. Yine de bilmesini ister miydim, bundan pek emin değildim. Zaten ne babam beni ona anlatmıştır ne de aklına gelmiştir büyük kızı. "Evet, bu aralar sağlığıma daha çok dikkat etmeliyim." Yemek servisi yapan kadın önüme tabak koyarken bakışlarım poyraza kaydı. Öylece bakıyordu suratıma. Fark ettiğim halde çekmemişti gözlerini üzerimden. Ona karşı hissettiğim garip bir duygu vardı. Sanki uzun zamandır tanıyordum onu. Bu tanıdıklık hissi beni rahatsız etmişti. Bakışlarını kaçıran ilk ben oldum. Masada çatal bıçak sesinden başka kimseden çıt çıkmıyordu. Asyanın yaşı gereği çocuksu tavırlarının, annesi buradayken kaybolduğu gözümden kaçmamıştı. Çekiniyor olabilir miyidi? "Ailenizden biri sanata ilgi duyuyor olmalı." Dedim kendimi tutamayarak. "Anlamadım?" Dedi helen hanım uzandığı suyundan bir yudum almadan önce. "Evininizin her köşesi heykeller ve tablolarla dolu. Ailenizde bir sanatseverin olabileceğini düşündürttü bu bana." Sözlerimin ardından eli ve bakışları duraksadı. Poyrazında ifadesinin değiştiğini görebiliyordum, asya ise yemeğini yemeyi bırakmış bana bakıyordu. İşte şu an yanlış bir şey söylediğimi düşünüyordum. Kısa bir sessizliğin ardından boğazını temizleyip zoraki bir şekilde gülümsedi. "Evet, ailecek sanattan hoşlanırız. Hatta o gördüğün heykellerin hepsi poyraza ait. Kendisi çocukluğundan beri bu tür işlerle uğraşır." Şaşkınlıkla gözlerim açıldı ve poyraza döndüm. "Gerçekten hepsi sana mı ait?" Beni onaylayarak başını salladı. "Etkileyici." Diye mırıldandım yemeğime dönmeden önce. "Poyrazla okuldan arkadaşsınız öyle değil mi?" Annesinin sorusuyla başımı kaldırdım. "Hayır, sizin ayarladığınız randevuya, arkadaşımı kurtarmak için onun yerine gittikten sonra bir daha görmeyeceğimi düşündüğüm oğlunuzla aynı okulda olduğumu sonradan öğrendim. Teknik olarak bu bizi okuldan arkadaş yapar mı?" Demek yerine... "Evet okuldan arkadaşız." Diyerek yanıt verdim. Başından beri sesi çıkmayan poyraz ilk defa konuştu. "Kendisi okul birincisi." Annesinin gözleri şaşkınlıkla açıldı. "O kız sen misin? Geçenlerde derece yaptığını duydum." "Siz nereden duydunuz?" Gayriihtiyari bir şekilde gülümsedi. "Okul benim büyük babam tarafından kuruldu. Haliyle onun mirasçısı olduğum için okul işleriyle pek sık olmasa da ilgileniyorum. Senin ismini çok duydum. Hazel karmen, değil mi?" "Evet, öyle." Dedim başımı eğerek. Bazen artık sahip olmadığım bir soyun, soyismini taşımak yük oluyordu. "Soy adın çok tanıdık geliyor." Dedi helen hanım çenesini hafif kaşıyarak. İlk fırsatta soyadımı "Hazel sahipsiz" olarak değiştirecektim. Omuzlarımı silktim. Nereden hatırladığı zerre kadar umrumda değildi. Sonuçta ben o soy ismi ne kadar ismimin yanında taşısamda ona ait değildim. Yemek bittikten sonra kalmam için biraz ısrar etse de teklifini nazikçe geri çevirdim. "Tanıştığıma memnun oldum hazel, mutlaka yine gel. Bu sefer seninle kız kıza kahve içeriz." Derken poyraza bir bakış attı. Bu seni dışlıyoruz bakışı gibiydi. Bu tavrına güldüm. "Bende sizinle tanıştığıma çok memnun oldum helen hanım. Görüşmek üzere." Derin bir nefes alarak dışarıda yağmaya devam eden yağmura baktım. Ne illet bir yağmurdu bu hâlâ durmak bilmiyordu. Arkamdan adım sesleri duyduğumda önümdeki arabanın ışıkları