umarım beğenirsiniz yorum yapmayı unutmaylım ......
"Sevgili komutanım,
"Artık hayatı bırakmak, ölüme sığınmak gerekiyor. Bunun nedenlerini şimdi şu satırları yazarken tamamıyla açıklayabilecek durumda değilim. Kafama üşüşen karanlık düşünceler arasında bunaldım. Kurtuluşu ölümde arayacağım......Çok acı çekiyorum. Bu ölüm kararına adım adım nasıl sürüklendiğimi ilişik defterde okuyacaksınız. Karmakarışık, kırık dökük yazdım. Siz anlarsınız. Beni bağışlayın aziz komutanım, elveda!
Esir Şehrin İnsanları
Kemal Tahir
3 saat önce
Korkut, iğne yapan adama hissiz gözlerle bakıyordu.Kolunu kıprdatma süresi bile ona bir asır gibi geliyordu. Adam, iğneyi yapıp gitmişti;
Kardelen ve Mihri’yi yalnız bırakmamalıydı; bu düşünce aklında sürekli dönüp duruyordu. şartlar onu zorluyordu. İçini bir huzursuzluk kaplamıştı, . Onlardan ne kadar uzaklaşırsa, havadaki oksijen miktarının azaldığını hissediyordu. Her nefes alışında, boğazında bir düğüm oluşuyordu.
Kardelen ve Mihri’yi kör noktası olarak görüyordu; hayatının tam ortasında, ona en çok ihtiyaç duyduğu anda karşısında beliren bir gölge gibiydiler
ringe çıkmadan önce soyunma odasında öylece durmuştu. Göğsü, kalbinin hızlı atışlarıyla doluydu; adeta boğuluyormuş gibi hissediyordu. Zihininde dönen düşüncelerle baş edemiyordu. Ne yapmalıydı? Serdar’a güven olmazdı. Eğer ringde başına bir şey gelirse, anlaşmaya uyar mıydı
onun için her şey tehlikeli bir denge üzerindeydi. Mihri’yi tehlikeye atamazdı.
“Ya Kardelen?” diye düşündü. Eğer ona bir zarar gelirse.... ne hisedeceğini bilmiyordu
kalbinde bir ağırlık vardı; Kardelen’i düşündükçe bu yük daha da ağırlaşıyordu.
Ona bilerek kötü davranmak zordu; uzak durmak ise kendisini iğrenç hissettiriyordu. Kardelen’in canını yakmak, midesini bulandırıyordu. Zaman zaman öyle bir hisse kapılıyordu ki, duvara kafa atma isteği bile doğuyordu, Kardelen’in acı verdiği her saniye için.
Kardelen’in gözlerinden dolan yaşları görmek istemiyordu. O gözyaşları, Kardelen’in hak ettiği birer damla değildi; daha güzel duygulara layık olduğunu düşünüyordu. ona hak ettiği gibi davranmamıştı
Nedensizce kontrol mekanizmasını kaybetmişti; vücudu, sanki sinir dalgalarıyla kaplanmış gibiydi. Eskiden böyle bir adam değildi;
. Kardelen’in onu düşünüp bir şeyler yapmasını çok seviyordu, ama yine de kalbini kırdığı o günü düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.
kriz geçirdiği gece onun için gözyaşı dökmüştü; birinin onun için ağlaması, değersiz hayatında değerli bir an yaratmıştı. Ona bağırmış, sinirlerine hâkim olamamıştı. "Neden kendimi tutamıyorum ki?" diye ağzından istemsizce dökülüverdi sözler
Söylediği her sözden, her kelimeden pişmandı, ama artık çok geçti. Kardelen’e bakmak için gözlerini ona çevirdiğinde, içinde af dileyen bir yakarış vardı. Ama Kardelen ona bakmadı; bakmaması için çok sert bir uyarıda bulunmuştu çünkü. Oysa Kardelen ona yalnızca şefkat vermiş, koşulsuz bir sevgi sunmuştu. O ise bu sevgiyi büyük bir hırçınlıkla geri itmişti.
Ne yaparsa yapsın, o gözlerin bir daha ona bakmayacağını biliyordu. Kardelen’in kalbini geri dönülememz bir biçimde kırmıştı.
sözlerinin ona ne denli zarar verdiğini görmek, içinde derin bir pişmanlık yarası bırakmıştı. Şimdi, sözcüklerin gücünün farkında olmanın acısıyla baş başaydı; zamanın geri alınamayacağını bilmek onu içten içe kemiriyordu.
Kardelen'e dünyadaki en değerli varlık olduğunu hissettirmek istiyordu, ama buna cesaret edemiyordu. Ona yaklaşırsa, ona alışırsa ne yapardı? Aklında hep ablasının söyledikleri yankılanıyordu: "Sende yaşa, Korkut..." Belin’in hıçkırıklarla dolu sözleri, Korkut’un zihnine kazınmıştı. "Benim çektiğim acıyı sen de yaşa..." Sesi titriyor, her sözcükle biraz daha yıkılıyordu. Gözlerinden dökülen yaşlar hiç durmadan akıyordu. "Benim çektiğim acıyı, Korkut... İçimdeki bu boşluğu, bu ıstırabı, sende yaşa..."
Ablasının bu sözleri, Korkut’un neden birini kendinden uzak tutması gerektiğini net bir şekilde anlamasını sağlıyordu.
Kardelen’e ne kadar yakın olursa, acıyı da o kadar derinden hissediyordu. Sonuçta, bu durum Korkut’u Kardelen’in gözünde duygularını umursamayan, kayıtsız bir adam gibi göstermeye başlamıştı. Ne kadar yaklaşsa, o kadar uzaklaşıyorlardı; her adımında duygularını daha da bastırıp, mesafeyi büyütüyordu.
