Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Bizimle Yaşa

@morzamiku

 

 

Acı çekmek ne demekmiş şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancıya boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey.

(Sayfa 196

Şeker PortakalıJosé Mauro de Vasconcelos)

peşimizdeki adamları atlatmıştık sonunda kısa bir araba yolculuğundan sonra nihayet Korkut, arabayı otelin önüne park etti .

büyük cam kapılar arasından lobideki kalabalık hareketliliğini izliyordum. . Korkut, araçtan indiğinde. Lobideki birkaç çalışan, beni inceledi. Onların bakışları, kendimi biraz daha huzursuz hissetmeme neden oldu. Yüzümde bir şey mi vardı? Belki de gözlerimdeki tedirginlik onları etkilemişti. O an için, görünmez olmayı diledim dikkatlerini üzerimdeydi çünkü . korkut Asansör düğmesine basarken,. Ben de adımımı attım, onun arkasından. Asansörün metal kapıları kapanırken, içerideki sessizlik sanki bir boşluk yaratmıştı. Sadece ikimizin nefes alışverişleri ve kalp atışları, metalik sessizlik içinde yankılanıyordu. Asansörün her katı geçişinde içimde biriken gerilim, her geçen saniye daha da büyüyordu. Dördüncü kata çıktığımızda, içimdeki huzursuzluk dayanılmaz bir hal almıştı. Asansör kapıları açıldığında, Korkut sağdaki koridora doğru yöneldi. Adımlarının yankısı, koridorda uzun bir süre devam etti, sanki her adımın yankısı duvarlarda yankılanıyordu. Ben, onun peşinden titrek adımlarla yürüyordum. Abimin arkadaşı olmasına rağmen, ona güvenmenin zor olduğunu hissettim. Bu, içimdeki güven eksikliğini ve korkuyu artırıyordu

. Korkut, koridorda yürürken, hareketlerinde kararlılık bir hava vardı.Odaya yaklaşırken, Korkut durdu ve kapıya yöneldi. Duruşu, öylesine kendinden emindi ki, ben içimdeki tedirginliği bir türlü bastıramıyordum. Kapının önünde dururken, Korkut bana döndü. "Merak etme, sapık değilim," dedi. Sesindeki hafif alaycı ton, tedirginliğimi daha da artırıyordu.

"Sana güvenmiyorum."Korkut'un kaşları hafifçe kalktı, gözlerinde alaycı bir parıltı belirdi. "Bana güvenip güvenmemen umurumda mı sanıyorsun, Kardelen? Burası güvenli diye seni otele getirdim, başka bir şey aklına gelmesin."Korkut'un söyledikleri, beni daha da huzursuz ediyordu. "Tamam ama bir yanlış hareketinde seni mahvederim," dedim, sert bir şekilde.Korkut, alaycı bir bakışla gözlerimi süzdü. "Beni mahvedecek kadar güçlü görünmüyorsun," sesinde beliren küçümseyici ton vardı . Daha fazla tartışmak istemediğim için, kapıyı açıp içeri girdim. Odanın içine adım attığımda, gözlerim ilk olarak basit ama işlevsel mobilyaları fark etti: bir yatak, televizyon ve masa ile sandalyeler vardı "Odanın atmosferi, beni daha da huzursuz ediyor," diye içimden konuştum . Korkut, masanın etrafındaki sandalyelerden birini işaret etti. "Otur bakalım."Derin bir nefes alıp, sabırlı olmaya çalışarak sandalyeye oturdum. İçimdeki gerginlik, her geçen dakika biraz daha arttı . korkutun emir içeren cümlelerini dinlemekten gereçeketen bıkmıştım

-Artık açıklayacak mısın yoksa abimi kullanarak benimle zaman mı geçirmeye çalışıyorsun?” diye sordum, sesimdeki meydan okuma açıkça hissediliyordu. Korkut’un karşısında dimdik duruyordum, gözlerimi ondan ayırmadan söylediklerimi bekledim. Onun tepki vermesini, ciddiye almasını istiyordum.

Korkut alaycı bir şekilde omuz silkti, sanki sözlerim onun için bir hiçmiş gibi. Gözlerinde küçümseyici bir bakış vardı; bu bakış, beni küçümseyen, ona göre sadece bir çocuk gibi şımarıklık eden biri olduğumu ima eden bir ifadeydi. “Şımarıkça davranmak için fazla büyüksün,” dedi, sesi soğuk ve keskin. Sözleri, içimdeki öfkeyi bir kez daha alevlendirdi. Bu alaycı tavır, onun beni ne kadar hafife aldığını, benim duygularımı ve düşüncelerimi ne kadar önemsiz gördüğünü gösteriyordu.

"Şımarık mı?" diye tekrarladım, sesimdeki öfke açıkça hissediliyordu. "Kendini o kadar önemli sanıyorsun ki, her dediğini kabulleneceğimi mi düşünüyorsun? sürekli bana emirler veriyorsun korkut

Korkut’un gözlerindeki alaycı ifade bir anlığına kayboldu, yerini daha ciddileşen, karanlık bir bakış aldı. Bu değişim, odadaki havayı anında ağırlaştırdı, sanki sözleriyle biraz sonra beni ezecekmiş gibi. Birkaç saniye sessizce beni süzdü, ardından dudaklarından dökülen kelimeler buz gibi soğuktu.

“Bana bak, Kardelen,” dedi, sesi ürpertici bir dinginlikle. “Abinle ilgili sana ciddi bir şey anlatacağım, ama sen hâlâ çocukça hareketlerle vaktimi harcıyorsun. Belki de abini gerçekten önemsemiyorsun, sadece öyleymiş gibi davranıyorsun.”

Ona kızgın bir şekilde baktım, ama bakışlarımı hiç umursamadan devam etti, kelimeleri keskin bir bıçak gibi ruhuma saplanıyordu.

“Sonuçta, cenaze törenine bile katılmadın,” diye devam etti, kelimeleri acımasızca vurdu. “Abini gerçekten sevseydin, onu son yolculuğunda yalnız bırakır mıydın? Gerçekten, bir insanın en sevdiği kişinin cenazesinde bile olmayacak kadar bencil olabileceğini hiç düşünmezdim.”

Bu sözler, tüm varlığımı sarsan bir darbe gibi geldi. Korkut’un sert ve acımasız kelimeleri, içimde yıllardır taşıdığım o derin yarayı daha da derinleştiriyordu. Gözlerimde biriken yaşlar, dudaklarımı ısırarak geri çekmeye çalıştığım duygularla doluydu. Ama onun karşısında güçsüz görünmek istemiyordum. Yine de, bu kadar acımasızca yüzüme çarpan gerçeklerle nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.

“Kendini ne zannediyorsun?” dedim, sesim titreyerek. “Senin ne düşündüğün umurumda değil. Abim benim her şeyimdi ve hâlâ öyle. Onu ne kadar sevdiğimi, ne kadar özlediğimi kimseye kanıtlamak zorunda değilim. Hele sana hiç değil.”

Korkut’un gözleri, sözlerime karşı bir an yumuşar gibi oldu, ama hemen ardından tekrar sertleşti. “Belki de bu söylediklerine sen bile inanmıyorsundur, Kardelen. Çünkü bir insan, gerçekten sevdiği birini kaybettiğinde, onun cenazesinde olmak ister . Ne olursa olsun, orada olur. Ama sen orada değildin. Abinin cenazesinde olmayacak kadar kendini düşünen birisin. Bu kadar bencilsin. Ve şimdi, abini gerçekten sevdiğini söylemeye mi çalışıyorsun? Kendi vicdanını mı rahatlatıyorsun

Her kelimesi, içimdeki derin yarayı daha da kanatıyordu. Kalbimde bir yangın başlamıştı, ama bu yangın sadece öfke ve kederle değil, aynı zamanda çaresizlikle de doluydu. Ona cevap vermek istiyordum, ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Oysa Korkut, acımasız bir hakim gibi, benim suçluluğumu yüzüme vuruyordu. Gözlerinde, bana acı çektirmenin bir tür tatmini vardı, sanki ben onun önünde diz çökmeliymişim gibi.

“Sana göre ne yapmalıydım?” diye sordum, sesimdeki kırılganlığı gizlemeye çalışarak. “Abimi sevdiğimi nasıl kanıtlayabilirim? Onun cenazesine gitmediğim için mi beni yargılıyorsun? Senin bileceğin bir şey değil. Sen… Sen ne yaşadığımı, içimde ne fırtınalar koptuğunu bilmiyorsun!”

Korkut, bir adım daha ileri geldi, bakışları artık keskin bıçaklar gibi ruhuma saplanıyordu. “Bana neden orada olmadığını anlat,” dedi, sesi keskin bir emir gibi. “Abinin cenazesinde olmak yerine neredeydin, Kardelen? Neden abini orada yalnız bıraktın? Onu gerçekten sevdiysen, neden son yolculuğunda yanında olmadın?”

abinin önemli günlerinde bile yanında olmayacak kadar mı sevmiyordun öldüğünde mi kıymetli oldu Bencilsin, Kardelen,” diye devam etti, sesi kararlı ve acımasızdı. “Sadece kendini düşünüyorsun. sadece kendi acına, kendi korkularına saplanıp kalmışsın.” devamında ise içimdeki yangını dağlayacak cümlelere devam ediyordu

Bu sözler içimde bir şeylerin kopmasına neden oldu. Kalbime saplanan bir bıçak gibiydi. Abimle ilgili bu kadar acımasızca konuşması, beni derinden yaralamıştı. Korkut’un yüzüne baktım, gözlerimde öfke ve hüzün karışımı bir ifade vardı. “Bunu söylemeye nasıl cüret edersin?” dedim, sesim titreyerek. “Abimi kaybettiğimde hissettiklerimi senin gibi biri asla anlayamaz. Sen kimsin ki benim duygularımı sorguluyorsun?”

Bir anda, sinirlerim kontrolümü kaybetmiş gibi hissettim. Ellerim yumruk haline geldi ve Korkut’a doğru yürüdüm. Tokadımı hızla savururken, Korkut hareketi fark etti. Yüzündeki ifade hemen değişti, ani bir refleksle kolumu tuttu. Tokadın yolunu kesmek için avuçlarını üstüme koyarak, sert bir şekilde durdu.

beni kendine çekti ve ani bir hareketle vücudumun üzerine doğru eğildi. Yüzümüz neredeyse birbirine değecek kadar yakındı. Onun nefesi, yüzüme çarpıyordu ve bu yakınlık, içimde karmaşık bir duygu seline yol açıyordu. Dudaklarımız arasında birkaç santimlik bir mesafe vardı. etkisi altına aldı. Birkaç saniye boyunca, bu yakınlığın gerginliğiyle karşı karşıya kaldık. Ardından, Korkut kendini yavaşça geri çekti ve aramızdaki mesafeyi tekrar açtı. ellerimi bırakmamıştı ama

Gözlerimden yaşlar süzülürken, derin bir nefes aldım. İçimdeki acı ve öfke, yavaşça yatışırken,

”Sen hiç bilmediğin bir acıyı, hiç anlamadığın bir boşluğu nasıl bu kadar kolay küçümseyebiliyorsun?” diye fısıldadım, sesim titreyerek. “Gerçekten hissettiğim acıyı anlamıyorsun

Korkut içimdeki öfkeyi ve karmaşayı daha da artırmıştı. İçimden fışkıran öfke, öylesine yoğun bir hal almıştı ki, artık kendimi saklamakta başarısız oluyordum. Bir an, gözlerimden fışkıran duyguların şiddetinden, ellerim titriyordu.

“Seninle adam akıllı konuşulmaz!” diye bağırdım. Sesimdeki nefret ve umutsuzluk, adeta bir çığlık gibi havada yankılandı. Seninle konuşmak, bir deliyle konuşmak gibi! Artık buradan gitmek istiyorum!”anlatacağın konuyla ilgilenmiyorum

. Kalbimde biriken acı, patlamaya hazır bir volkan gibi içimde fokurdamaya başladı. Onunla başa çıkmanın tek yolunun, onu derinden yaralayacak sözler olduğunu biliyordum.

