@morzamiku
|
Galiba aşığım.Neyse aklımı kaçırdım.Düşünemiyorum, çalışamıyorum, dünyadaki hiçbir şey umurumda değil…işkence çekiyorum, bir an mutluyum, bir sonraki an acılar içindeyim.Yarım saat süresince ondan nefret ediyorum, sonra da onunla on dakika birlikte olabilmek için canımı verecek duruma geliyorum, ne hissettiğimi niçin hissettiğimi asla bilmiyorum, delilik bu! (Sayfa 380 Gece ve Gündüz,Virginia Wool) &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& İki ay geçmişti, Mihriban’ın yanında kalmaya karar verdiğim o günden bu yana. Zaman, bazen hiç geçmiyor gibi hissedilirken, bazen de akıp gidiyordu, göz açıp kapayıncaya kadar. Okullar kapanmış, şehirde bir yaz havası hâkim olmuştu. Bu durgunluk, bana biraz da olsa nefes aldırmıştı. Mihriban'la daha çok vakit geçirme fırsatı bulmuştum. Onunla ilgilenmek, kırılgan ruhuna dokunmaya çalışmak.. için çaba sardediyordum . Ama tüm çabalarıma rağmen, sanki olduğum yerde sayıyordum. Ne kadar yaklaşmaya çalışsam da, o hep biraz daha uzaklaşıyor, beni elleriyle itiyor gibiydi. o küçük kız, gözlerinin derinliklerinde kaybolan bir hüznü taşıyordu. Annesini ne kadar özlediğini biliyordum; bu özlem, geceleri uykusundan feryat figan uyanmasına neden oluyordu. Her sabah, o boş bakışlarının ardında annesinin hayalini gördüğünü hissediyordum. Ben ise elim kolum bağlı, onun bu acısını dindirmek için ne yapacağımı bilemez haldeydim. İçimdeki o çaresizlik, her geçen gün biraz daha büyüyordu. Kalbim sıkışıyor, boğazıma bir yumru oturuyor, nefes almak bile zorlaşıyordu. Bu evde, bu sessizliğin içinde, her şey daha da ağır geliyordu.Bazen sanki burada kalmam, Mihriban'ın ruh halini daha da kötüleştirmiş gibi hissediyordum. Belki de gerçekten kimseye iyi gelmiyordum; ne kendime, ne de çevreme. İçimdeki ışık olmadan kimseyi aydınlatamazdım. Ama yine de, durup sabretmeliydim. Belin ise hâlâ klinikteydi durumunda bir değişiklik yoktu.onu ziyaret ediyordum ama o konuşmuyordu bazen ne konuştuğumu bilmeden sohbet konuları açıyordum beni dinlemiyordu ruhu ölmüştü belinin , tuhaf bir şey fark etmiştim. Korkut’un ismi geçtiğinde, Belin’in yüzünde ani bir irkilme oluyordu. Gözlerinde hüzünle birlikte bir öfke belirmekteydi. Korkut’un adı, sanki derin bir yarayı tekrar açıyordu. .Neden bu kadar öfkeliydi? Ne olmuştu onlara? Bu sorular kafamda dönüp duruyordu. Belin’in sessizliği beni rahatsız etse de, daha çok ilgimi çekiyordu. İçinde yatan bu duyguları anlamak için sabırla beklemem gerektiğini biliyordum Ziyaretlerimden sonra, her seferinde biraz daha yıpranmış hissediyordum. Onunla konuştuğumda, sanki boşluğa konuşuyordum. Gözlerinde bir parça ışık arıyordum, ama nafile… . Bu bekleyiş, bu belirsizlik, ruhumu kemiriyordu. Ama başka seçenek yoktu. Zamanla her şey düzelecek diye umut ediyordum, Bu iki ay boyunca, Korkut’la aramızda neredeyse hiç konuşma geçmemişti. Sanki aramızda görünmez bir duvar örülmüştü; onun her hareketi, bu duvarı daha da kalınlaştırıyordu. Zaten Korkut da pek evde durmuyordu. Evde olduğu nadir anlarda bile, sessizlik birbirimizi boğuyordu. Onunla konuşmak bir işkence haline gelmişti; sanki kelimeler aramızda yankılanıp yok oluyordu. Mihriban dışında neredeyse hiç konuşmuyorduk. Bir şekilde her gün ortadan kayboluyor, gece geç saatlerde eve dönüyordu. O kapıdan içeri adım attığı anda, içimde bir huzursuzluk dalgası yükseliyordu. Onun bu kayboluşları, aramızdaki uzaklığı daha da derinleştiriyordu. Bazen, evin içinde birbirimizi görmemek için çaba sarf ettiğimizi bile düşünüyordum. Adımlarımız birbirine değmeden geçiyor, bakışlarımız bir an için buluşsa bile, hemen kaçırıyorduk. Ama bu kaçamak bakışlar bile, konuşmadığımız her şeyin ağırlığını taşıyordu. Göz göze geldiğimizde, içimdeki düşmanlık tüm gücüyle uyanıyordu. Korkut’un sert, soğuk bakışlarıyla karşılaştığım her an, sanki bir savaş meydanında karşı karşıya geliyorduk. Bana attığı her düşmanca bakış, ruhuma saplanan bir bıçak gibi hissediliyordu. Bu düşmanlık dolu sessizlik, evin her köşesine sinmişti. Onunla karşılaştığım her an, içimde fırtınalar kopuyor, ama hiçbir şey söyleyemiyordum. Ama bu sürede hayatıma yeni insanlar da girdi. Alparslan ve eşi Sena... Alparslan, Korkut’un eski bir arkadaşıydı, Kara Harp Okulu’ndan tanışıyorlarmış. Abimle de tanışıyormuş. Onunla konuşmak, bana bir şekilde güven veriyordu. Alparslan’ın gözlerindeki sıcaklık ve samimiyet, bana abimi hatırlatıyordu. Onun koruyucu tavırları, bende ona karşı bir tür bağlılık hissetmeme neden olmuştu. Korkut gibi sert görünüşlü, ama aslında derinlerde yumuşak bir kalbi olan biriydi. Sena ise tamamen farklı bir dünyadan gibiydi; tatlı, sevecen ve hayat dolu bir kadındı. Onunla her konuşmamda, içimdeki kasvet bir nebze dağılıyor gibiydi. Üstelik Sena, hamileydi. Karnı yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştı. hamilelik dolayısıyla yaşadığı hormonal değişimlerden dolayı zorlansada Alparslan onun yanında olmaya çalışıyordu. Alparslan’ın, Sena’ya duyduğu sevgi ve şefkat, bazen yüzüme acı bir gülümseme yerleştiriyordu. Onların arasındaki ilişki, sanki hayatta hâlâ saf bir mutluluğun mümkün olabileceğini hatırlatıyordu bana. --- Güzel bir pazar sabahıydı. Bugün evdeki çalışanların izinli olduğu nadir günlerden biriydi ve sessizlik, evin her köşesine yayılıyordu. Bu dinginlik içinde, erkenden uyandım, kafamda tek bir düşünce vardı: Küçük inatçı keçiye kahvaltı hazırlamak.Bir yandan mutfakta kahvaltı hazırlarken, bir yandan da kendi iç dünyamda kaybolmuştum. Elimdeki kaşığı bir an için mikrofon gibi kavradım"Ben yaralı kurt, sen kınalı kuzu," diye mırıldandım, sanki bu sözlerde kendimi buluyordum. Gözlerimi kapatarak, melodinin beni sarmasına izin verdim. "Biraz cilve aşkın biberi tuzu," derken yüzüme bir gülümseme yayıldı. "Senin bana gönlün var gibi gibi," diye devam ettim, kaşığı bir kez daha mikrofon gibi kullanarak. Şarkının bu kısmında içimde hafif bir ürperti hissettim. Korkut'un gözlerinde bazen fark ettiğim o derin, yoğun bakışlar aklıma geldi. Bu bakışlar, sanki bana söyleyemediği bir şeyleri anlatmaya çalışıyordu. Birden, arkamda bir hareketlilik hissettim. Korkut’un bakışlarının üzerimde yoğun bir şekilde gezindiğini fark ettim. . Bu bakışlar, gözlerinin derinliklerinde bir sır saklıyor gibiydi. İçimde, bu yoğun bakışların hafif bir utangaçlık da belirdi. Korkut, mutfakta sessizce gözleri adeta üzerime odaklanmıştı. Korkut, birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra, sesinde hafif bir alaycılık olan bir tonla konuştu: "Bana cilve miyapıyorsun? Şarkı söylemekle işini halledemezsin, kahvaltı hazır değil." Gözlerimi kısarak, "Ben mi cilve yapıyorum?" dedim. Sesimde hafif bir meydan okuma vardı. "Dışarıdan bakınca öyle görünüyor olabilir ama bence sen cilve görmemişsin, Korkut." Korkut, bana doğru adım attığında, kalbimin hızlandığını hissettim. Yüzündeki o hafif gülümseme, ne yapacağından emin olmadığım bir anda beni bir anda köşeye sıkıştırdı. Tezgahın arkasında sıkışıp kaldığımı fark ettiğimde, vücudumda bir titreme hissettim. Onun bu kadar yakınlaşması beklenmedik ve bir o kadar da huzursuz ediciydi. Nefes alışlarım hızlanırken, içimdeki karışık duygularla başa çıkmaya çalışıyordum. Korkut’un gözlerinin derinliklerine bakarken, içimdeki her şey alt üst oldu. O keskin, koyu bakışları adeta içime işliyordu. Sesi bir anda alçaldı ve buğulu bir tona büründü. “Göstersene,” dedi, öi, bu kelime yalnızca dudaklarından dökülmemişti, aynı zamanda ruhuma da işledi., beynimde bir anda bir öfke patlaması yaşandı.Kendi kendime, şarkı söyleyip eğleniyordum. ama şimdi Korkut’un bu alaycı tavrıyla karşı karşıyaydım. Onun bu kadar rahat bir şekilde beni köşeye sıkıştırması, tahammül sınırlarımı zorlamaya başlamıştı. İçimde kaynayan öfkeye artık hakim olamıyordum. “Ne saçmalıyorsun sen?” . Sözlerim sertti, sesim beklediğimden daha yüksek çıkmıştı. Gözlerim kızgınlıkla parlıyordu, ama bu kızgınlık sadece ona değil, aynı zamanda bu duruma da duyduğum öfkeydi. Kendimi tuzağa düşmüş gibi hissetmiştim. “Kahvaltı hazırlıyorum burada, Korkut,” dedim, sesimdeki kızgınlık hala geçmemişti. “Sen ise… bu kadar yaklaşmanın anlamı ne? Saçmalıyorsun!” Kelimeler ağzımdan fırlarken, onun niyetini anlamaya çalışıyordum. Bu kadar yakın olmak, bu kadar samimi bir an, ikimizi de bambaşka bir noktaya sürüklüyordu. Ama bunu kabul etmek istemiyordum.Sözlerimle onu geri püskürtmeyi amaçlamıştım, ama o bir adım bile geri atmadı. Onun yerine gözlerindeki o inatçı ve kararlı bakışlarla karşı karşıya kaldım. İçimdeki rahatsızlık, yerini garip bir duyguya bırakıyordu; bu duyguya ne ad vereceğimi bilmiyordum. Korkut’la olan ilişkimiz, zaten yeterince karmaşıktı, ama bu tür anlar işleri daha da içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Kendimi geri çekmek, bu garip yakınlıktan kaçmak istedim ama sanki vücudum beni dinlemiyordu. Korkut’un nefesi tenime değecek kadar yakındı ve bu, kafamda bir dizi düşünceyi tetikliyordu. Bu kadar karışık hissetmemeliydim, ama öyleydim. Onun beni bu şekilde altüst edebilmesi, beni hem kızdırıyor hem de garip bir şekilde çekiyordu. Bu sessizlik, bu gerginlik... İkimizin de içinde kopan fırtınaların arasında, aniden oluşan bir tür bağlantı vardı. Ama bunu kabul etmek istemedim. O an kaçmak, bu belirsizliğin dışına çıkmak istedim, ama kelimeler dudaklarımı terk ederken bile, içimde bir yerlerde onunla bu oyunu oynamak istemediğim gerçeğini bastıramıyordum. Korkut, sözlerime rağmen bir adım bile geri atmamıştı. Tam tersine, sanki söylediklerim onu daha da cesaretlendirmişti. Gözlerindeki o alaycı