Kriz geçirdiği o karanlık geceleri hatırladı. O anlarda, sığınmak için hep ablasına koşmak istemişti; ablası onun gözünde adeta bir anne gibiydi. “Annemiz gibi saçımı okşasan, abla, ne olur,” dediğinde, içindeki o derin acı bir anlığına dinmiş gibiydi. Ancak hemen ardından ablası Belin, beklenmedik şekilde acımasız sözler sarf etmişti:
“Umarım elde ettiğin tüm sevgiler hep yarım kalacak şekilde sonlansın,” demişti. Bu sözlerin yarattığı yara, Kardelen’in kalbinde hâlâ tazeydi. Bu anları hatırladıkça, Korkut’un kalbi sanki bir yerden açılıyor ve içine iğneler saplanıyormuş gibi hissediyordu. Belin’in o sözleri, onun zaten derin olan yaralarını yeniden açmıştı.
Korkut'un hayatındaki her şey, sevdiği ve aşık olduğu her şey yarım kalmıştı. Mesleği, ailesi... Şimdi ise Kardelen ve küçüğü . Onlara zarar geleme düşüncesi kalbine iyi gelmiyordu
Ablası, sevme hakkını elinden almıştı. Artık ablasını annesi gibi görmemesi gerektiğini anlamıştı. O güven, o bağ tamamen kopmuştu. Temelli kaybetmişti ve aralarındaki tek bağ, sadece aynı kanı taşımalarıydı. Korkut için bu kopuş, derin bir yara bırakmıştı ama artık bunu kabullenmek zorundaydı.
Aile dediği şeyin sadece bir isimden ibaret olduğunu acıyla fark ediyordu.
Kimsesiz kalmıştı; çevresindeki insanların nefretini kazanmak, bir zamanlar onu mutlu etmişti.
Ama sonrasında, derin bir yalnızlık duygusuyla baş başa kalınca, kendi eliyle yarattığı yalnızlığa küfür etmişti. O yalnızlık ona ağır geliyordu . Belki de onu en çok yaralayan, merak edilmemek duygusuydu.
Kardelen’in kendisinden iğrendiğini hissetmek, Korkut’u içten içe yaralıyordu. Davranışlarından, bakışlarından
“Sanırım onu kazanmadan kaybettim,” diye düşündü. Bu, kendisi için bir kayıp ama Kardelen için bir kazançtı.
Her geçen gün Kardelen’in yanında durmanın verdiği mutluluğu kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda onun gözünde kaybolmuş olmanın ağırlığını da taşıyordu. Yalnızlık, ona bir ceza gibi geliyordu ve Korkut, artık nefretiyle beslediği hayatından kaçmak istiyordu
. Saçlarını annesinden sonra tek isteyerek okşayan kişi olan Kardelen’e teşekkür etmeyi unutmuştu.
Belki de teşekkür etme şansım hiç olmayacak, diye düşündü. Bu düşünce içini acı bir boşlukla doldurdu. Kardelen eğer geçmişi öğrenirse.......
Eğer Kardelen de ablası gibi ona beddualar eder, sonunda tüm kapılarını kapatırsa ne yapardı? Kardelen’in nefretiyle yüzleşmek, onun en korktuğu şeydi. Bu düşünce içini sıkarken bir an kendine gülümsedi. “Hayır, Kardelen bunları yapmaz,” diye mırıldandı. Kardelen’in yapısı, adalet ve kurallar üzerine kuruluydu. Öfkelense bile, küçümseyip lanet etmek yerine, olayları adil bir şekilde yargılar, her şeyi kurallarına göre yapardı.
Ama yine de Kardelen’in biraz çılgın olduğunu düşünüyordu; özellikle sinirlendiğinde tam bir çatlaktı. Kendi kendine konuşurken onu izlemek ise hem şaşırtıcı hem de eğlenceliydi. Kardelen’in bu delice halleri bazen Korkut’u güldürüyor, bazen de biraz ürkütüyordu.
İçinden, "Keşke Kardelen’i hayatlarına hiç dahil etmeseydi," diye geçiriyordu. Kardelen uzaklardayken her şey daha kolay, daha az karmaşık görünüyordu. Eğer buradan sağ çıkabilirse, Kardelen’den Mihri’yi de alıp gitmesini isteyecekti. Ne kadar erken ayrılırlarsa, Kardelen ve Mihri o kadar güvende olacaklardı.
Artık ölmekten korkmuyordu. Mihri’yi emanet edebileceği birinin varlığı, içindeki karamsarlığı silip atmıştı. Zaten en başından beri plan buydu; Kardelen’i hayatına dahil etmesinin asıl sebebi, bir gün başına bir şey gelirse Mihri’yi emanet edebileceği güvenilir birine sahip olmaktı. Kardelen’e güveniyordu. Kardelen, Mihri için adeta bir sığınak, güvenli bir limandı.
Ablasına güvenmiyordu; çünkü o, kızının gözü önünde intiharı düşünecek kadar derin bir zihinsel sarsılma içindeydi. Kardelen olmasaydı, Mihri’yi kime emanet edebilirdi ki? Ablası, annelik duygusundan yoksundu ve bu gerçek, Korkut’un içini kemirip duruyordu. Kardelen ise ablası gibi değildi. O, hayatın karşısında güçlü durmayı bilen biriydi; Mihri’nin yanında olması, ona güven duygusu veriyordu.
Kardelen’le ilk karşılaştığı günü hatırladığında içini tuhaf bir huzursuzluk kapladı O gün tesadüf değildi; bilerek o yoldan geçmişti, çünkü zihninde takılıp kalmıştı kadın. Yüzünde acıyla karışık bir gülümseme vardı, çünkü her ne kadar kendine itiraf edemese de, onu tekrar görmek istiyordu. O güne kadar, aldığı ilaçlar olmadan kalbinin bu kadar hızlı attığını hatırlamıyordu. Ama işte o an, kalbi kontrolsüz bir şekilde çarpıyordu, sırf okul bahçesinde daha önce uzaktan gördüğü o kadını yeniden görebilmek umuduyla.