Gözlerimi Korkut’un gözlerine diktim; bu sefer korkusuzca. İçimde yükselen nefret, bakışlarıma bile yansımıştı. "Senden nefret ediyorum," dedim, sesim bir bıçak kadar keskin ve acımasızdı. Bu cümle dudaklarımdan döküldüğünde, Korkut'un gözlerinde bir anlık bir sarsılma gördüm ama kendimi durduramadım. İçimdeki öfke, kendimi savunmanın en sert yolu olarak kelimelerle dışarı taşıyordu.

"Seninle bu kadar yakın olmak zorunda kaldığım için kendimden nefret ediyorum.

Korkut'un elleri hala beni sıkıca tutuyordu, ama bu sefer biraz titrediğini hissedebiliyordum. Ona acı çektirdiğimi biliyordum, ve bu his, içimde bir tür tatmin duygusu yaratıyordu. Ama hala içimde kalan tüm zehri boşaltmamıştım. Onun en derin yarasına dokunmam gerekiyordu . benim ne yaşadığımı bilmeden hayatım hakkında yorum yapmaya nasıl cüret ederdi

- iğrenç bir insansın sen askerlikten iyiki istifa etmişsin çünkü askerlik gibi kutsal meseliği senin gibi biri taşıyamazdı .O üniformanın ağırlığını bile kaldırabilecek güçte değilsin. Kalbin o kadar kirli ki, onur ve sadakat gibi değerlerin yanından bile geçememişsin O gurur duyduğun cesaretin altında, aslında sadece korkaklığını gizliyorsun. Korkut’un gözlerinde beliren acı, kelimelerimin derinlere ulaştığını gösteriyordu. Bu sözler onun en derin yarasına, en hassas noktasına dokunmuştu. Gözlerindeki öfkenin yerini, acı dolu bir karanlık almıştı . Sanki tüm dünya bir anlığına durmuş, sadece onun kırılan ruhunun yankısı kalmıştı .seni bu hale getiren her neyse, ona boyun eğmişsin dedim

onun sessizliği... O sessizlik beni parçalara ayırıyordu. Sessizce acı çektiğini görmek, içimdeki karanlık boşluğu daha da derinleştiriyordu. Ne kadar acı verirsem, o kadar çok kendimi kaybediyordum. . Kırılana kadar sürecek, ikimizi de mahvedene kadar devam edecek bir döngü.

Korkut’un sessizliği bir kaya kadar ağırdı, ama içinde sakladığı acı sanki bir fırtına gibiydi. Bu fırtınayı ben yaratmıştım, ve şimdi içinde kayboluyordum. Onun acısı benim içimde yankılanıyordu, beni zehirli bir şekilde güçlü kılıyordu.

Korkut’un beni tutan elleri, aniden daha da sıkılaştı, ama bu sefer öfkeden değil, acının verdiği çaresizlikten. Gözleri, bir an için gözlerime kilitlendi, ve o anda, içindeki derin kırgınlığı hissettim. Yine de, bu acımasız sözlerim onu durdurmadı. Aksine, Korkut’un içindeki karanlık daha da büyüdü, gözlerindeki derinlik daha da karanlıklaştı.

"Sen beni yaralayacağını mı sandın?" . Bana zarar verebileceğini mi sanıyorsun, Kardelen

korkut’un gözleri, öfkeyle parlıyordu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda, gözlerinde bir ateş yanıyordu. aniden belimden tuttu ve beni yatağa fırlattı. Yatak, sert bir darbe ile sarsıldı ve yastıkların, çarşafların arasında kendimi nasıl bulduğumu anlamaya çalıştım.

Yatakta sırt üstü yattım dengemi kaybetmiştim, üstüme doğru geliyordu derince yutkundum dengemi sağlayıp ayağa kalkamaya çalıştığımda tekrar beni yatağa itti yavaş yavaş üzerime geldi

Korkut’u beni yatağa hapsetmiş üzerime çıkmıştı . Yüzüm, ona bakarken bir an için dehşetle gerildi. Nefesim hızla artmıştı ve kalbim, göğsümde çarpıyordu. Korkut’un gözleri, tıpkı bir fırtınanın ortasında kalmış gibi, öfkeden kıpkırmızıydı.

Korkut, gözlerinde beliren kararlılıkla bana doğru eğildi. Nefesi yüzümde sıcak bir rüzgar gibi esiyordu. Aniden, tüm ağırlığını üzerime verdi; yatağa tamamen uzanmış, bedenini benimkine yapıştırmıştı. Her kası gergin, her hareketi belirgin bir sertlikle doluydu. Bir elini bileklerime götürdü, diğer eliyle ise kalçamdan kavrayarak beni iyice sabitledi. Onun bu ani hamlesi karşısında nefesim kesildi, beynimde bir anda binlerce düşünce uçuştu.

Korkut’un tutuşundan kurtulmak için bacaklarımı çırparak direnmeye başladım. Ama ne kadar uğraşırsam uğraşayım, bedenimi kıskıvrak saran güçlü ellerinden kurtulmanın imkânsız olduğunu anlamıştım. Kollarım yatağa sıkıca sabitlenmiş, onun sert kavrayışı adeta bir kelepçe gibi hareketlerimi engelliyordu. Çabalarım boşunaydı, kaçışımın önü tamamen kesilmişti.

"Kardelen," dedi, sesi adeta yerleri titretecek kadar sertti. "Bir daha askerliğim ile ilgili, senin dudaklarından tek bir kelime duyarsam…" Sözlerinin sonunda sesini kesip, Gözlerinin içine bakarken içimden bir ürperti geçti; bu cümlesinin sonunu getirmemesi, tehdidin büyüklüğünü daha da keskinleştiriyordu.

ne yaparsın korkut bakışlarına korkmadan karşılık verdim

"Ne mi yaparım?" diye devam etti, sesi her zamankinden daha soğuk, daha tehditkârdı. "Benim sabrımı zorlamanın bedelini ödetirim, hayal bile edemezsin. Askerliğim, benim geçmişim, … Bu konuda tek bir kelime bile etmeye kalkarsan, Kardelen, sonuçlarına katlanırsın. Ve inan bana, o sonuçlar seni paramparça eder.

“Bu konuyu bir daha açmak gibi bir hata yaparsan,” dedi, “sadece kelimelerle değil, eylemlerle de nasıl bir adam olduğumu sana göstermek zorunda kalırım. Ve bu, ikimiz için de iyi olmaz.”

sesim içime kaçmıştı onunla göz teması kurmamaya çalışıyordum

korkut’un öfkesi, bedeni üzerimdeki baskıyı daha da artırmıştı. . Korkut, elini nazikçe ama kararlı bir şekilde çeneme koyarak başımı kendisine çevirdi. O an, gözlerimin içine derin derin bakarken, parmaklarının sıcaklığı dudaklarımda hissediliyordu.Anladın mı?” diye bağırdı, sesi karanlık ve güçlü bir şekilde yankılandı. Korkut’un sesi, o kadar yoğun ve tehditkârdı ki, neredeyse beni sarsıyordu.

“korkut gözlerine cesurca baktım kendimi kontrol ederek konuşmaya çalıştım

Senin sınırlarına dokunmamı istemiyorsan, benim sınırlarıma da dokunmamalısın.üzerimden kalk nefes almakta zorlanıyorum . ” korkutun altında vücüdumu hareket ettirmeye çalıştım

- kıpırdayıp durma kardelen

sanki kendini zor tutuyormuş gibiydi

gözleri aniden aşağıya, göğüslerime kaydı. Bakışlarındaki o yoğun, tutkulu alevleri hissetmemek imkânsızdı. Bu bakış, içimdeki öfkeyi ve çaresizliği bir anda eritip yerini bambaşka bir duyguya bırakmıştı. Kalbim göğsümde deli gibi atmaya başladı, nefeslerim düzensizleşti. Korkut’un bu yakıcı bakışlarının altında adeta eriyordum.

Gözleri tekrar yüzüme döndüğünde, sadece tutkuyu değil, aynı zamanda derinlerde saklı bir arzunun izlerini de gördüm. O kadar yakındık ki, nefeslerimiz birbirine karışmıştı. korkut’un bakışları, bedenimi adeta yakarken içimdeki fırtına daha da büyüdü. Kaçmak istiyordum, ama bir yandan da kalmak... Bu hisler, beni darmadağın ediyordu.

“Korkut…” diye fısıldadım, sesim titrerken. Ama onun kararlılığı karşısında bu fısıltı bir hiç gibiydi. Korkut, ellerimi daha da sıkıca kavradıi. Bedenim, onun bakışlarının yakıcılığı altında alev alıyordu. Her ne kadar bacaklarımı kullanarak onu itmeye çalışsam da, Korkut’un üzerimdeki kontrolü, sadece fiziksel değil, duygusal olarak da beni esir almıştı.

. Bedeni üzerimdeyken, aramızdaki sınırların tamamen yok olduğunu hissettim. Korkut a teslim olmaktan başka bir çarem kalmamıştı.

- Mesafeye ihtiyacım var.” korkut

Korkut’un yüzündeki öfke, sözlerimin etkisiyle bir anlığına belirsizleşti, ama hemen ardından sert bir şekilde bana yaklaştı. , ve o an, kendimi tamamen savunmasız ve çaresiz hissettim.

Korkut, derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

“Senin yüzünden... sana zarar veriyorum.” Sözleri, adeta bir hançer gibi içime işliyordu.

tekrardan ağzımı açıp bir şey söyleyeceken sesi beni durdu

Korkut’un sesindeki kararlılık, tıpkı bir emir gibi, odanın her köşesine yayılıyordu. “Sus,” dedi, sesi bir komut kadar kesin ve kararlıydı. . “Sadece beni dinle,” diye ekledi, kendimi tamamen onun sözlerinin egemenliği altında buluyordum.

Korkut, vücudunun üzerimdeki ağırlığını hissettirirken, gözleri, gözlerimdeki her ifadeyi dikkatle okuyor ve karşılık veriyordu. “İnadın yüzünden canını yakmak istemiyorum,” dedi, . Onun bu sözü, içimde bir kıpırtı yaratıyor, kalbimde bir çarpıntıya neden oluyordu. “Şimdi beni dinleyeceksin,” diye devam etti. “Yoksa seni bu odadan asla çıkarmam

anlık gelen cesaretle gözlerine baktım sözlerine karşılık verdim

- üzerimden kalkarsan seni dinlerim korkut üzerimde olmadan da bana bir şeyler anlatabilisin değil mi

korkut yüznünde anlamdırmadığım bir duyguyla bana bakıyordu

Sanki üzerimdeki ağırlığının farkına varmış gibiydi. . Yavaşça ve dikkatlice üzerimden kalkarak, aramızda bir mesafe koydu. Vücudundan yayılan sıcaklık, aniden uzaklaştı ve bu mesafe, korkutla aramadaki duygu yoğunluğunu azaltmaya yetmedi

Meraklı gözlerle ona bakıyordum

- dinliyorum seni dedim

- korkut konuşmadan önce zihnini toparlamak için duraksadı sessiziliği , içimdeki huzursuzluğu derinleştiriyordu."O gün Belin'in sana saldırma sebebi, boynunda gördüğü kolyeyle ilgiliydi. Abin ve Belin sevgililerdi. Abinin gidişini atlatamadı Kardelen," dedi Korkut, sesi ağır ve düşünceli.Bu cümleler, zihnimdeki tüm düşünceleri bir anda devrim niteliğinde değiştirdi. O kendini bilmez kadının bana saldırmış olması, abimin sevgilisi olduğuna dair bilgiyle birleştiğinde, şok etkisi yarattı. "Yine de bana saldırmamalıydı," dedim, sesimdeki öfkeyi gizlemeye çalışarak.Korkut'un gözleri, pişmanlık ve üzülme karışımı bir ifade taşıyordu. "Biliyorum, ablam adına özür dilerim.""Özrünü istemiyorum. Sadece sizinle muhatap olmak istemiyorum. Abimle bir ilişkisi olması ondan nefret etmemi engelleyemez. Ablan normal değildi," dedim, sert bir şekilde. Ablanı kliniğe yatır, ancak öyle toparlar.Korkut'un gözlerinde gördüğüm hüzün, kalbimde bir sıkışma yarattı. Sesindeki acı, adeta kemiklerime kadar işledi. "Kardelen, ablam çok hasta, ruhsal olarak bitik durumda geriye dönülemez derecede," dedi Korkut, sesi boğuktu

.Söylediklerimden pişmanlık duydum. "Ben özür dilerim. Bilmiyordum, yani gerçekten hasta olduğunu bilseydim..." dedim, kendimi kötü hissetmemek için çabalayarak.Korkut, hüzün maskesini gizlemeye çalıştı, ama gözlerinden ve sesinden acısını hissedebiliyordum. İçimden geçen duygular, kafamda dönüp duruyor, her şeyin tuhaflığını daha da belirgin hale getiriyordu. "Bu yaşadıklarımız çok tuhaftı. Abimin ölümü, Korkut, Belin... Ne yapacağımı bilmiyorum,"

gözlerimden yaşlar akarken.Sessizlik, aramızdaki gerginliği daha da artırmıştı. Korkut'un sesi, bu sessizliği bozan tek şey oldu.