bakış, sinirlerimi zorlayan ince bir dokunuş gibiydi. Sanki onunla bu küçük söz düellosunda hiç etkili olamıyormuşum gibi hissediyordum. O ise bu durumu eğlenceli buluyor, bu oyunu daha da uzatmaya niyetli gibiydi. Dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz bir gülümseme, içimdeki öfkeyi daha da körüklüyordu. “Saçmalıyor muyum?” dedi, sesinde hafif bir alaycılık vardı, ama aynı zamanda sanki bu durumdan büyük keyif alıyormuş gibi bir hava sezinledim. “ sen neden bu kadar sinirlisin, ” İçimde kaynayan öfke, yüzüme vurmuş olmalı ki, ona olan kızgınlığım artık saklanamaz hale gelmişti. Korkut’un bu kadar rahat ve umursamaz tavrı, durumu daha da sinir bozucu kılıyordu. Gözlerimi ona dikerek, sesimdeki alaycı tınıyı olabildiğince belirginleştirerek karşılık verdim. “Sinirli değilim,” dedim, dudaklarımın arasından kelimeler tıpkı bıçak gibi keskin çıkıyordu. “Sadece boşuna vakit harcamak istemiyorum.” Korkut’un her zamanki umursamaz tavrıyla beni daha da sinirlendirmesinden bıkmıştım. “Kahvaltı hâlâ hazır değil, hatırlarsan. Senin de pek bir yardım ettiğin söylenemez, Korkut.”bu arada Ben cilve yapmayı isteseydim, seni seçmezdim.” Bir anlık sessizlikte, Korkut’un tepkisini merak ettim. Onunla uğraşmak hem yorucuydu hem de sinir bozucuydu. Ama bir yandan da bu oyunu onunla oynamak zorunda kalmam beni kızdırıyordu. Korkut’un yüzündeki alaycı gülümseme, benim söylediklerimi duyduğunda bir an için kayboldu. Gözlerindeki o kendinden emin ifade yerini bir anlık bir sertliğe bıraktı. Gerginliğin havada asılı kaldığını hissettim. Korkut’un böyle bir tepki vereceğini beklememiştim, ama söylediklerim onu gerçekten kızdırmış gibiydi. O, her zaman kontrolü elinde tutan, alaycı ve rahat olan adam, şimdi aniden ciddileşmişti. Birkaç saniye boyunca sessiz kaldı, sanki ne diyeceğini tartıyormuş gibi. Sonra, gözlerinde bir parıltıyla bana doğru bir adım attı, sesindeki ton artık alaycı değil, sertti. "Ben de senden cilve yapmanı istemezdim," dedi, sesi buz gibi soğuktu. Bu konuda oldukça yetenekli olan pek çok kadın tanıdım, Bu sözler, kalbime bir hançer gibi saplandı. Korkut’un başka kadınlardan bahsetmesi canımı acıtmıştı, ama neden acıyordu ki sonuçta beni ilgilendirmeyen konular kiminle isterse olabilir bi an korkutu başka bir kadınla aynı yatakta düşündüm ama içimi gereksiz , lüzumsuz kıskançlık kapladı ama bunu ona göstermeye niyetim yoktu. . Derin bir nefes alarak, içimdeki öfkeyi bastırmaya çalıştım. Yüzümde soğukkanlı bir ifade takınarak ona baktım, sanki söyledikleri umurumda değilmiş gibi Öyle mi?dedim, sesimdeki sakinliği koruyarak. Derin bir nefes aldım, içimde kopan fırtınayı bastırmak için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Bu onun oyunuydu; beni altüst etmek, sinirlerimi germek için kullandığı taktik. Ama bu sefer, buna izin vermeyecektim. Sözlerim boğazımda düğümlenmek yerine, kontrollü bir şekilde dışarı süzüldü. “O zaman onlara git, Korkut. Belki onlar senin bu saçma oyunlarına katlanır. Benim vaktim yok. Sesim hala sakin ve kararlıydı, kelimelerim adeta bir bıçak gibi keskin ve soğukkanlıydı. Gözlerim, onun tepkisini görmek için üzerine sabitlenmişti ama yüzündeki ifade değişmedi. Bir anlığına bile olsa, onu etkilemeyi başarmış mıydım? Yoksa bu da onun umursamaz maskelerinden biri miydi? Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, bu yüzden sessizce işime döndüm ve kahvaltı hazırlığına devam ettim. Ocağın başına geçip, yumurtaları tavaya kırarken zihnimde binbir düşünce dolaşıyordu. Her bir düşünce, birbirini kovalayan öfkeli sözcükler gibiydi. Ama yine de dışarıya hiçbir şey yansıtmadım. Tavaya çarpan yumurtaların cızırdayan sesi, içimdeki fırtınayı bir nebze olsun yatıştırıyordu Korkut, cümlelerimden sonra susmuştu. Bu sessizlik adeta bir savaş sonrası dinginlik gibiydi; ama içinde hala patlamamış volkanlar barındırıyordu. Gerçi susması iyi olmuştu, yoksa çıldırma noktasına gelecektim. Onun karşısında sakin kalmak her zaman kolay olmuyordu. Kalbim hızla çarparken, ellerimle spatulayı sıkıca kavradım, sanki tüm öfkemi yumurtaları çevirirken gösterebilirmişim gibi. Her bir hareketimde, ona hissettiklerimi kontrol altına almaya çalışıyordum. Suskunluğu, bir meydan okuma gibiydi ama bu sefer, o oyunu onun istediği gibi oynamayacaktım. Kahvaltıda bize katılacak mısın? diye sordum, sesimdeki sakinliği korumaya çalışarak söyledim. Ancak Korkut’un bakışları, yüzüme odaklanıyordu; sanki söylediklerimi duymamış gibi, dalgın bir hali vardı. Gözleri, sadece bana değil, sanki ruhumun derinliklerine bakıyormuş gibi, anlamaya çalışıyordu. Onun bu tavrı beni huzursuz etmişti; sanki onun zihninde benden çok daha büyük bir şey vardı.Bir an için içimden ona dokunmak, omzuna elimi koyup onu bu dalgınlığından çekip çıkarmak geçti. Ama yapmadım. Korkut’un ruhunun bu karanlık dehlizlerinde, yalnızca kendisinin çözebileceği bir şeyler olduğunu biliyordum. “Korkut, kahvaltıda bize katılmayacak mısın?” diye sordum tekrar. Korkut, derin bir nefes aldı. Gözlerini benden çekmeden, derin bir iç çekişle karşılık verdi. “Kardelen, işim var.” dedi. Sözlerindeki sertlik, ince bir bıçak gibi içime saplandı. Cevabında bir miktar soğukluk ve mesafe vardı, sanki bu konuda daha fazla konuşmak istemiyordu. Ama ben bunu kabullenemezdim; onun bu soğukluğunun altında yatan nedeni öğrenmek istiyordum. “Ne işin var?” diye sordum, merakla ve biraz da sitemle. “Sabahın bu saatinde neden katılmak istemiyorsun kahvaltıya ? Mihri sen olmadan kahvaltı yapmıyor.” Korkut, geri dönüp bana baktı ve sesinde belirgin bir soğukluk vardı. Gözleri, içimde bir yankı gibi çınlayan bir boşluk hissi uyandırdı. “Evli değiliz, Kardelen,” dedi, kelimeler keskin bir buz gibi üzerime düştü. “Sana hesap vermemi gerektirecek bir bağımız yok. İşim var, bu kadar.”Onun bu sert sözleri, içimdeki öfkeyi alevlendirdi ama aynı zamanda derin bir acı verdi. Korkut’un bu uzak ve mesafeli tavrı, sanki aramızdaki tüm duvarları yeniden örüyordu. içimdeki öfke birikmiş bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Gözlerimi Korkut’a diktiğimde, içimdeki sabrın sınırlarına geldiğimi hissettim. “Sen neden ilkel insan davranışları sergiliyorsun?” dedim, sesim sert ve keskin bir tonla yankılandı. Korkut’un alaycı bakışları beni daha da sinirlendiriyordu. “Homo sapiens gibi davranma altı, tarafı basit bir soru sordum,” diye ekledim, kelimelerimi ağır ağır telaffuz ederek. “Biraz daha medeni olmayı neden denemiyorsun?” ” Sözlerim havada asılı kaldı Yüzündeki soğukkanlı ifade yerini anında bir öfke dalgasına bıraktı. Bakışları sertleşti, omuzları gerildi, ve vücudu sanki bir çatışmaya hazır hale geldi. Bana doğru bir adım atarak, gözleri sinirle parladı. "Ne dedin sen bana?" diye , sesinde ince bir tehdit tonu vardı. Kalbim hızlıca atmaya başladı ama bu kez korkudan değil, öfkeden. Sinirlerime hakim olamıyordum. Alt tarafi bir soru sormuştum çünkü. Derin bir nefes alarak ona meydan okurcasına dik durdum. "Karşında bir kadın sana soru soruyor, Korkut. Sense onu kabaca tersliyorsun. Bu, kabul edilebilir bir davranış değil mağra adamı gibi davranışlar sergiliyorsun dedim, sesimde öfke dolu bir titreşim vardı. Korkut'un yüzündeki öfke daha da belirginleşirken, dudakları alaycı bir gülümsemeye dönüştü. Bana doğru eğilerek, gözlerimin içine baktı, adeta beni test ediyormuş gibi. "Bana görgü kurallarını mı öğreteceksin, Kardelen?" dedi, sesi alay doluydu. Bu alaycı tavrı daha da sinirlerimi bozdu ama sakin kalmaya çalışarak, "Evet, sana görgü kurallarını öğreteceğim. İlerideki eşin için bir iyilik yapacağım, kadıncağız üzüldüm şimdiden nasıl bir bela başına aldığını bilmeyecek " dedim, kararlılıkla. Gözlerimdeki öfke ve kararlılık, Korkut’un bakışlarını hafifçe donuklaştırdı ama yüzündeki alaycı ifade yerini koruyordu. Korkut, bir adım daha atarak, burnumun dibine kadar yaklaştı. “ihtiyacım yok,” diye fisıldadı, sesi düşük ama keskin bir bıçak gibi. Yüzüme soğuk bir rüzgar esti sanki. Onun bu küçümseyici tavrına rağmen geri adım atmadım. İçimde yükselen öfkeyle, “Belki de ihtiyaç duyduğunu henüz fark etmedin dedim , gözlerimde parlayan kararlılıkla. Korkut, birkaç saniye boyunca sessizce bana baktı, sanki söylediklerimi tartıyormuş gibi. Sonra, yüzündeki alaycı ifade yerini donuk bir bakışa bıraktı ve aniden geri çekildi. Korkut, bir an durdu, ardından yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. "Ayrıca," dedi, sesi ironik bir tonda, "ben halimden memnunum. Kadınlar, inan bana, benim davranışlarıma bayılır." Bu sözler, içimdeki öfkeyi daha da körükledi. Bu adam beni delirtir, diye düşündüm. Korkut’un bu umursamaz ve kendinden emin tavrı, beni rahatsız etmenin ötesinde sinirlendiriyordu. Gözlerimle ona meydan okuyarak, sert bir şekilde karşılık verdim: "Kadınlar senin bu kaba saba hallerini beğenebilir, Korkut. Ama ben rahatsız oluyorum." Korkut, bir an duraksadı ve gözlerinde bir parıltı belirdi. Alaycı ifadesi biraz daha keskinleşti, adeta sözlerim ona hiç etki etmemiş gibi bir hali vardı. "Demek rahatsız oluyorsun," dedi, Onun bu pişkince cevabı, beni daha da sinirlendirdi. İçimde patlamaya hazır bir volkan vardı, ama kendimi kontrol ederek derin bir nefes aldım. "Evet, rahatsız oluyorum," diye tekrarladım, sesimdeki kararlılığı koruyarak. "Senin bu pervasızca ve kaba davranışların bana göre değil . Mutfak tezgahına geri dönerken, elimdeki işi yarım bırakamayacak kadar inatçıydım. ekmeği dikkatlice dilimlerken, Korkut'un arkamda sessizce durup beni izlediğini hissedebiliyordum. Havada asılı kalan o sessizlik, aramızdaki gerilimi