Aslında, o kadını bir daha görmek istemek gibi bir niyeti yoktu başta. Fakat günler geçtikçe, arabasını okulun bulunduğu yöne sürerken buluyordu kendini. Her defasında işlerini bitirip kestirme yolu kullanmak yerine, uzun yolu kullanıyordu , belki teneffüs olur da o dans eden kadını bir kez daha görebilirim diye o yolu seçiyordu. akşam o okulun önünden geçmeye başlamıştı. Kardelen’i gördüğü an, çocuklarla birlikte dans eden o kadını izlemek, onu hayranlıkla çevreleyen çocukların gözlerindeki parıltıyı fark etmek, Korkut’un içinde bir sıcaklık yaratıyordu.
kadının hareketleri, çocukların etrafında dönüp dans edişi, çocukların ona bakışları... Kardelen’in çocuklarla oynarkenki neşesi, dans ederken yüzündeki saf ifade, Korkut’un zihnine kazınmıştı. Çocuklar, onun etrafında toplanıp kahkahalarla ona bakarken, Kardelen’in onlara gösterdiği komik dans figürleri Korkut’un içini gülümsetiyordu. Günün ilerleyen saatlerinde bile boş vakitlerinde o dansları düşünürken yüzünde farkında olmadan bir tebessüm oluşuyordu.
Aşk değildi bu sadece mutlu insanları izlemeyi seviyordu
Serdar’ın mekanından çıkmış, yine o uzun yoldan gitmeye karar verdi "Umarım bugün yine bir dans gösterisi olur," diye düşündü içinden. Arabayı okulun karşısındaki bir yere park etti, Kardelen’i uzaktan görebileceği bir noktaya. İçinden derin bir nefes aldı, "Sakin ol, Korkut," diye kendini telkin etti. Ama sonra saate baktı ve o an fark etti: Geç kalmıştı. Dersler bitmiş, çocuklar çoktan dağılmıştı.
Kalbinde hafif bir hayal kırıklığı hissetti. " Dans eden Kadını göremeyeceğim," dedi içinden. Ama tam o sırada, Kadı okuldan çıktığını gördü. Arabanın kapılsını açıp dışarı adım atmak üzereyken Kardelen’in hali gözünden kaçmadı. Çocukların yanında hep o kadar eğlenceli ve mutlu görünürdü ama şimdi bambaşka biriydi sanki. Omuzları çökmüş, adeta dokunsan ağlayacak gibiydi. Gözlerindeki hüzün, Korkut’un içini acıttı.
""Ne oldu ona? Neden bu kadar üzgün görünüyor?" diye düşündü. O an, zihninde bir karar şekillenmeye başladı. Bir daha bu okulun olduğu yoldan geçmeyecekti. Hüzünlü kadını görmek istemiyordu. Sadece mutlu insanlar görmek istiyordu, çünkü mutluluğu uzaktan izlemek güzeldi.
Kadını böylesine mutsuz görmek... Kendisi zaten mutsuzdu; bir de neşeli görünen birinin altında bu kadar hüzün olduğunu görmek ağır gelmişti. O anda anladı ki, mutsuz insanları izlemeye artık tahammülü kalmamıştı. Kadının yüzündeki hüzün ona çok tanıdık gelmişti. Sanki yıllardır gördüğü, kendi içinde taşıdığı hüzünün aynısıydı. Bu tanıdık his, kalbinde derin bir iz bırakıyordu.Korkut, arabasına bindiğinde kalbinde bir ağırlık vardı. Okuldan uzaklaşırken, düşünceler zihnini esir almıştı neden tam da böyle üzgün olacağı anı bulmuştu?”
Yolda ilerlerken birden dikkatini çeken bir şey oldu: Dans eden kadının arabası kenarda durmuştu. “Ne yapıyor?” diye sordu kendine, yavaşlayarak dikkatle bakmaya başladı. Kadın, bir adamla konuşuyordu ve tedirgin görünüyordu. Sonrasında, arabadan indi ve hiç tahmin edemeyeceği bir şey oldu: Kadın, kollarına gülümseyerek sarıldı. “Kocacığım, çocuklarımın babası, evimin direği!” diyerek ona sarıldı.
Sanırım bu kadın aklını kaçırmıştı. Onu en yakın hastaneye götürmesi gerektiğini düşündü. Bir an önce yardım alması şarttı. Kadının bu davranışı, kafasındaki soru işaretlerini daha da büyütüyordu; kararsız bir şekilde ilerlerken, aklında sadece bu kadına yardım etme düşüncesi vardı.
"Eğer o değilse, başka biri olsa..." diye düşündü. "Her yer tacizci ve sapık düşünceli insanlarla dolup taşıyordu." Kadına kızdığı ilk andı. Bu kadın, onun güvenliğini tehdit ediyordu ve bu düşünce, içinde bir öfke uyandırıyordu. Yardım etmek istemesiyle, bu karmaşık duygu arasında sıkışıp kalmıştı.
Kardelen ile birlikte geçirdikleri bu iki buçuk aylık süreçte eve çoğu kez girmemişti. Kendini rahatsız hissetmemesi ve tedirgin olmaması için sadece bir kez girmişti. Kardelen’in evde olmadığı bir an, Korkut odasının kapısının aralık olduğunu fark etti. Ayakları istemsizce onu odaya doğru çekmişti. İçeri adımını atmadan önce, yaptığı şeyden utanarak geri dönmeyi düşündü. Fakat aniden, düşüncelerini bir kenara bırakıp kendini odanın içinde buldu.
Yatağın yanındaki komodine gözü takıldı. Üzerinde Kardelen ve Yıldırer’in birlikte çekilmiş bir fotoğrafı duruyordu. İkisinin de yüzünde derin bir mutsuzluk vardı; sanki fotoğraf çekilmeden önce ikisi de ağlamış, ikisinin de ruhu ölmüş gibiydi.
Duvara asılmış olan uğur böcekli planlayıcıya göz attı. Her şeyin yerli yerinde olmasına özen göstermişti; tarihleri, hedefleri özenle not almış, gidiş tarihini bile Belin’in durumuna göre sürekli değiştirmişti. Önce on Aralık tarihini işaretlemiş, ardından üzerine bir çarpı atmıştı.