"Kardelen, sana söylemem gereken önemli bir şey daha var.""Ne?" dedim, merakla ve biraz da endişeyle."Kardelen, Yıldırer ’ın şehit olmasından sonra Belin çok zor günler geçirdi. Sonrasında onu hayata bağlayacak bir şey buldu belkide bir mucize ," dedi Korkut, gözlerinde belirgin bir ciddiyet ve biraz umut parlıyordu.Söyledikleri, kafamı karıştırmıştı. "Ne mucizesi?" diye sordum, sesim şaşkınlıkla titriyordu."Belin hamile olduğunu öğrendi," dedi Korkut, "Hamile... Hamile mi? Belin, abim..." dedim, şok olmuş bir şekilde. İçimdeki hisler karışmıştı; hem sevinç hem de keder, birbirine karışıyordu. Abimden kalan bir hatıra, bir umut ışığı olarak belirmişti."Abin, Belin’in hamile olduğunu bilmiyordu. Sonrasında Belin, ilaçlarla intihar etmeye kalkıştı," dedi Korkut, gözlerinde derin bir keder ve acı vardı.Bu sözler, içimde bir boşluk yaratmıştı. Belin’in çektiği acıların, abimin yalnızlığının, bu bebekle birleşmesi, beni derinden etkiliyordu. "Bebek? O yani... Öldü mü?" diye sordum, gözlerimden yaşlar akarken."Bebek iyi, Kardelen. Ağlama," dedi Korkut, sesinde rahatlama ve biraz da umut vardı. Bebeğin sağlığına sevindim ama bir yandan da babasını asla tanıyamayacaktı. Korkut gülümsedi, gözlerindeki yumuşak ışık, bebeğin iyiliği hakkında daha fazla bilgi vermek istiyordu. "Şu an 6 yaşında. Görsen o kadar güzel ki..." adı ise mihriban

"Demek adı Mihriban. .. Abimin bir kızı vardı," dedim, içimde bir kıpırtı oluşmuştu. Bir yeğenim vardı; abimden kalan bir hatıra,

Korkut derin bir nefes aldı ve Mihriban’dan bahsetmeye başladı. " 6 yaşında, mavi gözleri var, saçları ise altın sarısı. Küçük yaşına rağmen oldukça inatçı. Tanımadığı insanlara karşı mesafeli ve soğuk.

Korkut’un sözleriyle birlikte içimde bir şeyler sarsıldı. Mihriban’ın fiziksel özellikleri, abimin hatırasını taşıyan bir yüzün ayrıntıları gibi geliyordu. Bu bilgiler, kalbimde bir delik açmıştı.. Belin’in çektiği acılar, abimin yalnızlığıyla birleşmişti ve bu hikâyenin sonu, ikisinin de hayal edemeyeceği kadar trajik ve acıydı. İmkânsız bir aşkın, yarım kalmış bir hayatın acımasız sonucu olarak bu çocuk ortaya çıkmıştı. Hem bir umut hem de büyük bir hüzün taşıyan bir varlık... İçimdeki duygular bir sel gibi coşmuş, gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı.

bir çocuk... Abimin bir parçası, öyle mi?" Belin nasıl bu acıyla baş etti , nasıl dayandı

Korkut başını sallayarak, gözlerinde yumuşak bir ifade belirdi. " Mihriban var. Annesi çok zor bir dönem geçirirken, Mihriban onun tek ışığı oldu. " belin şuana kadar dayandıysa mihriban sayesinde

belin şuan klinikte ise o yalnız mı dedim içim titredi

Korkut, gözlerimdeki hüzün ve acıyı gördü. mihribanı anlatmaya başladı

Sanki söyleyeceği şeyleri dikkatle seçiyordu, çünkü her kelimenin bir anlamı, bir ağırlığı vardı. Sonunda, sesinde alışılmadık bir yumuşaklıkla, “Mihriban çok sessiz,” dedi

“Sessiz mi?” diye tekrarladım, merakla Korkut’a baktım. Mihriban hakkında daha fazlasını öğrenmek istiyordum, çünkü onun bu derin sessizliği, içimde bir merak uyandırmıştı. Neden bu kadar içine kapanmıştı? Neler yaşamıştı?

Korkut, bir an duraksadı, sonra hafifçe başını salladı. “Evet, sessiz. Kendini koruma mekanizması geliştirmiş gibi. Dış dünyaya karşı bir kalkan oluşturmuş, sanki kimseye güvenmiyor.” Sesi hüzünle doluydu, sanki Mihriban’ın bu durumu onu derinden yaralıyordu.

Bu sözler içimde bir ağırlık yarattı. Mihriban’ın bu küçük yaşında böylesine derin bir korunma ihtiyacı hissetmesi, onun ne kadar çok şey yaşadığını gösteriyordu. Sessizliğinin ardında kim bilir ne acılar, ne korkular vardı.

- ben görebilir miyim yani beni tanımak ister mi

“Seninle konuşmak isteyip istemediğini bilmiyorum,” diye ekledi Korkut, gözlerindeki endişe derinleşirken. “Belki de sana açılır. Ama zaman alabilir.,. Zamanla, belki seninle bir bağ kurabilir.”

Mihriban’ın sessizliği beni korkutmuyordu, aksine onu daha çok anlamak, ona daha çok yaklaşmak için bir sebep olarak görüyordum.

“Mihriban’ın sessizliğini aşmak kolay olmayacak, biliyorum,” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Ama ona ulaşmayı başarabilirim. Zamanla, belki de bana açılır. Sabırlı olacağım.”

Korkut, bu sözlerim üzerine gözlerimde bir anlığına rahatlama gördü. Mihriban’ın sessiz dünyasına girmenin ne kadar zor olacağını biliyordum, ama onun bu korunma mekanizmasının ardında yatan gerçek duyguları ve düşünceleri keşfetmeye kararlıydım. . Bu küçük kızın kalbini kazanmak için her şeyi yapmaya hazırdım.

Öğrendiğim gerçek, yüreğime işleyen ince bir bıçak gibiydi; aynı anda hem sevinç hem de acı veren keskin bir his bıraktı geride. Korkut’un dudaklarından dökülen kelimeler zihnimin içinde yankılanırken, kafamdaki düşünceler düğüm düğüm olmuştu. Sanki parçaları eksik bir bulmacayı çözmeye çalışıyordum. Bu hikayede anlam veremediğim boşluklar, eksik parçalar vardı ve ben bu parçaları bulmak zorundaydım.

Derin bir nefes aldım, kalbimin hızla çarptığını duyabiliyordum. Korkut’a baktım; yüzünde her zamanki o soğuk, duygusuz ifade vardı ama gözlerinin derinliklerinde bir şeyler gizliydi. Onun gözlerine bakarken, ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, içinde fırtınalar koptuğunu hissedebiliyordum.

"Korkut, bu hikayede eksik parçalar hissediyorum," dedim, sesimdeki kararlılığı hissettirerek. Gözlerimle onun bakışlarını yakalamaya çalıştım ama o, bakışlarını benden kaçırdı, sanki anlatmaktan korktuğu bir şeyler vardı.

Korkut, bir anlık tereddüdün ardından, sakin ama soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Bilmen gereken en önemli gerçek bu, Kardelen."

Bu cevap beni daha da huzursuz etti. "Önemli ya da önemsiz olduğuna ben karar veririm, Korkut. Eksik ne varsa anlat."

Sözlerim odada yankılandı, aramızdaki gerilim daha da yoğunlaştı. Korkut, bir süre sessiz kaldı, sanki içinde bir savaş veriyordu. Sonunda, gözleriyle bana baktı; gözlerinin derinliklerinde bir pişmanlık, bir acı vardı. "Bazen her şeyi bilmek pişmanlıktır, dedi, sesi alçak ama bir o kadar da ciddiydi

İçimdeki sabırsızlık büyüyordu. . Sinirlerim alt üst olmuştu, ama ona ısrar etmenin bir anlamı olmadığını anlamıştım. Geçmişte yaşadıklarımız, onun her şeyi kontrol altında tutma arzusunu bana yeterince göstermişti.

Dudaklarımı sıkarak, "Konuşacak başka bir şey kalmadıysa, gidelim," dedim. Sesim titrek çıkmıştı, ama gururumu korumaya çalıştım. Korkut ise soğukkanlılığını bozmadan yerinden kalktı, otel odasının kapısını açtı ve ağır adımlarla koridora doğru yürümeye başladı. O adımların yankısı, sanki boşlukta kaybolan umutlarımın yankısıydı.

Onun arkasından giderken içimdeki duygular karmaşık bir hal aldı. Kafamdaki soru işaretleri, göğsümde birer ağır yük gibi duruyordu. Bu işin peşini bırakmamalıydım. Bir an duraksadım, derin bir nefes alıp cesaretimi topladım. "Mihriban'ı görmek istiyorum," dedim, sesim içimdeki kararlılığı yansıtıyordu.

Korkut, omzunun üzerinden bana baktı. Yüzünde ifadesiz bir maske vardı, ama gözlerindeki sertlik dikkatimi çekti. "Şu an için imkansız. Birkaç gün sonra seni onunla tanıştıracağım," dedi. Sesi buz gibiydi, hiçbir esneklik yoktu.

İçimdeki öfke dalga dalga yükseliyordu. Onun bu tavırları beni çıldırtıyordu. Ama biliyordum, eğer onunla zıtlaşırsam, bana yeğenimi göstermezdi. Bu yüzden yutkunup sessiz kaldım, ama içimden ona küfürler savuruyordum. Otelden çıktığımda, aklımda hâlâ bir yeğenim olduğu gerçeği dönüp duruyordu. Bir yeğenim vardı! Bu haber gerçek olmayacak kadar güzeldi. Korkut yanımda olmasaydı, sevinçten penguen dansı yaparak bu durumu kutlardım.

Ancak Korkut’un varlığı, bu sevinci bile içimde bastırıyordu. Onun yanında asla tam anlamıyla mutlu olamıyordum. Sanki her sevinç, her mutluluk anı, onun soğukluğu ile gölgeleniyordu. Ama içimde, derinlerde bir yerde, Korkut’a karşı duyduğum karmaşık hisler beni hiç rahat bırakmıyordu.

.....................................................................................................................................