yanıp söndü. Poyraz arabanın kilidini açmıştı. "Bir yere mi gidiyorsun?" Diye sordum arkamı dönerek. "Seni bırakacağım." Bir süre suratına baktım. "Tek başına gitmene izin vereceğimi düşünmedin herhalde?" "Aslında aynen öyle düşünmüştüm. Gerçekten daha fazla yorulmana gerek yok, yeterince şey yaptın benim için." Yağmurda ıslanan saçlarını geriye attı ve arabaya doğru ilerledi. "Yorulmadım, hadi bin lütfen şu arabaya, zaten hastasın, daha kötü olacaksın." Beni düşündüğünü hiç saklamadan söylemesi beni afallatmıştı. Sürücü koltuğuna geçerken aptal gibi arkasından bakakaldım. İlk defa. Beni. Düşünen biri. Asena dışında. Sonunda adımlarımı ilerletip yan koltuğuna yerleştiğimde hiç beklemeden gaza bastı. Telefonumdan evimin konumunu açıp ona gösterdim. Bir süre sessiz geçen yolculuğu en sonunda benim sözlerim bozdu. "Teşekkür ederim." "Yemeğini düzenli yersen teşekkürünü kabul ederim." Dilimi tutamayarak "Beni önemsiyormuş gibi davranmana gerek yok poyraz." Dedim. Bunu söylemem kabacaydı. Bunu söylememeliydim. Bu beni acınası gösterirdi. Sanki hiç başkası tarafından düşünülmemiş gibi. Ama beklediğim tepki gelmedi. "Davranışlarımın sana yapmacık olduğunu düşündüren nedir?" Kafamı kaldırıp bunu söylerken ki ifadesine baktım. Dümdüz yola bakıyordu fakat sözleri çok şey anlatıyordu. Yavaş be adam! Az kalsın kalbim çarpacaktı. Biraz daha böyle davranırsa benden hoşlandığını düşünmem an meselesiydi. Fakat zaten o başka birine aşık. "Boşver." Dedim sadece. O başka birine aşık. Sadece ince düşünüyordu. Yapısal olarak nazikti ve ben bunu yanlış anlamamlıydım. "Senin yabancı olduğunu tahmin etmiştim. Yunan mısın?" Konuyu anında değiştirmeme kaşlarını kaldırarak bir tepki verse de beni bozmadı. "Evet, yunan kökenliyim. Ama ailemiz uzun yıllardır buralı o yüzden iki kültüre de aşinayız." "Yunanlar türkleri pek sevmez, siz nasıl oldu da ailecek burada yaşayabildiniz." Omuz silkti. "Biz geçmişle değil gelecekle ilgileniriz." Bu sözü her şeyin cevabını vermişti. Tarihe değil geleceğe önem veriyorlardı. Aslına bakılırsa çok güzel bir bakış açısıydı. Araba evimin önünde durduğunda geldiğimizi anladım. "Bıraktığı için teşekkürler." Diyip çıkmak için kapıyı araladım fakat beni durduran şey bileğime sarılan sıcak parmaklar oldu. Ona taraf döndüğümde bakışlarım bileğime kaydı. Ateşe değmişçesine geri çekti elini. "Sana vermem gereken bir şey var." Torpidonun gözünü açıp içinden bir poşet çıkarıp uzattı. "İçinde vitamin ve kan ilaçları var. Yeme düzenine dikkat etmelisin hazel. Sınav senen diye kendini bu kadar yorup saatlerce çalışmana gerek yok. Önceliğin sağlığın olmalı." İçimin titrediğini hissettim. Bana böyle davranmamalıydı. Çünkü benim bünyem böyle şeylere alışkın değildi. Korumam gereken asıl şey kalp sağlığım. "T-teşekkürler." Dedim poşeti elinden alıp. Kekelemememe gözlerimi yumarak arkamı döndüm ve daha fazla beklemeden arabadan çıktım. Ellerim neden titriyordu? Hayır, sorun çarpan kalbimdi. Aptal seni. Hislerim kolay kolay beni ele geçirmezdi. Sağ elim kalbimin üstüne gitti. Derin nefesler alarak bu durumu görmezden geldim. Bu mümkün değildi elbette. Titreyen elimle anahtarı deliğine sokup eve girdim. Işıkları bile açmadan odama doğru ilerledim hızlı adımlarla. Sakin