Şimdi gözleri Beş Şubat’a kaydı. O an, kalbinde bir sıkışma hissetti; o tarih yaklaştıkça içine çöken o tuhaf his daha da büyüyordu.
Sonrasında tarihin üzerine bir soru işareti eklenmişti. Planlayıcıya yaklaştı ve gidiş tarihine bir kez daha net bir şekilde baktı. Acaba bu sefer ne zaman gidecekti? Gideceği kesin gibiydi, ama tarih hep belirsiz kalıyordu.
Bu belirsizlik, içindeki sıkıntıyı daha da artırıyor, gitme fikri her geçen gün onu sinirlendiriyordu. Neden sinirleniyordu ki? Eğer gitmek istiyorsa, onu engelleyemezdi. Belki de varlığına alışmıştı; onunla tartışmak eğlenceliydi. Bazen ayarsız tepkileri olsa da Kardelen'in öngörülemez tavırları, hayatına renk katıyordu. Oysa gidiş tarihi yaklaşırken, bu eğlencenin sona ereceğini bilmek onu rahatsız ediyordu.
Kardelen’in ruhu ona bir bahar rüzgarı gibi geliyordu; gidişi… bahar esintisini kaybetmek demekti.
Masada duran kağıtlara baktı; Kardelen’in üzerinde çalıştığı tez konusu, "0-6 Yaş Çocukların Gelişim Düzeyleri"ydi. Bu başlığa göz atarken içten bir gülümseme belirdi yüzünde. Kardelen gerçekten de çocukları çok seviyordu.
Sonra yazdıklarına göz attığında, yabancı dilinin kötü olduğunu fark etti. Cümleler bazen bozuktu ve bazı kısımlarda düzenleme yapmadan edemedi. Farkında olmada
"Umarım Kardelen fark etmez," diye geçirdi içinden.
Korkut, boş soyunma odasında derin bir nefes aldı. Dövüş zamanı yaklaşıyordu,Kardelen’in söylediği sözleri düşündü:
“Senin gibi bir babadan çocuklar utanır. Senin gibi adamlar baba olma hayalini kurmaya cüret etmemeli.” Haklıydı, sonuna kadar. Korkut, çocuklardan nefret etmiyordu; ama bir çocuğu olursa ondan utanacağı düşüncesi, onu çocuk sahibi olma fikrinden soğutuyordu. Kendi kanından, canından birine nefret duygusunu hissettirecek bir baba olmak istemiyordu. Kardelen’in bu kadar dürüst konuşmasını seviyordu. Sözleri canını acıtsa da, gerçekti; tıpkı bir ayna gibi Korkut’a kendisini gösteriyordu.
Sevgi arsızı bir köpek gibi sevgi dilenmişti ablasından; şimdi o sevgiyi hiçbir şey yapmadan alınca garipsemişti. Sanırım Kardelen’in sevgisi başına vurmuştu. Uzun süre o kadar sevgiden uzak yaşamıştı ki, kadının yaptığı her hareket ona garip gelmişti. Elinde olsa, Kardelen’in kriz geçirdiği gece ona gösterdiği sevgiyi saklamak isterdi; çünkü o gece ona kadar sevgi ve şefkat göstermişti ki, bu fazlaydı. Bu sevgiyi bir kutuya koyup, ihtiyaç duyduğunda kullanmayı bile düşünmüştü.
Ama aynı zamanda tedirgin olmuştu; ya bu sevgiye bağımlı olursa? Ablasından şefkat dilendiği gibi, ondan da dilenirse, o da ablası gibi nefret ederse, kime gidecekti? Daha da derinlere daldı. Kardelen ona sevgisini verirken, o da ona vermek istiyordu ama yetmezdi. İçinde o kadar az sevgisi vardı ki, kendine yetecek kadar sevgisi vardı. Ölmemek için içinde tuttuğu bir gramlık sevgi, Kardelen’e az gelirdi. Ya kendisine verdiği sevgiyi geri alırsa, ne olacaktı sevgi korkusu düşüncelerini esir almıştı
Nezarethanede, Yıldırer'in kardeşi olduğunu öğrendiği an, Korkut'un içini soğuk bir ürperti kaplamıştı.
Onunla arasına mesafe koyması gerektiğini biliyordu. Abisinin ölümüne neden olmuştu ve eğer bunu bilseydi, tıpkı ablası gibi ondan iğrenirdi. O gün tek başına arabasında ağlamıştı; kimsenin görmediği o anlarda, ona nefretle bakacak birinin karşısına çıkmış olmanın utancı içini kemirmişti.
.Yıldırer'in ölümü, ona karşı beslediği duyguları daha da karmaşık hale getirmişti. Her geçen gün bu sırrı saklamak, ona bir yük gibi geliyordu. Hem suçluluk hem de öfke, içinde birbirine karışmıştı. O gün arabasında ağlarken, sadece geçmişiyle değil, geleceğiyle de yüzleşmek zorunda kaldığını hissetmişti.
Hayatta ne planladıysa tam tersi olmuş, her şey hep yarım kalmıştı. Şimdi Kardelen’e olan duygularının da yarım kalacağını derinden hissediyordu. Birlikte uyudukları o geceyi hatırladığında, gözyaşları kalbini dağlar gibi olmuştu. Kardelen uyuduktan sonra, yapmaması gereken bir şey yapmış ve boynunu öpmüştü. Bu düşünce, içini derin bir suçlulukla doldurdu. Onun izni olmadan öpmek... Kendini kötü hissetmişti, çünkü buna dayanamamıştı. Kardelen, o kadar güzel ve o kadar merhametliydi ki, onun kalbini acıtan her şeye düşman oluyordu.
Ama asıl acıtan, kendisinin de şimdi aynaya bakmak istemeyeceği birine dönüşmüş olmasıydı. İçinde kötü bir his vardı; aldığı doz, sanki öncekiler gibi değildi. İçi yanıyordu, nefesi düzensizleşmişti. "Dayan, dayan Korkut! Ölme şimdi, ölme..." diye fısıldadı içindeki sesi. Şimdi ölmek zamanı değildi.
