Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@mortuusmare

İyi okumalar...

 

 

 

 

 

Kafamı eğmiş, ilerleyen adımlarımı düşünceli gözlerle izliyordum.

Poyrazla dün yayılan fotoğrafım sonrasında okulda, üstümdeki gözler artmıştı. Nereye gitsem imalı bakışlarla karşılaşır olmuştum. Çoktan yanıma gelen bir kaç kişi bile olmuştu bu durum dolayısıyla.

Yapılabilecek pek bir şey yoktu. Okul yaptığı bazı etkinlikler için sayfasında öğrencilerin fotoğraflarını paylaşırdı ama bizim tam da o anda çekilmiş fotoğrafımızı paylaşmaları ne kadar doğruydu bilemiyordum...

Tam yanımda yavaşlayarak duran arabayı hissetmemle durakladım.

Son model arabanın içindeki kişi camını yarım bir şekilde açtığında kim olduğunu hemen tanıdım.

 

"Yeni arabanla mahalleye hava mı atıyorsun?"

 

Hava yağmurlu olmasına rağmen gözüne taktığı güneş gözlüğünü hafifçe indirdi.

"Atla gülüm, seni çok güzel bir yere götürüyorum."

 

"Sağol, planlarım var. Daha eve gidip utançtan yüzümü yastığa gömerek kendimi boğacağım."

 

"Ne? Sen rezil oldun ve ben o anı göremedim mi? Allah kahretmesin umarım biri videoya almıştır."

 

Kötü bakışlarımla onu öldürme sinyalleri yolladığımda yutkunarak boğazını temizledi.

"Gözlerinle beni öldürmeyi bırak. Hadi atla arabaya, bir yere gideceğiz seninle."

İtiraz etmeden arabaya bindim ve üstümdeki okul kıyafetini gösterdim.

"Bu halde mi?"

 

"O zaman eve gidelim çabuk üstüne şık bir şeyler giyin."

 

"Daha duş almam lazım."

 

Zaten bir sokak altında olduğumuz için bir dakika içinde evin önünde durduk.

Asansör dolu olduğu için hızlı hızlı merdivenleri çıkıp daireme girdiğim gibi odama ilerlerken o da peşimden geldi.

 

"Okula gitmedin mi sen?"

 

"Gittim," Dedi aynanın karşısına geçip makyajını tazelerken,

"Ama kaçtım." Diye devam etti.

 

"Bunu neden yaptığını sormaya korkuyorum."

 

Omuzlarını silkip aynadan bana baktı.

"Çünkü bir davet aldım. Hemde bil bakalım kimden?"

 

"Tahmin ettiğim kişiden mi?" Dedim başka bir isim aklıma gelmediği için. Çünkü başka hiçbir isim onu böylesine heyecanlandıramazdı.

 

"Aynen öyle."

 

Kafamı sen iflah olmazsın dercesine salladım ve çıkarttığım iç çamaşırlarımı alıp banyoya geçtim.

Kısa duşun ardından odama geri geldim ve asenanın benim için çıkartıp yatağımın üstüne koyduğu kıyafetlere bir göz attım.

 

"Pavyona falan gitmiyoruzdur umarım."

Diye mırıldandım elime aldığım mini eteğe ve siyah büstiyere bakarken. Bunları ne zaman almıştım hatırlamıyordum bile. Büyük ihtimalle ben almamıştım ve her zamanki gibi asena alışveriş sırasında çaktırmadan bana sıkıştırmıştı.

Genelde onunlayken böyle şeyleri giyinmeyi sorun etmiyordum. Tabii en başta kıyafet tarzı benim için büyük bir sorun olsa da, asenaya alıştıkça artık normal gelmeye başlamıştı.

 

"Elbette hayır. Pavyon kültüründen nefret ederim. Orta yaşlı insanların, çıplak kadın görerek kendilerini tatmin etmek için gittikleri vasat bir yer orası. Benim tercihim lüks gece klüpleri tatlım."

 

Alayla güldüm.

"Senin gittiğin yerlerinde pek farkı yok aslında."

 

"Kızım sen eğlenmesini bilmiyorsun. Ben olmasam eminim her günün; evde oturarak ya da ders çalışarak geçerdi, ki ben olduğum halde öyle geçiyor. Gerçi bu teklifimi böyle kolay kabul etmen beni şaşırttı. Ne oldu, gök taşı falan mı düştü kafana?"

 

Bir süre düşünceli bir şekilde daldım yüzüne.

