"Keyifli okumalar dilerim. Satır aralarına yorum bırakmayı lütfen unutmayın. Yorumlarınız benim için çok değerli ve ilerideki bölümleri yazarken fikirlerinizi dikkate alıyorum. Bu da beni yazmaya daha çok motive ediyor. Umarım bu bölümü beğenirsiniz."
seninle savaşırken sana aşık oldum.
Ve seni kendime, sana verdiğim zararlarla aşık ettim.
Bir Yaz Gecesi Rüyası,William Shakespeare
--------------------------------------------------------------------------------------------
Sabahın ilk ışıkları odaya süzülmeye başladığında, alarmımın çalmasına henüz vakit vardı. Ama içimdeki huzursuzluk, beni çoktan uyanmaya zorlamıştı. Gözlerimi tavana dikip birkaç saniye boyunca düşüncelere daldım. Kalbimdeki sıkışıklık, bir türlü geçmeyen o gerginlik, beni rahat bırakmıyordu. Yatağın içinde dönüp durdum, ama ne yaparsam yapayım huzursuzluğumu hafifletemiyordum.
Bugün, polis merkezine gitmeliydim. O not ve mesaj, zihnimin bir köşesine yerleşmiş, oradan çıkmak istemeyen bir karabasan gibiydi. Her düşündüğümde mideme bir düğüm atılıyor, nefes almakta zorlanıyordum. Bu kadar rahatsız edici bir durumun beni ne kadar etkilediğini fark etmek, aslında beni daha da güçsüz hissettiriyordu. Ne yapacağımı, nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum. Her zamanki gibi güçlü görünmek istesem de, içimdeki korkular beni yavaş yavaş ele geçiriyordu.
Yataktan kalkarken, yavaş hareket ettim.Gardıroba doğru ilerlerken, kafamda binlerce düşünce dönüyordu. Bugün ne giyeceğime bile karar vermek zor geliyordu. Elimi dolabın içine uzattım ve yazlık, çiçekli bir elbise seçtim. bu sıcak havada saçlarımı açık bırakmanın iyi bir fikir olmayacağına karar verdim. Sıcak, nemli hava zaten yeterince bunaltıcıydı ve saçlarımın yüzüme yapışmasını istemiyordum. Aynanın karşısına geçip saçlarımı toplarken, ellerimin hafifçe titrediğini fark ettim. Hazırlanmam bitince, derin bir nefes aldım. Bu nefes, sanki içimde biriken tüm gerginliği dışarı atmak için son bir çabaydı. Ama nefesimi verirken bile, o sıkışmışlık hissi göğsümden kaybolmadı.
Aşağı indiğimde, evin sessizliği beni karşıladı. Adımlarım yavaş ve temkinliydi, sanki bu sessizliği bozmaktan korkuyordum. Mutfağa girip bir fincan kahve yapmaya karar verdim. Kahvenin kokusu her zamanki gibi rahatlatıcıydı,, düşüncelerim yine o not ve mesaj etrafında dolandı.
Polis merkezine gitmek zorundaydım. Bu durumu bir an önce çözmeliydim. Ama oraya gitmek, bu rahatsız edici olayın gerçekliğini kabul etmek demekti. Ve bu, beni her şeyden daha fazla korkutuyordu. Kahve fincanını masaya bırakıp, derin bir nefes daha aldım. Kendimi toparlamam gerekiyordu. İçimdeki korkularla yüzleşmek için güçlü olmalıydım. Ama bu sabah, her şeyden daha fazla, yalnız ve savunmasız hissediyordum
........................................................................................................................................................................
Çalışanlar kahvaltı hazırlarken, ben de salonda oturuyordum. Yok, bu böyle olmayacak, gidip Korkut’a anlatmalıydım. Hemen yerimden kalktım ve kararlı adımlarla odasına doğru gittim. Koridordan geçerken çalışanların fısıldaşmaları kulağıma çalındı ama onları dinleyecek halim yoktu. Kapısına vardığımda derin bir nefes aldım ve kapıyı çaldım. Bekledim... Hiç ses gelmedi. Birkaç saniye daha bekledikten sonra, kapıyı yavaşça açtım. Gözlerim hızla odayı taradı, ancak gördüğüm şey beni hayal kırıklığına uğrattı. Yatak bozulmamıştı. Eşyalar yerli yerindeydi, sanki odasına hiç gelmemiş gibiydi.düşüncelerim kontrolümden çıkmış, ellerimle saçlarımı tutuyordum. Tam ona ihtiyacım olan anda, kaybolmuştu. Bu kadar zor durumda hissederken, en çok ona ihtiyacım vardı. İçimde büyüyen boşluk bir an bile durmuyordu. Kendimi yapayalnız ve kaybolmuş hissettim. Sanki dünya üzerime yıkılıyordu ve ben bu enkazın altında sıkışıp kalmıştım.Kapıya yaslanarak derin bir nefes almaya çalıştım, ama nefesim boğazıma takılıyordu. Nefes alamıyordum, çıkış yolu bulamıyordum.
. Bu adam neredeydi ki acaba? Erkenden mi çıkmıştı evden? . Belki de bu, anlatmamam için bir işaretti.
Çalışanlardan birine Korkut’un nerede olduğunu sorduğumda, tam olarak bilmediklerini söylediler. Bu cevap, içimdeki huzursuzluğu daha da pekiştirdi ama o an daha fazla sorgulamak istemedim.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sessizce kahvaltı masasına oturdum. Karşımda Mihriban da vardı. Onun yüzündeki heyecanı görünce, içimde beliren hafif bir gülümsemeyle ona baktım. Bugün Mihriban için özel bir gündü; yeni başlayacağı kurs için sabırsızlanıyordu. Ancak, bu heyecanının arkasında bir hüzün de vardı. Diğer çocuklar gibi dışarıda, bir kurs merkezinde eğitim almak yerine, hocanın eve gelmesi gerekiyordu. Bunun sebebi Korkut’tu.
Mihriban’ın dışarıda diğer çocuklarla birlikte bir kursa katılmasına izin vermemişti. Bu karar, Mihriban’ın hevesini biraz olsun kırmış gibi görünüyordu.
Mihriban’ın yüzündeki bu hafif hayal kırıklığı, benim içimde derin bir üzüntüye yol açtı. Küçüğümün heyecanını anlıyordum, ama onun bu yaşta sınırlamalarla karşılaşması beni rahatsız ediyordu. Korkut’un onu koruma içgüdüsüyle hareket ettiğini biliyordum, ama bu koruma bazen onun dünyasını fazlasıyla daraltıyordu. Mihriban’ın normal yaşıtlarıyla daha fazla vakit geçirmesini istiyordum. Diğer çocuklarla oynayıp, arkadaşlıklar kurabileceği, sosyal becerilerini geliştirebileceği zamanlara ihtiyacı vardı. Yoksa ilerleyen yıllarda, çevresiyle uyum sağlama konusunda zorluklar yaşayabilirdi.
Onunla birlikte kahvaltı ederken, bu düşünceler aklımda dönüp duruyordu. Mihriban, kahvaltısını yaparken bana kurs hakkında sorular sormaya devam etti bende elimden geldiğince cevaplıyordum onu rahatlatmaya çalışıyordum
Kurs hocası eve gelecekmiş, çünkü Korkut ona diğer çocuklar gibi dışarıda bir kursa gitmesine izin vermemişti.. İçten içe, bu zor zamanları çabucak atlatmamız için dua ediyordum.
Mihriban’ın sesi beni düşüncelerimden çekip aldı. Kahvaltı sırasında heyecanla kodlama kursundan bahsetmeye başladı.
Mihriban heycanlı bir şekilde "Kardelen öğretmenim çok iyiymiş! Bana bir sürü şey öğretecekmiş. Ama keşke ben de arkadaşlarım gibi kursa gidebilseydim…"
Mihriban, bir an duraksadı, küçük elleriyle ekmeğini ufalamaya başladı. İç çekişi, küçük omuzlarının hafifçe düşmesine neden oldu.
küçüğümü teselli ettim "Anlıyorum canım. . İkimiz birlikte güzel vakitler geçirebiliriz. Kurstan sonra öğrendiklerini bana da gösterirsin, olur mu?"
Mihriban’ın gözlerinde bir ışık belirdi, dudaklarına küçük bir gülümseme yerleşti. ne kadar da sevimliydi.
Mihrimin gözleri parlamıştı "Gerçekten mi? sana tüm oyunları öğretirim ben
Onun bu kadar heyecanlı ve istekli olduğunu görmek beni de gülümsetti.
"Harika olur. Hem seninle birlikte öğrenmek çok keyifli olur. Ama bir şartım var: Öğretirken bana hep en tatlı ses tonunla anlatacaksın, çünkü sert bir öğretmen olursan hemen kaçarım!"
- Ben senin öğretmenin olacağım sana kalpli sticker vericem dedi
- evet oyunu doğru tasarlarsam koluma kalpli sticker yapıştırırsın
Mihriban’ın yüzüne yayılan gülümseme, kalbimde sıcak bir iz bırakırken, onun mutluluğunu korumak için daha fazlasını yapmam gerektiğini bir kez daha hissettim. Onun normal yaşıtlarıyla daha çok vakit geçirmesini sağlamak zorundaydım. Korkut’u ikna etmek zor görünse de, Mihriban’ın bu küçük dünyasını genişletmek için kararlıydım. Korkut’un sert ve korumacı tavrı, belki bir süre sonra değişir, Mihriban’ı biraz daha serbest bırakmasına izin verirdi. ama şimdilik, Mihriban’ın içindeki küçük heyecanı büyütmeye karar verdim
Bu kursun, küçük çocukların olaylar ve durumlar arasındaki ilişkileri görebilmesini sağladığını, yaratıcı düşünmelerine yardımcı olduğunu, problem çözme yeteneklerini geliştirdiğini ve sistematik düşünmelerini kolaylaştırdığı için çok fayadlıydı .
mihri kahvaltısını yaparken gözlerimi ondan çekemiyordum
" saçları sürekli yüzüne düşüyordu, gözlerinin önüne gelen inatçı saç teleri ile uğraşmak zorunda kalıyordu. Bir ara onu kuaföre götürmeyi düşündüm ya da belki de saçlarını kendim kesebilirdim. Kahvaltıdan sonra, evdeki çalışanlara Mihri'ye dikkat etmelerini tembihledim. Evden çıkmadan önce, Mihri'ye yaklaştım ve saçlarını nazikçe arkaya doğru iterek alnına bir öpücük kondurdum."