. Kardelen'e olan duygularının da bu kadar karmaşık bir hale gelmesi, içinde bir kırılma yaratmıştı. Ancak yine de, Kardelen’in ona gösterdiği şefkat ve sevgi, onu hayatta tutuyordu. Yalnızca bu his, onu devam etmeye zorluyordu; ama içindeki karmaşa, onu her geçen gün daha da yavaşlatıyordu.
Serdar'a güvenen kafanı sikeyim o it! Onlara kötü bir şey yaparsa, sözünü tutmazsa…”
Korkut, göğsünde biriken ağırlıkla nefes almakta zorlanıyordu, sanki göğsüne görünmez bir el bastırıyordu. Cebindeki telefonu titreyen elleriyle çıkardı, ezbere bildiği numarayı tuşlara basarken neredeyse farkında bile değildi. Telefon birkaç kez çaldı, ardından tanıdık bir ses karşılık verdi. Ancak karşıdaki adamın sesi şaşkın ve gergindi; Korkut’un yıllar sonra onu aramış olması inanılır gibi değildi.
“Güney…” Korkut’un sesi boğuk, derin ve sanki bir uçurumdan yankılanıyormuş gibi soğuktu. “Yardım et.”
Güney bir an afalladı. Korkut’un kendisinden yardım istemesi, yıllar süren sessizlikten sonra beklenmedik olandı : Bir sorun mu var?”
Korkut, derin bir nefes almaya çalıştı ama hava ciğerlerine dolmuyor. Gözlerini kapattı, derin karanlığın içine bir adım daha atar gibi. “Çok büyük bir sorun var,” dedi, sesi kırık döküktü . “Ben... ben artık dayanamıyorum. Her şey üstüme çöküyor... Düşünceler... beynimi ele geçirdi. Zihnim beni yiyip bitiriyor. Kendimi kontrol edemiyorum.”
Korkut’un sesi gittikçe çatallaştı . Gözleri kanlanmış, yorgunluktan ve stresten damarları belirginleşmişti. Sanki yılların yükü bir anda omuzlarına çöküp bedenine saldırıyordu. Nefes almak her geçen saniye daha da zorlaşıyor . Ellerinin titremesi durmadı.
Telefonun diğer ucunda Güney, Korkut'un nadiren böyle konuştuğunu biliyordu. Onun gibi bir adamın bu denli çaresiz kaldığı çok enderdi.
“Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu Güney, sesi soğukkanlı görünmeye çalışsa da tedirginliği belli oluyordu.
Korkut, odadaki karanlığa baktı, sanki her şey daha da bulanıklaşıyordu. Yalnızlık, pişmanlık, karanlık, geçmişin gölgeleri... hepsi birbirine karışıyordu. Kendini kapana kısılmış hissediyordu, kaçacak bir yeri yoktu
“Bir yolunu bulmalıyız,” dedi sonunda, sesi neredeyse fısıltıya dönüşmüştü. “Yoksa ben... daha fazla devam edemem.”
sadece sessizlik kaldı. Ve o an, Korkut fark etti ki, gerçekten tükenmişti. Gözlerini kapatırken, içinde yılların biriktirdiği yük daha da ağırlaşıyor, nefes almak bile ona bir işkence gibi geliyordu.
“Dur oğlum... ne bitmesi? Neler diyorsun sen?” Güney'in sesi endişeyle doluydu. O yıllardır tanıdığı Korkut'un bu halini hiç görmemişti. Her zaman güçlü, sessiz ve kendi içinde derin bir deniz gibiydi Korkut. Ama şimdi, o deniz fırtınalarla dolmuştu ve her dalga onu daha da batırıyordu.
“Bitiyor, Güney,” dedi Korkut, sesi derindi . “Bu sefer gerçekten bitiyor.”
Ne demek bitiyor?, Korkut. Kendine gel!” Güney, sesiyle onu ayakta tutmaya çalışıyordu. Fakat Korkut, omuzlarındaki yükle baş edemiyordu artık. Sanki her şeyi yutmak üzere olan bir girdabın içine sürükleniyordu.
Korkut, derin bir nefes almaya çalıştı ama boğazına düğümlenmiş bir şey vardı, sanki konuşmak bile onun için büyük bir işkenceydi. “Haklıydın, Serdar beni bir köşeye sıkıştırdı. Mihriban’ı ve Kardelen’i kaçırdı.”
“Kardelen mi? O kim?” Güney'in sesi bir anlığına duraksadı. Bu isim Korkut’un hayatında daha önce hiç duymamıştı.
Korkut, o an tüm dünya durmuş gibi derin bir nefes aldı. Kardelen. O ismi dile getirmek bile içini sızlatıyordu. Kim olduğunu kendine defalarca sormuştu, bu kadının onun için ne ifade ettiğini. Ama cevabı hep kaçamak olmuştu.......
Can dostunun kardeşi mi? Hayır, sadece o değildi. Bundan çok daha fazlasıydı. Kardelen’in varlığı, Korkut’un karanlığında baharın gelişi gibiydi . Ama bunu kabul etmesi zaman almıştı. Ona gelen bu bahar ile ne yapacağını bilmiyordu.
“Kardelen kim, Korkut?” diye tekrarladı Güney, sesi bu sefer daha dikkatliydi
Korkut derin bir nefes aldı, göğsü daralıyor, konuşmak zorlaşıyordu. Ama bu sefer kaçacak yer yoktu. “Güney… Sen anlarsın,” dedi boğuk bir sesle. “Yani... o Kafamda karışıklık yaratan kişi. .. bilmiyorum, ne olduğunu anlamıyorum. Ama sanırım… sana olan şey bana da oluyor. Ya da çoktan oldu bile.”
Korkut telefonun diğer ucunda, derin bir nefes aldı. Kardelen’in adını anarken bile kalbi titriyordu.