"Sadece, canım bu gün farklılık istedi. Sadece ders çalışmadan ve kendimi kasmadan geçirebileceğim bir gün. Belkide biraz normal bir genç gibi hissedebileceğim bir gün geçirmek istiyorum. Senin gibi."

Bunu başarabilirsem tabii.

 

Asena bu duruma o kadar sevinmişti ki, anlam veremedim.

Beni bornozumla aynanın karşısına oturttu.

Göz makyajını abartmadan bir makyaj yaptıktan sonra çıkarttığı kıyafetleri giyindim. Büstiyer fazla açık geldiği için onun yerine beyaz dar bir gömlek giyindim. Eteğin altına son anda bir karar değişikliğiyle siyah ince külotlu çorap giydikten sonra üstüme de kısa deri ceketimi geçirdim.

Elindeki bordo rujla sinsi bir şekilde bana ilerlediğini gördüğümde kafamı olumsuzca salladım.

 

"Ne olur sürsen ya, bu kombine aşırı iyi gider bu renk."

 

"Kırmızı süreyim?" Dedim farklı bir öneriyle.

 

"Bu da kırmızı gibi işte," dedi beni ikna etmeye çalışarak.

 

Gözlerimi devirdim ve daha fazla onun çenesini çekmemek için kaderime boyun eğip elindeki ruju aldım. Ruj sürmeyi severdim -özellikle kırmızı ruj- fakat elindeki bordo tonunu hiç denememiştim. Pek farkılıklardan hoşlanan bir insan olmadığım için, bildiğim yoldan ilerlemek beni güvende hissettirirdi.

Aynanın karşısına geçip dikkatli bir şekilde taşırmadan sürdüğüm o an, daha önce denemediğim için pişmanlık duydum.

Belki de artık bildiğim yoldan ilerlemesem daha iyiydi.

 

"Eh işte," diyerek geçiştirdim ve evden bir an önce çıkmak için onu omuzlarından ittirerek kapıya yönlendirdim.

Ayağıma hafif topuklu botlarımı giyindikten sonra asansörle aşağıya indik.

"Ay çok güzel olduk bu gün." Dedi arabasının camından rujunun kenarlarını düzelterek. Onun üzerinde üstüne yapışan mini bordo bir elbise vardı. Saçlarını dalgalı bırakırken makyajı elbisesi kadar abartılıydı ama ona yakışmıştı.

 

"Sormayı unuttum ama nereye gidiyoruz?"

 

"Benim bildiğim bir mekan merak etme. Ozanın arkadaşları falan da orada olacakmış. Galiba benimle daha yakın olabilmek için yapıyor hazel, ay mutluluktan bayılacağım."

 

"Bir dakika, bir dakika," dedim her ne kadar hevesini bölmek istemesemde.

"Seni neden çağırdığını söylemedi mi?"

 

Asansörün açılan kapısından çıktık ve arabaya ilerledik.

"Arkadaşlarıyla tanıştırmak için sanırım."

 

Şoför koltuğuna binerken bende yan koltuğa bindim ve düşünceli bir şekilde ona baktım.

 

"Asena siz sevgili bile değilsiniz, değil mi?"

 

Kıstığım gözlerimle mimiklerini seyrettim.

Dudaklarını birbirine bastırırken gaza bastı.

Bir şeyler sakladığını anladım ve şaşkınca ona baktım.

"Bana söylemedin mi? Asena sizin aranızda ne var?"

 

"Ya kızma hemen. Gerçekten her şey aniden gelişti."

 

Arkama yaslanıp elimi alnıma koydum.

"Yani hislerini ona anlattın mı?"

 

Asenanın çocukluk aşkı, ozan.

Ona yıllardır platonikti. Böyle bir gelişmenin aniden olması beni şaşırtmıştı.

 

"Tam olarak anlatmadım. Benim takıntılı manyak gibi ona senelerdir aşık olduğumu bilmiyor. Ürkütmedim onu."

 

Derin bir nefes verdim.

"Umarım bu işin sonu hayal kırıklığı ile bitmez."

Gülen yüzü aniden solduğunda, söylediğim

sözlerin çok yersiz olduğunu fark edip konuyu dağıttım.

"Eğer seni üzerse o çocuğu öldürürüm."

 

Arabanın içini şen kahkahası sardı.

"Bana gizliden yanık olduğunu biliyordum zaten."

 

Gözlerimi devirip yola odaklandım.

Yaklaşık bir saatin sonunda mekanın önünde durduk.

 

"Pavyon derken şaka yapıyordum ben," Diye mırıldandım arabanın içinden dışarıyı izlerken. Böyle yerlere pek fazla gelmezdim. Asenanın zorlamasıyla gittiğim bir kaç parti hariç alkolün olduğu hiç bir mekana adımımı atmazdım bile.