-
"Aceleyle bir taksi çağırdım, kalbim adeta göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Polis karakoluna doğru yola çıktım, yol boyunca aklımda binbir türlü senaryo dönüp duruyordu. . Taksinin penceresinden dışarı bakarken, düşüncelerimden bir an olsun sıyrılamadım. Polis merkezine vardığımda, taksiciye aceleyle ücretini ödedim, bozuk paraları avucuma sıkıştırırken gözüm karakolun girişine takıldı. Derin bir nefes alıp tam içeri adım atacaktım ki, cebimdeki telefon titredi. Ekrana baktığımda, beni rahatsız eden, o tanımadığım numaradan gelen bir arama olduğunu fark ettim. İçimde bir ürperti yükseldi, ellerim soğumaya başladı. Ama ne kadar tedirgin olsam da, açıp ne istediğini öğrenmek zorundaydım. Belki de , polise şikayet ederken verebileceğim ipuçları olurdu . Telefonu titreyen ellerimle açtım,
Telefonun karşısındaki ses, sert ve bariton tonuyla kulaklarımda yankılanıyordu, tıpkı derin bir uçurumdan yankılanan bir çığlık gibi:
"Gerçekten, senin bu kadar saf bir kadın olabileceğini düşünmemiştim."
. Gözlerimi sıkıca kapattım, zihnimin bir köşesinde yankılanan bu sesi susturmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Ancak içimdeki korku ve merak, bu cümlenin etkisinden beni kurtarmaya yetmiyordu.
"Kimsin sen?" dedim, sesimdeki kararlılığı korumaya çalışarak. Ancak bu çabam boşunaydı, çünkü içimdeki endişe her kelimede kendini ele veriyordu.
Adamın karşıdan gelen alaycı gülüşü, sanki keskin bir bıçak gibi içime işledi. O kahkaha, öylesine soğuk ve öylesine tehditkârdı ki, sanki bir mezardan yükselen bir ses gibi tüm bedenimi ürpertiyle doldurdu.
"Benim kim olduğumun bir önemi yok,"dedi adam, sesi bu sefer daha yavaş, ama bir o kadar tehditkârdı. "Önemli olan, senin kimin yanında olduğun."
Bu sözler, kafamda dönüp duran sorulara bir yenisini ekledi. Kalbim hızlanmıştı, ama bu hızlanma öfke ve korkunun bir karışımıydı. "Ne saçmalıyorsun?"diye çıkıştım, sesimdeki tınıyı sertleştirerek.
"İnsanları telefondan rahatsız eden ergenlerle daha fazla vakit kaybedemem!"
ancak tam o anda, adamın alay dolu kahkahası yeniden kulaklarımda çınladı. Bu kahkaha, sanki karanlık bir boşluktan yükseliyor ve içimdeki korkuları besliyordu.
"Beni fazla hafife alıyorsun,"dedi adam, bu kez sesi daha düşük ama bir o kadar da tehditkar bir tondaydı. İçimde hissettiğim korku, bu sefer daha derin bir endişeye dönüşmüştü. Sanki içimdeki bütün cesareti yerle bir eden bir gücün karşısındaydım.
"Bak, kimsin bilmiyorum ama seni şikayet edeceğim," dedim, kelimelerim artık öfkeyle doluydu. "Mahkemede görüşürüz, ruh hastası manyak!"Telefonu kapatmak üzereydim, ama adamın bir sonraki sözleri, beni adeta olduğum yere mıhladı:
"Abinin ölmeden önceki görüntülerini görmek istemez misin?"
Bu sözler, beynimde bir şimşek gibi çaktı. Kalbim adeta göğüs kafesimden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı, nefesim kesildi. Gözlerim karardı ve dünyanın etrafımda dönmeyi bıraktığını hissettim. Ne diyordu bu adam? Abimden bahsetmesi, kalbimde yıllardır taşıdığım ağır bir yükü yeniden gün yüzüne çıkarmıştı. Bu tek cümle, tüm benliğimi ele geçirdi; korku ve tedirginlik zihnimi kuşatmaya başladı.
"Ne diyorsun sen?" dedim, sesim titreyerek. Abimin adı, kalbimdeki derin yarayı yeniden açmıştı. O yara, şimdi daha da derinleşiyordu. İçimdeki her şeyin bir anda değiştiğini hissediyordum. Bu adamın derdi neydi? Abimin mezarında bile huzur bulmasına izin vermiyorlardı. Onu ölümünden sonra bile rahat bırakmıyorlardı. Bu düşünce, zihnimi ele geçirdi ve gözlerimin önüne abimin yüzü belirdi. Onun ölümünü kabullenmek zaten yeterince zordu; şimdi ise bir yabancı, onun hatırasını kirletmeye çalışıyordu.
Telefonu sıkıca tuttum, ellerim terliyor ve titriyordu. Kalbim sanki göğsümde bir bomba gibi patlamak üzereydi. Bu adamın ne istediğini öğrenmek zorundaydım, ama korku ve tedirginlik zihnimi esir almıştı. Ya söyledikleri doğruysa? Ya abimle ilgili bilmediğim bir şey varsa? Bu düşünce, içimde korkunç bir merak ve dehşet karışımı yarattı. Bu işin peşini bırakmak mümkün değildi, ama bu yolun sonu nerelere varırdı, bilmiyordum. Abimin hatırası bile bu kadarını hak etmiyordu. Ne istiyordu benden? Neden abimin ölümünü yeniden gündeme getiriyordu
Gözlerim, karakolun ağır metal kapısına odaklanmıştı. Bir adım daha atsam, bu korkunç kabustan uyanabileceğime inanmak istedim. Ama adımlarım ağırdı, sanki beni geri çeken görünmez bir güç vardı. İçimdeki ses, bu işin peşini bırakmamam gerektiğini fısıldıyordu
Telefonun ucundaki adamın sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Kalbim hızla çarpıyor, zihnimdeki fırtına dinmek bilmiyordu. . Bu korkunç kabustan kaçmak mümkün değildi. Gerçekler, her zaman olduğu gibi, acı verici ve kaçınılmazdı. Ve ben, bu gerçekle yüzleşmek zorundaydım.
Telefonun karşısındaki ses, soğuk ve sertti, içimdeki huzursuzluk dalgası kabardı . Her kelime, sanki bir bıçak darbesi gibi zihnimin derinliklerine işliyordu.
“Şimdi o polis merkezinden yavaşça uzaklaşıyorsun. Yarın akşam sana atacağım adrese gel. Gerçekleri eksiksiz öğreneceksin. Abinin nasıl öldüğünü, ölmeden önce nasıl öldüğünü kendi gözlerinle göreceksin.”
Bu sözler, zihnimde yankılandıkça adımlarım yavaşladı. “Ölmeden önce ölmek” ne demekti? Kafamda binlerce soru dolanıyordu; abimin ölümünden önce başka bir ölüm mü vardı? Bu düşünce, içimde bir labirent gibi dönmeye başladı. Kalbim hızla çarpıyor, karnımda bir düğüm oluşuyordu. Korkunun ve merakın arasında gidip geliyordum.
“Sana güvenmiyorum,”dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak.
“Kimsin bilmiyorum ama hayatımdan uzak dur.” Bu cümle, içimdeki korkuyu bastırmak için söylenmişti. Fakat derinlerde bir yerde, onun dediklerini öğrenme arzusunu susturamıyordum. Merak, sinsi bir yılan gibi içimde kıvrılıyordu.
Adamın alaycı gülüşü, tekrar kulaklarımda yankılandı. “Merak etme, sana zarar vermek istesem elime bir sürü fırsat geçmişti zaten. Karar senin… Hem belki bana teşekkür edersin
.”Bu sözler, sanki zihnimde bir karanlık gölge gibi dolaşıyordu. Ne demek istiyordu? Ne için ona teşekkür edecektim?
“Ne için sana teşekkür edecekmişim ?” dedim, sesim çatallanmıştı ama yine de cesaretimi toplayarak yanıt verdim. İçimdeki korku beni sıkan bir kıskaca dönüştü. Adamın sesi, bu kez daha sert ve tehditkâr bir tonla yankılandı. “ doğru kişilerden nefret ettiğin o gün bana teşekkür edeceksin.”
Bu cümle içimde bir kasırga gibi döndü. . Kalbim hızla atarken, içimdeki merak daha da derinleşiyordu. Ne yapmalıydım? Kafam karışmıştı, ama bir şey vardı ki, bu adamın söyledikleri içimde bir yerde yankılanıyordu. Eğer bu, abim için bir şey yapma şansıysa… Bunu değerlendirmek zorundaydım.
“Kabul ediyorum,”dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. İçimdeki huzursuzluk büyüyordu, ama bu huzursuzluğun ardında güçlü bir merak vardı. Kendimi düşünmenin zamanı değildi. Bir kez olsun abim için bir şey yapmalıydım.
Adamın sesi, bu kez daha yumuşak ama bir o kadar da rahatsız edici bir tonla tekrar yankılandı.
“Sana konumu mesaj atacağım, güzellik.”
‘Güzellik’ kelimesi, o adamın ağzından dökülürken tüylerimi ürpertti. Normalde hoş bir iltifat gibi gelebilirdi ama onun sesinde karanlık bir tehdit vardı. O kelimeyi duymak bile beni rahatsız etmişti. İçimdeki bir parça, bu adamın tehlikeli olduğunu fısıldıyordu, ama başka bir parça ise meraktan kendini alamıyordu. Telefonu kapatırken, içimde bir huzursuzluk vardı, ama bu huzursuzluk merakın karanlık gölgesiyle örtülmüştü bir süre yerimde öylece kaldım. O soğuk ve sert sesin etkisiyle beynim zonkluyordu. Polis merkezinin önünde, adımlarımın nereye gitmesi gerektiğini bilmeden bir süre duraksadım. Bir yandan korku içimi kemiriyor, diğer yandan merak beni bu bilinmeyen yola doğru çekiyordu.
Polis merkezinin soğuk ve sert kapısına son bir kez baktım. İçeri girip bu durumu açıklayabilirdim, ama içimdeki ses, bunu yapmamam gerektiğini fısıldıyordu. Bu yol, beni geri dönüşü olmayan bir karanlığa sürükleyebilirdi. Ama aynı zamanda, abimin ölümünün ardındaki sır perdesini aralayabilirdi. İçimdeki ikilem, kalbimi sıkıştırıyor, nefesimi daraltıyordu.
....................................................................................................................................................................
Bedenim istemsiz bir şekilde titriyordu. İçimdeki korku, her geçen dakikada daha da derinleşiyor, ruhumda yankılanan sesler beni içten içe kemiriyordu. Abimin, ölümü, Onun acı çektiğini görmek, hayal edemediğim bir şeydi. Abim, gözlerimde her zaman cesur, güçlü ve sevgi dolu biriydi. Kalbim, sanki içimde bir düğüm atılmış gibi sıkışıyordu. Ne yapmalıydım? Bu düşünceler beni boğuyordu; her şey hayatımın kontrolü dışında değişiyordu ve bu durum oldukça tuhaf geliyordu.