Gece, şehrin sessizliğinde boğulmuştu. Etrafta tek bir ses yoktu; yalnızca uzaktaki yıldızlar karanlığın içinde zayıf izler bırakıyordu. Hava soğuktu, iliklerime kadar işleyen bir serinlik vardı. . "Senden haber bekleyeceğim," dedim, sesimdeki soğukluk, içimdeki duygusal fırtınayı maskeliyordu. "En yakın zamanda bana haber ver."gözleri derin bir kararlılık ve soğuklukla doluydu başıyla söylediğim cümlemi onayladı

Derin bir nefes aldım, soğuk hava ciğerlerime dolarken içimde bir an için bile olsa hafifleme hissetmeyi umuyordum. Ama bu boş bir umutmuş gibi geldi. Karanlıkta gözlerimi etrafa dikip, bu geceyi ve bu anı zihnime kazımaya çalışıyordum. O anın ciddiyetinden kaçamayacağımı hissediyordum. "Bu saatlerde burada taksi geçiyor mudur?" diye sordum, içimde yükselen endişeyi bastıramayan bir ses tonuyla. Korkut'un gözleri üzerimdeydi; bakışları o kadar dikkatli ve rahatsız ediciydi ki, sanki zihnimi okurcasına bana bakıyordu. telefonumu açtım taksi için uygulamayı açacaken korkutun sert sesi yüzünden irkildim

"Ne yapıyorsun sen?" diye sordu Korkut, sesi soğuk ve sertti. basit bir soru soruyormuş gibi görünse de beni tedirgin etmişti ı. Bu soruyla birlikte içimde biriken gerilim, bedenimi daha da gerginleştirdi.

Telefonumdaki uygulamayı kontrol ederken sinirlenmiştim. Öyle ki, kendi hislerimi bile kontrol edemiyordum. "Bu adama laf anlatılmazdı," diye düşünüyordum, gözlerimdeki öfkeyi saklamaya çalışarak. Ekranın soluk ışığında yüzümün çizgileri daha da belirginleşmişti. aniden telefonumu korkut elimden almıştı

"Ne yapıyorsun sen? Telefonumu geri verir misin?" diye söylendim , sabrımın sınırlarını zorlayarak.

Korkut sinirli bir şekilde tepki verdi. "sen ne yaptığını sanıyorsun, Kardelen?" dedi, gözlerindeki öfke aniden parladı. "Bir saat önce peşimizde adamlar vardı, şimdi taksi çağırıyorsun. Kızım, sen beni delirtecek misin?"

Kaşlarım çatıldı, öfke yüzümde iyice belirginleşti. "Ben kendi başımın çaresine bakabilecek yaştayım, Korkut," dedim, sesimdeki kararlılık ve sinir daha da belirginleşmişti.

Korkut’un yüzü adeta taş kesilmişti; gözleri daralmış, dişlerini sıkarak konuşuyordu. "Senden artık ben sorumluyum," dedi, sesi daha da sertleşmişti. "Güvenliğin için benim arabamı kullanacağız."

Bu sözler karşısında, dudaklarımda alaycı bir gülümseme belirdi. Korkut'un sert tavrına rağmen kendimi tutamadım. "Benden sorumlu değilsin, Korkut. Aramızda sadece abimin hatıraları var, o kadar," dedim, sesimdeki küçümseme daha da derinleşmişti.

Korkut'un sinirleri iyice gerilmişti, gözleri adeta öfkeyle parlıyordu. "Kardelen, beni tahrik etmekten zevk mi alıyorsun?" diye sordu, Onun bu halini görmek, içimde tarifi zor bir karmaşa yaratıyordu bir yandan tuhaf bir şekilde tatmin ediyordu.

Ona bakarken, tüm bu gerginliğin altında başka duyguların da yattığını hissediyordum. Korkut’un bana karşı korumacı tavrı, bende hem kızgınlık hem de derinlerde bir yerde güven hissi uyandırıyordu. Ama bu, öfkemi daha da körüklüyordu. Korkut’a karşı hissettiğim karmaşa, içimdeki fırtınayı daha da şiddetlendiriyordu. "Tahrik mi? Belki," dedim, alaycı bir tonla. "Ama bunu sen istedin. Sürekli bana karışmaya devam edersen, seni daha çok zorlayacağım, Korkut."

yüzünde beliren o ani değişimi gördüm. Gözleri sertleşmişti, dudakları sıkılıydı. Benden bir adım daha uzaklaştı. Fakat bu uzaklaşma, beni daha da rahatsız etti. İçimdeki gerginliği arttırıyordu, sanki bir kopma noktasına gelmiştik ve ben o sınırda duruyordum. O an, Korkut'un bana olan bakışlarındaki o karanlık, bana yetti. Bu anın daha fazla uzamasını istemiyordum.

Aramızdaki sessizlik, karanlık geceye yayılmış bir örtü gibi yayıldı. Gözlerimi Korkut’un gözlerine .. temas ediyordu.. Senin aksine, sadece seni korumaya çalışıyorum," Sözcükleri, tıpkı ince bir bıçak gibi derinlemesine işliyordu. korkut telefonumu geri verdi yüz hatlarından ne düşündüğünü anlamak zordu sessizce arabasına bindim bu durmdan nefret ediyordum sürekli korkuta karşı çıkıyordum ama eninde sonunda onun dediklerini yapıyordum ne yaşıyordum ben ya da ne yaşıyorduk biz öğrendiğim gerçekleri hazmetmeye çalışırken yanımdaki adam hiç yardımcı olmuyordu

Araba sessizliğe gömüldü. Adresi vermeden evime doğru yol alırken, bu adamın bilmediği bir şeyler olmalıydı. Korkut’un ne kadar derin bir bilgiye sahip olduğunu düşünmek bile sinir bozucuydu.

"Sen evimi nereden biliyorsun?" diye sordum, sesim keskin bir şekilde yankılandı. İçimdeki merak ve öfke, kelimelerimi acımasızca kesiyordu.

Korkut’un gözleri, alaycılıkla parlıyordu. "Ben işimi şansa bırakacak biri mi benziyorum? Seni takip ettiriyordum," dedi. Sözlerinde, sanki bir güç gösterisi vardı; kendine olan güveni, beni daha da rahatsız ediyordu.

Ve gözlerim, onun bu tavrından rahatsız bir şekilde kaçarak, gözlerini takip ettim. beni takip etme yetkisini kim verdi sana ?" diye sordum, sesim titrek bir şekilde savunma yapıyordu. "Sonuçta resmi görevde değilsin, seni şikayet edebilirim."

Korkut’un dudakları, alaycı bir gülümsemeye dönüştü. Bu gülümseme, içinde bir tür acımasızlık barındırıyordu. "Çok mu arzuluyorsun nezarethanede kalmamı?" diye sordu, sesinde tatlı bir tahrik vardı.

Cevabım, sesimdeki titremeyle birlikte, "Evet, gerçekten çok arzuluyorum," dedim.

"Şansına küs, beni nezarethaneye atacak güçte biri yok," kardelen , sesindeki umursamazlık, benim de içimdeki karmaşayı yansıtıyordu.

, "Kendine fazla güveniyorsun," dedim,

korkut soğuktu . Bu soğukluk, sanki bir buz kütlesinin içinde sıkışmış gibi hissettiriyordu.

"Güvenmek zorundayım," diye yanıtladı, . Sesindeki kararlılık, ona olan öfkemin ve hayal kırıklığının yeniden alevlenirdi

"Söylesene, sen neden istifa ettin? Anladığım kadarıyla iyi bir askersin," diye sordum, içimdeki merak ve üzüntü, gözlerime yansıdı. Korkut’un bu kadar sessiz kalması, beni daha da meraklandırıyordu.

"Başka soru?" Korkut, ilgisiz ve uzak bir tavırla yanıtladı. Bu tavır, içimdeki öfkeyi iyice körüklüyordu.

"Demek bu konu hakkında konuşmayacaksın," dedim, sinirlerim gerilmiş bir şekilde. Gözlerindeki acı ve yarım kalmışlık, sanki bir sır perdesinin arkasında gizleniyordu. "Devlet sırrı mı bu? Alt tarafı, neden bıraktığını söyleyeceksin."

Korkut’un gözleri, derin bir acı ve belirsizlikle parlıyordu. "Belki bir gün anlatırım," dedi, sesinde karanlık bir umut barındırarak. O an, onunla daha derin bir konuşmanın arzusuyla doluydum. İçimdeki merak, Korkut’un gizemli geçmişini öğrenme isteğiyle birleşmişti. Ama şimdilik, onun sessizliği ve sırları, aramızda bir uçurum gibi duruyordu.

-O gün yanında olamazsam

Korkut’un bakışlarının üzerimde yoğunlaştığını hissettim. Gözlerindeki o soğuk, keskin bakış bir an için değişmiş gibiydi. Söylediğim şeylerin onun içinde bir yankı bulduğunu hissediyordum; sanki sert kabuğunun altında bir şeyler titreşmişti.

Varsayımları konuşmayı sevmem,dedi, sesi her zamanki gibi sert ve otoriterdi. Analizlerime göre, uzun süre yanımdasın.

Sözlerinin ağırlığı altında bir an için durakladım. Bu adam her zaman mantığı ve analitik düşünceyi ön planda tutuyordu ı, ama yine de sözlerinin arkasında bir şeylerin saklı olduğunu hissediyordum.

-Analizlerle mi yanında kalacağım? Komiksin, Korkut. Sen benim yanında kalmamı hesaplamışsın, olmazsın,dedim, sesimdeki alayı saklayamadan. İçimde, ona karşı duyduğum öfke büyüyordu. Bu öfke, yalnızca onun beni kontrol etmeye çalışmasından değil, aynı zamanda kendimi bu denli savunmasız hissettiğimden kaynaklanıyordu.

Korkut, dudaklarında beliren ince bir tebessümle bana döndü.

-Komik bir şey söylemedim. kardelen,

Bu sözleri, içinde bulunduğum duruma olan tahammülümü zorluyordu. Ona bakarken, içimde kaynayan öfkeyi dizginleyemiyordum. Sanki hayatımın ipleri onun elindeydi, ben ise sadece bir kuklaydım

Offf! Yeğenin olmasan selam vereceğim insan değilsin, neyse katlanacağım sana,diye patladım, içimdeki öfkeyi artık tutamayarak. Bu sözler, onun üzerinde bir etki bırakmış gibi görünüyordu; gözlerindeki hafif bir parıltı bunu belli ediyordu. Ancak hemen ardından kendine özgü soğuk tavrını takındı.

Duygularımız karşılıklı. Ağabeyin olmasa, muhatap olacağım biri değildin, dedi, sesi yine o keskin, duygusuz tonda.

O an içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim.

-Haklısın, dedim, soğuk bir tonla. Ortak bir hikayemiz var sadece. Hikaye bittiğinde, biz de bir daha görüşmek zorunda kalmayız.

Korkut sadece yüzüme duygusuzca baktı ve konuşmaya başladı

- bu hikayeyi hızlıca biterceğim kardelen sesi kararlı ve ciddiydi

Bu son kelime, ikimizin arasında soğuk bir yankı gibi kaldı, Sanki söylediği bu sözde bir şeyler saklıydı, fakat ne olduğunu çözemiyordum.

Kendi içimde bir duvar örmeye karar verdim. Bu hikayede onunla beraber yürümek zorundaydım ama hikaye bittiğinde, birbirimizin hayatından sonsuza dek çıkmalıydık. Bu, hem onun hem de benim için en doğrusu olacaktı. Korkut’la aramda oluşan bu mesafeyi korumak, bana da bir tür güvenlik sağlıyordu. Korkut’a yaklaşmak, onun duygularını anlamaya çalışmak, sadece beni daha fazla yaralayabilirdi. Bu yüzden, içimdeki bu soğuk duvarı ördüm ve onun ardına saklandım.

. Artık sadece bir hikayeyi tamamlamak için yan yanaydık. Ama hikaye bittiğinde, yollarımız da ayrılacaktı. Ve belki de, bu son ayrılık, ikimiz için de en doğru yol olacaktı

........................................................................................................................................................................

Özlem'e olanları kısa ve öz bir şekilde anlatmaya çalışmıştım, ama o bana adeta şok olmuş bir ifadeyle baktı. "Yuh yani!" demekten kendini alamadı. Kardelen, Belin Hanım ve Yıldırer abimi asla bir çift olarak hayal edemezdim. Onlar tamamen zıt karakterlere sahiplerdi.