ol, sakin ol... Nefes al, nefes ver. Bana ne olduğunu anlayamıyordum. Soğuk terler döküyordum, sanki havale geçiriyordum. Üstümdeki kazağı çıkarıp bir kenara attım. Elim istemsizce boynuma gidiyordu sanki böylece daha rahat nefes alacaktım. Dizlerimi kendime çekerek yere oturdum. Çıplak sırtım soğuk duvarla temas ettiği an bedenim ürperdi. Sakinleşen ve uyuşan bedenimle gözlerimi kapattım. Güzel şeyler düşündüm. İkinci el kitapçılar. Sahafları gezmeyi çok severdim eskiden. Artık buna pek vaktim olmuyordu. Bir gün orada bir adamla tanıştım. Bana hangi kitabı aradığımı sormuştu, bense bir kitap aramadığımı ve sadece bakındığımı söylemiştim. O zaman bana hiç bir zaman anlayamadığım türde cümleler kurmuştu.
"İnsanlar ancak bir şeyi aradıklarında mutlu olurlar. Mutluluk aslında aradığın şeyi bulmakta değil, onu aradığın zaman harcadığın emektedir. Çünkü o emeği harcamasaydı mutluluğu bulamazdı. Sen buraya bir şeyler bakınmaya değil, bir şey aramaya gelmişsin."
Mutluluğu aramak mı, yoksa onu bulmak mı? Sözlerine anlam verememiştim. Hâlâ veremediğim gibi. Sonrasında o dükkanı hep ziyaret etmiştim. Belki de dediği şeyi aramak için. Zeki amca. İsmi gibi zeki ve edebiyatı seven bir adamdı. Kendimi ne zaman bir karmaşa içinde bulsam, soluğu onun yanında alırdım. Beni sakinleştirirdi ve öğütler verirdi çoğu zaman ama ben hiç bir şey anlamazdım dediklerinden. Yine de onun kafiyeli ve şiirsel sözlerini dinlemeyi severdim. Mutlaka yakın bir zamanda ziyaretine gitmeliydim. Ne zaman oturduğum yerde uyuyakaldığımı hatırlamıyordum. Gözlerimi araladığımda yüzüme vuran artık ay ışığı değil güneş ışığıydı. Yerden yavaşça doğruldum fakat sırtıma giren ağrıyla kısıkça inledim. Bir tek yerde yarı çıplak bir şekilde uyumadığım kalmıştı zaten. Banyoya girip kısa bir duşun ardından bu günün hafta sonu olduğunu unutup okul kıyafetlerimi giyindim. Telefonda gördüğüm cumartesi yazısıyla karşılaştığımda ekrana aptal gibi baktım. Biraz daha gayret edersem unuttuğum o şeyi hatırlayacaktım.
"İş günü."
Kocaman olan gözlerimle bu günün tarihine bir kez daha baktım. İzin günüm dün bitmişti ve cumartesi açılış sırası bendeydi. Saate baktığımda yarım saaten az bir vaktimin kaldığını görüp üstümdeki okul kıyafetini hızlıca çıkardım. Siyah bir kotu bacaklarımdan geçirirken -az kalsın düşüyordum- boynu açık bordo kazağı da üstüme aynı anda giyiniyordum. Çantamı ve kabanımı aldığım gibi evden koşarak çıkmam bir oldu. Caddede gördüğüm ilk taksiyi durdurduğumda şanslıydım ki boştu ve durdu. Her şeyi o kadar aceleyle yapıyordum ki taksiye yolu tarif ettikten sonra cüzdanımdan çıkardığım parayı hazırda tutuyordum, araba durduğu an hemen ineyim diye. Yaklaşık on beş dakika sonra taksi kafenin önünde durdu. Parayı uzatıp üstü kalsın diyerek arabadan indim. Saate baktığımda ucu ucuna yetişmiştim ama hemen kafeyi açmazsam patron gelirdi ve ondan iyi bir azar işitirdim. Kafam normal bir konuşma sesini bile kaldırabilecek durumda değildi şu an. Kapıları açtıktan sonra içeriye girdim ve kabanımı hızlıca askılığa asarken önlüğümü boynumdan geçirip belimden iplerini bağladım. Ben yavaştan kafeinleri hazırlarken o sırada patron gelmişti ve bu gün sakin günü olmalıydı ki sadece selam verip ofisine geçti.