daha da artırıyordu. Onun varlığı, nefes alış verişlerimin hızlanmasına neden oluyordu. Bir süre daha mutfağın içinde dolaşıp, işlerimi yapmaya devam ettim. Ama zihnim sürekli ona dönüyordu. Her seferinde aynı duvara çarpmış gibi hissediyordum; onun soğuk ve mesafeli tavrı, içimdeki sıcaklığı bastırıyordu. Korkut ise, bana bakarak bir şeyler düşünüyormuş gibi bir ifade takınmıştı. Sessizliğini bozduğunda, sesindeki hafif bir yumuşama fark ettim, ama yine de alaycılık peşimi bırakmıyordu. "Biliyor musun," dedi Korkut, hafifçe omzunun üzerinden bana bakarak, "Seninle uğraşmak gerçekten eğlenceli." Bu sözler, içimdeki öfkeyi yeniden alevlendirdi. Elimdeki bıçağı tezgaha bırakıp ona döndüm. Gözlerimi ona dikerek, "Eğlence arıyorsan, yanlış kişiyi seçtin," dedim, sesimdeki kararlılık keskin bir kılıç gibiydi. Korkut, bu kez gerçekten gülümsedi. Ama bu gülümseme, daha önceki gibi alaycı değildi, daha samimi bir hava taşıyordu. "Belki de doğru kişiyi seçmişimdir," dedi, gözlerinde bir parıltıyla. Bu cevabını beklemiyordum. Onun her zaman sahip olduğu o kontrolü, bu sefer bana bırakmış gibiydi. . Korkut’un ne zaman ne yapacağını kestirmek zor değildi; o her zaman beklenmedik olanı yapardı. Korkut, gözlerini hafifçe kısarak bana baktı. Gözlerinde her zamanki alaycı parıltı vardı, ama bu sefer o bakışlarda daha derin bir anlam gizliydi. Sanki içimde sakladığım her şeyi ortaya dökmeye niyetliymiş gibi bir hali vardı. Bir adım daha yaklaşıp, dudaklarının kenarında beliren o tanıdık, hafif alaycı gülümsemesiyle konuştu: "Korkut, gözlerini hafifçe kısarak bana baktı, dudaklarının kenarında o alaycı gülümsemeyle konuştu: "Bana sürekli kaba diyorsun, ama senin de mükemmel bir hanımefendi olduğun söylenmez." sende mağra kadını gibi davranıyorsun Korkut’un yüzünde beliren o tanıdık, sinsi gülümseme beni duraklattı. Bir şeyin peşindeydi, eminim. Ve tam da düşündüğüm gibi, sözleriyle bu düşüncemi doğruladı. "Mesela," dedi, sesinde alayla karışık bir şaka tonu vardı, "o meşhur topuklu ayakkabıyı bana fırlattığın günü hatırlıyor musun?"?" dedi, sesinde açık bir meydan okuma vardı. Onun bu sorusunu beklemiyordum, ama içimde bir yerlerde bu sorunun er ya da geç geleceğini biliyordum Gözlerimi Korkut’un keskin bakışlarına diktim ve dudaklarımda hafif bir gülümsemeyle yanıt verdim. "Evet, hatırlıyorum ," hanımefendi olmanın yolu, doğru hedefe doğru şeyleri fırlatmaktan geçer, Korkut. , sesimdeki özgüven belirgindi ayrıca ben "Çok mükemmelim. Zekiyim, başarılıyım ve evet, kendi çapımda güzelim de." Kelimeleri seçerken, her birine ayrı bir vurgu yapıyordum, çünkü Korkut’un beni hafife almasına izin veremezdim. Onun suratındaki ifade değişmedi, ama bir an için gözlerindeki alaycılığın yerini sanki bir şaşkınlık almıştı. O an, onu sözlerimle gerçekten vurmuş olabileceğimi düşündüm. Ama Korkut, her zamanki gibi, hemen toparlandı. Neredeyse sıkılmış gibi görünen bir tavırla mırıldandı "Saydığın özellikleri göremiyorum," dedi, sesinde küçümseyici bir ton vardı. Korkut’un bu tepkisi içimde bir yerleri yakıyordu, ama yine de sakinliğimi korumaya çalıştım. Onun oyununa gelmeyecektim. Gözlerimi kısıp ona baktım ve biraz daha yaklaşarak, sesi duyabileceği bir fısıltıyla konuştum: "Beni görememen, senin sorunun, Korkut. Çünkü ben burada, karşında duruyorum ve senin kabul etmek istemediğin her şeyim." Bu sözlerimle, onun gözlerinde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Belki bu sefer gerçekten ona ulaşmıştım. Ama Korkut, her zamanki gibi hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp mutfaktan çıkmaya başladı. Mutfaktan çıkarken, kapıya doğru yöneldi. O an arkasını dönmeden, sanki kendi kendine konuşur gibi, ama sesinde belli belirsiz bir ciddiyetle, bir şey söyledi Söyledikleri bir fısıltı gibiydi, net duyamamıştım. Söyledikleri beni meraklandırdı. Korkut'un ses tonu, bu kelimelerin altında bir anlam olduğunu açıkça belli ediyordu, ama bu anlamı çözmek beni zorluyordu. Kaşlarımı çatarak ona doğru döndüm. İçimde hem kızgınlık hem de şaşkınlık vardı. "Ne dedin sen? Sesim biraz daha sert çıkmıştı, ama onun bu belirsizliğine karşı duyduğum huzursuzluk da sesime yansımıştı. Korkut’un yüzündeki ifade hiç değişmedi, sanki söylediklerinde gizemli bir keyif bulmuş gibiydi. Ona doğru bir adım ama gözlerinde hala o aynı, soğukkanlı, alaycı ifade vardı. Açıklama yapacak mı diye bekledim, ama o sadece hafifçe gülümsedi, sanki ne dediğini anlamamam hoşuna gitmiş gibi. "çok mu merak ettin ," dedi sonunda, sesinde bir sır saklıyormuş gibi. O anda Korkut’un ne demek istediğini bilmemenin verdiği rahatsızlık ve merak içimi daha da kemirdi. Ona karşı kızgınlık duyuyordum ama aynı zamanda bu kelimelerin ne anlama geldiğini öğrenmek için büyük bir istek de içimde büyüyordu. Korkut’un arkasından bakarken, kafamda birçok düşünce dönüp duruyordu.mutfağı terk edişindeki o rahatlık ve umursamazlık, içimde bir kıvılcım daha çakmıştı. Onun ne dediğini bilmiyordum ama sanki bu bilinmezlik aramızdaki gerilimi daha da artırıyordu. İçimde, bu adamın ne söylediğini ve neden söylediğini anlamak için yanıp tutuşan bir merak vardı. beni bir karmaşa içinde bırakıp gitmişti mutfaktan . Bir yakın bir uzaktı kısaca dengesizidi Allahım ben ne günah işledim de beni bu medeniyetsiz ile sınıyorsun ---&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& Tezgahın üzerine koyduğum kahvaltı tabaklarını son kez gözden geçirdim. Her şey hazırdı. Yumurtalar, domatesler, biberler, taze kızarmış ekmekler, yanında kaymak ve bal. Çaydanlığın fokurdayan sesini dinlerken, içimde bir huzur dalgası yayıldı. Elimden geldiğince özenle bir kahvaltı hazırladım. Tabakları yerleştirirken içimde bir umut belirdi; belki de bu, aramızdaki soğukluğu biraz olsun eritebilirdi. Kısa süre içinde sofrayı kurmuştum. Masaya baktığımda, her şeyin mükemmel olması için ne kadar çaba harcadığımı fark ettim. Ancak bu özenin, karşılık bulup bulmayacağına dair içimde bir korku vardı. Yavaş adımlarla, Mihriban’ı uyandırmak için üst kata çıktım. Her adımımda kalbim daha hızlı atıyordu. Kapısını sessizce açtım ve onu izlemeye başladım. Mihriban, küçük bedeniyle yatağında kıvrılmış, masum bir uykuya dalmıştı. Saçlarının arasından düşen birkaç telini okşadım. O an, içimde bir sıcaklık hissettim., Mihriban’ın gözleri yavaşça açıldı, ama bakışlarında beni umursamayan bir ifade vardı. “Günaydın, kuzu,” dedim, sesimdeki sıcaklığı ona hissettirmek istedim. “Hadi kalk bakalım, sana kahvaltı hazırladım.” Ama Mihriban, başını çevirdi ve “Kahvaltı yapmak istemiyorum,” dedi, sesi buz gibi, kararlı bir şekilde. Kalbimde bir şeylerin kırıldığını hissettim ama onu yumuşatmak için her şeyi denemek istiyordum. “Ama çok uğraştım,” diye üsteledim, içimden gelen duygularla. “Sana en sevdiğin şeyleri hazırladım.” “İstemiyorum, git buradan!” dedi, sesi daha sertleşerek. O an, içimdeki sabrın sınırlarını zorlamaya başladım. “Mihriban, lütfen beni dinle,” dedim, daha yumuşak ama kararlı bir tonla. “Seninle burada olmak istiyorum. Yalnız değilsin “Evimizden git,” dedi, sesi daha da küçülerek. Gözlerindeki hüzün beni derinden yaraladı. “Annem gelecek benim. Sana ihtiyacım yok.” Gözlerimdeki üzüntüyü saklayamadım. “Ama ben buradayım,” dedim, sesimdeki çaresizliği hissederek. “Senin için buradayım. Seni seviyorum, bu yüzden buradayım.” “annem beni sever sen sevme diye yanıtladı, sesindeki öfke hafifçe belirsizleşirken. Ama içindeki derin acıyı görebiliyordum. “Senin yanında olmak istiyorum. Kahvaltı yapalım, sonra birlikte oyun oynarız. Birlikte gülmek istiyorum,” dedim, daha sıcak bir ses tonuyla. “Küçük bir kuzu gibi gülümsemeni görmek istiyorum.” Mihriban, gözlerini devirdi ama içindeki kırgınlıkla başını eğmek zorunda kaldı. “Sen çocuk gibi davranıyorsun , ben artık büyüdüm!” oyun oynmayacağım dedi, “Evet, büyüdüm ama ben oyun oynamayı çok seviyorum .” dedim, O an, bir anlık bir sessizlik oluştu. İçimdeki yara açık kalmaya devam etti ama ona olan sevgim, bu öfkenin üstesinden gelecekti. “Ben buradayım,” dedim, yine ama bu kez daha kararlı bir şekilde. “Seni asla bırakmayacağım.” - Mihriban, gözleri dolarak, tüm gücüyle bağırdı: “Annem! Anneme seni söyleyeceğim! İstemiyorum! İstemiyorum!” Mihriban, öfkeyle yumruklarını sıkarak, “Annem gitti, sen geldin! İstemiyorum! İstemiyorum!” diye tekrarladı Sözleri, ruhuma işleyen bir bıçak gibi keskin ve acımasızdı. Mihriban, benimle konuşmayı reddetti ve ben de daha fazla üzerine gitmeye cesaret edemedim. Koca evin sessizliğinde yankılanan adımlarım, beni mutfağa geri götürdü. O güzelim kahvaltı masasına bakarken, iştahımın kalmadığını fark ettim. Sessizce sofrayı toparladım, her bir tabağı yerine koyarken, içimdeki boşluk daha da büyüdü. Mutfaktaki işlerim bittiğinde, ağır adımlarla odama geri döndüm. Bu koca evde tek başıma, ne yapacağımı bilemez haldeydim. Kafamın içinde dolaşan düşünceler, beni tüketiyordu. Belki de en iyisi bir duş alıp her şeyi ardımda bırakmaktı. Duşun sıcak suyu, belki de bu kasvetli hisleri biraz olsun dağıtabilirdi. Ama biliyordum, suyun bile yıkayamayacağı derin bir yalnızlık vardı içimde. banyoya yöneldim. Su, vücuduma değdiğinde bir an için tüm endişelerimden arındığımı hissettim. Sıcak suyun akışı, kaslarımdaki gerginliği biraz olsun hafifletiyor, zihnimin karanlık köşelerine ışık tutuyordu. Ancak, suyun altında durdukça, düşüncelerim de hızla geri geliyordu Duşun altında daha fazla kalmanın bir anlamı yoktu. Suyu kapatıp çıkarken, titreyen ellerimle havluya sarındım. Aynada kendime baktım; gözlerimin altında koyu halkalar, yüzümde yorgunluğun