Güney, Korkut’un bu halini anlıyordu. Onu yargılamıyor, sadece acısını paylaşıyordu. Güney bir süre duraksadı, kelimeleri dikkatlice seçmeye çalıştı.
Ama sessiz kalmak da bir seçenek değildi. O an, dostunun ihtiyacı olan şey, gerçek bir tavsiye, belki de onu sarsacak bir söz, bir ışık yoluydu.
“Bak,” dedi Güney, sesini yumuşatarak, ama kelimelerinde gizli bir ciddiyet vardı. “Sana bir şey söyleyeyim... Bu işin kaçışı yok. İlk başta inkar edersin, hatta kendini bu işten çekip kurtulabileceğini sanırsın. Ama gerçek şu ki, bir kere kapıldın mı, artık kaçış yok. Önce onu reddedersin, sonra gün gelir köpek gibi kabul edersin.”
Korkut, Güney’in söylediklerini sessizce dinliyordu, başını ellerinin arasına almıştı. Güney’in her kelimesi içindeki düşünceleri daha da belirgin hale getiriyordu. Bu, kaçınılmaz bir sona doğru ilerleyen bir yoldu. Kardelen’i hayatından çıkarmaya çalışsa bile, ondan vazgeçmenin imkansız olduğunu derinlerde bir yerde biliyordu. Ama işte, bu düşünceyi kabul etmek en zoruydu.
Güney konuşmasına devam etti. “Sonra ne olur biliyor musun? Mal gibi davranmaya başlarsın. Ne yapacağını bilemezsin. Kalbin ikiye bölünür, bir yanı onu sahiplenmek ister, diğer yanı ondan kaçmak. Ve bu kaçış seni yavaş yavaş zehirler. Bütün benliğini ele geçirir. Artık ondan başka bir şey düşünemez hale gelirsin.”
Korkut’un gözleri hafifçe kapanmıştı.
her cümle kalbine bir ok gibi saplanıyordu. Kardelen... O kadar derin bir etki bırakmıştı ki, Korkut ne zaman onu düşünse içi sızlıyordu. Bir yandan Kardelen’in yanında olmak, ona yakın olmak istiyor; diğer yandan ona zarar vermekten, onun hayatına karanlık bir gölge gibi düşmekten korkuyordu.
“Ve işte,” diye devam etti Güney . “O zehrin seni tamamen ele geçirdiği bir an gelir. Ölmek üzere olduğunu sanırsın, ama tam o anda fark edersin ki, ona muhtaçsın. Onsuz yaşayamazsın. Ve o zaman işte, ondan panzehir dilenmeye başlarsın. Onun sevgisi senin tek kurtuluşun olur. Ondan uzak kalmak seni öldürür, yanında olmak ise seni hayata bağlar.”
Korkut derin bir nefes aldı, gözleri kararmış, elleri titremeye başlamıştı. İçinde hissettiği bu duygu, onu yutacak gibiydi. Güney’in söyledikleri gerçekti, her kelimesi.
“Beni çok güzel rahatlattın, sağ ol,” dedi Korkut, sanki acı acı gülümser gibi oldu .
Güney, her zamanki rahat tavrıyla hafifçe gülümsedi. "Her zaman dostum, senin için ne gerekiyorsa yaparım, bu kıyağı kimseye yapmam. Sadece sana özel
-
Güney, arkadaşının sesizliğine rağmen tekrar konuışmaya devam etti “ Şimdi bana dürüst ol, onu gördüğünde ne hissediyorsun?”
Korkut, gözlerinin önüne Kardelen’in yüzünü getirdi. . O an, Kardelen’in ona hissettirdiği duyguyu nasıl tarif edebilirdi ki?
“"Cansız kalbimi bakışlarıyla tekrar canlandırdı," dedi, sesi kısılmıştı "Onu sevmemem gerektiğini biliyorum, çünkü ona verebileceğim bir sevgi yok. kalbim yıllarca donuk kaldı, şimdi ise onunla karşılaştıkça delicesine
-Güney, duyduklarına şaşkınlıkla karşılık verdi.
- "Abi, duyanda Mecnun oldun sanacak. Normal bir aşk işte, herkesin yaşadığı gibi... Ama sen son sürat uçuruma gidiyorsun."
Korkut derin bir nefes aldı, sesine acı bir gülümseme yerleşti.
- "Mecnun mu? Bilmiyorum Güney, belki de şu an Mecnun’dan daha kötüyüm
-"Benim duygularım gerçek. Gerçek olmayan aşk mesnevileri gibi değil. Eskiden rüya görüp görmem benim için önemsizdi ama şimdi uyumak ve rüya görebilmek istiyorum. Çünkü gerçek hayatta onu sevmeye cesaretim yok."
Güney, sessizce dinlemeye devam etti
-"Onu hayallerimde seviyorum, Güney... Gerçek hayatta ona dokunamam. Onu sevdiğim her an, bir adım daha geri atıyorum. . Yasaklı bir sevda bu. Ona her yaklaştığımda, kalbine bir hançer saplıyorum. Ve biliyor musun, her seferinde o hançerin daha derine batmasına izin veriyor. Sanki bana acı çektirmek istiyor gibi."
Korkut’un her kelimesinde içindeki keder hissediliyordu.
- "Kardelen’in yüzü... Bir ayna gibi. Ona her baktığımda, ne kadar berbat bir adam olduğumu görüyorum. Onu seviyorum ama bir yalanın içinde yaşatıyorum .
“Durum vahimleşmeye başlamış. İtiraf et kurtul,delikanlıca anlat ”
Korkut, bu kelimeleri duyduğunda yüzünü buruşturdu.
-Hayır," dedi sertçe. "Durumları düzeltmeden bunu itiraf edemem. Bu ikimizin yıkımı olur, ona bunu yapamam. Belki itirafa gerek kalmaz.
son sözlerini söylerken bile kendisine inanmıyordu. Ama gerçek şu ki, kaçtıkça daha da batıyordu. Ne Kardelen’e uzak kalabiliyordu, ne de onun yanında olabiliyordu. Hangi yolu seçerse seçsin mutsuzluk onu takip edecekti
Güney bir an ne diyeceğini bilemedi.