"Good morning, ya da have a good death? Kızım bu halin ne?"
Baygın gözlerimi güneşin tüm enerjisini içip gelmişçesine neşeli bir giriş yapan sibel'e çevirdim. Kendisi benim çalışma arkadaşımdı. "Tövbe bismillah, yüzün genelde de sirke satıyor ama bu sefer gerçekten cenaze var galiba. Ne bu halin?"
"Sadece yerde uyudum."
"Niye? deli misin?" Kendi önlüğünü üstüne geçirirken dediklerine güldüm. Fakat gülerken yüzümün acımasından dolayı bu pek uzun sürmemişti. "Bilmem, deli miyim? Delirsem güzel olurdu." Yanıma gelip yüzüme baktı. "Deli deli konuşma yine. Müşteriler gelmeye başladı ben siparişleri almaya gidiyorum." Başımla onu onayladıktan sonra bana getirdiği siparişlerde yazan şeyleri tek tek hazırlamaya başladım. "Cumartesi günleri de bu kafe çarşamba pazarı gibi. İpini koparan burda." Söylene söylene siparişleri götüren bir sibel gerçekten komik oluyordu. Yaşlı bir nine gibi. Eğelenceli bir kızdı fakat onu çalıştığım iş yeri dışında başka bir yerde hiç görmüyordum. Tekrar içeriye elinde boş tepsilerle nefes nefese girdi. "Görev değişikliği yapalım mı?"
"Tamam." Dedim elindeki sipariş defterini alırken.
"Bu gün cenk yok mu?"
"Raporlu prenses, hasta olmuş." Dedi gözlerini devirerek. Cenkten hoşlanmadığını biliyordum fakat cenkin ona karşı hisler olduğunu bilen biri olarak aralarındaki gerilimi izlemek bazen hoşuma gidiyordu. Kalemi kulağımın arkasına sıkıştırıp beyaz önlüğümün cebine de defteri koydum. Her ne kadar yorucu olsa da, bu kafede çalışmayı seviyordum. Hatta burada işe başlamak için neredeyse adama yalvaracaktım. Benim için uygun bir yerdi, okuldan sonra part time çalışabiliyordum, Ek ücret alabilmek için bazen mesaiye kaldığım zamanlar da oluyordu. Patronum her ne kadar sinirli ve gergin biri olsa da, sınav haftaları gibi kritik dönemlerde izin veriyordu ve maaşımdan kesmiyordu. Belkide öğrenci olarak tek çalışanı ben olduğum için ve bulunduğum durumu da tahmin ettiği için bana biraz daha tolerans gösteriyordu. Bir kaç masanın siparişini aldıktan sonra, içeceğini beğenmeyip değiştirmek isteyen bir adama yeni içecek getirmek için içeriye gittim. Sadece bir çaydı. Daha sorunlu müşterilerle karşılaşmıştım neyse ki. Sibelin yenilediği fincan çayı tepsiyle beraber masaya götürdüğümde müşteri çayı beğenmiş olmalı ki bir yudum aldıktan sonra sesini çıkarmadı. Sipariş için başka bir masaya ilerleyecekken kapıdan giren tanıdık bedenle duraksadım. Poyraz elinde poşetlerle içeriye girmişti ve gözleriyle etrafı kısaca süzdükten sonra boş gördüğü bir masaya ilerledi. Beni henüz fark etmemişti. Onun yanına gitmek için kafamın içinde çatışma çıkardığım dakikalarda bu düşüncem; önüne kocaman gülümsemesiyle oturan kızı gördüğüm an iptal olmuştu. Oturduğu andan beri hararetle bir şeyler anlatıyordu fakat yüzündeki gülümseme bir an olsun solmamıştı. Poyraz onu nasıl bir ifadeyle izliyordu