Kendimi bir insandan çok, hislerini kaybetmiş bir ruh gibi hissediyordum. İnsanların yaşadığı bu gri gerçekler karşısında neden bu kadar korkuyordum? Korkmalı mıydım, yoksa tüm bu gerçeklerle yüzleşip yüzleşmemek mi gerekti? İki ay içinde öğrendiğim tek bir şey varsa, o da Korkut’un benden bir şeyler gizlediğiydi. Onunla aramızda oluşan mesafe, içinde bulunduğum bu belirsizlik ve gri duvarların ardındaki sırlar, beni yavaş yavaş mahvedecek bir gerçekliğe yaklaştırıyordu. Korkutun uyarıcı madde etkisiyle söyledikleri, belinin suskunluğuyla birleşiyor, hepsi bir şeyleri işaret ediyordu. Belki de kördüm. Gerçekler çok yakındı ama onları göremiyordum.
İnsanlar neden yaptıkları davranışların sorumluluğunu almak yerine sürekli bir şeyler saklıyordu? . Belki de üzerimde hiç bir şey bilmenin verdiği cehalet mutluluğu vardı. Bilmemek, bazen insana gerçekten mutluluk verebiliyordu.
o adamın yanına gitsem, ya bu bir tuzaksa? Ya bana zarar verirse? Kimden yardım almalıydım ki? İçimdeki sesler boğucu hale gelmişti.
“Offf Allahım, bir çıkış yolu göster,”diye fısıldadım kendime. Sakinleşmeye çalıştım; içimdeki kaygı fırtınası dinmek bilmiyordu. “Kardelen, sakin ol. Yarın akşama kadar zamanın var.” Zaman, belki de en büyük dostumdu şu anda. Kendimi toparlamalıydım.
Sokaklarda yürürken, etrafımdaki her şey belirsizleşiyor gibiydi. Gözlerim, neye odaklanacağını bilemiyordu. . Abim için gerçekler ne kadar korkutucu olursa olsun, onları öğrenmek zorundaydım.
Kendimi toplamaya çalışırken, aklımdaki düşünceler gitgide belirginleşiyordu. Yarın akşam, o adrese gitmeliydim. Abimin hatıraları ve ondan geriye kalan her şey, abime bunu borçluydum ona layık bir kardeş olmalıydım
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Düşüncelerimin içinde kaybolmuşken, telefonum zil sesi ile irkildim Kalbim hızla çarptı; umarım o manyak değildir. Ekranda Sena’nın adını görünce bir nebze rahatladım. Onun sesini duymak, şu anki karmaşanın ortasında bir nefes gibiydi. Yine de içimdeki gerginliği hissediyordum, çünkü son zamanlarda her şey ne kadar karışık bir hale gelmişti.
“Kardelen, sabhatan beri mesaj atıyorum sana bana geri dönüş yapmadın merak ettim seni dedi sesindeki tedirginlik hissedilir derecedeydi.
“Ben... Ben... kahretsin, kekelemiştim , sesim titreyerek.
“Üniversitede yüksek lisans yapmak için belgelerimi teslim ediyordum.” Kendimi açıklarken içimde bir pişmanlık hissettim; yalan söylemek zorundaydım, ama bu gerginlik beni yoruyordu.
Sena biraz duraksadı, bir an sessizlikle birbirimizi dinledik. O an, içimdeki huzursuzluk dalga dalga yayıldı. “Alparslan bu gece Haluk Albay'ın evine gidecekmiş sen ve Korkut’la birlikte.”
- içimden çığlık atmak istedim bugün yemek vardı ben bu pskoloji ile nasıl o yemeğe katılacaktım ama söz verdim kısa sürer inşalah .
“Evet, maalesef,”dedim
Sena’nın sesi yumuşadı. “Kardelen, Alparslan adına özür dilerim.”
“Sena, önemsiz bir şey gerçekten. Kendini üzme, bebişte özülür ,”diye yanıtladım.
“Kızım, ne yapayım? Korkut ile kanlı bıçaklısınız. Alparslan yüzünden yakın davranmak zorunda kalacaksın,” dedi, kendimi suçlu hidediyorum kardelen .
“Sorun değil, bir yemek sadece. Gerçekten evlenmiyorum hem,”dedim, içini ferahlatmaya çalışarak. Ancak, Korkut’la olan ilişkimdeki belirsizliklerin üstesinden gelmek o kadar da kolay değildi.
“Haklısın canım. Bizim Korkut’la evlenecek kadına Allah sabır versin. Korkut iyi bir adam ama çok soğuk, insanın yaşam enerjisini söndürür ”
dedi Sena. O an, Korkut’un son günlerdeki tavırlarını düşündüm.
soğukluğu kalbimdeki sıcaklığı donduruyordu. , . Sadece uyarıcı madde etkisindeyken daha sıcak davranmıştı; o da bana özel değildi. büyük ihtimalle ortası yoktu. Soğukken tam soğuk, sıcakken ise cehennem ateşi gibiydi
“Haklısın,”dedim, konuyu değiştirmek adına bir soru sordum “Alparslan da bizimle yemeğe gelecek, sen de gelsene yalnız başına evde sıkılırsın .
“Kuzum, son günlerde ağrılarım var, bir halsizlik var üzerimde. Doktor, fazla yolculuk yapmamamı ve hareket etmememi söyledi,” dedi Sena.
“İnşallah kazasız belasız atlatırsın bu hamileliği, dikkat et kendine,” dedim, biraz da endişeyle. Telefonda bile, onun sesinde duyduğum o hafif gerginliği fark etmiştim.
“Sağ ol, amin,” dedi. Ardından sesi aniden heyecanla yükseldi, “Ayy, şu an tekme attı!
Heyecanlanmıştı sena. Telefonda bile ne kadar mutlu olduğunu hissedebiliyordum.
Merakla sordum, “Nasıl bir his, Sena? .” O an, yaşadığı mucizeyi biraz daha derinden anlamaya çalışıyordum.
Sena'nın sesi, telefondan bile tarif edilemez bir sıcaklıkla doldu. “Tarif edemiyorum, Kardelen... O kadar güzel bir his ki. Sanki içeride minik bir kalp atıyor ve her tekmeyle varlığını daha çok hissediyorum. Bunu yaşayana kadar tam olarak anlamak zor...” dedi, biraz durakladı, sonra sesi biraz daha ciddileşti. “Ama... arada bir sancı oluyor. Doktor ciddi bir şey olmadığını söyledi ama yine de insan endişeleniyor.”
Endişeyle kaşlarımı çattım, sesimdeki kaygıyı bastırmaya çalışarak sordum: “Çok mu sancın oluyor? Aslında, Mihri'yi sana bırakmayı düşünmüştüm ama ağrıların varsa seni hiç yormayalım. Başka bir çare bulurum.”
Sena, hemen karşı çıktı. “Ayy, yok yok, Mihri gelsin! Sessiz, sakin bir çocuk o. Onunla biraz annelik provası yapmış olurum. Hem özledim onu. Küçük cimcime o kadar tatlı ki... Hatta bazen düşünüyorum, acaba Mihrinin fotoğrafına telefonda sürekli bakarsam, çocuğum onun gibi güzel olur mu?” dedi ve ardından telefondan gelen kahkahası içimi ısıttı.
Gülerek yanıtladım, “Senacığım, genetik bilimine meydan okuyorsun! Sen buğday tenlisin, Alparslan da esmer. Sarışın bir çocuğunuz olma olasılığı oldukça düşük,” dedim hafif alayla. “Ama merak etme, sizden çok güzel bir çocuk çıkacak. Senin ela gözlerin bile tek başına yeter.”
Sena gülerek, “Doğru, fena bir kadın değilimdir. Güzellik kraliçeleriyle yarışırım!” dedi, her zamanki kendine güveniyle.
Ben de şakayla yanıt verdim: “Alçakgönüllülük ve güzellik deyince akla ilk sen geliyorsun, Senacığım.”
Telefondaki kahkahamız, konuşmanın ciddiyetini tamamen dağıtmıştı. Sena’yla bu kısa sohbet, içimdeki tüm sıkıntıyı bir anda silip süpürmüştü. Telefonda bile olsa, onunla konuşmak iyi geldi
“Tamam o zaman, Mihri'yi akşam sana bırakırız. Öyle Haluk Albaylar’a geçeriz,”dedim
Tamamdır, kuzu. Öptüm, görüşürüz.”
,
“Görüşürüz,” dedim ve telefonu kapattım.
O an, bir nefes almak istedim ama içimde bir şeyler giderek ağırlaşıyordu. Sena’ya yalan söylemiş olmanın verdiği huzursuzluk içimi kemiriyordu. Yalan söylemek, nefret ettiğim bir durumdu ama hamile ve anlatamazdım . Gerçi yüksek lisansa başlayacaktım ama o da bir ay sonraydı.
bulduğum boş bir banka oturudum oturup derin bir nefes aldım. Hayatımda bu kadar belirsizlikle yüzleşmek zorundaydım. Abimin ölümünden sonra, her şeyin bu kadar karmaşık hale gelmesini istememiştim. Zihinimde dönen düşünceler arasında kaybolmuşken, kendime bir çıkış yolu bulmalıydım. bu akşam, o yemeğe gitmek zorundaydım. Korkut’la olan ilişkimin bu noktada neye dönüşeceğini kestiremiyordum ama bu gerçekler içinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Zaman geçtikçe, her şeyin daha da karmaşıklaşacağını biliyordum.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Eve geldiğimde kapının önünde öylece durdum. Anahtar elimdeydi, ama kapıyı açmak bir türlü mümkün olmuyordu. Sanki bedenim benim değildi, adeta bir başkasının kontrolü altındaydım. O kadar halsiz ve hissiz hissediyordum ki, ellerim titriyordu. Her şeyden yorgun düşmüştüm, yaşadıklarım beni fazlasıyla tüketmişti. Anahtarı kilide yerleştirip çevirmeye çalışıyordum ama ellerim bir türlü işlevini yerine getiremiyordu. zili çalmak istemiyordum kimse bu bitik halimi görmemeliydi
Titreyen parmaklarımla kapıyı açmak için defalarca denedim, ama her seferinde başarısız oldum. Sanki kapı beni içeri almak istemiyor, açıl lan kapı kapıya bile sinirlendiysem sonumu hiç iyi görmüyordum .
O an, arkamda bir varlık hissettim. Tüm kaslarım istemsizce gerildi, nefesim düzensizleşti. Birisinin beni izlediğini anladım.
"Ne yapıyorsun?" dedi bir ses, meraklıydı ve şüpheli gözlerle bakıyordu
İçimdeki gerginlik yüzüme yansımasın diye derin bir nefes aldım ve yavaşça arkamı döndüm. Korkut karşımdaydı, birkaç adım mesafede durmuştu. Gözleri beni baştan aşağı süzerken, yüzünde o tanıdık alaycı ifade belirmişti. Onun bakışları, içimdeki karmaşayı daha da derinleştiriyordu. Nasıl bir insana bu kadar güvenip, aynı anda ona karşı bu denli güvensizlik duyabiliyordum?