-Korkut, derin bir nefes alarak telefonu kulağına dayadı. İçindeki kaygılar, boğazında düğümlenmişti.
-İstemiyorum, Güney. Olmasın... Eğer olursa, kafayı yerim,
"Bak, halime. Ben hastayım. Eğer Kardelen'e yaklaşırsa, bu sefer onun ruhunu hasta ederim.yüzünü güldüren adam olmaktan çok uzağım. Onun gözünde iyi anılmak istiyorum ismimi duyunca lanetler yağdırmasını istemiyorum. Kötü bir söz, bir bakış bile katlanamayacağım bir şey. Yapmadığım her şeyin günahını çekiyorum ."
- "Benden geriye ne kaldı? Bir hiçlik. Mutlu olmak istiyorum ama her şey bana yasak. Mesleğim yasak, Kardelen yasak. Kalbimin atışı bile benim elimde değil, Serdar’ın elinde." "Ölümde yaşama da benim elimde değil," dedi, sesi hafif titreyerek. "Başkalarının elinde. Elimde olan tek irade, Kardelen’i sevme iradesi. Ama o da artık elimde değil gibi hissediyorum. Gözlerim kapalı, iradem dışında ona düşünmeye başladım."
-Güney, Kardelen yüzünden aklımla oyun oynuyorum. Kol saatime bakıyorum; gündüz vakti onu düşünmekten dünyevi işlerimi yapamıyorum. Eğer gündüz vakti onun hakkında on dakika düşünmezsem, gece düşünme hakkı veriyorum kendime. Ne kadar acizim, farkında mısın? Sanırım saplanıp kaldım."
Keşke Kardelen’e gerçek beni gösterme şansım olsaydı. Belki o zaman beni tanırdı. Ama her seferinde kendimden kaçıyorum. Her şey üzerimde bir lanet gibi.
Güney, Korkut’un derin acısını hissetti, ama bir şey söylemekte zorlanıyordu.
Korkut, Kardelen ile uyuduğu gecenin sabahında Alparslan’ın uyarılarını hatırladı. “Kardelen’e yaklaşma! Onun yüzüne bile bakma. Umursamaz davran, onunla aynı havayı bile soluma. Eve gelme. Sadece uyumuşlardı, ama o uyku bile yasaklıydı.
Ama o sırada aklı başka yerdeydi; Kardelen, ne zaman ağlayacağını düşünüyordu. Belki ağlarsa, onunla yeniden uyurdu. Yüzünü, gözlerini tekrar hatırladı ve onu şimdiye kadar öpmemiş olmasına şaşırdı. Daha önce bir kadınla öpüşmemişti, ama şu an buradan kurtulma şansı olsa, gidip doğrudan Kardelen’i öperdi. Ya da her şeyi anlatırdı. Anlatsa, acaba inanır mıydı? Alparslan, Belin, timdeki arkadaşları inanmamıştı, o neden inansın ki?
Kardelen’in karşısında çaresiz bir mahkûm gibi hissetti kendini, tüm hislerini anlatma arzusu kalbini daha da sıkıştırıyordu.
Kardelene bunu yapmaya hakkın yok!” demişti alparslan Kardelenin yüzüne yalanlar olmadan nasıl bakabilirdi
Korkut, yüzünü buruşturup derin bir nefes aldı. “Şu an çok boş konuşuyorum, biliyorum,” dedi. “Normalde çenem bu kadar düşmez. Ama konu Kardelen olunca, sabaha kadar konuşabilirim. Onu düşünmeye başladığım an, zihnimdeki kapılar birer birer açılıyor ve kendimi kaybediyorum. Daha önce böyle bir duygu yaşadım mı, kalbim bu duyguya yabancı mı bilmiyorum… ama iyi ki bu duyguyu Kardelen’le keşfettim. Başka biriyle yaşasaydım, bu hisler bana çok yabancı gelirdi.”
-Güney, arkadaşının içindeki bu karmaşayı dinlerken sinirden patlamak üzereydi. "Korkut, sen harbi malsın!" dedi, sesinde alaycı bir ton vardı. "Seviyorsun, hem de delicesine! İçindeki duygular seni de o kıza zehirleyecek. Bu kötülüğü hem kendine hem de ona yapıyorsun. Aşkını bana anlatma, git şu çeneni açan kıza anlat! Beynim şişmek üzere, ulan beynim kazan gibi oldu. sana da aşkına da , ızdırabında!”
Korkut’un kalbi yeniden sıkıştı; bu his Kardelen yüzünden miydi, yoksa aldığı dozun etkisi mi? Emin olamıyordu.
Güney,endişeyle, “İyi misin? Sesin hiç iyi sinyaller vermiyor,” diye sordu.
Korkut, kısa bir süre sessiz kaldı, kalp atışlarını sakinleştirmeye çalışarak. Ama Kardelen’in yüzü, zihninden bir türlü silinmiyordu.
Korkut derin bir nefes almaya çalıştı ama göğsündeki ağrı buna izin vermiyordu. Yorgun bir sesle, “Beni boş ver,” dedi. “Serdar’a güvenmiyorum. Ringe çıksam bile... onları o bataklığa saplanmış halde bırakamam. Kendimle birlikte onları da bu pisliğe sürükledim. Çıkamıyorum, Güney. Eğer benim yüzümden bir şey olursa..onlara . yemin ederim, kafama sıkarım.”
Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oldu. Güney’nin nefes alışı bile duyulmazken, Korkut’un panik dolu nefesi giderek daha kesik hale geliyordu.
"Adamları toplamak zaman alacak... Geliyorum, bir saate konum at," dedi Güney, soğukkanlı ama kararlı bir şekilde.
Korkut’un içindeki fırtına dinmiyordu. "Güney... sana borçlandım..." dedi, neredeyse inler gibi. Elleri göğsüne yapıştı, kalbi delicesine atıyor, nefes almak giderek daha da zorlaşıyordu. Bir kriz kapıdaydı; bedeninin kontrolünü kaybediyordu.