Emniyet kemerimi çıkarıp arabadan asenayla aynı anda indiğimizde göz göze geldik.

 

"Galiba şu an hipotermi geçiriyorum. Bu kadar soğuk olacağını tahmin etseydim etek yerine pantolon giyerdim."

 

"İçerisi sıcaktır merak etme." Diyip kendinden emin adımlarını girişe yönlendirdiğinde bende peşinden ilerledim.

Girişte kimliklerimizi gösterme gereği duymadan içeriye girdiğimiz için bir an bulunduğumuz konumu sorguladım.

Sadece içeride kız fazlalığı olsun diye kimlikleri bile kontrol etmiyorlar mıydı yani?

Asena yolu ezbere biliyormuş gibi ilerlerken bir yandan çalan hareketli müziğe ayak uyduruyordu. Benim aksime her ortama ayak uydurabilen neşeli bir kişiliğe sahipti.

Dans eden bedenlerin arasından geçip kalabalık bir masanın önünde dikildiğimizde masadaki tek tanıdık yüz ozandı. Onu sadece asenanın gösterdiği fotoğraflardan tanıyordum, büyük bir ihtimalle benden haberi bile yoktu.

Ozan asenayı görür görmez gülümseyerek ayağa kalkıp kollarını beline sardı.

Çocukluk arkadaşı artık çocukluk aşkı olmuştu...

İçten içe üzülmesinden korksamda, hislerinin karşılıklı olması onun için güzeldi.

 

"Burada olmana çok sevindim. Hadi gel seni bizimkilerle tanıştırayım."

 

Asena arkasını dönüp beni de elimden çekiştirerek peşine sürüklediğinde boş olan ilk yere oturdum. O ise benim karşıma yani ozanın yanına oturmuştu ve masadakilere hevesli bir şekilde bakıyordu.

 

"Arkadaşlar asenayla tanışın, size bahsetmiştim biliyorsunuz." Üzerindeki heyecanlı gerginlikle kafasını kaşıdı.

 

"Ben uraz, ozan senden çok bahsetti." Dedi ses tonunda bile bir çapkınlık sezdiğim çocuk. Sonra bakışları bana kaydı ve eliyle işaret etti.

"Arkadaşın sanırım. Tanıştıracak mısın?"

 

"Hazel ben." Dedim kısaca ve arkama yaslandım.

 

"Memnun oldum hazel."

Elini sıkmam için bana doğru uzattığında öylece yüzüne baktım.

Sıkmayacağımı anlayınca manidar bir gülüşle yerine oturdu.

Yabani değildim, sadece bu ortama ayak uyduracağımı zannetsem de büyük bir yanılgıya düşmüştüm. Şimdiden beni rahatsız eden bişeyler vardı.

Asena atılgan bir şekilde hepsiyle tek tek tanışıp çoktan koyu bir muhabbetin içine dalmıştı.

Ben kollarımı bağlayıp onları dinlerken bir anlığına kendimi fazlalık gibi hissettim.

Hepsine tek tek baktım.

İsimlerini hafızamda tutmasamda, benden daha normal olduklarını dışarıdan bakan bir göz olarak anlayabiliyordum.

Kimi kandırıyordum ki?

Ben asla onlar gibi olamayacaktım.

Yaklaşık yarım saat olmuştu ve ben sıkılarak etrafı izliyordum.

Geldiğimizden beri sadece bir kaç kere muhabbetlerine katılmıştım, o da bana sordukları sorular dolayısıyla olmuştu.

 

"Şaka mı yapıyorsun, yine aynı konu mu?" Diye isyan etti yanımda oturan kız.

 

Az önce kendini tanıtırken adının ateş olduğunu hatırladığım çocuk sürekli bir şeyler anlatıyordu. Gülerek anlattığı ve anlatırken de herkesin karnını ağrıtacak derecede kahkaha atmasına sebep olduğu konuya devam etti.

"Hatta bu olay geçen yaz gittiğimiz Dubai'deki bir beach clupta yaşandı. Deniz adamın üstüne kustu ama adam gün boyu peşinden koştu denizin numarasını alabilmek için."

 

Deniz ve ben dışında herkes fazlasıyla gülüyordu.

Asena karnını tutarken

"Sonra noldu?" Diye sordu.