göremiyordum ama kızın güzelliği beni bile etkilemişti. Bir anda yaşadığım aydınlanmayla donakaldım. Bu o kızdı. Tuvaletteki kız. Poyrazın o kadar öfkelenmesini sağlayan şey bu kıza yapılanlardı. Yaşadıklarından sonra böyle güzel bir şekilde gülümseyebilmesi beni içten içe mutlu etmişti. Sonra bir aydınlanma daha yaşadım. Platonik aşkı. Bu kız dört yıldır sevdiği o kızdı. Farkındalık hissi tüm bedenime yayılırken kafamı eğip siparişleri almaya devam ettim. Sebepsizce boğazım düğümlenmişti. Yutkunmakta zorlanıyordum. Olmayan modum artık eksilere düşmüştü. Peki neden? Sanırım bu hiç cevaplanmaması gereken bir soruydu. Son olarak, elimdeki sipariş defterimle, onların oturduğu masanın önünde dikiliyordum. Eninde sonunda olması gereken buydu, çünkü şu anlık tek çalışan bendim.
"Siparişiniz alabilir miyim?"
Mavi bakışlarını üzerimde hissettim fakat bir şeyler yazmak için beklediğim defterden gözlerimi henüz ayırmamıştım.
"Ben bir tane janbonlu sandviç ve yanına kahve alayım. Sen ne istersin poyraz?"
O günkü halinden farklı, cıvıl cıvıl konuşan ve bakışları da en az kendisi kadar güzel olan bir kızdı.
"Sanırım konuşmayacaksın o zaman her zaman yediğinden sipariş veriyorum."
Gülümseyerek bana döndü "Bir de tavuklu sezar salatanın yanına-" Sonra gülüşü kademe kademe soldu. Yüzümü inceleyen gözleri gözlerimde durdu. "Sen.." Bakışlarım kaçamak bir şekilde poyrazı bulduğunda o zaten beni izliyordu. Beni tanımıştı. Nasıl tanımıştı? "Seni tanıyorum." Dedi bir bana bir de poyraza bakarken. "O gün yanında ki kızdı, değil mi? Bana yardım eden," Tekrar bana döndü ve ayağa kalktı. Onu şaşkınlık içinde izlerken bir anda bedenime sardığı kollarıyla olduğum yerde kaskatı kesildim. O kadar ani bir hareket olmuştu ki, ne ona karşılık verebildim ne de nefes alabildim. Yavaşça bana sardığı kollarını geri çekti ve yüzüme anlam veremediğim sıcak bir ifadeyle bakmaya başladı. Tuttuğum nefesi verip bir adım geri çekildim istemsizce. "Teşekkür ederim. O gün sana borçlandım ve bir teşekkür bile edemedim. Okulda da çok aradım, yoktun. Gerçekten çok ama çok teşekkür ederim." Yüzümde mimik oynamadı. Fakat bakışlarımda ki yumuşamayı görmüş olmalı ki gülüşü daha da güzelleşti, sanki daha güzel olabilirmiş gibi...
"Önemli değil, o gün zor durumdaydın. Asıl borçlandığın kişi poyraz." Dedim sonlara doğru çatallaşan sesimle. Boğazımı temizleyip ona döndüm tekrar. Bakışları ikimizin üzerinde dolanıyordu. "O zaten benim kahramanım." Dedi kız ona bakarken. Poyrazın gözleri de onun üzerinde durmuştu ve bu yoğun bakışma sırasında kendimi fazlalık gibi hissettim. "Pekala, ben sizin siparişlerinizi getireyim." Zorla konuşurken yüzüme taktığım sahte gülümseme maskesiyle hızla onların yanından ayrıldım. Gerçekten o kızdı. Poyrazın ballandıra ballandıra anlattığı o kız. Söylediği kadar varmış.
Yeni bölümde görüşmek üzere👋 |
0% |