"Ben... şey..." dedim, kelimeler dudaklarımdan zorla dökülürken. "Aklıma bir şey takıldı da... O yüzden... şey... kapıyı açamadım."
Korkut’un dudaklarında kıvrılan bir gülümseme belirdi. Gözlerindeki alaycı ışıltı daha da belirginleşti, sanki eğlendiği bir oyunu oynuyormuş gibi.
"O aklındaki şeyi hallettiğine göre, artık kapıyı açabilir misin yoksa tüm gün bu kapının önünde bekleyeli mi , Kardelen," dedi, sesinde alay dolu bir tınıyla.
. Korkut’un bu şekilde dalga geçmesi, . Anahtarı yeniden deliğe sokmayı denedim, ama parmaklarım sanki bana ihanet ediyordu. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, kapı açılmıyordu. Korkut’un bakışlarını omzumda hissederken, onun önünde daha fazla çaresiz görünmek istemiyordum. Ancak stres ve gerginlik, bana engel oluyordu.
Allah’ım, o gece ne kadar insancıldı... Bakışları, dokunuşları öyle sıcak, öyle samimiydi ki... Ama şimdi? Şimdi o bakışlar donuk ve tahammülsüzdü. Dün gece bana dolaylı yoldan güzelsin demişti. O an kalbim yerinden fırlayacak gibiydi, ama şimdi… Şimdi sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Ne kadar kolaydı onun için... Demek ki beni gerçekten umursamıyordu. beni umursasaydı kalbimi oyuncak gibi kullanmaz kalbimle oynamazdı sadece kendimi kandırıyordum her hareketinden anlam çıkarmaya çalışmaktan yoruldum en kısa sürede belinin klinikten çıkması gerekiyordu bende o zaman gidebilirdim en azından kafamı toplardım
Bakışlarımı yüzünden çekmek zorunda kaldım. Ona bakmamadan bile rahatsız olduğunu hissedebiliyordum. Kalbimdeki ağırlıkla tekrar anahtarı kilide yerleştirdim ve kapıyı açabilmiştim nihayet .
"Korkut, 'İyi misin?' diye sordu. Bu beklemediğim bir soruydu. Aslında iyi değildim, kötüydüm... Ama bunun Korkut'u ilgilendireceğini sanmıyordum.
'İyiyim, Korkut,' dedim.
Bana tuhaf bir şekilde bakıyordu. Çok mu kötü görünüyordum acaba?
"Bir saate hazır olabilir misin , çıkmamız gerek " dedi,
Gözlerimiz bir an için buluştu. O bakışlar… Artık hiçbir şey ifade etmeyen, soğuk ve uzak bakışlar. Kalbimde bir sızı hissettim, ama bunu ona göstermemek için yüzümü taş gibi soğuk tutmaya çalıştım.
"Tamam," dedim, kelime dudaklarımdan zar zor çıkarken.
Bakışlarımız o an birbirine kilitlenmişti. Gözlerindeki sertlik, beni kıracak kadar güçlüydü. Ama ona karşı zayıf görünmeye tahammülüm yoktu. Yavaşça gözlerimi ondan kaçırıp merdivenlere yöneldim, adımlarım ağır ama kararlıydı. Arkamda onun beni izlediğini hissedebiliyordum, ama artık arkamı dönüp bakmayacaktım. Korkut’un ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlamaya çalışmak artık sadece bir acıdan ibaretti.
Odamın kapısını kapattığım anda, tüm dünyanın gürültüsü kesilmiş gibiydi. Dışarıdaki karmaşa, Korkut’un soğuk bakışları, kalbimde biriken onca duygu, hepsi dışarıda kalmıştı. Artık sadece ben ve içimdeki sessizlik vardı. Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım ve bir anlığına bile olsa, zihnimi boşaltmaya çalıştım.Banyoya adım attım. Suya dokunmamla birlikte, o sıcak suyun cildimdeki gerilimi çözmeye başladığını hissettim. Sıcaklık, bedenimdeki tüm gerginliği alıp götürüyor, zihnimdeki karmaşayı bir nebze olsun hafifletiyordu. Duşun altında, gözlerimi kapattım. Su damlaları yüzümden aşağıya doğru süzülürken, onlarla birlikte tüm endişelerimi, kırgınlıklarımı da akıp gitmesine izin vermek istedim.
. Suyun altında ne kadar kaldığımı bilmiyordum; ama çıktığımda bedenim yorgundu, ruhum ise biraz daha ağırlaşmıştı. Havluyu alıp saçlarımı kuruturken aynadaki yansımama baktım. . şimdi güçlü görünmeliydim. Kendimi toparlamak, her şeye rağmen ayakta kalmak zorundaydım.
Dolaba yöneldim ve orada duran kırmızı, sade yazlık elbiseye gözüm takıldı. Elimi uzatıp onu aldım. Bu elbise, fazlasıyla basitti ama bir o kadar da iddialıydı.
kırmızı elbiseyi giyindim,Saçlarımı havluyla bir kez daha kuruladım, ardından doğal haliyle omuzlarıma dökülmesine izin verdim. Fazla bir çaba göstermeme gerek yoktu
Bir an durup aynadaki yansımama tekrar baktım. Gözlerimdeki kararlılık, dudaklarımın kenarındaki belli belirsiz gülümsemeyle birleştiğinde, hissettiğim her şeyi gizlemeyi başarmıştım.
Derin bir nefes aldım, göğsümdeki sıkıntıyı hafifletmek için son kez kendimi toparladım. Kapıya doğru yöneldim, odadan çıkmadan önce bir kez daha aynaya baktım. Bu gece, tüm duygularımı, korkularımı ve endişelerimi kapının ardında bırakıyordum. Korkut’a karşı güçlü duracaktım, ne olursa olsun. Adımlarım kararlıydı, ve bu gece, kimsenin beni sarsmasına izin vermeyecektim.Mihriban’ın odasına doğru sessizce yaklaştım. Dün ona aldığım mangala oyunuyla ilgili bir video izlediğini gördüm. Küçük bir gülümseme belirdi yüzümde. "Akıllı keçi," diye düşündüm, ne kadar da çabuk öğreniyordu. İçimde ona karşı duyduğum sevgi, her geçen gün büyüyordu.
Kapının eşiğinden seslendim, "Mihri kuş?" Sözlerim, onun dikkatini çekti ve ekrandan başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde beliren o saf hayranlık, kalbimi sıcacık etti. O an, dünyanın en güzel bakışlarıyla karşılaştığımı düşündüm. Bir çocuğun bu denli saf bir sevgiyle bakabilmesi… İnsanın içinde öyle bir yankı buluyor ki, tarifsiz.
Mihriban hemen yerinden fırlayıp yanıma geldi, küçük elleriyle elbisemin eteğinden tuttu. Gözlerinde bir parıltı vardı,
"Beğendin mi?" diye sordum, onun düşüncesini öğrenmek istiyordum. Her ne kadar o bir çocuk olsa da, onun gözünde nasıl göründüğüm benim için önemliydi.
"Beğendim, çok güzel!" diye yanıtladı, gözlerinde hayranlıkla. , "Ben de kırmızı giyeceğim!"
- tamam kuzucuğum bakalım kırmızı bir elbisen var mı yoksa da sana kırmız bir elbise alalım olur mu
- mihri başını başımı saldı
. "Gel bakalım, bu gece Sena ablanın yanında kalacaksın," dedim,
Ancak küçük omuzlarını silkerek, "Ben de sizinle geleceğim," diye itiraz etti. Onun bu kararlı ve inatçı hali, gülümsememi daha da büyüttü. Ama onun bu gece büyüklerin bulunduğu ortamda sıkılacağını bildiğim için, onu ikna etmem gerekiyordu ayrıca mihrim yalanımızı ortaya çıkarabilridi alparsalan zor durumda kalabilrdi
"Kuzum, orada büyükler olacak, sıkılırsın. Hem Sena ablan seni özlemiş, onunla vakit geçirirsin, " dedim, gözlerine sevgi dolu bir bakışla.
Bir an duraksadı, düşünceli bir yüz ifadesi takındı, sonra biraz isteksizce kabul etti. "Tamam, ama çabuk gel " dedi.
"Tabii ki çabucak gelirim mihrim ," diye söz verdim. bu küçük sözü vermek benim için hiç de zor değildi.
Mihriban’ın odasında dolabını açıp, ona giyecek uygun bir şeyler seçmeye başladım kırmız etek ve beyaz tişört seçti küçük cadı . Seçtiği kıyafeti üzerine giydirdikten sonra, sırtına Barbie figürlü çantasını taktı. Küçük omuzlarına . Onu kollarıma aldım ve yanağından hafifçe öptüm o da beni öptü sonrasına ellerinden tutum odadan çıktık
"Ben seni nasıl bırakıp gideceğim ki? Ama gitmeliydim… Hem, abim yaşasaydı o da beni kızının yanında istemezdi "
Yavaşça, her basamağa dikkat ederek merdivenlerden aşağıya inmeye başladık Mihriban, küçük ayaklarının sabırsız adımlarıyla beni çoktan geride bırakmıştı. Onun neşeli ve telaşlı hali, her seferinde içimi ısıtırken, diğer yandan Korkut’a olan düşkünlüğü bende bir iç sızısı yaratıyordu. Onun bu denli Korkut’a bağlı olması, beni ne kadar mutlu etse de aynı ölçüde kıskançlığın acı bir tadını da hissettiriyordu. Bu kızın dayısına duyduğu bu derin sevgi beni öldürecekti, çünkü beni asla onun gibi sevmeyecekti
"Dayı, bak! Kardelen prenses olmuş!" Mihriban’ın neşeli sesi, duvarlarda yankılanarak salona yayıldı. Küçük bedenini Korkut’un kollarına atarken gözlerinde parıldayan o hayranlık, insanın içini ısıtan bir ışık gibiydi. Mihriban’ın bu masum sevinci, Korkut’un yüzüne bir gülümseme kondurmuştu, ama o gülümsemenin ardından bana dönen bakışlar bambaşkaydı. Kalbim bir an için hızla çarpmaya başladı, onun bakışlarının altında ezilmekten korkuyordum ama yine de onun gözlerinde kaybolmaktan kendimi alamıyordum.
Korkut’un bakışları yavaşça üzerime kaydı, adeta beni baştan aşağı tartıyordu. O an kalbim, daha önce hissetmediğim bir karmaşayla doldu. Onun bakışlarında aradığım neydi, bilmiyordum. Ama belki de o bakışlarda bir parça iltifat, bir parça beğeni görmek istiyordum. İçimdeki bu küçük umut, Korkut’un ağzından çıkacak bir tek söze bağlıydı. Belki, sadece belki, bana "güzel" diyebilirdi. Fakat dudaklarından dökülen kelimeler, içimde patlayan bir öfke fırtınası yarattı.