izleri vardı. Bedenim ne kadar genç olursa olsun, ruhumun ağır yükleri yüzümdeki her çizgide, her kırışıklıkta kendini gösteriyordu. , pencereye yaklaşıp dışarıya baktım. Bahçeye açılan pencereden, ağaçların arasında esen rüzgarın uğultusu kulağıma doluyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Belki de bu evin duvarları arasında sıkışıp kalmaktansa, dışarı çıkmalıydım. Temiz hava, içimdeki kasveti biraz olsun dağıtabilirdi. Aceleyle üzerimi giyindim ve aşağıya indim. Ev sessizdi; her odadan, her köşeden bir yalnızlık akıyordu sanki. Kapıyı açıp bahçeye adım attım. Ayaklarım toprağa bastığında, hafif bir serinlik hissettim. Rüzgar, yüzümü okşarken, içimde hafif bir huzur belirdi. Ağaçların arasından geçip bahçenin en kuytu köşesine doğru yürüdüm. Orada, büyük bir çınar ağacının altında durdum. Ağacın gövdesine yaslanıp başımı geriye doğru kaldırdım. Yaprakların arasından süzülen güneş ışıkları, yüzümde sıcak bir dokunuş bıraktı. Bir an için, tüm düşüncelerimden sıyrılıp sadece bu anın tadını çıkarmaya çalıştım. Ancak, ne kadar çabalarsam çabalayayım, Mihriban’ın o soğuk bakışlarını, keskin sözlerini unutamıyordum. "Ne yapmalıydım?" diye mırıldandım kendi kendime. Kalmalı mıydım, yoksa gerçekten gitmeli miydim? Bu düşüncelerle boğuşurken, farkında olmadan gözlerim doldu. Ama ağlamanın bir faydası olmadığını biliyordum. Gözyaşları, içimdeki sorulara cevap getirmezdi. Kendimi toparlayıp derin bir nefes aldım. Belki de buradan gitmek için henüz erken olduğunu düşündüm. . Belki de sadece sabırlı olmalıydım. Ama sabrımın nereye kadar dayanacağını bilmiyordum. Rüzgar, saçlarımı savururken, başımı eğip ağacın gövdesine daha sıkı yaslandım. Bu evde kalıp kalmama kararını vermek zorundaydım, ama cevabı bulmak için biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Büyük çınar ağacının altında derin düşüncelere dalmış haldeyken, birden ayak sesleri duydum. Yavaşça başımı kaldırdım ve kimin geldiğini görmek için etrafima baktım. O an, yavaşça yaklaşan Korkut’u fark ettim. Her zamanki gibi duruşunda bir sertlik, yüzünde derin düşüncelerin izleri vardı. Göz göze geldiğimizde, bir an için her şey durdu sanki. İçimde beliren huzur kırıntısı yerini yeniden belirsizliğe bıraktı. Korkut, birkaç adım daha atarak yanıma yaklaştı. sesinde hem bir mesafe hem de bir merak vardı. " seni burada bulacağımı biliyordum." Onunla yüzleşmekten kaçınarak gözlerimi yere indirdim. Derin bir nefes aldım, ama o an içimde biriken tüm duyguların ağırlığını taşımak artık dayanılmaz geliyordu. "Eğer kavga edeceksek, şu an hiç halim yok," diye yanıtladım, sesim neredeyse fısıltı kadar kısılmıştı. Kendi içimde kaybolmuş gibiydim, hissettiğim yorgunluk, sadece bedensel değildi; ruhum da yorulmuştu. Bu konuşmanın, bu yüzleşmenin altında ezileceğimi hissediyordum. Sessizlik içinde birbirimize bakarken, sonunda Korkut’un sesi duyuldu, yumuşak ama kararlıydı "On dakikalığına ateşkes yapabiliriz, Kardelen." Bu teklifi şaşkınlıkla karşıladım. korkutun ne düşündüğünü çözmek zordu ama artık çözmek için uğraşacak güçte değildim Sadece biraz yalnız kalıp düşünmek istiyorum," dedim, neredeyse kendi kendime mırıldanır gibi. Sesim, kendi içimdeki kaosun bir yankısıydı. Şu an her şeyin üstesinden gelmek için çok zayıf hissediyordum. Sadece bir anlık sessizliğe, bir anlık yalnızlığa ihtiyacım vardı. “Düşünceler bazen insana yük olur,” dedi Korkut, bir adım daha yaklaşıp, “Özellikle de cevaplarını bulamadığında.” Başımı kaldırıp ona baktım. “Peki ya sen?” dedim, sesimde bir meydan okuma tonuyla. “Senin düşüncelerin sana yük olmuyor mu?” Korkut, yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana döndü. "Yük olmaz mı?" diye mırıldandı. “Ama kaçmaktan başka çaremiz yok bazen. Düşüncelerle baş edemediğimizde, onlardan kaçmak belki de en iyi çözüm.” Sözleri beni derinlemesine düşündürdü. Kaçmak... Gerçekten kaçmak mı istiyordum? "Korkut," diye başladım, ama devam etmekte zorlandım. Kafamda dönüp duran kelimeler bir türlü anlamlı bir cümleye dönüşmüyordu. ". "Söylemek istediğin bir şey varsa, çekinme." kardelen Derin bir nefes aldım. "Mihriban," dedim sonunda, kelimeyi dikkatlice seçerek. "O bana gitmemi söyledi. Evden gitmemi." "Senin fikrin ne?" diye sordum. "Gitmeli miyim? Yoksa kalmalı mıyım?" ona iyi gelmiyorum geldiğim günden daha kötü psikolojisi Korkut’un sesi, aramızdaki gerilimi bir bıçak gibi kesip geçti; keskin ve öfkeyle doluydu. "Kolay değil mi kaçmak? Bırakıp gitmek… Sevdiğin biri için savaşmaz mısın sen?" Sözleri sertti, her biri bir tokat gibi yüzüme çarptı ve irkilmeme neden oldu. Kalbim sıkıştı, ona bakarken öfkesinin dalgalar halinde üzerime geldiğini hissediyordum. Gözleri, o gözler, şimdi soğuktu. "Mihriban annesini özlüyor. Şu anki davranışları sağlıklı değil, ve sen de gitmeyi mi seçiyorsun? Kaçmak mı istiyorsun?" diye devam etti. Boğazımda bir düğüm oluştu ve gözlerim doldu, yaşlar yavaş yavaş görüşümü bulandırdı. Kendimi savunmak istedim, bunun böyle olmadığını söylemek istedim ama kelimeler boğazımda düğümlenip kaldı. Sadece fisıldayabildim, "Korkut… ben sadece onun benim yüzümden üzgün olmasını istemiyorum."Hemen yanıt vermedi. Çenesi sıkıldı ve sanki söylediklerim onu derinden etkilemiş gibi gözlerini benden kaçırdı. Aramızdaki sessizlik boğucuydu, söyleyemediğimiz tüm şeylerle doluydu. kendi güvensizliklerim beni geri tutuyordu. İçimdeki kargaşayı nasıl açıklayabilirdim? Belki de herkes için en iyisi, daha fazla acıya sebep olmamak için burada olmamam gerektiğin i düşünüyordum. Ama Korkut’un öfkesi aramızda bir duvar gibiydi ve onu nasıl yıkacağımı bilmiyordum. "Kaçmak istiyorsun," diye tekrarladı, bu sefer daha yumuşak bir sesle, neredeyse kendine söyler gibi. Sözleri yüreğimi acıƴı ve gözyaşlarım nihayet yanaklarımdan aşağı süzüldü. "Kaçmaya çalışmıyorum," diye fisıldadım, sesim titriyordu. "Sadece… Kimseyi daha fazla incitmek istemiyorum, özellikle de Mihriban’ı. Onun acısının sebebi olmak istemiyorum." Korkut bana döndü, yüzündeki ifade anlaşılmazdı. Bir anlığına gözlerinde bir şey gördüm— anlayış mıydı bu? Ama emin olmadan önce o ifade kayboldu, yerini yine o sert bakış aldı. "Gitmek hiçbir şeyi çözmez," dedi, bu sefer daha yumuşak bir tonda, ama hâlâ sinirle doluydu. "Kaçmak acıyı ortadan kaldırmaz, Kardelen. Sadece her şeyi daha kötü hale getirir. Sözlerinin ağırlığı altında direncim kırılıyordu. Elbette haklıydı. Kaçmak kolay seçenekti, ama hiçbir şeyi çözmezdi. Mihriban’ın yaralarını iyileştirmezdi, benimkileri de. Ve bizi birbirimize yaklaştırmazdı. Ama kalmak demek, acıyla, belirsizlikle, her şeyin belki de asla düzelmeyeceği ihtimaliyle yüzleşmek demekti. Sahip olup olmadığımı bile bilmediğim bir şey için savaşmak demekti. Gözlerimi Korkut’un gözlerine diktim, biraz teselli, bu durumu anladığını gösteren bir işaret aradım. Yalnız kalmayacağımın, bunu birlikte aşabileceğimizin güvencesini aradım. Ama sadece kendi mücadelesini gördüm, benimkini yansıtan kendi korkularını. "Yeterince güçlü olup olmadığımı bilmiyorum," diye itiraf ettim, sesim zar zor duyuluyordu. " Korkut’un elini yavaşça kaldırıp yüzüme uzandığını gördüm. Nefesim kesildi. Bu kadar yakın olması beni hem korkutuyor hem de tuhaf bir şekilde sakinleştiriyordu. Elinin sıcaklığı yanaklarımda hissedildiğinde, kalbim bir an için daha da hızlandı. Parmakları, yüzümde süzülen gözyaşlarımı nazikçe sildi. Onun bu dokunuşu, içimdeki tüm karmaşayı bir anlığına dindirdi, ama aynı zamanda beni daha da savunmasız bıraktı. Gözlerim, onun bakışlarına kilitlendiğinde, içimde bir ürperti hissettim. Korkut, bana bu kadar yakınken, onun bu kadar derin ve şefkat dolu olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda, içimde bir sıcaklık yayıldı, ama bu sıcaklıkla birlikte gelen o hızla atan kalp beni geri çekilmeye zorladı. Bir adım geri attım, sanki bu yakınlık beni yakacakmış gibi. Korkut’un gözlerindeki o derinliği görmemek için başımı eğdim. Korkut, bu ani geri çekilişimi fark edince, dudaklarında hafif bir hüzün belirdi. Sesini yumuşatarak, “Özür dilerim, gözyaşlarını izinsiz sildim,” dedi. Kalbim hâlâ hızla çarparken, yüzümde beliren küçük bir tebessümü engelleyemedim. Bu durumun, bu ani yakınlığın garipliğini omuz silkmekle geçiştirmek istedim.