 

"Adam bir sonraki gün kaldığımız oteli buldu, daha doğrusu otelin sahibinin oğlu olduğu için bulması kolay olmuş. Baktım bu denizi darlıyor, en son ben müdahale ettim olaya. Sert çıkıştım biraz o yüzden onun erkek arkadaşı olduğumu düşünüp özür dileyerek otel masraflarımızı karşıladı."

 

"Seni sevgilim sanmasındansa tatil bitene kadar numaramı dilenmesini yeğlerdim." Dedi deniz çocuk gibi ona dilini çıkarırken.

 

"Adam en azından centilmenmiş, bedavaya getirmişsiniz oteli."

 

Asena o otele daha önce gittiği için oranın ne kadar güzel olduğundan bahsetmeye başladı. Deniz ve ateşde orayı övmeye başladıklarında konuya oldukça fransız kaldım.

Eminim güzel bir yerdir.

 

Mekanın sıcak olması nedeniyle üstümdeki deri ceketi çıkarıp yanıma koyduğumda sadece beyaz gömleğimle kalmıştım.

Yüzümde hissettiğim bakışlarla kafamı sol tarafıma çevirdiğimde urazın bakışlarıyla karşılaştım.

Gözlerini kısarak beni süzdü ve bir aydınlanma yaşamış gibi kaşları havaya kalktı.

"Bende seni nereden tanıyorum diyorum ya!"

 

Masadakilerinde dikkatini çektiği için hepsi konuşmayı bırakıp bize dönmüştü.

 

"Biz aynı okuldayız seninle."

 

"Öyle mi?" Dedim pek umursamadan.

 

"Evet, hatta dün gördüğüm fotoğraftan aklıma geldin. Poyrazın sevgilisisin değil mi?" Diye sordu sesindeki merakla.

 

Ben dedikleri yüzünden kaskatı kesilirken asena gözlerini kocaman açarak bana döndü. Daha çok "neler oluyor" bakışıydı bu.

 

"Poyraz mı? Şu bildiğimiz poyraz makri mi?"

 

Uraz kafasıyla onayladığında deniz şaşkınlıkla bana döndü.

"Cidden sevgili siz poyrazla?"

 

Kesin bir dille "Öyle bir şey yok." Dediğimde hepsi bir anda sustu fakat kısa sessizliği bozan elbette konuyu açan kişi olmuştu.

"O zaman geçmiş olsun, tüm okul sizin çıktığınızı düşünüyor. Kızlar tuvaletinde dikkat et kıstırmasınlar seni. Malum, okulda pek popüler beyefendi." Dedi uraz yarı alayla omuzuma dokunurken. Ters bir şekilde eline baktığımda rahatsız olduğumu anlayıp geri çekti.

 

"Harbiden okulun yarısı o çocuğa yanıktır kesin. Bizim okulda bile muhabbet konusu oluyor, tanımayan yok." Dedi deniz düşünceli bir şekilde.

 

"Allah var yunan tanrısı gibi çocuk."

 

Aniden ayağa kalktığımda soru işaretleriyle bana döndüler. Elimle arkamda bir yeri gösterdim ve bu ortamdan kaçmak için bulduğum en iyi yalanı söyledim.

"Tuvalete gitmem lazım."

 

Son kez asenaya baktığımda yüzümden ne hissettiğimi anlayıp gözleriyle beni onayladı.

O beni hep anlardı.

Ama fark ettiğim bir şey, nedensizce canımı acıtmıştı.

Asena gibi insanlara fazlasıyla uzaktım.

Onların gittikleri yerlere gidememem bile aramızdaki sınıf farkını ortaya koyuyordu. Sınıf farkı saçmalığına inanan biri değildim fakat konuştukları konular benim yaşantıma fazlasıyla tersti. Onlara Paris'te gittiğim en iyi pastaneyi öneremez ya da Dubai'de yaptığım tatillerden bahsedemezdim. Onlarla sohbet edebilmek için hiç bir şekilde ortak noktam yoktu.

Farklıydık.

Kendimi, normal bir genç gibi hissedebileceğimi düşünmüştüm fakat bu durum daha çok aciz hissettirmişti.

Ben hayatım boyunca bir şeylerden mahrum kalmıştım ve ben ne kadar çabalarsam çabalayayım, onlardan geride kalmıştım.

 

Tuvalete gittiğimde sadece ellerimi yıkayıp işimi hallettikten sonra çıkmıştım fakat o masaya bir süre geri dönmek istemediğim için ne yapacağımı düşünerek etrafıma bakındım.

Beklemediğim bir anda omuzuma sertçe birinin çarpmasıyla geriye sendeledim ve son anda kendimi geriye düşmekten kurtardım. Gerçekten artık çarpım tahtasına dönmüştüm, gelen geçen bana çarpıyordu!