“Kırmızı senin rengin değil, seni soluk göstermiş. Üst kısmı da fazla dar gelmiş, abartılı durmuşsun. Gelinin kız kardeşi gibi olmuşsun.”
Bu sözler, adeta içimde yankılanan bir tokat gibi geldi. Bir an için ne dediğini idrak edemedim. Ancak birkaç saniye sonra, bu cümlenin ardındaki küçümsemeyi ve alaycılığı fark ettiğimde, içimde biriken öfke volkan gibi patladı. Hayır, bu adam beni çıldırtacak! Nasıl olur da bu kadar umursamaz olabilir? Dua etsin ki, Mihriban buradaydı; yoksa şu an burada, bu sinir bozucu adamla ciddi bir hesaplaşmaya girebilirdim. Kalbimde yankılanan öfke, syüzüme bir sıcaklık olarak vurdu. Gözlerim Korkut’unkilerle buluştuğunda, onun alaycı bakışlarını görmek içimdeki ateşi daha da alevlendirdi. Sanki söyledikleri sıradan, basit bir lafmış gibi davranıyordu. Ama ben, onun bu sahte umursamazlığının ardındaki gerçek niyeti görebiliyordum. çok mu kötü görünüyordum tabiki hayır gayet mükememeldim
Yok, bu kadar basit değil! İçimden onu boğma isteği geçiyordu. Neresi abartılıydı bu elbisenin? gelinin kız kardeşiymiş davarsın korkut davar senden iltifat bekleyeyin ben ...ta ......
Sadece sade, düz bir kırmızı yazlık elbiseydi. Abartılı hiçbir yanı yoktu. Fakat hayır, Korkut mutlaka beni sinirlendirecek bir şey bulurdu. bu gece bana dediği bu lafın intikamını fazlasıyla alacaktım rezil edecektim onu sadece elime bir fırsat geçmesi gerekiyordu
Mihri, bize anlamaz gözlerle bakıyordu. "Çocuğun yanında dediği şeye bak," diye düşündüm ve gülmeye başladım.
-"Ayy, dayın şaka yapıyor Mihri, hadi sen de gül," dedim.
Mihri korkuta baktı , "Dayı, şaka mı yaptın?"
içimden, "Sana kötü bir haberim var, dayını öldüreceğim mihrim ," dedim Korkut'a kaşlarımı çattım.
Korkut ise, "Evet boncuğum, şaka yapıyorum. Kardelen çok güzel olmuş," dedi ama sesinden sinirli olduğu belliydi. Özellikle 'güzel' kelimesini söylerken gözlerime bakıyordu. Gözlerimi ondan kaçırdım, ona bakamayacaktım.
Bir insan iltifat ederken neden sinirli olurdu ki? Atom mu parçalıyorsun, 'güzel' de geç, uzatma yani.
"Dayı, Kardelen hangi prensese benziyor?" diye sordu Mihri, gözlerini kocaman açarak.
"Bilmem, boncuğum," diye cevap verdi Korkut. "Ben prensesleri tanımıyorum ki, hem Kardelen prenses değil."
Mihri'nin yüzü bir anda asıldı, kaşlarını çatmıştı. "Hayır dayı, o bir prenses!" dedi kararlı bir şekilde.
Korkut, "Mavişim, Kardelen prenses değil," diyerek inatlaşmaya devam etti. Korkut'un küçük bir çocukla neden bu kadar inatlaştığını anlamak gerçekten zordu.
Sonunda pes etti ve teslim olmuş bir ifadeyle, "Tamam, tamam... Kardelen bir prenses oldu mu, mavişim?" diye sordu.
Mihri, memnun bir şekilde başını salladı. "Evet," dedi "Kardelen, sen de gel sarılalım, hep beraber bir sevgi çemberi yapalım."
Korkut ve ben daha bir şey diyemeden, Mihri hemen kollarını açıp "çemberi" kurmuştu bile. Mihri'nin hatrı için yanlarına yaklaşarak üçümüz birlikte sarıldık. Tam o an, Korkut kulağıma fısıldadı:
- "İlk kez bir mağara kadının da prenses olduğunu görüyorum. artık , prenseslere dair beklentilerimi daha düşük tutacağım."
"Allah'ım, keşke arınma gecesi gerçek olsa; ilk kurbanım Korkut olurdu. Ona sinirli bir şekilde baktım."
- korkut savaş istiyordu karşısında asla eğilip bükülmeyecektim o bana ne yaparsa bende karşılığını fazlasıyla vercektim
- bende ona mihirinin duyamayacaığı bir sesle
-Korkut, sen bence hiç umutlanma. Mağara kadınlarının bile standartlarını karşılamıyorsun. Zaten genel olarak senin gibiler için kadınların bir kriteri yok, en azından onlar medeniyetten nasibini almış erkekleri tercih ediyor, dağ ayılarını değil.
-
Korkut, hiçbir şey olmamış gibi Mihriban’la ilgilenmeye devam etti. O ise hâlâ onun kollarına sarılmış, neşeyle bir şeyler anlatıyordu. İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak derin b.ir nefes aldım. Şimdilik sessiz kalabilirdim, ama bu iş burada kalmayacaktı. O dalga geçici bakışların altında ezilmeyecektim. Onunla yüzleşeceğim zamanı beklerken, içimdeki öfke yerini kararlı bir sessizliğe bırakıyordu. Bu oyun daha bitmemişti, ve Korkut bunun farkında değildi. Ama çok yakında, onunla bu alaycılığın hesabını soracaktım. Mihriban, Korkut’un kollarında heyecanla sallanarak,
"Mihri, meraklı gözleriyle Korkut'a bakıyordu. 'Dayı, gelinin kız kardeşi ne demek?' dedi. Evet, şimdi bakalım Korkut bu durumu nasıl açıklayacak, diye düşündüm. Kadın ruhundan anlamayan Korkut’un cevabı ne olacaktı?
'Boncuğum, şey demek,' diye cevap verdi Korkut.
'Onu ilk kez cümleme kuramadığını gördüm, komikti aslında ama yinede saçama bir açıklama yapıp küçüğümün aklını bulandırmasın diye konuyu değiştirdim
'Aaa, Mihri, senin Barbie’li tokayı takmayı unuttuk!' dedim. dikkatini dağıtmayı başarmıştım . Bu arada Korkut’a sinirli sinirli bakıyordum. Sanırsın ki moda tasarımcısı Nur Yerlitaş, seni soluk göstermiş,. Sana ne, la!’" dedim içimden
“Haydi gidelim,” dedi Korkut, nihayet Merdivenleri inerek, Mihriban’ın yanındaki mutluluğun kıskacında ilerlemeye başladık. Onun neşesi, içimde bir şeyleri ısıtıyordu, ama Korkut’un ciddiyeti tüm bu anın üzerine kara bir bulut gibi çökmüştü. Evin kapısından çıktığımızda, Mihriban’nın minik ayakları hızla kapıdan dışarı fırlıyordu. “. Ben ise, onun güvenliğini düşünerek hemen ön koltukta oturmasına izin vermedim. “Hayır, ön koltuk tehlikeli,” dedim, onu arka koltuğa oturtarak. Korkut direksiyonda otururken, içimdeki gerilimle gözlerimizi kesiştirmemek için elinden geleni yapıyordu. Araba aynasındaki yansımasında, yüzündeki karamsar ifade vardı Gözlerimizi birbirimize çarptığında, onun düşüncelerinin ne kadar derin olduğunu hissediyordum; sanki gözlerimizde kaybolmuş bir sır vardı.
Mihriban, arka koltukta heyecanla öğretmenle yapacakları kodlama dersini anlatıyordu. “Dayı, öğretmen bana çok eğlenceli oyunlar öğretecek! ” dedi. Gözleri, yeni bir keşfin heyecanıyla parlıyordu. İçimdeki huzursuzluk, onun bu saf neşesiyle biraz olsun azalıyordu. Onun yanında olmak, adeta dünyayı unutturuyordu.
“Aferin benim Maviş'ime, tasarladığın oyunları beraber oynarız," dedi gülümseyerek.
Mihriban heyecanla atıldı: "Kardelen de oynasın!"
Korkut, Mihriban'a dönerek yumuşak bir sesle onayladı. "Evet Mihrim, Kardelen de oynayacak."
Ben de hemen araya girdim, neşeyle. "Tabii ki, ben de oynarım! Hatta bir oyun günü bile yaparız."
Mihriban'ın gözleri parladı. "Çağdaş öğretmenime söyleyeceğim, bana hemen kodları öğretsin!"
Korkut, Mihriban’a sevgi dolu bir gülümseme ile baktı. Ardından, ben de yanağına nazik bir öpücük kondurdum.
Alparslanlar’a uğradığımızda, Mihriban’ın heyecanı doruğa ulaşmıştı. Arabayı park ettikten sonra, “Dayı, hemen Sena ablaya gitmem lazım ona kodlama öğreteceğim !” diye fırladı. Kapıyı açar açmaz dışarı atladı, benim gülümsemem ise içten bir sevgi doluydu. sena kapıda bizi bekliyordu mihri gidip senaya sarıldı
- sena bize kapıdan el saldı bende gülümseyip el saladım
Alparslan senayı öptü ve kendi arabasına binerek bizi takip etti
arabanın içinde derin bir sessizlik hâkimdi. Sadece motorun hafif uğultusu ve lastiklerin asfaltla buluştuğunda çıkardığı hışırtı, düşüncelerimin yankılandığı bir arka planda çınlıyordu. Korkut’un yanındaki boşluk, içimde büyüyen bir gerginliği besliyordu. Dikkatle onu izledim; yüz hatları, sinirli bir odaklanmayla sertleşmişti. Gözleri yola sabitlenmiş, bir şeyler düşünüyordu .
.“Bugün neredeydin?” diye sordu. Sesinde merak vardı . Oysa benim içimdeki öfke, volkan gibi patlamak için hazırdı
. “Seni ilgilendiremeyen bir yerdeydim,” dedim, kelimelerim keskin bir bıçak gibi çıktığında, içimdeki yangını daha da körükledi. Bunu söylediğim an, ona olan kızgınlığım yeniden kabardı. İçimde bir yere sıkışan, ifade edemediğim birçok duygu bir anda ortaya çıkmak için debeleniyordu.
Korkut, derin bir nefes alıp yanıt vermedi. Gözleri yola odaklanmıştı, ama bu durum beni daha da öfkelendiriyordu. çünkü onu gördüğüm her an, içimdeki hislerin bir volkan gibi patlamak için sabırsızlandığını hissediyordum.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
sonunda müsatkil bir eve gelmiştik iki katlı ve bahçeliydi
Bahçenin kapısında durduğumuzda, Gözlerimi bahçenin güzelliğine diksem de, kalbimdeki sıkışıklığı yok edemiyordum.
Alparslan, arabasını park ettikten sonra yanımıza geldi.