Önemli değil,” dedim şüphe, zihnimin kenarında duran kara bir bulut gibi, orada kalmaya devam etti. Gerçekten bunu yapabilir miydim , mihrinin sevgisini kazanabilecek miyim ? Bunu yalnızca zaman gösterecekti. Bir süre sessizce oturduk, sadece rüzgarın uğultusu ve ağaçların hışırtısı etrafimızı sardı. Bu sessizlik, her şeyin cevabını bulmak için bana zaman tanıyordu. Korkut yanımda duruyor, sanki bu sessizlik sayesinde daha kolay anlaşıyorduk yavaşça ayağa kalktım. "Belki de kalmalıyım," dedim, sesimde bir kararlılık belirerek. Ve o an, içimde bir şeylerin değişmeye başladığını hissettim. Mihriban’ın sözleri hala zihnimde yankılanıyordu, ama artık o kadar acıtıcı değildi. Belki de mihri’nin yanında, bu evde gerçekten bir yerim vardı. Ve o yeri bulmak için daha fazla sabretmeye hazırdım. "Mihriban," diye devam etti Korkut, kelimeleri dikkatle seçerek, "annesini çok özlüyor. Bu evde annesinin yokluğunu her an hissetmek onun için çok zor. Belki de seni bir şekilde ona olan özlemiyle ilişkilendiriyor. Bu yüzden böyle davranıyor. Bu onu acıyla baş etme şekli." "Yani zaman gerekli," diye devam etti Korkut, gözlerimdeki belirsizliği görerek. "Mihriban’ın sana karşı bu duvarları yıkması için zaman ve sabır gerekli. Ona bu zamanı verebilir misin?" Kafamı hafifçe salladım. "Evet," dedim . "Eğer bu ona iyi gelecekse, sabırla beklerim." Korkut, onaylarcasına başını salladı. " Korkut’un sözleri içimde bir rahatlama hissi uyandırsa da, aynı zamanda bir ağırlık da taşıyordu. Mihriban’ın davranışlarının ardındaki gerçek sebebi anlamak, onun acısını hissetmek, bana durumu daha karmaşık bir hale getiriyordu. Ona karşı sabırlı olmaya karar vermiş olsam da, bu sabrın sınırlarını nasıl koruyabileceğimi bilmiyordum. Kafamı çevirip çınar ağacının geniş gövdesine baktım. "Ona nasıl yardım edebilirim?" diye sordum Korkut’a. "Annesine olan özlemini nasıl hafifletebilirim?" Korkut, yüzünde düşünceli bir ifadeyle bir süre sessiz kaldı. Sonra yavaşça konuştu. "Onun için en iyi yardım, yanında olduğunu hissettirmek," dedi. "Onun seni kabul etmesi için baskı yapmadan, sabırla beklemek. Ona zaman tanı ve yavaşça, kendi hızında sana yaklaşmasına izin ver. Bazen sadece varlığın bile yeterli olabilir." Korkut’un gözlerinin derinliklerine baktım, sanki ruhunun en karanlık köşelerine inmeye çalışıyordum. Gözleri, içindeki karmaşayı ve korkuyu yansıtıyordu; bir tür savaşa tanık oluyordum. Gözlerimdeki endişeyi göreceğini umarak, “Ya ben de ona ulaşamazsam? Ya benim sabrım da tükenirse?” dedim. Sesim titrek, ama kararlıydı. İçimdeki korkunun pençeleri yavaşça boğazımı sarıyordu. Korkut, gözlerime dikkatlice baktı, sanki içimdeki fırtınayı hissetmeye çalışıyordu. Tam bir şey söyleyecekti ki o an telefonun zil sesi çaldı. Aniden, ortamı gerginliği kapladı . Gözleri benden uzaklaştı, adeta başka bir dünyaya gitti. O sinirli bakışları, içindeki birikmiş duyguların patlamak üzere olduğunu haykırıyordu. Sanki, beni unuttuğu o an, bir boşluğa düşmüştüm. Telefonu yanına alıp arayanı yanıtladı. “Evet?” dedi, sesi soğuk ve duygusuzdu. Karşısındaki adamın söylediklerine o kadar yoğunlaşmıştı ki, kaşları birbirine çatıldı. Gözlerindeki kıvılcım, beni daha da endişelendirdi. “Geliyorum,” dedi, sesi yine o katı, hissiz tonuyla yankılandı. Telefonu kapattığında, yüzünde bir değişim yoktu. Ama ben, onun içindeki fırtınayı hissedebiliyordum. onun yanında olsam bile, o hep başka bir yere gidiyordu. Gözlerindeki öfke ve hayal kırıklığı, benim kalbimdeki yarayı daha da derinleştiriyordu. “Gitmem gerek, Kardelen,” dedi, sesinde bir mesafe vardı. Sanki benimle olan bağı çözmeye çalışıyordu. Bunu duyduğum an, içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Cümlelerimiz yine yarım kalmıştı; her zamanki gibi. Onun içindeki karmaşayı anlamak istedim ama kelimelerim boğazımda düğümlenmişti. Bu durumunonun umrunda olduğunu düşünmüyordum ama içimdeki boşluk, hissettiğim çaresizlikle birleşince daha da derinleşiyordu. “Git Korkut,” dedim, kalbim sanki bir kaya parçası gibi ağırlaştı. sinirli bir şekilde. Adımlarım, toprağa sert bir şekilde bastıkça, içimdeki öfkeyi daha da derinleştiriyordu. Birkaç adım attıktan sonra, geriye dönüp bakmadım eve doğru adımlarımı hızlandırdım içimdeki huzursuzluk, benimle birlikte geliyordu --- Korkut'un yanından ayrıldıktan sonra eve girdim doğruca odama gidip kulaklığımı takıp müzük dinledim düşüncerimi, duygularımı ancak böyle bastırabiliyordum kaç saat geçtiğini bile bilmiyordum hava kararmıştı telefonumdan saate baktığımda saat sekiz olmuştu içimde bir merak vardı; Mihriban’ın ne yaptığını öğrenmek istiyordum. Sabah kahvaltı yapmayı reddetmişti, inatçı küçük keçi! Tüm günü aç geçirmişti resmen. Onu düşündükçe, içimde bir huzursuzluk büyüyordu. Mihriban henüz küçük bir çocuktu, ama bazen inatçılığıyla herkesi pes ettiriyordu. Abim Yıldırer ise tam tersiydi; o kadar uyusal bir çocuktu ki Mihriban'ın bu inatçılığı, kesinlikle annesine çekmiş olmalıydı. Başka bir açıklaması olamazdı. Onun küçücük yaşında gösterdiği bu direniş, bazen beni şaşırtıyor, bazen de endişelendiriyordu. Küçücük bedeninde büyük bir inat vardı, Merakla odasına doğru ilerledim. Sessizlik, evin her köşesine sinmişti. Mihriban’ı bulduğumda, ne yapıyor olabileceğini düşünmeden edemedim. Acaba oyuncaklarıyla mı oynuyordu, yoksa kendine başka bir eğlence mi bulmuştu? Küçük çocukların o dünyasında neler olup bittiğini anlamak bazen zordu, Odanın köşesine adım attım Mihriban’ı yere oturmuş, oyuncak bebekleriyle oynarken gördüm. Her şey sessizdi, sadece Mihriban’ın oyuncaklarıyla konuştuğu yumuşak sesler duyuluyordu. Mihriban, iki bebekle oynuyordu. Bir tanesi annesi, diğeri ise küçük bir çocuk. Bebekleri kendi kendine konuşturuyor, aralarındaki konuşma canlandırıyordu. Mihriban’ın sesi, oyuncak bebeklere hayat veriyordu. “Anneciğim,” dedi Mihriban, oyuncak bebeklerden birini kucaklayarak, annesi rolündeki bebeğe. “Neden buradayım? Neden biz hep yalnız kalıyoruz?” Diğer bebek, çocuk rolündeydi ve Mihriban bu bebeği küçük bir sesle konuşturuyordu. “Anneciğim, ben seni çok özlüyorum. Bizimle neden oynamıyorsun? Benimle neden hikayeler anlatmıyorsun? Beni bırakıp gittin…” Mihriban’ın sesi titriyordu ve gözleri parlıyordu. . “Baba da burada değil,” dedi çocuk rolündeki bebek, “Onunla da oynamak isterdim. Mihriban, oyuncak bebekleri kucağında sıkıca tutarak, başını eğdi ve derin bir nefes aldı. “Anneciğim,” dedi çocuk rolündeki bebek, “Sen bizimle oynamıyorsun ama ben seni her zaman düşünüyorum. Lütfen geri dön, biz seni çok özledik.” Mihriban, göz yaşlarını silerek, oyuncak bebekleri dikkatlice yerine koydu ve başını eğdi. O an, Mihriban’ın kalbinde taşıdığı derin özlemi ve yalnızlığı daha da net bir şekilde hissetim-Kendimi toparlamak zorundaydım. Son zamanlarda fazlasıyla duygusaldım; belki de yaşadıklarımızın ağırlığı altında eziliyordum. Ama işte tam o anda, küçüğümün kalbinin nasıl acı çektiğini fark ettim. Ve bu farkındalık beni derinden sarstı. Nasıl olur da onu yalnız bırakmayı düşünebilmiştim? Kendi aptallığıma kızdım, kafamda dönüp duran o düşünceler için kendime lanet ettim. Korkut’un o sert ama bir o kadar da gerçekçi sözleri zihnimde yankılandı. O an anladım; burada kalacaktım. Mihriban’ın yanında olacaktım, onu asla yalnız bırakmayacaktım. Her şeye rağmen, her zorluğa inat, pes etmeyecektim. Mihriban’ın bu yalnızlığına son verecektim; çünkü o, benim için sadece bir sorumluluk değil, kalbimde taşıdığım en değerli varlıktı. Mihriban'ın oyuncak bebeklerle oynadığı köşeye yaklaştım, içimde karmaşık duygularla doluydum. O an, Mihriban’ın kendi acısını bu bebeklere yansıƴğını fark ettim. İçim burkuldu, ama kendi duygularımı bir kenara bırakmam gerekiyordu. Yavaş adımlarla yanına gittim, sesimi neşeli tutmaya çalışarak, ama gülümsemem pek de içten değildi. Her şeyin üstesinden gelebilmek için güçlü görünmem gerekiyordu“Evet, Mihri kuş,” dedim, sesimde yapay bir neşe vardı ama bunun ne kadar samimi olduğunu biliyordum. “Bugün pazar olduğuna göre, ne yapıyoruz?” Mihriban bana bakarken gözlerinde derin bir hüzün vardı. O an, onun bu küçük dünyasında ne kadar yalnız ve üzgün olduğunu daha iyi anladım. Gözleriyle bana cevap vermek yerine, bebeklerine yöneldi ve onları nazikçe oynatmaya devam etti. - “Banyo yapacağız, kuzum,” dedim, sesimdeki kararlılığı artırarak. Mihriban hemen itiraz etmeye başladı, sesi titreyerek: - “İstemiyorum, istemiyorum,” dedi, inatçı keçi Onun bu tavrını kırmak için daha kararlı bir şekilde devam ettim: - “Hadi bakalım, itiraz kabul etmiyorum.” Mihriban’ın dirençli bakışları, içimdeki duygusal firtınayı daha da şiddetlendirdi. Yavaşça yanına oturdum ve onu kucaklayarak, yumuşak bir sesle: - “Bak, biliyorum. Banyo yapmak istemiyorsun ama banyo yapmak vücüdumzun temizliği için önemli Hem sonra birlikte güzel bir şeyler yapacağız, tamam mı?” dedim. Gözlerindeki küçük umut ışığını görmeye başladım. Belki de söylediklerim ona bir nebze olsun rahatlama ve umut vermişti. Kendi sorunlarımı bir kenara bırakıp Mihriban’a destek olmaya çalışarak, hem onun hem de kendi kalbimdeki yükün biraz hafiflemesini umuyordum. Mihriban’ın gözlerindeki dirençle başa çıkmaya çalışırken, onu kucaklayıp banyoya gittik Banyoya girerken, etrafi incelerken, onun banyo için hazırlanmış olan eşyaları gözden geçirdim. Minik bir banyo küveti, köpükler ve renkli oyuncaklar vardı. - “Gel bakalım, Mihri kuş,” dedim, Mihriban’ı nazikçe tutarak küvete doğru yönlendirdim. “Seni biraz rahatlatmak için buradayız. Hem banyo yaparken eğlenebiliriz, değil mi?” Mihriban’ın gözlerinde hâlâ bir direnç vardı ama benimle birlikte yavaşça adım attı. Küvetin kenarına oturdu ve suyun sıcaklığıyla hafifçe gevşedi. Suya parmaklarını sokarken, hafif bir titreme geçirdi, ama bir yandan da yüzündeki ifadenin biraz daha yumuşadığını fark ettim. - “Suyu biraz daha ısıtmak ister misin, yoksa bu sıcaklık yeterli mi?” diye sordum, nazik bir şekilde. -Küçük bir tereddütle bana baktı, sonra suyun sıcaklığını test etmek için parmaklarını biraz daha suya daldırdı. "Biraz daha ısınsın..." dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar yumuşaktı. -Tabii, canım," dedim, gülümseyerek. Suya biraz daha sıcak su ekleyip Mihriban’a dönerek, "Bu daha iyi mi?" diye sordum. -Gözlerini kısarak suyun sıcaklığını tekrar test etti. Bu sefer küçük bir gülümseme belirirken başını hafifçe salladı."Evet, Mihriban’ın gözlerinin suya odaklandığını fark ettim, ama yüzündeki tedirginlik sanki hafifçe azalmış gibiydi. Biraz cesaretlendirmek için oyuncakları suyun üzerine yerleştirdim. Küçük plastik hayvan figürleri suyun üzerinde yüzmeye başladığında, Mihriban’ın gözlerinde bir parıltı belirdi. Gözlerini oyuncaklardan ayırmadan suyun içinde hafifçe kıpırdadı. Bak, Mihri kuş, şu küçük ördek ne kadar da tatlı değil mi? Su üzerinde nasıl da güzel yüzüyor," dedim, oyuncağı parmağımla hafifçe ittirerek suyun üzerinde kaydırdım. Gözlerini hâlâ oyuncaktan ayırmadan hafifçe başını salladı. Dudaklarında belirsiz bir gülümseme belirdi, ama hâlâ tedirginliği tam olarak geçmiş değildi."