 

Bıkkın bir şekilde arkamı döndüğümde boş gözlerle suratına baktım. Bir süre o da aynı şekilde bana bakınca gözlerimi devirip sabır çekercesine

"Bir özür dilemeyecek misin?"

 

Olduğum yeri işaret ederek

"Eğer insanların gelip geçtiği yolun ortasında durmak yerine kenarda dursaydın o zaman bir özür dileyebilirdim." Dedi.

 

Haklı olduğu için histerik bir şekilde gülüp kollarımı birbirine bağladım ve yoldan geçmesi için kenara kaydım.

 

"Yine de ben bir kadın olduğum için nezaket gereği izin-"

Sözümü daha bitiremeden aniden kolumdan tutulup kelimenin tam anlamıyla sürüklenmeye başladığımda, kalbimdeki korkuya engel olamadım.

Uzun boyundan sadece ensesini gördüğüm bu yabancı beni sürükleyerek bir odaya soktuğunda kocaman gözlerle etrafı incelerken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Bedenim titremeye başladığında korkuyla atan kalbimi susturup hiddetle çıkıştım

"Ne yapıyorsun sen-"

Sözlerimi yarıda kesen şey arkamı döndüğümde karşılaştığım manzara olmuştu. Acaba bana bir şey mi yapacak korkusu saniyesinde kaybolmuştu çünkü kapıyı kapatır kapatmaz yavaşça yere yığıldı.

Hızlı hızlı alıp verdiğim nefeslerimle ne olduğunu anlamaya çalışarak onu inceliyordum. Bayılmış mıydı?

Kafam o kadar çok karışmıştı ki ne olduğunu bile soramıyordum.

Gözlerim elini bastırdığı kanla kaplı tişörtünde takılı kaldığında şaşkınlıkla ağzım aralandı.

Az önce sapasağlam görünen adam şimdi yerlerde sürünüyordu.

Kısık gözleriyle bana bakarken yasladığı kafasını kapıdan zorla çekti.

Eliyle arkamda bir yeri işaret etti.

 

"Şuradaki dolapta, bir çanta var..."

 

"Sana yardım mı etmemi istiyorsun?" Dedim şokla.

Baygın bakışlarıyla halini gösterdi

"Bana çarptığın için küçük bir yardım bedeli diyelim."

Gözlerimi devirdim.

"Sen bana çarptın."

 

"Her neyse." Diye sözümü kestiğinde şu anda tartışmanın yeri olmadığı için sustum.

Odadan çıkıp çıkmamak arasında kararsız kalsamda istesemde çıkamayacağımı fark ettim, çünkü kapının önünde sırtı yaslı bir şekilde oturuyordu.

Tanımadığım bu yabancıya güvenmesemde dediğini yapıp arkamdaki dolaptan söylenerek dediği çantayı aldım.

Bu bir sağlık çantasıydı.

 

Ne yapmam gerektiğini bilmediğim için öylece dikildim.

 

"Biliyorum...biraz ani oluyor her şey ama acil beni tedavi etmen lazım."

 

Endişeden elim ayağıma dolanırken bir yandan dedikleri yüzünden ona uzaylı görmüş gibi baktım. Bakışlarıma güldüğünde bu canını yakmış olmalı ki kısıkça inledi.

"Uzaktan bakınca stajyer doktor gibi mi görünüyorum? Manyak mısın sen? Nasıl yardım edeyim ben sana?"

 

"Uzaktan bakınca sinir bozucu bir cadı gibi görünüyorsun ama konumuz bu değil...bir şeyler yap, ne kadarını yapabilirsen iyidir. Yaranın mikrop kapmasını önle yeter."

Cadı mı?

 

Canı o kadar yanıyordu ki bu sözler onun son gücüyle sarf edilmişti sanki.

Başka çarem olmadığı için çantayı hızlıca açıp içindeki malzemelerin hepsini yere döktüm.

Yarasına bakmak için gözlerimi yüzüne çıkardığımda kendisini zorlayarak tişörtünü kaldırdı.

Yarayı gördüğümde bunun bir bıçak yarası olduğunu anlamıştım. Yüzümü buruşturup çantayı açtım.

Şu anda eğitim hayatım boyunca gördüğüm bütün sağlık derslerini hatırlamak için hafızamı zorladım. Öyle stres olmuştum ki aniden gelişen bu olay yüzünden, bir hayal olabileceğini düşünerek arada kolumu çimdikliyordum.