Enerjisiyle etrafa gereksiz bir enerji saçıyordu . "Allah aşkına biraz yan yana durun, sanki asker arkadaşınız!" dedi.
ben içimdeki karmaşadan bir türlü kurtulamıyordum. O gülümseme, sadece yüzeyde kalıyordu. Gerçekten mi, yan yana durmak mı? İçimdeki huzursuzluğu nasıl gizleyecektim?
Alparslan, bana dönerek, "Kardelen, gülümse," dedi. "Yeni evlisiniz, aynı ölü gelin gibi bakıyorsun. gözlerinde hayat ışığı göremiyorum , hayat enerjini nerde senin "
O an içimden acı bir gülümseme kopmak istese de, dışarıya yansımadı.
"Alparslan, var ya, dua et senaya ' hem ölü geline çevirenler utansın beni
Korkut, yanımda duruyordu sen sadece dur konuşunca katlanılmaz oluyorsun çünkü .
Alparslan, “Gel, hadi biraz daha yakından durun,” dedi ama o an sadece Korkut’a bakmak istedim. Onun o soğuk ve mesafeli tavrı, içimdeki çiçeklerin solmasına sebep oluyordu. Bir yandan bahçenin güzelliği bana huzur vermeye çalışsa da, diğer yandan Korkut'un sessizliği beni derin bir kuyuya sürüklüyordu.
Alparslan, parmaklarımıza bakarken aniden "Lan, yüzük! Yüzük!" diye haykırdı. Bu ses, kafamdaki düşünceleri dağınık bir bulut gibi savurmuştu. Yüzüğü unutmuştuk
"Uff, Alparslan, bir plan yaptın! Bari sahte bir yüzük alsaydın," dedim, ne yapacağımızı düşünerek.
-"Tüm gün askeriyedeydim, sonrasında Sena ile ilgilendim. Yüzük olayını unuttum. , ne yapacağız?"
Korkut, bana bakıyordu. "Gel buraya bakalım,Ölü gelin dedi
anlamaz gözlerle ona bakıyordum. Bakışları derinleşti; cebinden bir kutu çıkardı ve yavaşça, içindeki yüzüğü çıkararak elime doğru uzattı.
Korkut, elimi kavradı ve direkt parmağıma yüzüğü taktı. Acaba bir izin almak gibi bir düşüncesi var mıydı? 'Bir izin alsaydın, parmak benimdi sonuçta,' diye geçirdim içimden. Metalin tenimde bıraktığı his, soğuk ve sertti; ama bir yandan da kalbimdeki sıcaklıkla birleşti.
Gözlerim, gözlerinin derinliklerinde kaybolmuştu. O an, zaman durmuş gibiydi; sadece ikimiz, vardık sanki dünya benim için yok olmuştu.
Korkut'un bakışları, içimdeki karmaşayı bir kenara itmişti. O an, onun gözlerinde gördüğüm yoğunluk ve tutku ile karışık bir belirsizlik, kalbimin derinliklerinde yankılandı. Bütün düşüncelerim silinip gitmişti; onun yanında olmak, sanki her şeyden daha önemli hale gelmişti. Gözlerindeki o derinlik , beni içine çekiyor, başka hiçbir şeye odaklanmamı engelliyordu. Sanki ikimiz, birbirimize aitmişiz gibi hissettim.
Fakat o anın büyüsü, Alparslan’ın öksürük sesiyle parçalandı. Ses, sanki etrafımızda bir buz kırıcı gibi, gözlerimizi birbirimizden ayırdı. Korkut’un elinin sıcaklığı, hızla kaybolmaya başladı; ama yine de onun gözlerindeki derinlik, içimdeki huzuru koruyordu.
Gerçek miydi bu elimdeki yüzük? Parıltısı, gözlerimin önünde dans ederken bir yandan da içimdeki hisleri sorgulatıyordu. Şaşkınlıkla yüzüğe bakıyordum çok güzeldi
O anın sıcaklığında kaybolmuşken, gözlerimi Korkut’un parmağına çevirdim.
korkut kendi parmağına yüzüğü takarken gözlerim ona odaklanmıştı.
“. Bir anda, Alparslan’ın sesi yine araya girdi: “Hadi, gülümseyin artık! En azından şu an için!”
korkut ciddi bir ifadeyle Alparslan’a döndü. "kapıda oyalanmayalım," dedi, sesindeki kararlılıkla. "Dikkat çekeceğiz. Haluk Albay bir tuhaflık olduğunu anlayabilir .
Bu sözler, aniden ortamın havasını değiştirdi. Korkut'un sesindeki otorite, içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Kendimi bir savaş alanına adım atıyormuş gibi hissettim.
Alparslan ile ben birbirimize bakarken, ortamın gerginliği bir anda yoğunlaştı. Alparslan’ın alaycı gülümsemesi, beni hem güldürüyor hem de sinirlendiriyordu. , bizim Korkut beklenmeyen hareketler,” dedi gülerek. alparsalan dikkatlice “elime baktı
"Bir de gidip gerçek yüzük almış, paraya kıymış,sahte karısınada kıyamazmış " "Borç istesem, zırnık koklatamaz, para yok der ." dedi Alparslan
- Saçmalama Alparasalan yürü gidelim korkut bu her şeyi düşünür almış işte uzatma
- uzatırım kardelen sahte karısına para harcıyo alparslan isteyince yok zırnık koklatmıyor
- Yok ben kafayı yiyeceğim bu korkut ile senin sorunun git konuş onunla bana çemkirme
Alparslan beni dinledikten sonra konuştu
Kardelen, gece Korkut’un cüzdanını karıştırsana , "Bulduğun paranın yarısı senin, yarısı benim, " dedialaycı bir ifade ile !"
“Alparslan, kes şu sırıtışını hırsızlık mı yapayım ” dedim, sesim biraz titreyerek.
-“Tamam, kızma soğuk nevale dedi
. “Yok, sen dayak yemek istiyorsun,” dedim,
“Benim boyum 1.90, beni dövebilir misin? küçük kardelencik ,” dedi, kendine güvenen bir tavırla. Gözlerimi kısarak, “Kelime seçimlerine dikkat et, Alparslan,” dedim, “Karşında bir kadın var. Boyum 1.65, benim ideal Türk kadını boyum var.”
Alparslan’ın suratındaki alaycı ifade daha da belirginleşti. “Kelimelerime dikkat etmiyorum,” dedi, sanki benimle dalga geçercesine.
“Dikkat et,” dedim, ona karşı kararlılığımı artırarak.
“Etmiyorum,” diye yanıtladı, bu defa daha da cesurca.
O anda Korkut’un bize kızgın gözlerle bakması, ortamın gerginliğini artırdı.
Sinirli bakışları, sanki tansiyon hastası olacağının bir işareti gibiydi. “Ne bu sinir, canım?” diye mırıldandım.
“Senaya seni diyeceğim, seni eve almasından gör gününü,” dedim Alparslan’a.
Alparslan, Sena’nın adını duyunca, benimle uğraşmayı kesti . Alparslan’ın yumuşak karnını bulmuştum.
“Kardelen, şu iş halledildikten sonra yüzüğü satalım mı? En az otuz bin, kardeş payı yaparız seninle. Ne dersin?” dedi
- Alparsalan senin derdin ne para,para ,para diyorsun sürekli çıldırıcağım off
- kızım ben bir baba adayıyım çocuğum olacak benim korkutan ne koparırsam kardır doğum yaklaşıyor sende cumhuriyet altınını hazırla
- Alparsalan benim o kadar param yok ki fakirim ben öğretmen maaşı alıyorum gram altın alıp gelsem
- yüzüğü sat dedi elimdeki yüzüğü dikkatle bakarak sanki değerini ölçüyordu
- ya Alparslan ilk kez değerli bir şey takıyorum zaten iki saat sonra geri vereceğim rahat bırak beni
Korkut araya girdi. “Alparslan, o yüzüğü Kardelen’den alıp satarsan, seni arabanın arkasına zincirlerler. Tüm Ankara’yı turlarım.”
Alparslan gözünü yüzükten ayırıp yutkundu. “Korkut, yanlış anladın, oğlum. Satmayı mı düşünür müyüm ben hiç “Kardelen’in altına alerjisi varmış kızcağız kullanamaz . “Bana ver, sana gümüş alayım dedim. İnan, kötü niyetim yoktu.”
Korkut, inanamayan gözlerle Alparslan’a bakıyordu.
-
Korkut, Alparslan'a küfür etmeye başlayacakken onu durdurmaya çalıştım. "Şerefsiz,it.....
daha fazla tartışma istemiyorum bir saatir kapının önünde tartışıyoruz !" diye sesimi yükseltim
"Off, hadi ama! Sabahtan beri dışarıdayız. Kesin anladılar," diye düşünmeden direkt Korkut'un elini tuttum. "Gidelim, sahte kocacığım."
Korkut neden susmuştu ki? Adam sanki donmuştu. “Korkut, iyi misin?” dedim.
“İyiyim,” dedi ama avucumdaki elleri titriyordu korkutan beklenmeyen vücutsal tepkiler ne oldu ki acaba
. Alparslan'a baktım; gözleri yüzüğümdeydi. Canım tehlikedeydi, adam, yüzüklerin efendisindeki cüceye döndü.
“Kapının önüne kadar tarşmadan gelmeyi başarmıştık. Alparslan, heyecan dolu bir ifadeyle zili çaldı. O an kalbimde bir anksiyete dalgası yükseldi; heyecan ve biraz da korku iç içe geçmişti. Kapı yavaşça açıldığında, karşımızda ellili yaşlarda zarif bir kadın belirdi. Saçları özenle topuz yapılmış, yüzünde ciddi bir ifade vardı. Kadının duruşu, ona bir otoriter bir hava veriyordu
Yanında ise gayet ciddi ve dik duruşlu, heybetli bir adam duruyordu. Adamın geniş omuzları ve kararlı bakışları, onun kim olduğunu açıklıyordu Gözleri, sanki hemen hemen her şeyi okuyabilen bir derinlik taşıyordu. İlk önce bize baktı, incelemeye aldı. Gözlerinde bir an bile tereddüt yoktu; bu, onu tanımak için yeterliydi. Adamın yüz ifadesi, bizi tanımaktan öte, duruşumuzla ilgili bir yargıda bulunuyormuş gibiydi.Haluk Albay, gözlerini Korkut’un üzerine dikmiş, sanki tüm dikkatini ona vermişti. "Demek sonunda beni ziyarete gelmek aklına düştü, ha Korkut," dedi, sesindeki otorite hemen hissediliyordu.
Korkut, biraz rahatsız bir şekilde, “Albayım, iş güç derken…” diye başladı ama Haluk Albayın sözleri, cümlesini tamamlamasına müsaade etmedi.