Özlem mutlulukla bana bakıyordu ayy kardelen şu an yeğenin mi var?" dediğinde, onun Mihriban'dan bahsetmesi içimi ısıtmıştı. Özlem çok garip bir duygu dedim , "Onu görmeden sevmeye başladım," "

Kardelen Belin Hanım ve Yıldırer Abiden kesinlikle mükemmel bir çocuk çıkmıştır," diyordu heyecanla. "Kesin çok tatlıdır, çabucak tanışın kaynaşın. Sonrasında belki bizim evde de kalır." Özlem, hayalleri hakkında öyle coşkuyla konuşuyordu ki, gözleri parlıyordu. Onun bu heyecanına katılmak istiyordum ama içimde bir yerlerde soğuk bir taş gibi duran bir şüphe vardı.

Bir an duraksayıp düşündüm. kaygılarım içimi bir ürpertiyle dolduruyordu. "Özlem, bizde kalmak ister mi bilemiyorum," dedim, sesimdeki endişeyi gizleyemeyerek. "Ayrıca o dağ ayısı izin verir mi burada kalmasına?"

Özlem'in yüzü aniden ciddileşti. "Ne demek izin verir mi Kardelen? Senin o çocuğun halasısın!" diye çıkıştı bana. Onun bu sözleri beni bir anlığına sarsmıştı. Halası… Bu kelimenin ağırlığı, içimdeki karanlık düşünceleri bir nebze olsun dağıtıyor, ancak Korkut’un gölgesi hemen yeniden üzerime çöküyordu. "Doğru söylüyorsun ama," dedim, sesim bu kez daha yumuşak. "Ne bileyim, Korkut ne yapacağını kestirmek zor."

Özlem, gözlerimin derinliklerinde bir şey arıyormuş gibi bakıyordu bana. "O, senin yeğenin," dedi. "Korkut da kim oluyor? Hem Korkut neden bu kadar önemli ki?"

Kelimeler boğazımda düğümlendi. Korkut... O hep bir bilinmezlik, hep bir sır perdesi. Bazen ona ulaşmak o kadar zor ki

… Özlem, Korkut’u anlamaya çalışmak bir yana, onunla başa çıkmanın ne demek olduğunu asla bilemezdi. . Korkut’un dünyasına girmek bir yana, o dünyanın kapısını bile açmak istemezdim. Ama yine de...

Ama ne olursa olsun, Özlem haklıydı. O çocuğun halasıydım ve bu, Korkut’un bile önüne geçemeyeceği bir şeydi.

"

Özlem aniden, "Şimdi siz Korkut'la ne oluyorsunuz?" diye sordu. Bu sorunun absürtlüğü üzerine, "Baldız oluyoruz, Özlem," dedim, alaycı bir gülümsemeyle.

"Dalga geçme Kardelen," diye çıkıştı Özlem.

"Az biraz mantıklı ol," dedim. sadece ortak bir hikayemiz var yani aslında biz korkut ile hiçbir şeyiz

özlem beni dikkatele dinliyordu

kardelen çok kesin konuşuyorsun ama şimdilik bu konuyu konuşmayalım dedi

özlem ile mihriban ile ilgili konuşurken konu tabikide saçma yerlere gidiyordu Özlem saçma sorulardan vazgeçmiyordu.

" kardelen Sen şimdi hala oldun ya?"

"Öyle görünüyor, evet." özlem

"O zaman büyü yapmaya başlarsın," dedi Özlem.

"Büyü mü? Ne alakası var şimdi?" dedim, onun bu saçma çıkarımlarına şaşırarak.

"Kızım, her hala büyücüdür. Artık herkes senden büyü yaptırmanı isteyecek," dedi.

"Özlem, git yat uyu. Gece gece beni dinden imandan çıkarma," dedim, ciddi bir ses tonuyla.

benim şu despot patrona şöyle bi ağız bağlama büyüsü yapsak var ya dedi özlem

özlem ciddiyetini görünce dalga geçmekten kendimi alamdım

- Özlem, o canıma tak ettiren patronundan bahsederken ciddiyeti öyle yoğundu ki, onu dinlerken bir an durup düşündüm. Bu kız gerçekten mi bu kadar sinirli yoksa ben mi abartıyorum? Ama yok, Özlem’in gözlerinde o kadar kararlı bir parıltı vardı ki, işte tam o an dalga geçmekten kendimi alamadım.

"Tamam Özlem," dedim, yüzümde yaramaz bir gülümsemeyle. "Eğer öyleyse, hadi bir ağız bağlama büyüsü yapalım. Git bana bir atın tırnağını getir, bir de senin şu despot patronunun saç telini bul." Sözcüklerimi öylesine söyledim ki, sırf onu kızdırmak için. Ama Özlem’in ciddiyetini koruyarak defterini çıkarıp not aldığını görünce, bu şakayı nereye kadar sürdüreceğimi düşündüm.

"At tırnağı," diye mırıldandı Özlem, not alırken. "Bir de saç teli…"

O an Özlem’in yüz ifadesine bakarken annesinin onu doğururken nasıl bir hata yapmış olabileceğini düşündüm. Bu kızı nasıl bu kadar saf bırakmış olabilir? Nasıl böyle her şeye inanabilir? Ama Özlem işte, her zamanki Özlem.

"Özlem," dedim sonunda, gülmemi zorlukla tutarak. "Sen gerçekten umutsuz bir vakasın. Ciddiyim, bu kadar saf olman inanılmaz."

"Ne yani, yapmayacak mıyız bu büyüyü?" diye sordu, yüzünde hala o saf umut vardı. O an gerçekten de ne diyeceğimi bilemedim. "Özlem," dedim sonunda, biraz daha ciddi bir tonda. "Bu büyü işlerini boş ver. Belki de bu despot patronla başka türlü başa çıkmanın yollarını aramalısın. Ama söz veriyorum, eğer bir gün gerçekten bir büyü yapmaya karar verirsek, ilk senin patronunu hedef alacağız. Ne dersin?"

Özlem’in yüzünde minnettar bir gülümseme belirdi. "Anlaştık," dedi, not defterini kapatırken. "Ama o saç telini bulursam, belki yine deneriz, ne dersin?"

- Tabii Özlemciğim, büyüyü yaparız," dedim, sesimi olabildiğince ciddi tutarak. "Ama bil bakalım ne olacak? Akşama Show TV’deyiz. Haberlerde başrol olacaksın! Kameralar seni büyü yaparken yakalayacak, ve manşet ne olacak biliyor musun? ‘Genç kadın, despot patronunun ağzını bağladı!’"

Özlem bir an duraksadı, ardından gözleri iyice açıldı. "

yüzümde ciddi bir ifade takınarak. "Seni ekrana çıkartacaklar. Haber spikeri senin büyüyü nasıl yaptığını anlatacak. Hatta izin verirsen , o spikeri ben taklit edeyim. Bak, şöyle olacak…"

Elime hayali bir mikrofon almış gibi yaptım ve ses tonumu biraz daha resmi hale getirerek Özlem'e doğru eğildim. "Sayın seyirciler, şu an inanılmaz bir olayla karşı karşıyayız. Ankara’nın göbeğinde, genç bir kadın, patronunun ağzını bağlamak için büyü yaparken yakalandı. Şimdi olayı bizzat kendisinden dinleyelim."

"Seninle şaka yapılmıyor ya!" dedi Özlem, biraz bozulmuş bir ifadeyle.

"Özlem, inan ki Korkut yüzünden tüm gülme refleksimi kaybettim. Adam yürüyen negatif çarpan gibi," dedim. şuan gülme refleksimi tekrar kazanmaya çalışıyorum

"Negatif çarpan mı? Sevdim bunu!" dedi Özlem kahkahalarla. "Peki, Mihriban'ı ne zaman göreceksin?"

"Bilmiyorum ki. Korkut birkaç gün sonra dedi. Bana haber verecekmiş. İnşallah beni sever, Özlem... Yani sever, değil mi?"

"Sever tabii kızım, sen onun halasısın," dedi Özlem güven verici bir sesle.

"Yabancı gibi olmak istemiyorum onunla," dedim endişeyle.

ilk başta belki yabancı olabilir sana ama zamanla alışacaktır. Peki, Zeynep teyzeye söyleyecek misin?" diye sordu Özlem, annemden bahsederek.

"Abimden alamadığı hırsı küçük kızından alır. Şimdilik söyleyemeyeceğim, belki hiç söylemem," dedim kararlı bir şekilde.

"Kardelen, ama..." dedi Özlem, endişeyle.

"Amması yok, Özlem. Bir daha aynı şeyleri yaşamak istemiyorum. Ben yoruldum, tamam mı?" Gözlerim dolmuştu, boğazım düğümleniyordu.

Konuyu değiştirmek için, "Sen iş yerindeki olayları halledebildin mi?" diye sordum.

"Nerede ya! Adam taktı bana, sürekli emirler veriyor, yüksekten konuşuyor. Dün pozisyonumu değiştirdi. Bil bakalım kim tekrar stajyer maaşı alacak?" dedi Özlem, sinirli bir şekilde.

"İşten ayrılmalısın, Özlem," dedim kararlı bir sesle.

"Biliyorum, ama çok prestijli bir şirket. Millet stajyer olmak için bile yarış halinde. Despot bir adam yüzünden kariyerimden olamam," dedi Özlem kararsız bir şekilde.

"Ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordum.

"Hiçbir şey yapmayacağım. Sadece bana verilen görevleri yapacağım. Tekrar kendimi kanıtlayacağım herkese," dedi kararlı bir ses tonuyla.

"Başaracaksın, ben sana inanıyorum," dedim ona güven vermeye çalışarak.

Bu konuşmanın ardından ikimiz de yarın erken kalkmamız gerektiği için odalarımıza çekildik. Yatmaya hazırlanırken telefonumun zil sesi odada yankılandı. Ekrana baktığımda annemin aradığını gördüm. Ellerim titremeye başlamıştı. Kim bilir ne diyecekti...

Telefonu yavaşça kulağıma götürdüm ve tuşlara basarken ellerimin titrediğini fark ettim. Bir yandan konuşmak istiyor, bir yandan da bu konuşmanın beni daha da derin bir karanlığa sürükleyeceğini biliyordum. Annemle konuşmak, her zaman içimde bir şeyleri kırıyordu, bir şeyleri yok ediyordu. Onun sesi, her zaman bir şekilde kalbime dokunur ve içimdeki acıyı yeniden canlandırırdı.

Alo, anne, dedim, kelimeler dudaklarımdan dökülürken sesimdeki titremeyi engelleyemedim. Bu basit kelime bile, içimdeki tüm korkuları, tüm endişeleri uyandırdı. Annemin tepkisini beklerken, içimdeki sessizlik daha da derinleşti.

"Kızım, sabahtan beri arıyorum, neden açmıyorsun?Annemin sesi, telefondan gelir gelmez beni o soğuk, tanıdık duvara çarptı. Her zamanki gibi, beni suçlayan, sorgulayan bir tondaydı. İçimde bir şeyler yeniden kırıldı. Annemin sesindeki o iğneleyici ton, yıllardır alıştığım bir şeydi. Oysa bir zamanlar, bu sesi duymak için can atardım; şimdi ise kaçmak istiyordum, ama kaçamıyordum.

Banyodaydım anne," dedim, boğazımda bir düğümle. Yalan söylemek istemezdim ama gerçeği söylemek daha da zor gelirdi. Banyoda değildim, ama duşa gidip saatlerce sıcak suyun altında durmak istiyordum, belki o zaman içimdeki bu ağırlık biraz olsun hafiflerdi. İçimde birikmiş olan gözyaşlarını saklamak için her şeyi yapardım; banyoya kapanmak, ağlamak, içimdeki acıyı suya karıştırmak... Ama annem bunları bilmezdi, bilse bile umursamazdı.