Şükür ki çok fazla kanaması yoktu ve bu beni o kadar zorlamazdı. Bir bez parçasını alıp yarasının üzerine, kanaması durana kadar baskı uyguladım.

Bu ikinci bıçak yarası görüşümdü.

İlkinde ne yapacağımı bilememiştim, ikincisinde en azından tecrübe sahibiydim ve karşımdaki kişiye elimden geldiğince yardım edebilirdim.

Yüzüne baktığımda alnından soğuk terler akarken dişlerini sıktığını gördüm.

"O kadar derin bir kesik değil, neden bu haldesin?"

 

"Çok fazla yaralı tedavi ediyorsun galiba, bu kadar bilmiş konuştuğuna göre," dedi dişlerinin arasından derin nefesler alıp verirken.

Ben sessiz kalınca sorumu cevapladı.

"Sende bir gün içinde iki kez yaralansaydın eminim bundan daha beter bir halde olurdun."

 

Kocaman gözlerimle başka nerede yarası olabileceğine bakıp vücudunu kontrol ettim.

"Sırtımda," dedi beni anlamış gibi. "Şu anda dikiş atılmış bir şekilde. Sadece sırtım gerildiği için canımı yakıyor ama dayanabilirim."

 

Bu adam kimdi böyle?

Hangi insan bir gün içinde iki kez yaralanabilirdi?

Tanımadığım birine yardım ediyordum ve umarım bu başıma bela olmazdı.

Daha fazla ona şok olmuş gözlerle bakmak yerine kanamanın durmasıyla bezi geriye çekip bir kenara bıraktım. Elime aldığım pamuğa tentürdiyottan damlatırken ellerimin titremesine engel olamıyordum. Yaranın etrafını yavaşça temizlerken yüzüne kısa bir bakış attım.

Başını eğmiş bir şekilde ellerimi izliyordu.

"Kimsin sen? Devlet binasını falan mı bombaladında bir günde sana iki kere kumpas kuruyorlar? Terörist misin yoksa? Devlet düşmanına yardım etmek prensiplerimde yok baştan söyleyeyim."

 

Histerik bir şekilde güldüğünü işittim.

"Sadece, şanssız bir adamım." Dedi kısık sesiyle.

Yarayı temizlediğim pamuğu bırakıp çantanın içinden bulduğum antibiyotikli merhemi çıkardım.

Rahat sürebilmek için pozisyonumu değiştirip başımı biraz daha eğerken saçlarımı geriye itiyordum ki bana yardım etmek amaçlı elini saçlarıma uzattığında hafifçe vurarak geri çektim.

Parmak uçlarıma sürdüğüm merhemi yarasının içine masaj yaparak nazikçe uyguladığım sırada içimden kendime küfürler sıralıyordum.

"Şaka gibi ya," diye söylendiğim sırada bunu dışımdan söylediğimi onun sorusuyla fark ettim.

"Ney şaka gibi?"

 

Merhemi uygulamayı bitirdiğimde sargı bezini yaranın üstüne yapıştırdım ve derin bir nefesle geriye çekildim.

"Şu an yaşadığım durum." Dedim bozuntuya vermeden.

Beni sessizce dinliyordu.

Geriye çekilip sırtımı duvara yasladım.

Yorulmuştum.

Bu kadar şeyin üst üste gelmesi beni ruhsal olarakta yormuştu.

Gözlerimi kapatıp aslında bu zamana kadar uyuduğumu ve gözlerimi açınca son iki haftanın bir rüyadan ibaret olduğunu düşledim.

 

"Çocukken karnımdan bıçaklanmıştım." Dedim fakat bu cümleler o kadar istemsizce dökülmüştü ki ağzımdan, kendime şaşırmıştım.

 

"Devlet binasını mı bombaladın yoksa?"

Diyerek bana benim laflarımla nispet yaptığında güldüm.

İçmemiştim ama sarhoş gibi hissediyordum.

Belkide içtiğim meyve suyu değildi.

 

"Hayır, bunu bana sevdiğim kişi yapmıştı." Dediğimde bir şey söylemedi. Sessiz kaldı bir süre.

 

"Pisliğin tekiymiş."

 

"Öyleydi."

 

"Nasıl tedavi oldun?" Dediğinde bakışlarımı yüzüne çıkardım.

 

"Kendi kendime," dediğimde kaşları havalandı.

"Ben genelde, kendi başıma hallederim böyle şeyleri." Bir süre sesiz kalıp kafamı kaldırdım. "Doğruyu söylemek gerekirse genelde yardım edecek kimsem olmaz. İlk defa bıçak yarasına o zaman şahit olmuştum." Yarasını işaret edip "benimki daha derindi ama geçti."