, kısa kes,” dedi Albay, yüzündeki sert ifadeyi koruyarak. “Sana kızgınım ama en azından ortalıkta serseri gibi dolaşmak yerine evlenmişsin.” Bu sözler, Korkut’un gerginliğini daha da artırdı; yüzündeki ifadenin değiştiğini fark ettim.
- haluk alabayı şimdiden çok sevdim çünkü korkutu tedirgin eden ilk insandı benim gözümde
Yanında durmakta olan kadın, Haluk Albay’ın eşi, dikkatle beni süzdü. “Gelin kızımız da maşallah, çok güzelmiş,” dedi, gülümseyerek.
- Hemen kadını çok sevmiştim çünkü bana iltifat etmişti. Beni bu saflıkla çok üzerler, yüzüme gülen herkese iyi insan demeye devam ediyordum.Ama çok tatlıydı ,iyi birine benziyordu.
Alparslan, yanıma yaklaşarak çaktırmadan beni çimdikledi.Kendime not Alparslanı öldürme planı yap çocuğa senayla güzelce bakabilirdim mutlu aile olurduk
- “Öpeyim efendim,” dedim hanım kız modunu açtım bukelamun gibiydim evellallah her ortama ayak uydururum
Ellerim biraz titreyerek, yanlarına doğru ilerledim ve Albay’ın eşinin ellerini öptüm. “Maşallah ,” dedi
Haluk Albay, sesinde bir otorite ve samimiyet karışımıyla. “ismin nedir, kızım?”
“Kardelen, efendim,” dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak.
Haluk Albay’ın eşi, kendini tanıtırken, “Benim adım Nerva,” dedi gülümseyerek. “Eşim Haluk. duymuşsundur, zaten
Korkut, yanımda duruyor ama yüzündeki gergin ifade değişmemişti. Nerva hanımın sıcak gülümsemesi, içimdeki gerginliği biraz olsun hafifletti.
“Gelin, içeri çocuklar,” dedi Nerva hanım , evin kapısını açarak. İçeri adım attığımızda, evin içindeki sıcak atmosfer hemen sarhoş edici bir şekilde karşıladı beni. Korkut, biraz geride kalarak içeri girdi; yanımda Alparslan’ın rahatsız edici bir rahatlıkla beni izlemesini hissediyordum. gözü hala yüzükteküfür edeceem şimdi
duvarlarda asılı olan resimler, Haluk Albay'ın kariyerindeki başarıları anlatıyordu. İçerideki her şey, ciddiyetin ve disiplini çağrıştırıyordu.
Hepimiz salona geçtikten sonra, Nerva Hanım, mutfağa doğru yönelirken izin isteyerek ayağa kalktı. “Yemekleri kontrol etmem gerekiyor,” dedi, gülümseyerek ama sesi biraz aceleciydi. İçten bir gülümseme ile bunu söylese de, . Haluk Albay, Korkut ile derin bir sohbetin içine dalmıştı; aralarındaki muhabbet oldukça samimi görünüyordu, ancak ben orada, biraz kenarda kalmış hissettim.
Alparslan, yanıma yaklaşarak beni çimdikledi. “, kolum çürüdü,” dedim, hafif bir acıyla irkilerek. “, ‘kızım, yeni gelin gibi nazlan, utan biraz, yanakların kırmıız olsun . kocana biraz nazlanarak bak.
-
- "Saçmalama, ayrıca nazlanarak bakmak nasıl oluyor? Aşiret dizisi mi çekiyoruz korkuta ağam diyerek konuşayım mı Allahım bana sabır ver " dedim.
Alparslan kısık bir sesle, "Kızım, sen beton musun? Az duygulu bak, diyorum," dedi.
"Alparslan, beni rahat bırak!" diye fısıldadım.
"Kalk yanımızdan, git Nevra Hanım’a yardım et!" dedi.
- Alparsalan rahat bırak beni yardım edip etmeyeceğime ben karar veririm kaynanam gibi davranma bana
Alparslan’ın sözleri beni sinirlendirmişti. İçinde gizli bir kaynanalık vardı sanki hani şu töre dizilerindeki gözleri siyah göz kalemiyle yapılmış kaynanalar gibydi bana çatık kaşlarla bakıyordu
“ offf Tamam, kalkıyorum,” dedim, daha fazla bu çatlakla uğraşamazdım . Ayağa kalktığımda, Korkut ve Haluk Albay’ın gözleri birden bana döndü. Korkut’un bakışları, dikkatle üzerime odaklanmıştı, sanki benim ne yapacağımı izliyordu. Bir anlık tereddüt yaşadım; içimdeki bu gerginliği atmak istedim ama hislerim birbirine girmişti.
"Efendim, gidip Nevra Hanım’a yardım edeyim," dedim, kendime güven vermeye çalışarak. Sesimdeki titremeyi bastırmaya gayret ettim.
Haluk Albay, başını sallayarak onayladı, "Tabii kızım, maşallah pek de yardımseversin," dedi,
sahte bir şekilde gülümserken. O an, çenem kopacak gibi hissettim.
Korkut’a döndü ve gözlerini kısarak, "Korkut, hanım kızımızı üzersen seni bulduğum yerde alnının çatından vururum," dedi. Sonra bana dönüp, "Kızım, sakın benden çekinme. Ne zaman başın sıkışsa, yanıma gel. Kapım sana sonuna kadar açık, seni üzen karşısında beni bulur," dedi
Öz ailemde sevgi şiddetini gören biri olarak, bu sözleri duyunca içim bir hoş oldu. İnsanın gidecek bir yerinin olması ne güzel bir duyguydu...
“güzelim kendini çok yorma ,” dedi Korkut, sesi yumuşak ama ciddiydi. İçimdeki hisler çalkalanmaya başladı, kalbim hızla çarpıyordu. “Korkut bana güzelim demişti,” bu iltifatın etkisinde kaybolmamak için kendime tembihlediim. “Erime, Kardelen, erime,” diye fısıldadım kendi kendime, bu iltifatın etkisinde kaybolmamak için savaş veriyordum dengesiz davranışları, bu tür hitaplarla karıştığında daha da rahatsız ediciydi. Rol icabı bile olsa, bana böyle bir şey söylemesi, aramızdaki dengeyi alt üst ediyordu.Korkut'un her hareketi, her sözleri içimde bir karmaşa yaratıyordu. Kimi zaman ona karşı öfke doluydum, kimi zaman ise bu iltifatın beni nasıl etkilediğine şaşırıyordum. “Böyle kafa karıştırıcı hitaplar kullanmamalıydı
- şimdi cevap vermek lazımdı kocam mı diyeyim acaba aşkım mı desem off Allah başka dert vermesin seç birini söyle mal gibi bakma adama en iyisi ismiyle hitap edeyim
- yormam kendimi korkut
- Haluk Albay ikimize dikkatli bir şekilde bakıyordu
Bu gece bana o söylediği lafların bedelini ödetecek bir an koluyordum ama top ayağıma gelmiyordu senin cezanı kesecektim korkut efendi .
- ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kendimi toparlayarak, mutfağa doğru ilerledim. Ama içimdeki karmaşa, Korkut’un bakışlarının üzerimde yarattığı etki, zihnimi meşgul ediyordu. Mutfağa gittiğimde , Nerva Hanım’ınordan oraya koşuşturduğunu gördüm o. Tezgâhta birçok yemek malzemesi dağınık bir halde duruyordu ve Nerva Hanım, onları düzene sokmaya çalışıyordu.
“Yardım edebilir miyim?” dedim, gülümseyerek. Nerva Hanım, başını kaldırdı ve yüzünde bir gülümseme belirdi. “olur kızım dedi . sesindeki sıcaklık beni rahatlattı.elime bir bıçak vererek, “Salatayı sen hazırla, kardelen ,” dedi. , sebzelerin taze kokusu çok güzeldi özelikle dere otu “Tabii ki, Nerva Hanım,” dedim, gülümseyerek.domatesi kestim
“Ee kızım, evlilik nasıl gidiyor?” Nerva Hanım, çorbayı karıştırıken birden sordu. Yüzündeki gülümseme, samimiyetinin bir işaretiydi.
“Güzel gidiyor, efendim,” . “Malum, yeni evlendik. Bazen tartışsak da, Korkut hemen gönlümü alıyor. Her akşam mutlaka bir çiçekle eve geliyor ”
“Evet, Korkut’u bilirim,” diye yanıtladı Nerva Hanım, başını sallayarak. “Sert ama çok mert bir delikanlıdır ailesine çok değer veriir şu dünyda en çok mutlu oldun desen korkutun evlenmesine derim yeri yurdu belli oldu
siz bide bana sorun o kadar sert ki duvar gibi kalbine ulaşmama izin vermeden duvarları beni yaralıyor korkut evli olsa bile bir kadına yuva olamazdı korkut tek kişilik yaşıyordu .
Nevra Hanım derin bir nefes aldı, o nefes sanki yılların birikmiş acısını taşıyordu. Yüzündeki çizgiler, zamanın bıraktığı izler değil, koca bir hayatın içinde kaybolan insanların hikâyesiydi. "Keşke annesi ve babası da görebilseydi bu günleri," dedi, gözleri yaşlı, sesi titrek. Cümlesi yüreğime saplanan bir bıçak gibi derin bir acı bıraktı.
Korkut... Ailesinden hiç bahsetmemişti. Hiç. Ben de sormamıştım. Belki de içgüdüsel olarak biliyordum; bazı yaralar vardır ki, üzerine konuşulmaz. Konuşmak, kanatır. Korkut’un sessizliğini koruması, o yarayı saramıyor olmasının kanıtıydı . Aile kavramı bana da hep uzak olmuştu. Annem ve babam... Aile denen o sıcaklığa hiç erişememiştik.
Nevra Hanım tekrar konuşmaya başladığında, sesi çok derinlerden geliyordu. Sanki her kelimesi, yılların tortusuyla kaplanmış, her nefesinde yeniden canlanan bir hatıraydı. Yüzüme sahte bir üzülme ifadesi takmak zorunda kaldım. Ne söyleyebilirdim ki? Ne hissettiğimi bile bilmiyordum. Ama her kelimesi beni biraz daha derine, biraz daha karanlığa çekiyordu.
"Haluk, o günü anlatırken... İçim hâlâ titriyor," dedi Nevra Hanım, sanki o anın yükünü hâlâ omuzlarında taşıyormuş gibi. "Korkut... Annesini ve babasını evde kanlar içinde bulmuş.
. Kanlar içinde... Evde iki cansız beden. Hâlâ kimin yaptığını bilmiyoruz. O gece yarısı Haluk'u aradı... Ah, o sesi asla unutamam. Hıçkırıklarla, 'Komutanım, bahar gözlü annem neden gözlerini açmıyor?' diye sordu."