Korkut, boğazına düğümlenen kelimeleri güçlükle çıkardı:
“Güney, bana bir şey olursa... sakla onları. Kimsenin bulamayacağı, hiçbir kötülüğün ulaşamayacağı bir yere…”
Yutkundu, cümleyi tamamlayamadan boğazı düğümlendi. Sözleri dudaklarının arasına sıkıştı, gözleri karardı, nefesi kesildi..
"Onlar sana emanet," dedi Korkut, kelimeleri zorlanarak çıkıyordu ağzından
. Güney sert bir şekilde karşılık verdi, sesindeki öfke ve endişe karışmıştı: "Bana emanet etme, Korkut! Yaşamaya çalış. Ben gelene kadar diren!"
Korkut’un gözleri bulanıklaştı. Son bir güçle, "Tamam..." dedi. Ama kelime sadece bir fısıltıydı. Güney’nin emri kesindi:
Korkut, titreyen elleriyle telefonu kapattı sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Nefesi iyice kesilmiş, göğsündeki ağrı dayanılmaz bir hale gelmiştiGüney'nin son sözleri zihninde yankılanıyordu: "Yaşamaya çalış..."
Güney, en güvendiği adamı Halil İbrahim’i aradı.
-"Halil İbrahim, adamları topla..." dedi, sesi ciddiyetle doluydu.
Korkut, vücudunu kontrol edemiyordu ama bu titremeler umurunda değildi. Akıl ve kalbi yalnızca Kardelen ve Mihriban'daydı.. İğneye alışmıştı; artık o kadar kötü hissetmiyordu ama bu seferki sanki doğrudan kalbine etki etmiş gibiydi. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu.
Ellerine baktığında, daha önce bu kadar titrediğini fark etmemişti; elleri, seksen yaşında bir adamın elleri gibi görünüyordu.Zihni ise, sanki yaşlı insanların geçmişte konuşması gibi sürekli geçmişe gidiyordu.
Sanki olmasını istediklerini yaşıyordu zihni. Kardelen haklıydı; yavaş yavaş tükenmişti. En kötüsü de, tükendiğini hissetmemiş olmasıydı. Yavaş yavaş, hissetmeden alışa alışa tükenmişti. Soyunma odasındaki aynaya baktığında, iğnesinin etkisinde sanki geçmişe gidebiliyordu. Birkaç yıl önce herkesin gurur duyduğu bir insandı. Şimdi ise işe yaramaz, despot bir adam haline gelmişti; kimsenin yakınlık kurmak istemeyeceği, uzak durmak isteyeceği biriydi.
Zihni dalgalandı. Aynada askerlik üniformalı halini gördüğüne yemin edebilirdi; o üniformayı giymeyi ne kadar istemişti! Gerçekleşmişti ama ona layık olmadığını anladığı gün, giymeyi bırakmıştı. Şimdi geri dönmek için geç olmuştu. O üniforma, onun gibi kirli bir insanı istemezdi, değil mi?
O üniforma, hiç kavuşamadığı bir aşk, bir sevgili gibiydi; ömür boyu kavuşmaları imkansızdı. Hala saklıyordu bazen, sanki yeni bayramlık alınan çocuk gibi. Arada bir bakardı
ama sadece bakıyordu , dokunmaya kıyamazdı. Yaptığı her hata, başka bir hayata neden oluyordu. Sanırım bu dünyada mücadele edecek gücü kalmamıştı.
Anılar sarhoşluk yapar mı? Belki de en güvenli yer, o anılar olduğu için mutlu hissediyordu
. Künyesi geldi aklına ; Yıldırer'in mezarına gömmüştü, çünkü sonu aynı yere varacaktı. Hayır, sonları aynı olmayacaktı. Yıldırer daha değerliydi; en şerefli olandı, vatanı için kendini feda eden cesur bir askerdi. kendisine ölüsüne bakılmayacak bir adamdı; ölse şehitlikte ona yoktu. Onu oraya gömmezlerdi; en azından künyesi orada dursun, dostunun yanında. Yıldırer şimdi dirilse künyesini alır fırlatırdı
Canı yanıyordu. Kalbi her “olabilir” derken, beyni “olmaz” derken büyük bir yıkım, çaresizlik içinde kalıyordu .
Hemen gözlerinde gelen belirsiz yaşı sildi. Erkekler güçlüydü , yani babası ona böyle öğretmişti. Babasını hiç ağlarken görmemişti. Onun gibi güçlü olmak isterken şimdi ne haldeydi
. Ölümü, sanki herkesin bildiği bir sırmış gibi geliyordu. Onun parçalarını paylaşmak, bir tür intiharın sessiz çığlığı gibiydi. Herkes, ölüm gününün yaklaştığını biliyor gibiydi; kendisi bile bu güne hazırlanmış gibi hissediyordu. Ölüme hazırlanmak, garip bir hissiyat. Ne fark eder ki? Bir eksik ya da bir fazla...
Kardelen ve Mihriban için en başından her şeyi kabullenmeye hazırdı; ölümü bile. Ama bu, böyle olmamalıydı; zamanı değildi. Elde edilemeyecek, hak edilemeyecek değerli olana asla layık olamayacağını biliyordu. Yaptığı hatalar ve seçimler, onu bu noktaya getirmişti. şimdi “keşke”ler ve “neden”ler, neye yarar ki? Sonuç, hep aynı noktada takılı kalıyorsa...
söylenmeyen sözler bir hikayeyi yarım bırakıyordu. Belki de her şey, tamamlanmak için yarım kalmayı gerektiriyordu; . Çünkü yarım kalmak, kaybetmekten daha az acı veriyordu.
aşkın ağırlığı, kalbini yavaş yavaş eziyordu. Korkut, bu duygunun iğrençliğini hissederken, aynı zamanda onu kalbinde taşımak zorunda kaldığı için çaresiz olduğunu anladı
belki de bazı duygular yarım kalmayı hak ediyordu .....
(Korkut )