 

Sessiz kalmaya devam etti. Etrafın loşluğumdan nasıl baktığını göremedim.

Boğazımı temizleyerek oturduğum yerden ayağa kalktım.

Kesinlikle içtiğim şeyin içinde sandığımdan başka bir şey vardı çünkü ben kimseye anlatmadığım bir sırrımı bu yabancıya anlatmıştım.

Asena bile bilmezdi benim en derin yaralarımı.

 

"Neyse, umarım seni tedavi ettim diye peşime mayfa kılıklı insanlar takılmaz. Belalı bir tipe benziyorsun." Dedim ona ters bir şekilde bakarak.

Biraz daha iyi görünüyordu.

"Sandığın kadar belalı değilim ve seni temin ederim, mafya kılıklı insanlar peşine takılmayacak."

 

"Yaranı yine de bir doktora göster. Mikrop kapmaz şu an ama bir kaç dikiş atılması gerekiyor canını çok yakar. Kendine iyi bak, umarım bir daha karşıma çıkmazsın." Diye cümleleri sıralayıp kapının önünden çekilmesini sağladım.

Gülerek bakmasına gözlerimi devirdiğim için daha çok güldü fakat bu yine canının yanmasına sebep oldu.

"Görüşürüz cadı kız."

Umarım görüşmeyiz mafya kılıklı adam...

Kapıyı çarpıp çıktığımda onu orada tek başına bıraktım. Ben insanlık görevimi yapmıştım sonuçta.

Elimi cebime attım fakat cebimin olmadığı fark etmemle söylenerek adımlarımı hızlandırdım. Ceketimi masada bırakmıştım ve telefonum ceketimin cebindeydi.

Umarım beni bırakıp gitmek gibi bir hata yapmamışlardır.

Oflayarak uzun koridordan geçip oturduğumuz yere ilerlediğimde masada sadece uraz ve bir kızı görmemle kaşlarımı çattım.

İkisi de kendinde görünmüyordu.

İlerleyip ceketimi alırken urazla göz göze geldik.

"Herkes nerde?" Diye sordum yüksek sesli müzik yüzünden bağırarak.

 

"Asena çok içti, oğuz eve götürdü o yüzden. Bizimkilerde tek tek dağıldı, kim bilir hangi allahın deliğine girdiler."

 

Kafamı anladığımı belirtircesine salladım.

"O zaman bende gidiyorum. Size iyi eğlenceler."

Çantama uzanırken elimin üstüne kapanan elle duraksadım ve anında kaşlarımı çattım.

 

"İstersen," dedi bana yaklaşarak. "Seni eve bırakabilirim."

Bakışlarındaki rahatsız edici hisle elimi sertçe çekip çantamı koluma taktım.

Midem bulanıyordu.

"Gerek yok."

 

Arkamı dönüp bir an önce buradan çıkmak için sert adımlarla çıkışa yürüdüm.

Girişteki bodyguardlara bir bakış attıktan sonra telefonumdan saate baktım.

Neredeyse gecenin üçüydü.

 

"Şey," diyerek arkamı döndüm kapıda bir nazi askeri gibi duygusuz yüz ifadeleriyle dikilen adamlara.

"Acaba benim için bir taksi çağırabilir misiniz?"

 

"Bu saatte bütün taksiler dolu oluyor," eliyle ramazan pidesi kuyruğu misali uzun sırayı gösterdi. "Hepsi taksi bekliyor. Sıraya girmelisiniz."

 

Omuzlarım yenilgiyle çöktüğünde, az önceki urazın teklifini kabul etseydim ne olurdu diye düşündüm fakat amacını bildiğimden bu düşünceye yüzümü buruşturdum.

Ne yapacağız artık, tabana kuvvet.

 

Buraları iyi bilmiyordum fakat ana caddeye çıkarsam ve bir otobüs durağı bulabilirsem evime dönebilirdim.

İyice soğuyan havayla ceketime sarıldım.

Yürü yürü, yol bitmiyordu sanki.

Ah asena ah...

Bu gün yaşadığım saçmalıkları düşününce hafızamdan silmek istediğim günler arasına bir gün daha eklenmişti.

Soğuk havayı içime çekip yürümeye devam ettim. Biraz fazla uzun sürse de sokak lambasının aydınlattığı bir durak bulmuştum.

Beş dakika geçti geçmedi, otobüs durağında oturuyordum. Gecenin bir vakti böyle tenha bir yerde tek başıma olmak beni ürkütse de kimsecikler olmadığı için biraz daha rahat hissediyordum.