Ördek... güzel," diye fısıldadı, sesi çekingen ama belli belirsiz bir merak içeriyordu Evet, gerçekten de güzel," dedim, ona sıcak bir gülümsemeyle bakarak. "İstersen sen de ördeği yüzdürebilirsin, ya da şu balığı. Hangisini tercih edersin?" Oyuncakları eline doğru yaklaştırdım, onun seçimine bırakmak istediğimi belli ederek. Bir an tereddüt etti, sonra parmaklarını suyun içinde gezdirerek ördeği aldı. Küçük elleriyle oyuncağı suyun üzerinde nazikçe hareket ettirdi. Yüzündeki ifade daha da yumuşadı, tedirginliği yerini hafif bir rahatlamaya bırakıyordu. Parmak uçlarımı nazikçe saç diplerinde gezdirdim, sanki onun minik kafasını okşar gibi. Her hareketimde yumuşak ve dikkatli davranarak, onun huzurunu bozacak en ufak bir sertlikten kaçındım. Şampuanın köpükleri yavaşça saçlarının arasından kayarken, Mihriban’ın saçlarının ne kadar ipeksi ve yumuşak olduğunu fark ettim.Şampuanı iyice yedirdikten sonra, yavaşça su dökerek durulamaya başladım. Her su döküşümde, Mihriban’ın saçlarından köpüklerin akıp gitmesini izledim, . Suyu dökerken Mihriban’ın yüzüne su sıçratmamak için çok dikkatliydim Tamam, Mihri kuş. Şimdi seni havluyla kurulayacağım. onun kollarını ve bacaklarını havluyla örtmeye başladım. Amacım onun kendini güvende hissetmesini sağlamaktı. Şimdi pijamanı giyebiliriz. Seni sıcak tutmalıyız," dedim, gözlerimle ona güven vermeye çalışarak. Yan tarafta hazırladığım yumuşak ve sevimli desenli pijamaları elime aldım. Mihriban’a dönerek, "Bunlar çok güzel, değil mi? Bak, üzerinde küçük yıldızlar ve ayılar var," diyerek onu neşelendirmeye çalıştım. Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. " güzel," diye fısıldadı. Pijamanın üst kısmını elime alarak, kollarını nazikçe geçirdim. Onun küçük bedenine uyacak şekilde pijamanın üst kısmını dikkatle çekip yerleştirirdim. "Kollarını kaldır, canım," diyerek, pijamanın başını geçirmesine yardımcı oldum. Mihriban, kollarını havaya kaldırırken, onunla birlikte hareket ettim. Pijamanın başını geçirip, düzelttiğimde,, pijamanın düğmelerini yavaşça iliklerken. Her düğmeyi iliklerken, onun küçük yüzündeki huzur ifadesini izledim. Şimdi altını giymeliyiz," dedim, pijamanın alt kısmını elime alarak. "Bunu da giydikten sonra tamamen hazır olacaksın." Mihriban’ı hafifçe yukarı kaldırarak, pijamanın alt kısmını bacaklarından geçirdim. Banyodan sonra Mihriban’ın yanına oturup ona sıcacık bir süt hazırladım. Sütü yavaşça içmesini izlerken, ona daha fazla destek olabilmenin huzurunu hissettim. İçimdeki duygusal karmaşa, Mihriban’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken biraz daha yatışmıştı. Ona gülümseyerek, küçük bir masal kitabını elime aldım. Masal kitabının kapağında parlak renkler ve eğlenceli resimler vardı. Bu kitabın Mihriban’a huzur vereceğini ve dikkatini dağıtacağını umuyordum. - “Şimdi masal zamanı,” dedim, yumuşak bir sesle. “Senin için güzel bir hikaye seçtim.” Mihriban’ın gözleri parlarken, battaniyeye iyice sarıldı. Kitabı açarken, sayfalar arasında gezindim ve onun ilgisini çekecek, tatlı bir hikaye buldum. - “Bir zamanlar, uzak bir krallıkta, cesur bir prenses yaşarmış,” diye başladım, sesimi hafifçe vurgulayarak. “Bu prensesin en büyük hayali, gökyüzündeki yıldızlarla konuşmaktı.” Mihriban’ın gözleri kitaba odaklanmıştı, hikayenin içine çekilmiş gibiydi. Sayfalar arasındaki resimler, masalın her bir anını daha canlı hale getiriyordu. Sesimle anlatım yaparken, Mihriban’ın yüzündeki ifade değişmeye başlamıştı; bir rahatlama ve hayranlık ifadesi vardı. - “Bir gün, prenses gökyüzüne yükselmek için sihirli bir taht kurmuş ve yıldızlarla konuşmayı başarmış,” diye devam ettim. “Yıldızlar ona gökyüzünün en güzel sırlarını anlatmış ve prenses, kalbinde huzuru bulmuş.” Masalın her bir kelimesi, Mihriban’ın yüzünde hafif bir gülümseme bırakıyordu. Onun bu küçük mutluluğu, kalbimdeki acıyı dindiriyordu . Hikaye ilerledikçe, Mihriban’ın gözleri yavaşça kapanmaya başladı. masalı bitirip kitabı kapadım. Mihriban’ın uykuya geçişi, bana bir huzur getirdi. - “Tatlı rüyalar, Mihri kuş,” dedim, ona son bir kez gülümseyerek. “Umarım yıldızlar sana güzel rüyalar getirir.” . Üzerine örtüyü çekip, yanağını nazikçe okşadım. ardından sessizce odadan çıktım. Uykusuzdum, düşünceler beynimi kemiriyordu ve bir türlü sakinleşemiyordum. Ne yapsam, diye düşünüyordum Televizyonu açtım. Rastgele kanallarda gezinirken bir belgesel dikkatimi çekti: "Klimt ve Öpücüğün Sırrı." Sanat tarihiyle ilgim her zaman vardı, ı. Bir an olsun, içinde bulunduğum bu karmaşadan kaçabileceğimi düşündüm. Klimt’in ünlü tablosu “Öpücük” tablossu hakkında bir şeyler öğrenmek fena fikir değildi. "Evet, sayın seyirciler," dedi belgeselci, "Karşınızda Gustav Klimt'in en meşhur eserlerinden biri: 'Öpücük.' Bu tablo, sadece sanat dünyasında önemli bir yere sahiptir , aşkın ve tutkunun sembolüdür "Kadının yüzündeki huzur, erkeğin sahiplenici tavrı, ama yine de aralarındaki o ince çizgi... Bu, Klimt’in bir dâhilik örneğidir. bu tabloya bakarken çiftin mutluluğunu, ama aynı zamanda o mutluluğun üzerinde gezinen gölgeleri de hissederiz Dayanamayacağım," dedim kendi kendime, dişlerimi sıkarak. Kumandayı aldım ve tek bir hamleyle televizyonu kapattım. Ekran anında karardı, fakat kafamın içindeki düşünceler karanlıkta bile netti. "Başlayacağım belgeselde, aşka da, tutkuyada..." diye içimden geçirdim. Kendi sözlerim bile bana yabancı geliyordu; çünkü normalde böylesine duygusal bir tepki vermem beklenmezdi. Ama işte, bir belgesel beni bu hale getirmişti. Kafa dağıtmak için açtığım belgesel, tam tersi bir etki yapmıştı.Bu kadar etkilenmek saçma," diye düşündüm, ama hissettiklerim bir gerçeklikten kaçışın çok ötesindeydi. Belgeselin anlattığı her şey, aslında içimde ne kadar derinlerde kaldığını sandığım hisleri bir bir açığa çıkarmıştı. Kendimi bu yüzden mi bu kadar rahatsız hissediyordum? bir nefes aldım ve yerimden kalktım. Salondaki o kasvetli hava beni iyice boğmaya başlamıştı. Yavaşça adımlarımı attım, her adımda içimdeki ağırlığı biraz daha hissettim. Odamın kapısına vardığımda, bir an için duraksadım, sanki içimdeki karmaşayı burada bırakmak istiyormuş gibi. Kapıyı itip odaya girdim. Yatağım beni bekliyordu, ama huzur vaat etmiyordu. Bir an önce uyumak, her şeyi geride bırakmak istedim. Yatağa uzandım, başımı yastığa koyduğumda, içimdeki düşünceler hala beni rahatsız ediyordu. Gözlerimi kapattım, kendimi uyumaya zorladım, ama zihnimde dolanan o düşüncelerden kaçmak o kadar da kolay değildi. ......&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&...................................................................................................................................................................................................................................................................................... Kahve fincanının sıcaklığı ellerimde kaybolmuştu . Kafamdaki düşünceler, her zamanki gibi Korkut’un etrafında dönüp duruyordu. Kahve fincanımı mutfağa geri götürmek için yerimden kalkarken, adımlarımın yankısı evin sessizliğini daha da belirgin hale getiriyordu. Fincanın içinde kalan kahve telvesinin sıcaklığı, ellerimdeki soğukluğa zıt bir his veriyordu. Korkut’un eve uğramadığı ve telefonlarıma cevap vermediği bu günlerde içimde bir sinir küpü gibiydim. Neredeydi bu adam? Tam bir haftadır ortalıkta yoktu. Bu da yetmezmiş gibi, ben de kafayı sıyırmaya başlamıştım. Neden bu kadar endişeleniyorum? Sonuçta onun da özel bir hayatı vardı. Ama içimdeki rahatsızlık hissi bir türlü geçmiyordu. Geçen haftaki konuşmalarımızı hatırladım. “Kesin o cilveli kadınlardan biriyle takılıyordur,” diye düşündüm. “ gitsin, banane!” Ama işte, bu ‘banane’ halim bile Korkut’u aklımdan atmamı engelliyordu. Birden gözlerimin önünde Korkut’u yatakta cilveli bir kadınla hayal ettim. hayır! Ayy Allahım, iptal iptal! Ne düşünüyorum ben? Bunu hayal etmemeliyim! Korkut’u bir başka kadının yanında düşünmek beni neden bu kadar rahatsız ediyor? Yani, sonuçta, o çok da kötü bir adam kaba , medeniyet düşmanı değil mi? “Ne oluyor Kardelen?” diye sordum içimdeki seslere. “Bırak, onun ne yaptığıyla ilgilenme.” Ama durduramadım kendimi. Korkut’la ilgili her şey aklımı sarhoş etmişti. Bir kadın, kesinlikle elinden tutmuş ve onu başka bir dünyaya götürmüştü kesin İçimdeki kıskançlık alevlenmişti korkut’un ne yaptığına takılıp kalma, dön geri gerçek hayata!”kardelen gerçeğine dön bi an korkutun beni beğenmesini istediğimi fark ettim Cilve yeteneğim de eksi beş! birinin dikkatini çekmek için ne yapıyorum?” diye düşündüm. ben hayatımda kimsenin dikkatini çekmek istememiştim ki Hadi, Kardelen, pembe panter gibi kadınların arasında parlayacak kadar çekici ol!” ama nerdeee? Hiçbir şey bulamıyordum kendimde. Kendimi yine düşüncelerimin kucağında bulduğum bir an, aklıma Özlem geldi. “Ah, onu arayayım!” dedim ve hemen telefonumu kaptım. Onun sesi, kafamdaki karmaşayı bir nebze olsun dağıtacak gibiydi. Tuşlara bastım ve beklemeye başladım. , “Alo?” diye cevap verdiı. “Özlem! Ben cilveli olmak istiyorum!” dedim, içimdeki hevesle. Ama bunu söylerken biraz tereddüt ettim, sanki bana güler gibi sesinde bir tını vardı. Özlem biraz öksürdü ve mırıldanarak, “Kardelen, yemek yerken az daha boğuluyordum, ne cilvesi kızım! Kime cilve yapacaksın sen?” diye sordu, , derin bir nefes aldım. Ne söyleyeceğini bilmiyordum. Duygularımı dile getirmek, bunları itiraf etmek zor