Nasılsın Kardelen?"Annemin sesi, beklemediğim bir şefkatle doluydu. Bu soruyu en son ne zaman duymuştum, hatırlamıyordum bile. Yine de bu beklenmedik ilgi, kalbimde bir sıcaklık yaratmadı, aksine daha da büyük bir boşluk hissettim. Annemin sorusundaki şefkat bile yüzeyseldi, geçiciydi. Bu sorunun ardında ne olduğunu biliyordum; annemin o sert, acımasız yanını çok iyi tanıyordum. O yüzden, bu soruya cevap vermek bile içimde bir mücadeleye dönüşmüştü.

"İyiyim anne," dedim, boğazımdaki düğümü çözmeye çalışarak. İyiyim demek, bu kadar zor olmamalıydı. Ama gerçekten iyi değildim, hiçbir zaman da iyi olamayacaktım. Abim öldüğünden beri içimdeki boşluk, her geçen gün biraz daha büyüyordu. Onun yokluğu, annemin soğukluğuyla birleşince içimde tarifsiz bir yalnızlık oluşmuştu. Annem bunu asla anlayamazdı. Çünkü o, abimin ölümünü kabullenmemiş, hatta yas bile tutmamıştı. Onun için abim hiçbir zaman bir evlat olmamıştı; bir hataydı, bir yükten başka bir şey değildi.

"Ne zaman geleceksin?"Annemin sabırsızca sorduğu bu soru, boğazımı yeniden düğümledi. Ne zaman dönecektim? Ya da dönecek miydim? O eve geri dönmek... O eve geri dönmek demek, içimdeki acıyı yeniden yaşamak demekti. Abimin hatıralarıyla, annemin soğuk duvarları arasında sıkışmak demekti. Ama bunu yapabilir miydim? Geri dönmek, annemle yüzleşmek... İçimdeki yarayı daha da derinleştirmek istemiyordum.

"Anne, gelmeyi düşünmüyorum,"dedim, kelimeler boğazımdan zorla çıkarak. Göğsümdeki o ağır yük, sanki daha da büyüdü. Annemin bu sözlere vereceği tepkiyi tahmin edebiliyordum. Onun beni anlayamayacağını, beni yargılayacağını biliyordum.

Annem derin bir iç çekti. O iç çekiş, sanki kalbime saplanan bir bıçaktı. "Hâlâ mı Kardelen? Artık hayatına dönsen iyi olur. Ölmüş bir insanın arkasından yas tutman uzun sürmedi mi? Annemin bu umursamaz sözleri, içimdeki yaraları daha da derinleştirdi. Abim... Annemin dilinde ölmüş bir insan... O benim abimdi! Annem, onun ölümünü bu kadar kolay mı kabullenmişti? Abim, annem için bir insan bile değildi; o, sadece bir yükten ibaretti. Bu düşünce, içimdeki acıyı daha da derinleştirdi. Nasıl olurdu da bir anne, kendi evladının arkasından böylesine acımasızca konuşabilirdi?

Ölü insan dediğin, senin oğlun! Üstelik şehit olmuş! Sen bu kadar kalpsiz olamazsın!" dedim, sesim titreyerek. Gözlerim doldu, ama gözyaşlarımı geri tutmaya çalıştım. Annemin bu kadar umursamaz olması, beni içten içe yıkıyordu. Abim, annemin gözünde hiçbir şey ifade etmiyordu, onun ölümü bile annemi zerre kadar etkilememişti. Kalbimdeki öfke, içimdeki acıyla karıştı. Abim, annem için bir yükten başka bir şey miydi? Onun ölümü, annem için bir rahatlama mıydı? Bu düşünceler, içimdeki yaraları daha da kanattı.

Annem bir süre sessiz kaldı. Onun cevabını beklerken, içimdeki öfke daha da büyüdü. Sessizlik, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Sanki bu sessizlik bile beni boğuyordu.

"Kardelen, umurumda mı sanıyorsun? Ayrıca şu iyilik meleği hallerinden vazgeç. Sen çok mu iyisin? Sonuçta sen de Yıldırer'e çok haksızlık yaptın, dedi annem, sesi sert ve keskin. annem sevgi nedir bilmezdi; annemin dünyasında sadece nefret, öfke ve suçlama vardı.

Anne, senin yüzünden beni abimle tehdit ettin!" dedim, gözlerim dolarak. İçimdeki acı, kelimelerle dışa vuruluyordu. Annem, abimi ve beni birbirimize düşman etmişti. Onun yüzünden, abimle aramızda hep bir mesafe olmuştu. Annem, abimle olan bağlarımızı koparmış, bizi birbirimizden uzaklaştırmıştı. Bu gerçeği bilmek, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu.

"Evet, tehdit ettim. Yine olsa, yine yaparım,"dedi annem soğukkanlılıkla. Bu sözler, içimdeki son umut kırıntılarını da yok etti. Abim, annemin gözünde hep bir hataydı. Onun varlığı, annemin yaşamında hep bir leke gibi kalmıştı. Annemin bu soğukluğu, bu acımasızlığı, abimi ölümünden sonra bile rahat bırakmıyordu. Annem, abimi ölümünden sonra bile affetmemişti; onun nefreti, abimin mezarına kadar uzanıyordu.

Artık daha fazla dayanamayacağımı hissettim.Telefonu sıkıca kavradım, annemin soğuk ve acımasız sözleri beynimde yankılanırken, içimdeki öfke ve acı karışık bir hal aldı. Gözlerimden süzülen yaşları kontrol edemiyordum artık. Annemin sözleri sadece kalbimi kırmakla kalmıyor, ruhumu da derin yaralarla delip geçiyordu. Yıldırer’in hatırası, annemin dilinde küçümseniyordu. Onun bu kayıtsızlığı, sanki abimin yokluğunu daha da dayanılmaz hale getiriyordu.

"Sen... Sen gerçekten nasıl bir insana dönüştün ?"dedim, boğazım düğümlenmiş halde. Bu kelimeler, dudaklarımdan dökülen birer sitem değil, birer isyandı. İçimdeki acıyı, öfkeyi, çaresizliği dışa vurmanın en yetersiz haliydi. Annemin gözünde hiçbir şeyin değeri yoktu; ne abimin hayatının, ne de benim hislerimin. Bu gerçeği kabul etmek istemiyordum, ama her kelimesiyle beni bu gerçekle yüzleştiriyordu.

"Kardelen, büyü artık. Yeter bu dramalar," dedi annem, sesinde hiçbir duygusal kırıntı olmadan. Büyümem mi gerekiyordu? Abim ölmüşken, annem hala onun adını bile anmaya tenezzül etmezken, büyümem mi gerekiyordu? Annemin bu umursamazlığı, sadece abimle değil, benimle de olan bağını koparıyordu. Yıldırer’i unutmak, onun hatırasını silmek, benim için imkansızdı, ama annem bunu benden bekliyordu.

Büyümek mi? Yani abimin ölümünü unutmak mı? Senden nefret ediyorum, anne! Sen sadece kendini düşündün hep, abimi bir an bile sevmedin, sevmek istemedin. dedim, gözyaşlarım yanaklarımda süzülürken. Annem bu kelimelerime bile aldırış etmedi. Onun dünyasında, sadece kendi hisleri, kendi düşünceleri vardı. Benim acım, benim öfkem, onun için bir şey ifade etmiyordu. Annem, her zaman kendi dünyasında yaşıyordu; soğuk, karanlık ve sevgisiz bir dünya.

Kardelen, yeter artık. Bu saçmalıklara bir son ver. Yıldırer öldü ve sen de bunu kabullenmek zorundasın. Eğer bunu yapmazsan, hayatına devam edemezsin,dedi annem, her kelimesi birer bıçak gibi kalbime saplanırken. Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu? Nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyordu? Yıldırer’in ölümünü kabullenmek, benim için onun hatırasını silmek demekti. Annem, abimin ölümünü bir kurtuluş olarak görüyordu, ben ise her geçen gün bu acıyla daha da boğuluyordum. Annem için Yıldırer’in ölümü, bir yükten kurtulmak demekti; ama benim için, hayatımdan bir parçanın kopup gitmesi demekti.

Sen onu hiç anlamadın, hiç sevmedin. Abim, senin gözünde hep bir hataydı. Ama o benim abimdi, canımdı! Onu sevmeyi nasıl beceremedin? Onunla ilgili her şeyden nefret ettin, değil mi? Hatta onu bu dünyadan silmek istedin! Ama ben asla unutmayacağım, anne! Onu hatırlamaktan asla vazgeçmeyeceğim! dedim, içimdeki tüm acıyı ve öfkeyi dışa vurarak. Artık saklayacak bir şeyim kalmamıştı. Annemin gerçeği yüzüne vurmak, belki de kendimi korumanın tek yoluydu. Annem, benim bu sözlerimden etkilenmeyecekti, bunu biliyordum. Ama yine de içimdeki bu yükü atmak istiyordum. Anneme karşı hissettiğim bu nefret, yıllardır içimde biriken bir volkan gibiydi; artık patlamak üzereydi.

Annem bir süre sessiz kaldı, sanki söylediklerimi sindirmeye çalışıyordu. Ama ben biliyordum, onun kalbinde ne bir pişmanlık vardı ne de bir üzüntü. Onun gözünde, abim sadece bir yükten ibaretti; onun ölümü, annemin dünyasında bir eksiklik yaratmamıştı. Aksine, onun gidişi anneme bir rahatlama getirmişti. Bu düşünce, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Annemin sessizliği, bana her şeyi anlatıyordu; o, abimi asla sevmedi, onun için yas tutmadı.

Abini sevmeyi denedim, ama olmadı Kardelen. Sen bunu asla anlayamazsın, dedi annem, soğuk ve umursamaz bir tonda. Onun bu açıklaması, içimdeki son kırıntıların da yok olmasına neden oldu. Annemin itirafı, her şeyi daha da netleştirdi; onun sevgisi asla gerçek olmamıştı, onun anneliği asla sıcak bir dokunuş olmamıştı.

"Bu yüzden mi nefret ettin ondan? Bu yüzden mi hayatını cehenneme çevirdin? mutlu bir çocukluk geçiremedi dedim, gözlerimden akan yaşları durduramadan. Annemin yüzüne tüm gerçekleri haykırmak istiyordum, ama biliyordum ki bu bile bir şey değiştirmeyecekti. Beni suçlamaktan vazgeç Kardelen. . Eğer o bu dünyada tutunamadıysa, bu onun zayıflığı, benim değil, dedi annem, her kelimesi birer zehir gibi. Onun bu sözleri, içimdeki tüm duyguları alt üst etti. Abim, annemin gözünde bir zayıflıktı, bir başarısızlıktı. Annem, kendi hatalarını kabul etmek yerine, suçu abime yüklüyordu.

Artık dayanamayacağımı hissettim. Annemin bu sözleri, içimdeki son direnci de kırmıştı. Gözlerimden akan yaşları durduramıyordum, içimdeki acı her geçen saniye daha da büyüyordu. Annemin bu soğukluğu, bu umursamazlığı, beni içten içe yiyip bitiriyordu. Onunla konuşmak, her zaman olduğu gibi, beni daha da yaralıyordu. Annemin bu soğuk tavrına daha fazla dayanamazdım.

Benim için de öldün, anne!dedim, içimdeki acıyı dışa vurarak. Bu sözleri söylemek, benim için bir sondu. Annem, benim gözümde de artık yoktu; o, sadece soğuk, uzak bir anıdan ibaretti. Onun varlığı, benim hayatımda artık bir yer tutmuyordu. Bu son konuşma, benim için her şeyin bittiğini gösteriyordu. Artık onunla yüzleşmek, onunla konuşmak istemiyordum. Annem, benim için artık bir hiçti.

Telefonu kapatırken, gözlerimden akan yaşları durdurmaya çalıştım. Ama başaramadım. İçimdeki acı, bir volkan gibi patlamıştı. Annemle bu son konuşmamız, içimdeki tüm yaraları yeniden açmıştı. Onun soğukluğu, onun acımasızlığı, beni derin bir karanlığa sürüklüyordu. Annemin bu kayıtsızlığı, sadece abimi değil, beni de öldürmüştü. Artık hayatımda onun için bir yer yoktu; o, benim içimde ölmüştü.