Bazen insanların olmadığı yerler daha güvenliydi çünkü.

 

Çocukken en çok insanlardan korkardım, hayaletlerden değil.

Çünkü en çok onlar zarar vermişti bana, en çok onlar olmuştu kabuslarımın başrolü.

Bir kaç hayaletin bana insanlar kadar zararı olmazdı herhalde.

Başımı eğmiş bir şekilde oturduğum yerde ayaklarımı izlerken araba sesiyle kafamı kaldırdım.

Tanıdık bir araba tam önümde yavaşlayarak durduğunda çatık kaşlarımı daha çok çattım. Tanıdık beyaz porsche...

 

"Yok artık," diye mırıldandım kendi kendime.

Camı yavaşça açılınca görüş açıma giren ilk şey mavi gözleri oldu.

Yine parlıyorlardı.

 

"Ne yapıyorsun burada?" Diye sordu hemen. Beni baştan ayağa süzerken son olarak yüzümde gezindi bakışları ve benim gibi kaşlarını çattı.

 

"Otobüs bekliyorum."

 

Tek kaşını kaldırdı.

"Bu saatte?"

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

 

"Bu saatte buradan otobüs geçmez, atla arabaya."

Asla itiraz etmeden ayaklandım ve utana sıkıla bindim arabasına.

Bana son bi bakış atıp gaza bastı.

Ellerimle oynarken ona baktığımda yorgun görünüyordu.

 

"Sen bu saatte burada ne yapıyordun?" Diye sordum kendime engel olamayarak.

 

"İşim vardı." Dedi kısa ve net bir cevapla.

Onun gibi "bu saatte?" Diye sormam onu güldürmüştü.

Bakışları tekrar bana kaydığında ciddileşti, kafasını yola çevirip tekrar bana döndüğünde

"Sen adam öldürüyordun galiba." Dedi.

 

"Ha?"

 

Gözleriyle beyaz gömleğimi işaret etti.

"Kan lekesi var. Bir yerini mi yaraladın?" Dedi hızlıca beni süzerken yaramın nerede olduğunu kontrol ediyor gibiydi, ama yanlıyordu. Bu kan bana ait bile değildi.

 

"Ha, şey...bana ait değil bu." Dedim dürüstçe.

 

"Ne?"

 

"Kimseyi öldürmedim ama uzun hikaye. Hatta anlatmasam daha iyi olur çünkü hayatım tehlikeye girebilir." Yarı alaylı sözlerimle ona döndüğümde ciddi bakışları karşısında utandım.

 

"Başın belaya mı girdi yoksa?" Bunu öyle bir yüz ifadesiyle sormuştu ki, sanki başımın belada olduğunu söylersem o belayı bulup ortadan kaldıracaktı.

 

"H-hayır," dedim bir an onun ifadesinden ürktüğüm için kekeleyerek.

"Hayır hayır, öyle bir şey değil. Her neyse boşver."

 

Beni rahatsız ettiğini fark etmiş olacakki daha fazla zorlamadı.

Araba boş yolda kayar gibi hızlıca ilerlerken sessizlik kapladı içeriyi. Asenayla geldiğimizde yol bu kadar uzun sürmemişti.

Şimdi nerdeydi acaba? Umarım ozan onu evine bırakmıştır.

 

Poyrazın karşıma çıkmasına şaşırmıştım ama bir yandan da sevinmiştim. Eğer o olmasaydı belkide sabaha kadar o soğukta hiç gelmeyecek olan bir otobüsü bekleyecektim.

Bu beni ikinci kurtarışıydı.

Bunun için ona teşekkür edeceğim sırada benden önce ağzını açan o oldu.

"Bana olan borcunu hatırlıyor musun?"

 

Bir anda bu konuyu açması beni şaşırtmıştı.

"Elbette." Dedim ciddiyetle. Konuşmanın nereye varacağını merak ediyordum ama o sadece

"Unutma onu." Diyerek beni şaşırttı. Zaten unutacağım bir iyilik değildi.

İstemsizce gülerek önüme döndüm.

"Tamam unutmam."

 

Daha fazla konuşmadık ikimizde.

Onunla sessiz, uzun bir yolculuk huzurlu hissettirmişti.

Tanıdık bir yabancıydı benim için. Bu kadar kısa süre içinde hayatıma dahil olması beni düşündürüyordu bazen, çünkü kimseye daha önce bu kadar çabuk adapte olamamıştım. Ve itiraf etmeliyim ki, bu beni biraz korkutuyordu.

 

 

Loading...
0%