geliyordu. "Özlem, sana bir şey söyleyeceğim ama ‘ben demiştim’ deme sakın." "Dinliyorum seni, tatlım," dedi Özlem, sesi hala şakacıydı "mırıldandım kelimeler ağzımdan zorlukla dökülüyordu. "Korkut." Özlem’in sesi bir anda neşeli bir kahkaha ile doldu. "Kardelenceğim! sen bu adama hani egoist, dağ ayısı, ilk insan gibi kelimler kulanıyordun ya ne ara korkuta döndü ismi . Onun hakkında ne söylediklerini hatırlıyorsun değil mi?" içimdeki karmaşayı bastırmaya çalıştım, ama dudaklarımdan dökülen sözler durdurulamazdı. "Özlem, dalga geçme," diye karşı çıktım. ".. Ne yapacağımı bilmiyorum. Üstelik nefret duygum başka bir duyguya dönüşüyor hissediyorum bu beni çok tedirgin ediyor ! Bu nasıl oldu, anlamadım." yemin ederim kafayı yemek üzereyim nefret başka duygulara dönüşmez değil mi Nefret, bir taş gibi ağır ve yerinden kıpırdamayan bir şey olmalıydı. Ama bu duygu, ben farkına bile varmadan, sinsice değişti, başkalaştı. Şimdi içimde ona karşı duyduğum öfke, yerini bambaşka bir şeye bırakıyordu: . Bu nasıl oldu, nasıl dönüşüm geçirdi, anlamıyorum. Özlem’in sesi bir anda yumuşadı. "Ah, Kardelen… Bazen, en çok nefret ettiklerimize en derin duygular besleriz. içindeki duygu fırtınasını bastırmaya çalıştım. "Ama... Onun o kaba tavırları, soğukluğu... Beni her zaman kendinden uzak tuttu , Özlem. Ona nasıl nefret dışında o adını söylemek istemediğim hissi beslerim ? Bu imkânsız." "Kalp bu, Kardelen," dedi Özlem sakin bir sesle. " -- derin bir iç çektmi. İçimde kopan fırtınaların ortasında, belki de Özlem haklıydı. Korkut’a karşı duyduğumbu güçlü çekim, onun nefretiyle iç içe geçmişti. Belki de bu yüzden Korkut’tan kaçamıyordum korkut, benim için her zaman bir muamma oldu; onun sert tavırları, soğuk bakışları, hiç çözülmeyen yüzü... Tüm bunlar, bana karşı bir duvar gibi dikilmişti. Ama o duvarın ardında ne olduğunu merak ettikçe, ona daha fazla yaklaşmak istedim. Korkut, tıpkı dağların ardında gizlenen bir vadi gibiydi; tehlikeli, ama bir o kadar da büyüleyici. Belki de onun soğukluğu, bana bu kadar cazip gelen şeydi . "Özlem, ben ne yapacağım? bu karmaşık duygular beni mahvediyor . Bu duygularım zamana yenik düşerse, gurursuz olacağım. Korkut bana bencilsin dedi, abimin ölümüne üzülmediğimi söyledi , bana bir yeğenim olduğunu söyleyip bir ay ortadan kayboldu , . Bu adam bana hiç hak etmediğim sözler söyledi. benden özür dilemedi benim ondan nefret etmem gerekiyor "Korkut yüzünden her gün regl olmuş gibiyim. Bir gün mutluyum, ertesi gün üzüntüden paramparça. Bir türlü dengeyi bulamıyorum,"" dedim, sesim titrek çıkmıştı , "Ben bana kötü davranan bir adama nasıl duygu besleyebilirim? . Böyle birine karşı hislerim olamaz ...... olmamalı . Bu çok yanlış. Mihri olmasa, burada bir dakika bile duracak psikolojim kalmadı." Özlem’in derin nefes alarak konuştu bana anlayışla yaklaşıyordu canım arkadaşım "Mihri için orada olman güzel ama kendini de düşün .dedi, sesi sanki kalbime dokunmak istermiş gibi yumuşaktı. ondan uzaklaşmalısın kardelen . Kendini ancak öyle koruyabilirsin korkuttan "Kendine biraz zaman ver, belki geçici duygulardır .Kalbinin ne istediğini bulmaya çalış - özlem ben korkutan uzak durdum ve korkut zaten benden uzak durdu iki ay boyunca Hiçbir şey yapmadı, . Beni etkilemek için en ufak bir çaba göstermedi. sadece durdu Ama işte... ben yine de etkilendim," - kardelen yani ne diyeceiğimi bilmiyorum uzak halinde böyleysen yakın halinde seni düşünemiyorum Özlem’in sesi telefonun diğer ucundan neşeli bir şekilde yankılandı: “Bak, ne diyeceğim... Yarın bizim kızlarla bir plan yapmıştık. Hem eğleniriz, hem de senin durumunu detaylı bir şekilde konuşuruz, olur mu?” Onun bu teklifi, o an içimdeki sıkıntıyı biraz hafifletti. , “Olur, Özlem,” dedim.Telefonun diğer ucunda Özlem’in gülüşünü duyabiliyordum. “Süper! O zaman yarın görüşürüz,” dedi. . Telefonu kapatmadan önce, Özlem’in enerjisinin bana geçtiğini hissettim. . “Görüşürüz,” dedim ve telefonu kapattım. derin düşüncelere daldığım sırada bir ses duydum kim olabilr ki bu saatte kapıya doğru adımladım. . Kapı, aniden açıldığında, kalbimde bir yankı meydana geldi. Hızla kapıya yöneldim, içeriye adım atan Korkut’u gördüğümde telaşlandım . Her zamanki derin bakışları, farklı bir anlam taşıyordu; gözleri solgun ve derin bir karanlık içindeydi, sanki içine düştüğü boşluğun yansımasıydı. “Korkut, iyi misin?” diye sordum, sesim endişeyle titriyordu. Kapıdan geçerken zorlandığını fark ettim. Adımlarında belirgin bir zayıflık, sanki her an yere devrilmeye hazır gibi bir hâl vardı. Her adımda, vücudunun sarsıldığını gözlemledim. Ona yaklaştıkça, içimde bir korku düğümü sıkıştı. Yüzündeki ter damlaları, gözlerimin önünde parlıyor, her biri endişemin bir simgesi gibi görünüyordu. “Korkut, ne oldu sana?” diye bir kez daha sordum, sesim neredeyse bir fisıldama halindeydi. Elleri, başının üstünde gezinen terli parmaklarla göğsüne tutunarak bir destek arıyordu. Gözleri, korku ve yorgunluğun karışımıyla açılıp kapanıyordu. Birden, gözleri dehşet içinde açıldı ve bir anda yere yığıldı. Vücudu titremeye başladı, sanki içindeki tüm kaslar bir araya gelmiş ve kontrolünü kaybetmiş gibi. “Korkut!” diye haykırdım, korku içinde ne yapacağımı bilemeden. Korkut’un kriz geçirdiğini anladım, her şey hızla bulanıklaşmıştı. Yanına diz çöküp, ellerimle onu sarmaya çalıştım, titreyen ellerim onun vücudunu kavramaya çalışırken gözyaşlarım gözlerimden süzülüyordu. Korkut’un vücudu, sanki bir ķriz içinde savruluyormuş gibi hareket ediyordu. Gözleri, boş ve uzak bir ifadeyle bakıyor, nefesi düzensiz ve hırıltılıydı. İçimde derin bir boşluk hisseƫm, gözyaşlarım yanaklarıma düşerken, titreyen ellerimle onu sakinleştirmeye çalıştım. O an, Korkut’un vücudundaki kasılmaların şiddeti , sessizliği parçalayarak evin her köşesine yayıldı. Bu manzara, içimdeki güveni yerle bir etti ve evin dört bir yanına yankılanan bir çığlık gibi geldi. “Korkut, , beni duyuyor musun? Ne olur beni duy!” diye ağladım, sesim çaresiz bir feryata dönüşürken. Korkut’un vücudu titremeye devam eƫ, kasılmalar daha da yoğunlaştı. , “Korkut, seni yalnız bırakmayacağım, tamam mı?” dedim, onun üzerinde sakinleştirici hareketlerle elimle nazikçe gezinen parmaklarımı hisseƫrmeye çalışarak. Korkut’un titremeleri biraz hafiflemiş gibi görünse de, derin endişem hala içimi sardı. Saniyeler geçtikçe, kriz yavaş yavaş hafiflemeye başladı. Ancak Korkut’un durumunun ciddiyeti içimi yakıcı bir şekilde sardı. Yüzümdeki gözyaşlarım, tüm bu anın ağırlığını hisseƫriyordu. Evin her köşesi, Korkut’un kriz geçirdiği anın yankısıyla boşluk ve yalnızlıkla dolmuştu. İçimde bir boşluk oluşmuştu ve . Korkut’un titremeleri sona erdiğinde, gözlerini yavaşça açtı.Ama hali hala zor bir durumda olduğunu gösteriyordu. Gözlerindeki boşluk, tüm bu yaşadıklarımızın ağırlığını ve karmaşıklığını derin bir şekilde hatırlatıyordu . Korkut’un bu hali, benim için adeta bir kabus gibi hisseƫriyordu ve iyileşmesini umutla beklerken içimdeki korku ve endişe daha da derinleşiyordu. Korkut’un vücudu hala titriyordu, her kasılma beni derinbir dehşete sürüklüyordu. Gözlerim, Korkut’un boş bakışları ve düzensiz nefesi arasında gidip gelirken, içimdeki panik daha da yoğunlaştı. Ne yapmam gerektiğini bilmemek, bana adeta birlabirent gibi hisseƫriyordu. Ambulansı aramalıyım, belki bir yardım gelebilir, dedim Ama Korkut’un sesini duydum, “… yapma…” dedi, bu birkaç kelime bile acısını ve çaresizliğini özetliyordu. Korkut'un elleri, titrek bir şekilde göğsüne yapışmıştı, sanki içindeki kasılmalardan kendini korumaya çalışıyordu. Benimle göz göze geldiğinde, bakışları çaresizlikle doluydu. "Korkut, lütfenen, ambulansı arayalım, yardım gerek," dedim, gözlerim yaşla dolarken. Korkut’un verdiği tepki, bir an bile beklemeden benim tüm planlarımı alt üst eƫ. “Hayır,” dedi, “Alparslan’ı ara.” O an, içimden geçen tüm düşünceler bir anda durdu. Alparslan’ı aramalıydım, Korkut’un acısını izlerken, her saniye çok uzun ve korkutucu bir an gibi geçiyordu. Korkut’un krizi sürerken, zaman sanki yavaşlamıştı. İçimde, Alparslan’a ulaşmak için harekete geçme kararlılığı vardı ama aynı zamanda bu anın ağırlığı altında eziliyordum. Elim titreyerek telefonuma uzandım. Her şey bulanık ve karmaşık görünüyordu. Telefonun tuşlarına basarken, ellerim sanki başkalarınınkileriymiş gibi hisseƫriyordu. Alparslan’ın numarasını bulmak için parmaklarım ekranda kayıyordu. Korkut’unacısı ve çaresizliği, zihnimi sarmıştı. Arama butonuna basağım an, kalbimdeki korku, bir anlık rahatlamayla birlikte yükseldi. Telefonun sesi, evin sessizliğinde yankılanarak, bir umut ışığı olarak görünüyordu. , zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadan bekledim. Alparslan’ın sesi, bir umut gibi yankılandı. “Kardelen, ne oldu? ?” dediğinde, gözyaşlarım hızla gözlerimden süzüldü. “Alparslan, hemen buraya gel. Korkut… kriz geçiriyor. Yardıma ihtiyacımız var,” dedim, sesim boğuk ve titrek bir şekilde çıkarken. Alparslan’ın sesi endişeli bir tonda geri döndü. “Tamam, hemen geliyorum,” dedi. Telefonda geçen her kelime, bana bir nebze rahatlama ve umut verdi, ama Korkut’un yanında geçirdiğim her saniye, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. O an, Korkut’un gözleri hala acı içinde dolaşıyor, vücudu titremeye devam ediyordu. Korkut’un yanında diz çöküp, ellerimle onu nazikçe sarmalamaya devam eƫtimm. Alparslan’ın gelmesi için beklerken, içimdeki korku ve endişe her geçen dakika daha da büyüyordu. O an, Korkut’un iyileşmesini umut ederken, içimdeki tüm duygular karmakarışıktı .................................................................................................................................................... Korkut Hürel’den Enjektörün iğnesi, loş ışıkta metalik bir parıltıyla göz kamaştırıyordu. İçindeki sıvı, koyu ve tehditkâr bir şekilde yavaşça hareket ediyordu. Bu "özel karışım" hakkında pek bir şey bilmiyordum; ne içerdiğini ya da tam olarak ne yapacağını… Ama tek bir şeyden emindim: Bu karışım her şeyi değiştirecekti. “Korkut, ne yapman gerektiğini biliyorsun. Bunu kendine enjekte edersen, sana istediğin bilgileri vereceğim. Anlaşmamız gereği, seni her şeyin cevabına yaklaştıracağım,” . Serdar, her zamanki gibi oyununu oynuyordu, zihnimde bir ağ kuruyordu ve ben de bu ağın içine çekiliyordum. Ama bu sefer, işler farklıydı. Bu enjektör, bu karışım… Bunlar, geri dönüşü olmayan bir yolun başlangıcıydı. Elimde tuttuğum enjektöre baktım, parmaklarımın ucunda soğuk metalin sertliği vardı. Bu karışımı kendime enjekte etmemi istiyordu. Beni buna zorlamak için elinden geleni yapıyordu, Kafamı kaldırıp Serdar’ın gözlerine baktım, orada gördüğüm karanlık beni daha da derinlere çekmeye çalışıyordu. “İğnesiz de kazanabilirim, ölüm beni korkutmaz , kaç defa ölümle aynı çizgide dolaştığımı bunu yaparken ne kadar hevesli olduğumu biliyorsun serdar Serdar,” dedim. Sesim her zamankinden daha sert çıkmıştı. İçimdeki öfke, hayatta kalma içgüdüsüyle harmanlanmıştı. Onun oyununa gelmek istemiyordum. Her ne kadar cevapları arzuluyor olsam da, bu karışıma kendimi teslim etmek, kendimden vazgeçmek anlamına gelirdi. Serdar, ifademi analiz ederken, yüzünde nadir gördüğüm bir ifade belirdi Ama bu ifade hızla kayboldu ve yerini o alaycı gülüşüne bıraktı. “Biliyorum iğnesizde kazanabilirsin ,” dedi, sesi sanki zihnimin derinliklerine kadar işliyordu. “Ama yine de ölmek için can atan bir Korkut'u görmeyi hiç istemezdim.” Sözleri beni tuhaf bir şekilde sarstı. Ne kadar da kayıtsız görünüyordu, ama içten içe bu durumdan zevk alıyordu. Bu anın tadını çıkarıyor, beni bu kadar zor bir duruma düşürdüğü için gizlice gurur duyuyordu. Serdar’ın yüzünde beliren o pis sırıtış, midemi bulandırdı. Onun bu durumdan keyif aldığını görmek, öfkemin daha da artmasına neden oldu. Ama aynı zamanda, bu oyunu daha fazla sürdürmeye karar verdim. Serdar, sesini alaycı bir tona bürüyerek devam etti: “Ayrıca, ringte biraz eğlence fena olmaz. Sakın bana korktuğunu söyleme, . damarlarım umutsuzluk doluydu. Uçurumun kenarındaydım, karanlık bir boşluğa bakıyordum. Ama kaybedecek neyim vardı ki? Hayatım mı? O kadar anlamsız hale gelmişti ki, ölmek düşüncesi bile beni korkutmuyordu. Enjektörü Serdar’ın elinden aldım ve kararımın ağırlığını hissettim. İşte buradaydım, her şeyin sona erebileceği ya da nihayet uzun zamandır aradığım gerçeği öğrenebileceğim bir an. Gerçeği öğrenmek için her şeyi göze almaya hazıroldum. “Yap,” diye devam eƫ Serhat, sesi düşük ve emredici bir tonda. “Ringde seni durdurabilecek hiçbir şey olmayacak. Ve sonrasında, neyi aradığını bulacaksın.” Başımı salladım, kendimi daha çok onaylamak için. bir elle iğneyi koluma getirdim. Metalin soğukluğu derime bastırdım ve bir an tereddüt etmedim. Bu, sonum olabilir miydi? Belki de bu ringde ölürsem, buna değer mi? Ama ne de olsa, ölüm her zaman bir kaçış yolu gibi görünüyordu. Düşünmeden, iğneyi koluma bastırdım ve karışımı enjekte ettim Damarlarımda yanıcı bir his yayıldı, acımasız ve affetmeyen, ama dişlerimi sıkarak dayandım. Artık geri dönüş yoktu. “İyi,” dedi Serhat, tatmin olmuş bir ifadeyle. “Şimdi git. Onlara ne olduğunu göster.” --- Iğrenc bir sessizlik, ringe adımladım. Kalabalığın uğultusu uzak bir yankı gibi geliyordu, sanki tüm dünya sadece ben ve ringdeki ölümcül mücadele için varmış gibiydi. Vücudum, Serdar’ın verdiği özel karışımın etkisiyle adeta ateşle yanıyordu. Her kasım, her hücrem sanki kıvılcımlar saçarak daha da güçlenmişti. Düşmanımın gözleri, karşısında debelenen, şiddet sembolü haline gelmiş bir yaratığı izliyordum. Ben, onun için yalnızca bir hedef değil, bir cehennem, yaratıcıydım.Her adımımda, ayaklarımın altındaki ring zemini sarsılıyordu. Karışımın etkisiyle, etraķmdaki her şey bir sis tabakasıyla kaplı gibi görünüyordu, ama bu bulanıklıkta bile, rakibimin her hareketini net bir şekilde görebiliyordum. İlk yumruğum, rakibimin kafasında patladı ve bu darbe, onun kafasını savurdu. Etraķmda bir haykırış yükseldi; ama bu sesler, sanki uzay boşluğundan gelen yankılar gibi, sadece benim kulağımda çınlıyordu. Yumruğumun etkisiyle rakibimin yüzü, kanla kaplandı ve sanki bir savaş alanının ortasında, göğüs göğüse çarpışıyorduk. Her darbe, her yumruk, içimde birikmiş öfkenin patlaması gibi geldi. Rakibimin yüzüne her yumruk indirdiğimde, geçmişin karanlık anıları sanki yeniden canlanıyordu. Her darbe, Yıldırer’i hatırlatıyordu . “O gün… ne kadar da soğuk ve acımasızdım,” diye düşündüm , gözlerim rakibimin kanlı yüzüne odaklanmışken. Her tekme, Yıldırer’e karşı sergilediğim acımasızlığı hatırlatıyordu. Yıldırer’i ölümle tehdit ettiğim o anlar, içimdeki karanlığı büyütmüştü. içimdeki karanlık daha da derinleşmişti, Serdar’ın karışımının etkisi acıya karşı tamamen duyarsızdım. Her aldığım darbe,vücudumda derin yaralar açarken, sanki ben bu dünyadan tamamen kopmuştum Rakibimin çığlıkları, kulağımda yankılanırken, beynimde bir şekilde huzur buluyordum. Kendimi bir hayalet gibi hissettimm, etrafimda akan kan ve terle kaplı bir cehennemde dans ediyordum. Sonunda, rakibimi yere serdiğimde, ringin kenarlarından yükselen alkışlar ve tezahüratlar gözlerimin önünde bir sis gibi belirdi. O an, gerçeklikten tamamen kopmuş bir haldeydim, sadece boşluk ve karanlık hissiyatı içindeydim. Ringe adım attığım andan itibaren, her şey bir kabusa dönüşmüştü. zihnim de sarsılmıştı. Kan, ter ve zihinlerdeki karanlıkla bir dünyada kaybolmuş, amacımın ne olduğunu unutmuştum. Vücudum, her hareketimde sarsılırken, acı ve zevk arasındaki çizgi tamamen silinmişti Kendimi tamamen kaybetmiş, yalnızca Serdar’ın vaad eƫtği gerçeği elde etmeye odaklanmıştımm. Ama bu uğurda verdiğim mücadele, beni tamamen tüketmişti .soyunma odasına döndüğümde, bu acı ve yorgunluğun ardından sadece bir boşluk kalmıştı. Sonunda her şeyin bedelini ödemiş ve sadece kendi karanlığımın içinde kalmıştım. --- ilahi bakış açısı Serdar, telefonun diğer ucundaki gizemli adamın sesiyle zihninde karmaşık planlar kurarken, ringdeki Korkut’un mücadeleci tavrı ona acı bir zevk veriyordu. Korkut, zorlu rakipleriyle başa çıkmaya çalışırken yüzündeki ter ve acı, Serdar’ın içindeki karanlık duyguları alevlendiriyordu. "Evet, efendim," dedi Serdar, sesi kararlılıkla yankılanırken. "Uyarıcı maddeyi verdim. Dediğim gibi, onu öldürmeyecek ama bu, onun için acı dolu bir ders olacak. Kendini kaybedecek; zihin ve beden savaşı ona ağır gelecek.""Yavaş yavaş onu zehirleyeceğiz. Bu, sinir sistemini mahvedecektir. Korkut, kendi kararlarını tek başına alamayacak bir insana dönüşecek. Bu, onun için bir sonun başlangıcı olacak." Telefondaki adamın sesi, sanki bir yılanın hışırtısı gibi soğuk ve alaycıydı. "Korkut’un sonunu getirmek için doğru adımları atıyorsun, Serdar. Zihnindeki her çatışma, onun zayıflığını ortaya çıkaracak. Onu tamamen savunmasız hale getirmelisin."Ve bu uyarıcı maddeler , onun acı çekmesini sağlayacak. Zihnindeki belirsizlikler ve korkular, onu köşeye sıkıştıracak. Artık ne hissettiğini, ne düşündüğünü bilemeyecek," diye ekledi gizemli adam. "Korkut, her şeyin kontrolünü kaybettiğinde, tamamen yalnız kalacak." Serdar, ringdeki Korkut’un halini izlerken bir gülümseme belirdi. Korkut, düşmanlarının darbe vuruşlarına karşı koymaya çalışıyor, ama her geçirdiği an, zihnindeki belirsizlikleri daha da derinleştiriyordu. Her bir darbe, onu daha fazla sarsıyor, gücünü daha da azaltıyordu. "Tam olarak bunu yapıyorum," diye yanıtladı Serdar, içindeki tatmin hissiyle. "Korkut,un Zayıflıklarını açığa çıkarmak için gereken her şeyi yapacağım. . Hafızası yavaş yavaş onu terk edecek, basit şeyleri unutarak başlayacak, ardından önemli anılar birer birer yok olacak. En nihayetinde, kendini tamamen kaybedecekti. Gizemli adamın sesi, karanlık bir plana işaret ediyordu.. Onu köşeye sıkıştırmalısın, Serdar. Serdar, Korkut’un ringdeki çırpınışlarını izlerken, içindeki zevk duygusu katlanarak artıyordu. "Sonunda onu köşeye sıkıştırdığında, daha fazlasını yapmalısın. Onu tamamen yok etmelisin," diye fısıldadı adam. Gizemli adamın sesi, karanlık bir gücün yankısı gibiydi. "Unutma, Serdar; Korkut'un yok oluşu, senin yükselişinin anahtarı. " Serdar, ringin köşesinde durarak, Korkut’un acı içinde çırpınışlarını izlerken, içindeki karanlık birikimle bir adım daha ileri gitmeye karar verdi. Korkut’un zayıflaması, ona daha fazla güç kazandırmıştı ve artık bu durumun maddi karşılığını istemenin zamanı gelmişti. "Bu işte her şeyi yaptım," dedi Serdar, sesinde kararlılık ve hırs belirerek. "Korkut'u yavaş yavaş yok edeceğim , korkut sevdiklerine karşı bilinç dışı hareket edecek bu hareketlerinin arkasında kendi iradesi değil bizim yarattığımız irade olacak . onlara zarar verecek . Şimdi benim kazancımın zamanı geldi. Bu sürecin bedeli ödenmeli." Telefonun diğer ucundan gelen ses, soğuk ve mesafeliydi, ama içinde derin bir merak barındırıyordu. Gizemli sesin tonu, Serdar’ın bu karanlık oyunu nasıl oynadığını gözlemlemekten keyif aldığını gösteriyordu. “Merak etme,” dedi ses, sanki Serdar’a güvence verir gibi. “Karşılığını fazlasıyla alacaksın. Sen sadece ne yapıyorsan devam et. Onu yavaş yavaş ölüme hazırla
yorum yapmayı unutmayalım ..................
|
0% |