Telefonu kapattıktan sonra bir süre öylece durdum, sanki içimdeki tüm duygular bir anda boşalmış gibi. Elim hala telefonda, gözlerim dolu dolu, kalbimse ağır bir taş gibi göğsüme oturmuştu. Annemin sözleri beynimde yankılanıyor, her bir kelime içimde yeni bir yara açıyordu. Onun bu soğukluğu, kayıtsızlığı, abimle olan anılarımızı kirletiyordu. Odamın loş ışığında, gözlerim duvarlara, abimin fotoğrafına takıldı. O gülümseyen yüz, bu acımasız dünyadan çok uzakta, bambaşka bir alemde gibi görünüyordu.

Sen gittin ama ben burada kaldım, abiciğim…" dedim, boğazıma düğümlenen hıçkırıkları zorla bastırarak. "Seni bekleyenler var burada. Keşke senin yerine benim ölme şansım olsaydı… Benim bir bekleyenim yok ki…" Gözlerim doldu, ama yine de devam ettim. "Ama senin varmış abi… Seni çok seven kızın ve... her ne kadar ilk tanışmamız tatsız olsa da seni seven bir eşin olabilirdi."

Dudaklarım titriyordu, kalbimde biriken keder sanki bedenime ağır geliyordu. Yıldırer, sen o kadar çok şeyi ardında bıraktın ki… Senin yokluğunda bu dünyada bir başıma kalmış gibiyim. Şimdi ise sadece hatıraların kaldı. Keşke bu yükün altında ezilen ben olsaydım, abiciğim. Senin kızın, sana olan sevgisiyle büyüyebilirdi. Belki de o zaman, kaderimiz bu kadar acımasız olmazdı.

“Belinden artık nefret etmiyorum, abi…” dedim,

Çünkü senin için deliren bir kadın var. Aşkı için deliren bir kadın var, abi. Her ne kadar içimdeki öfke ve kırgınlık beni sarmış olsa da, seni sevmek için her şeyi göze alan bir kadın var. Artık onu suçlayamıyorum.”

Gözlerim, derin bir boşlukla buluştu, kalbimdeki acıyı kelimelere dökmeye çalışarak devam ettim. “Seni hiç sevilmemiş bir adam olarak görüyordum. Ama belki de en çok sevilen kişi senmişsin. Belin, seni gerçekten çok sevmiş. Annemden ve bencil Kardelen’den bile çok sevmiş

fotoğrafına bakarak. Abim, her şeyden habersiz, hala o içten gülüşüyle bana bakıyordu. Onun gülüşü, benim için bir teselli, ama aynı zamanda içimdeki acının bir hatırlatıcısıydı.

.......................................................................................................................................................................

4 hafta sonra

Nisan ayına girmiştik, ilkbahar tüm ihtişamıyla kendini gösteriyordu. Havalar ısınmaya başlamış, doğa canlanmıştı. Ağaçlar tomurcuklanmış, rengârenk çiçekler topraktan baş göstermişti. Güneş, kışın kasvetli bulutlarını dağıtmış, ışıklarıyla yeryüzünü aydınlatıyordu.

Yaklaşık 4 haftadır Korkut’tan haber bekliyordum, ama beyefendi beni aramaya tenezzül etmemişti.

bu kayboluşu beni rahatsız ediyordu. Aklımın bir köşesinde, başına bir şey mi geldi diye sürekli bir endişe vardı. Nereye gitmişti?

Daha fazla bekleyecek sabrım kalmamıştı. bana bir yeğenim olduğunu söyleyip ortadan kaybolmuştu mihribanla tanışmak istiyordum ama nerde olduğunuda bilmiyordum Belini ziyaret etmek istediğimde ise beni içeri almamışlardı yapacak bir şey yoktu bekleyecektim

Hafta sonu olduğu için okula gitmem gerekmiyordu; ben de WhatsApp grubundan öğrencilerimin ödevlerini velilere hatırlattıktan sonra kendime kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Özlem’in fazladan mesaisi olduğu için erkenden şirkete gitmesi gerekmişti, bu yüzden kahvaltımı yalnız yapacaktım. Ama yalnız olmanın da iştahımı kaçırdığını itiraf etmeliyim. Kahvaltılıklardan bir şeyler atıştırmaya çalışırken kapı zili aniden çaldı. "Özlem mi acaba?" diye düşündüm, ama kapının deliğinden baktığımda küçük dilimi yutacaktım. Korkut... Burada ne işi vardı?

Bir an için üzerimdeki eşofmana baktım. “Değiştirsem mi?” diye düşündüm ama bu saçmalıktı. Hemen kapıyı açtım. Korkut, önce baştan aşağı beni süzdü. Bakışlarından bir şey anlamak mümkün değildi; her zamanki gibi, sanki hislerini bir duvarın ardına gizlemişti. Ama ona kızgındım. Beni günlerce sorularla baş başa bırakmıştı.

“Demek beni hatırladın. Kaç haftadır seni bekliyordum, Korkut,” diye patladım, sesim biraz sitemkar, biraz da kızgındı.

“Hımmm... Demek beni bekliyordun,” dedi, sesi alaycı bir tını taşıyordu.

“Saçmalama! Senden haber bekliyordum çünkü bana bir yeğenim olduğunu söyleyip ortadan kayboldun,” dedim, sinirlenmiştim. “Sana meraklı değilim. Hangi cehennemde olduğun beni ilgilendirmiyor.”

“Geldim işte. Önemli işlerim vardı. Fazla merak iyi değildir, özellikle senin gibi inatçı biri için,” dedi ve bir an bile tereddüt etmeden, kapının aralığından hafifçe beni itip eve girdi. Kendine güvenen tavrı beni çileden çıkarıyordu.

Korkut’u kapının aralığından içeri girdiğinde , ilk dikkatimi çeken şey, ayakkabılarıyla içeri girmesi oldu. Adım adım salonuma ilerlerken, her adımı adeta sinirlerimi geriyordu. Üzerimdeki kızgınlık dalgası, onun bu pervasız hareketiyle iyice kabardı. Sanki evime giren bir misafir değil, oranın sahibiymiş gibi bir tavır içindeydi. Bakışlarımı yere sabitledim; kirlenen halımı düşünmek bile beni deli ediyordu. Ama o hiçbir şey olmamış gibi, gayet rahat bir şekilde koltuğa uzandı, sanki kendi eviymiş gibi. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.

İçimden yükselen öfkeyi artık bastıramıyordum. Bu kadar rahat ve umursamaz olabilmesi akıl alır gibi değildi. Günlerdir ortadan kaybol, beni merak içinde bırak, sonra da hiçbir şey olmamış gibi gel ve ayakkabılarınla salonuma girip koltuğuma uzan! İnanılır gibi değil!

"Korkut, ne yapıyorsun?" dedim, sesimi olabildiğince soğuk ve sert tutmaya çalışarak.

Gözlerini hafifçe araladı, ama umursamaz bir tavırla tekrar kapattı. “Yorgunum, biraz dinlenmem lazım,” dedi, sanki ona kızgın değilmişim gibi.

Damarlarımda akan kanın hızlandığını hissediyordum. Bu kadar vurdumduymaz olmasına inanamıyordum. “Ayakkabılarınla içeri girdin,” diye sertçe belirttim, artık sabrım tükenmişti.

"Ne fark eder?" dedi, gözlerini hala açmadan. "Zaten çıkacağım birazdan."

O an sinirlerim iyice gerildi. "Fark eder, Korkut! Bu benim evim ve kurallarım var. Senin gibi ayakkabılarıyla ortalığa yayılan biriyle aynı evi paylaşmıyorum."

Sonunda gözlerini açtı, ama bakışlarında ne bir pişmanlık ne de bir suçluluk vardı. “Tamam, tamam. Sakin ol,” dedi, ağır ağır ayağa kalkarak. “Gerçekten neden bu kadar büyütüyorsun meseleyi?”

Kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Sakin olmamı nasıl bekleyebilirdi ki? "Evet, büyütüyorum! Bu evde benim kurallarım geçerli ," dedim, gözlerimi ondan ayırmadan.

Korkut ise umursamazca bir adım Ayakkabılarını çıkarttı, ama bunu yaparken bile bir küçümseme hissediliyordu.

Onu izlerken, bu adamı ne kadar az tanıdığımı fark ettim. Korkut’un bu mesafeli, soğuk tavırları beni hep şaşırtmış, hatta yer yer korkutmuştu. Ama bugün, onun bu umursamazlığı karşısında daha fazla geri adım atmaya niyetim yoktu. Bu evde ben vardım, benim kurallarım vardı ve o da bu kurallara uymak zorundaydı.

ayrıca benden izinsizce eve girmesi beni çileden çıkarmıştı özel alana saygısı yoktu bu adamın kesin dağda ayılarla güreşmiştir öyle bir vahişilik seziyordum bu adamada her zaman yaptığı gibi, sınırları aşmaya hazırdı.

“Seni evime davet ettiğimi hatırlamıyorum,” diye tersledim, gözlerimdeki öfkeyi saklamadan.

“Ben de senden eve girmek için izin aldığımı hatırlamıyorum,” dedi, sesindeki alaycı ton kaybolmamıştı.

“Çıkar mısın? Korkut, dışarıda konuşalım. Özel alanımın ihlal edilmesinden hoşlanmam,” dedim, sesimi sertleştirerek.

“Beni kovuyor musun? Misafirperver bir ev sahibi değilsin,” dedi, kaşlarını kaldırarak.

“Ne anladıysan o,” diye cevap verdim, gözlerimdeki öfke alevlenmişti.

Korkut ise soğukkanlılığını koruyarak, “Ben de bugün Mihriban’la seni tanıştıracaktım. Artık başka bir zamana kaldı,” dedi.

Bu sözler bir an için tüm öfkemi unutturdu. “Sen ciddi misin? Sonunda tanışabilecek miyim yani?” dedim, heyecanla ellerim titriyordu. “Hadi gidelim!”

Korkut’un gözleri, üzerimdeki eşofmanlara kaydı. Yargılayıcı bakışını fark etmemek imkansızdı. “Önce üzerini değiştir istersen. Ben aşağıda seni bekliyorum,” dedi.

Ancak sözleri kadar bakışları da beni rahatsız ediyordu. Aramızda bir mesafe vardı, sanki geçen 4 haftadan bile daha uzaklaşmıştı. Neden böyle olduğunu anlamak zordu. Bu adamı çözmek gerçekten zordu...

Kapı kapandığında, derin bir nefes aldım. Korkut'un neden bu kadar mesafeli olduğunu anlamaya çalışıyordum ama kafam karmakarışıktı. Onunla yüzleşmeye ve bir an önce bu soruların cevabını bulmaya kararlıydım. hızlıca üzerimi değitirmek için odama gidip gardıroptan elime ilk gelen siyah eteği ve beyaz bluzumu giyip evden çıktım aşağı indiğimde korkutun telefonda sinirli bir şekilde birisiyle konuştuğunu fark ettim yine kime sinirlindi negatif çarpan

Arabaya bindiğimde sessizlik hemen içimize yerleşti. Motorun hafif uğultusu ve yolun ritmik sesleri dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Korkut’un yanında oturmuş, onun sert yüz hatlarını ve kaşlarının hafifçe çatıldığını izliyordum. Telefonunu kapattıktan sonra bir an bile bana bakmamıştı. Kime sinirlenmişti? Neden hep böyle bir ağırlık vardı üzerinde?

Gözlerimi camdan dışarı kaydırdım, ama dışarıdaki manzara bile içimdeki karmaşayı dağıtamıyordu. Korkut'un yanındaki varlığı bile bu kadar sessizken bile baskındı; onun varlığı kalbimi sıkıştırıyor, düşüncelerimi ele geçiriyordu. Sessizlik bizi yutarken, derin bir nefes aldım ve içimdeki endişeye odaklandım. Mihriban… Bu küçük kızın beni sevip sevmeyeceği, içimde yer eden bir korkuydu. Zihnimde sürekli dönüp duran bu soru, içimde bir düğüm yaratıyordu.

Korkut’un bana dönüp baktığını hissettim. İçimdeki endişeyi görmüş gibiydi. Cesaretimi topladım ve ona dönerek sordum:

"Sence Mihriban beni sever mi, Korkut? Yani onunla bir yabancı gibi olmak istemiyorum." Sesim titrek ve kırılgandı

Korkut, başını hafifçe bana çevirdi. O an gözlerindeki derinliği, karanlık bir kuyunun dibindeki ışık gibi hissettim. Beni inceleyen bakışları, bir an için bile olsa, içimdeki korkuyu hafifletti. Bir şey söylemeden önce bir süre sustu. Sanki sözlerini dikkatle seçiyordu.

"Mihriban sakin bir çocuk," dedi nihayet, sesi alışılmadık derecede yumuşaktı. "Sadece tanımadığı insanlara karşı mesafeli. Soruna gelecek olursak…" Burada gözleri bir an için benimkilerle buluştu, bu anın içinde kayboldum.

"Sever, Kardelen," diye devam etti, kısa ama içten bir an için gözlerime bakarak. Bu tek kelime, içimde bir dalgalanma yarattı. O an, onun gözlerindeki samimiyet beni biraz olsun rahatlattı. Ama yine de içimdeki endişe tamamen geçmiyordu. Korkut’un sözlerinin altındaki anlamı çözmeye çalışıyordum,

Bir anlığına sessizlik geri döndü, sonra Korkut derin bir nefes aldı ve cümlesini düzeltti. "Yani," dedi, sesinde hafif bir tereddütle, "sınıf öğretmeni olduğun için çocuklarla iyi anlaşıyorsun. Bu yüzden Mihriban'la da iyi anlaşacağından eminim." Gözlerindeki kararlılık ve güven, içimdeki düğümleri biraz daha çözdü.

Ama yine de, kalbimde bir yer, her şeyin bu kadar kolay olamayacağını söylüyordu. Korkut’un sözleri içimi rahatlatsa da, Mihriban'la olan ilişkimde henüz başlamamış olan bu yolculuğun ağırlığı altında eziliyordum. Korkut’un yanındaki varlığı bile beni sarsarken, Mihriban’la nasıl bir ilişki kurabilecektim?

Nihayet Korkut’la birlikte iki katlı, zarif bir villaya ulaşmıştık. Bahçeye adım atar atmaz, rengarenk çiçeklerin kokusu ve güzelliği beni büyülemişti. Çiçeklerin arasında dolanan gözlerim, bahçedeki büyük, beyaz çardakta takılı kaldı. Bu çardak, insanın tüm gün oturup huzur bulabileceği, zamanın akışını unutabileceği bir yer gibiydi. Korkut zili çaldığında, kendimi bu düşüncelerin içinde kaybolmuş halde bulmuştum.

Kapıyı evin hizmetlisi açtı. Ben ise içimde yükselen heyecanın etkisiyle nefes almayı bile unuttum. Korkut içeri adım attı ve ben de onu izleyerek eve girdim. Gözlerim her detayda, her köşede gezinirken, evin zarif dekorasyonu beni etkilemişti. Ancak bu etki, içimde büyüyen heyecanı hafifletmiyordu.

Korkut, hizmetliye Mihriban’ın nerede olduğunu sordu. Hizmetli, "Efendim, arka bahçede Belin Hanım için çiçek topluyor. Yarın ziyaret günü klinikte ," dedi. Bu sırada hizmetlinin bana tuhaf bir şekilde baktığını fark ettim, ama bu bakışları görmezden gelmeye çalıştım.

Korkut’un ardından, yavaş adımlarla arka bahçeye doğru ilerlemeye başladık. Kalbim sanki göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Bahçenin köşesine vardığımızda, büyük bir ağacın altında oturmuş, küçük bir kızın çiçeklerle taç yaptığını gördüm. Bu Mihriban’dı. Korkut’a dönüp baktığımda, onun da bana baktığını fark ettim. Gözlerindeki ifade, içimdeki duyguyu anlamış gibi görünüyordu. Birbirimize sessizce bakarken, içimdeki karışık duyguların farkına varmıştı sanki.

Korkut, Mihriban’a doğru yavaş adımlarla yaklaştı. Kalbim daha da hızla atmaya başladı. O an, Korkut’un sesini duydum:

"Boncuğum," dedi, sesi şefkat doluydu.

Mihriban, sevinçle başını kaldırdı ve "Dayıcığııııımmm!" diye bağırarak Korkut’a sıkıca sarıldı. O an, ben olduğum yerde donup kalmıştım.

Mihriban’ın Korkut’a duyduğu sevgi, her anına şahit olduğum bir masal gibiydi. Korkut, küçük kızı kucağına alıp bana doğru gelirken, kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bu, benim Mihriban’la tanıştığım ilk andı . Küçük kızın Korkut’un kollarındaki masumiyeti, maviş gözleri ve sarı saçlarıyla bir masal prensesi gibiydi. Tıpkı annesi gibi güzeldi Mihriban keşke abimde görseydi bu küçük prensesi abim kızı için dünyaları feda ederdi

Korkut, Mihriban’a sevgi dolu gözlerle bakarken, ona şefkatle, "Boncuk, sana birisinden bahsetmiştim hatırlıyor musun? Hani babanın bir kız kardeşi varmış, uzaklarda yaşıyordu. İşte o seni ziyarete geldi," dedi.

Korkut’un benden bahsetmesi, içimde anlamlandıramadığım bir mutluluk yarattı. Beni Mihriban’a tanıtıyordu, beni onun dünyasına sokuyordu. Kalbim mutluluktan dolup taşarken, kendimi tanıtmak için cesaretimi topladım. "Merhaba Mihriban, Kardelen ben. Seninle tanışmak için çok sabırsızlanıyordum," dedim, sesimdeki heyecanı bastıramadan.

Ama Mihriban, bana yüzünde hiçbir ifade olmadan bakıyordu. O an, kalbime bir ağırlık çöktü.

"Ne zaman gidecek buradan?" dedi Mihriban. Sesindeki soğukluk, içimi titretmişti. Benden hoşlanmadığını hissetmiştim. O an, ne söyleyeceğimi bilemedim. İçimde bir düğüm oluştu; dilim tutulmuş, kalbim sıkışmıştı. Mihriban’ın bu tepkisi, içimdeki korkuları doğruluyordu.

Korkut, Mihriban’ın bu sözleri karşısında hafifçe eğildi ve onunla konuşmaya başladı. "Boncuk, o nasıl söz öyle? Kardelen senin halan, sen sevmedin mi Kardelen’i?"

Ama Mihriban, Korkut’un kollarından inip hızla eve doğru koştu. Onun arkasından bakakaldım, kalbim sanki bıçak gibi kesilmişti. Hiçbir şey yapamıyordum, öylece donup kalmıştım.

Zamanla alışır , demiştim kendime, ama bu cümle sadece kendimi kandırmak içinmiş . Gözlerim dolmuştu, Korkut’a dönüp baktım. "Zamanla da alışmaz ki… Baksana, benden hoşlanmadı," dedim, sesim titriyordu.

Korkut bana yaklaşıp omzuma hafifçe dokundu. "Onunla konuşacağım, Kardelen," dedi. Ama bu sözler, içimdeki korkuyu hafifletmeye yetmiyordu. Mihriban’ın yüzündeki soğuk ifade ve kalbimdeki acı, beni derinden yaralamıştı. Korkut’a güvenmek istiyordum, ama o küçük kızın gözlerinde gördüğüm ifade, içimdeki endişeyi daha da büyütüyordu.

- korkut bana dönerek konuşmaya başladı

- annesini özlüyor belin kliniğe yatırldıktan sonra hırçınlaştı

Korkut’un Mihriban’dan bahsederken yüzündeki o gölgeyi görmemek imkansızdı. Annesini kliniğe yatırdıktan sonra belli ki birçok şey değişmişti. Ama ben, şu an Korkut’u dinleyecek psikolojide değildim. İçimdeki karmaşık duygular ve bu yabancı evin üzerime çöken ağırlığı, nefes almayı bile zorlaştırıyordu. Tek istediğim, buradan bir an önce uzaklaşmaktı. …

Düşüncelerimle boğuşurken, Korkut’un ani bir dokunuşuyla irkildim ve olduğum yerde kaldım. Kalbim hızla çarpıyordu,

"Kardelen, zamanın varsa seninle önemli bir konuda konuşmak istiyorum," dedi Korkut, sesi her zamanki sakinliğiyle yankılandı ama altında gizli bir aciliyet vardı. Onun bu ciddiyetine karşı koyamazdım. Başımla onayladım, başka ne yapabilirdim ki? Derin bir nefes aldı, sanki söyleyeceklerinin ağırlığını hafifletmek istermişçesine.

"Bir süreliğine burada, bizimle yaşar mısın?" diye sordu nihayet.

Bu teklif karşısında şaşkınlıkla gözlerimi ona diktim. Ne demek istediğini tam olarak anlayamamıştım. "Nasıl yani?" dedim, sesim titriyordu. İçimde bir korku büyüyordu, çünkü Korkut’un teklifinin arkasında bir şeylerin saklı olduğunu hissediyordum.

Korkut’un gözleri kederle dolmuştu. "Bak, Belin klinikte," dedi ve devam etti, "Evdeki hizmetlilerin de bir ailesi var; yani burada yatılı kalamıyorlar. Bu süreçte kimseye güvenemem. İşlerimle alakalı bazı istenmeyen durumlar oldu." Sözleri beni iyice tedirgin etmişti. "Bir süreliğine Mihriban’la kalır mısın? Hem yakınlaşmış olursunuz. Ne dersin?"

Korkut’un teklifini anlamaya çalışırken, kafamda binlerce soru dönmeye başladı. Korkut’un bu 'istenmeyen durumlar' dediği şey neydi? Mihriban’ın hayatı gerçekten tehlikede olabilir miydi? İçimdeki endişe büyüdü ve dudaklarımın arasından döküldü. "Korkut, sen ne gibi işlere bulaştın? Eğer senin yüzünden Mihriban’a zarar gelirse…"

Korkut, beni sakinleştirmeye çalışırcasına ellerimi tuttu ve gözlerimin içine baktı. "Gelmeyecek. Buna asla izin vermem. Sadece bu aralar dikkatli olmam gerekiyor," dedi, sesindeki kararlılık beni etkilemişti . Ama yine de içimdeki korkuyu tam olarak bastıramamıştı.

Ne yapacağımı bilemiyordum. . "Bilemiyorum, biliyorsun öğretmenlik yapıyorum," dedim. "Okulum ve burası arası mesafe fazla, nasıl okula gideceğim?"

Korkut, sanki bu sorunun cevabını zaten hazırlamış gibi hemen yanıt verdi. "Sabahları seni ben okula bırakırım, gece de sen Mihriban’a bakarsın. Hem bu süreçte Mihriban’la daha fazla vakit geçirmiş olursun," dedi, sesi güven doluydu. Ama yine de içimdeki endişe beni rahat bırakmıyordu.

Bu adam, Korkut, hayatımı tamamen altüst ediyordu. Bir yandan bana güven veriyor, diğer yandan ise içimdeki tüm korkuları uyandırıyordu.

Mihriban için, ben. "Peki, Korkut," dedim, sesimdeki kararlılığı bulmaya çalışarak.

. "Her şey yoluna girecek, Kardelen. Söz veriyorum," dedi. Ama bu sözler, içimdeki fırtınayı dindirmek için yeterli olacak mıydı, bilmiyordum. Tek bildiğim, bu evde kalmaya karar verdiğimdi. Ve bu kararın, hayatımın en büyük sınavlarından biri olacağını hissediyordum.

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım ...

korkut ve kardelen aynı evde kalması 3.dünya savaşını çıkarır mı

mihri ve kardelen hakkında düşünceleriniz

bölümde beğendiğiniz kısımlar olursa yorumlarda belirtmeyi unutmayın rica ediyorum

 

 

Loading...
0%