O an... Sanki dünyam başıma yıkıldı. Korkut’un o çaresiz hali, zihnimde canlanıyordu. Bir adamın, bir çocuğun, annesine yalvarışı... Yutkunamadım. Boğazımda bir düğüm, gözlerimde yakıcı bir acı vardı. Kalbim adeta paramparça olmuştu. O cümleyi hayal ettikçe,
Nevra Hanım, sanki o ana geri dönmüş gibiydi. Bir an sustu, ama o sessizlik her şeyi anlatıyordu. "Haluk...anlattı Sonra... Korkut morgda annesi ve babasının yanında geceyi geçirmek istemiş. Görevliler izin vermemiş ama... Korkut kavga çıkarmış. Kalmak istemiş. Onların yanında olmak istemiş. onları bırakmak istememiş
Morg... O soğuk, ölümün soğuk nefesi... Korkut’un o soğukta, annesi ve babasının cansız bedenleriyle sabahlamaya çalıştığını düşündüm. O nasıl bir acıydı? Nasıl bir yalnızlıktı?
Kelimeler beni adeta bir girdap gibi içine çekiyordu. Her şey gözümün önünde canlanıyordu. Korkut, ablası, annesi ve babası...
Nevra Hanım gözleri doldu "Bir yerde ölse, gitse... Kimse fark etmeyecekti. Hiçbirimiz fark etmeyecektik. Öylece kaybolup gidebilirdi bu dünyadan. "Evlendiğini duyduğumuzda..çok mutlu olduk ." dedi Nevra Hanım, gözlerinde hafif bir umut ışığı belirerek yani en azından hayat arkadaşı var artık . "haluk evlendiğini duyunca o gün gidip kurban kesti .
Nevra Hanım konuşmaya devam etti, sanki her kelimesi içindeki o büyük boşluğu biraz daha dolduruyormuş gibiydi. "Ablası... Ne olup bittiğini bile fark edememiş. Belin, biliyorsun, o iyi değil. Yeni doğum yapmıştı , ilaçlar yüzünden gerçeklik algısını kaybetti. Bazen iyi, bazen kötü. Kızcağız kaç defa kliniğe yattı, her seferinde daha kötü çıktı. Hâlâ anne babasının yaşadığını sanıyor, sonra unutuyor."
Korkut ise ablasının daha da kötüleşmemesi için bazı anıları ona hatırlatmıyor. Evet, ben de bunu fark etmiştim. Belin'in ruh hali dalgalıydı. Bazen Belin’e çok kızıyordum, abime kendini bu kadar teslim ettiği için. Ama yargılamamalıydım; belki de ben onun yerinde olsaydım daha kötü tepkiler verirdim. Yine de, kızı için güçlü olmalıydı, diye düşünmeden edemiyordum.
Aşkın fazlası her zaman zarardı, her duygunun aşırısı gibi. Geri gelmeyecek birinin gidişine alışmak zorundaydı. Ama Belin, abimin gidişine hâlâ alışamamıştı.
Yutkunurken boğazımda bir acı belirdi; bu acı, Korkut’un yaşadığı acı bu çok acımasızcaydı ne diyeceğimi bilemedim
Nevra Hanım, bu hüzünlü havayı dağıtmak istercesine, neşeli bir sesle konuşmaya başladı: "Ayy, neyse, geçelim artık bu konuları. Geçmişe değil, şu ana bakalım. Mutlusunuz, bu her şeyden daha önemli!"
Ama bu sözler, içimdeki karmaşayı dağıtmaya yetmiyordu. Şok olmuştum. Nevra Hanım, olup bitenleri bildiğimi sanıyordu, ama ben henüz öğrendiğim bu acı gerçeğin ağırlığıyla kendime gelemiyordum. Anne ve babasını kim, neden öldürsün? Bu adam neden askerliği bırakmış? Kafamda tonlarca cevaplanmamış soru vardı.
Gerçekleri öğrenmek zorundaydım, ya da belki de bu beni ilgilendirmeyen bir konuydu. Ama Korkut'a asla sormazdım; bu hassas bir konuydu ve onu tetikleyebilirdi.
, Nerva Hanım’ın ifadesi ciddi bir hal aldı. “Kızım, yanlış anlamasan, sana bir şey soracağım,” dedi.
“Tabii efendim,” dedim, merakla.
“Gebe misin?” sorusu, havada bir soğuk rüzgar gibi esip geçti. Gözlerim fal taşı gibi açıldı, şaşkınlıkla ona baktım.
-“Kusuruma bakma, haddimi aştım ama, ne bir nişan ne de bir düğün oldu; aniden evlenince hamilesin sandık az önce de salondan sesi geldi korkutun yorulma diyordu sana …”
-
“Yok, ne kusuru?” diye cevapladım. “ hamile değilim ben Korkut hemen evlenmek istedi biraz sabırsız bir adam. İkimiz de düğün ve nişan gibi organizasyonları pek sevmiyoruz; nikâhın ardından karavanla tatile çıktık .” Yalan söylemekten bu gidişle cehenneme erken bilet alacaktım
“Kızım, tekrar özür dilerim. Hâddim değildi bu soruyu sormak ama merak ettim korkutan beklemiyorduk , ben biraz eski kafalı bir kadınım kalbini kırdıysam affet beni ,” dedi.
“Estağfurullah, Nevra Hanım,” dedim. “Dediğim gibi, Korkut sabırsız; bizimki tam bir yıldırım aşkı gibi. Hem ben, Korkut’u ilk gördüğüm an, ‘Bu adam benim kocam olacak’ demiştim.”
Teknik olarak doğruydu; ilk karşılaşmamızı hatırladım. “Kocam,” diyerek ona sarılmıştım. Rezil bir gündü ne kadar saçma bir davranışta bulunmuştum çok çocukçaymış sanırım değişiyordum ve gelişiyordum eski kardelen neden bu kadar aptaldı yaklaşık beş ay önceki kardelen bahsediyordum "
Nerva hanım gülümsedi “Çocuk düşünüyor musunuz?” dedi sesi merak doluydu neden yeni evli bir çiftlere bu soru sürekli soruluyordu ki? İnsanların özeli sonuçta ama Nevra Hanım’ın iyi niyetli yaklaşımı nedeniyle bu sorudan rahatsız olmadım.
Çocuk konusu açılınca yüzümde beliren gülümseme, içimdeki hayalleri bir kez daha canlandırdı. Hep kalabalık bir ailem olsun istemişimdir; annemin aksine, iyi bir anne olma arzusuyla büyüdüm. "Eğer bir gün aşık olacağım adamla imkanım olursa," "bakımlarını, eğitimlerini, sevgilerini eksiksiz karşılayabileceğim eminsem az iki çocuk yapmayı hayal ediyorum."
Ama sanırım bu düşünceyi rafa kaldırma zamanı gelmişti. Benden anne falan olmazdı; çünkü yetersizdim, donanımlı bir insan değildim. Mantıklı bir kadın hiç olamadım. Travmalarla büyüdüm, ve kendi yaşadıklarımı çocuklarıma aktarmak istemiyordum. Onların hayatında benim gölgemi taşımalarını istemiyordum; onların masumiyetini, hayallerini karartmak gibi bir yükü omuzlamaya cesaretim yoktu. Bu düşünceler içimde bir hüzün oluşturdu; hayal ettiğim o kalabalık aile, şimdi yalnızca bir anı olarak kalacaktı çünkü ben annelik sıfatına layık bir kadın değildim
Tam Nerva Hanım'a daha cevap vereceken şeytanlarım beni dürtü
İçimden bir ses “Şimdi intikam zamanı,” diye fısıldadı. O, bana "gelinin kız kardeşi" demişti; sen şimdi görürsün Korkut, Kardelen intikamını almadan sürece gün bitmez.
-“Şey efendim,” dedim, Nerva Hanım yüzümdeki ifadeden dolayı merakı artmış bir şekilde dinliyordu. “Ben pek düşünmüyorum; kariyerime odaklanmak istiyorum. Yüksek lisans yapacağım kendi alanımda ve makale yazmak istiyorum. Çocuklara ve ailelere bir katkım olsun istiyorum; ülkemizde eğitime maalesef fazla önem verilmiyor. Bunun için özellikle daha gelişmemiş bölgelerde eğitim kalitesini yükseltmek için çalışmalar yapmak istiyorum. Ama Korkut sürekli çocuk yapalım diyor. Hayallerimden vazgeçmek istemiyorum; en az altı çocuk yapalım diyor, isteklerimi ve hayallerimi önemsemiyor. Evlendikten sonra her şey sanki değişti.”
Nerva Hanım’ın gözleri, önce şaşkınlıkla açıldı. “Kızım, aman ! Millet bir çocuğa bakamıyor, sen sakın hayalerinden vazgeçme ” dedi.
hayallerim doğruydu ama işte korkutu buna engel olan koca olarak gösteriyordum . “Biraz çocuk sayısını fazla söylemiştim ama hak etmişti öküz benimle sürekli dalga geçiyordu bir kerede ben yapayım benim ki fazla olmuştu sanırım ama sayı önemsiz sanki sahiden altı çocuk mu yapacaktım
-“Ben de diyorum 6 çocuk fazla ama Nuh diyor, peygamber demiyor; ‘Senden bir sürü çocuğum olsun’ diyor, yani yemin ediyorum bezdim vallahi evden zor çıkarıyorum ” dedim, yorgun bir ifade takındım suratıma
-. “Eğer böyle düşünüyorsanız, Korkut’la bu konuyu ciddiye almanız gerekiyor,” dedi. Kardelen, “Bu çok ciddi bir konu,” dedi . “Kızım, korunmadan ilişkiye girme; kendini ondan uzak tut. Sen bakma Korkut’un dediklerine. Çocuk yetiştirmek kolay mı? Kudurdu mu bu çocuk? Dışarıdan bakınca aklı başında, efendi birine benziyordu. Korkut’tan hiç beklemezdim.”
“Allâh seni ne yapsın, Kardelen! Korkut’u azgın teke yaptın kadının gözünde ama umrumda değil; rezil olsun! sürekli laf soksun bende üzeleyim öyle mi ”
“Nerva Hanım, ruhu gençti yanında, çok rahatça konuşabiliyordum
“Nerva Hanım, ben ne yapacağımı bilmiyorum. Korunduğum için bana kızıyor,” dedim sesim ağlamaklı çıkmıştı
“Ay, tövbeler olsun! Seni zorluyor değil mi, kızım? Bana anlatabilirsin,” dedi.
“Yok, sadece çocuk için fazla aceleci. Ama konuşup çözeriz inşallah.”
“Kardelen, ‘Korkut, seni vallahi de bulduğu yerde... içimden konuştum devamını getiremedim
“Tabii, konuşun kızım. Dokuz ay senin rahminde kalacak bebek. Korkut mu taşıyacak, sözünü geçir kocana.Ne güzel hayalin var bunları iyice düşün . Korkut’un düzenli bir işi var mı?”
“Korkut'un ne iş yaptığını bilmiyordum. sanırım illegal bir şey yapıyor ama kadına nasıl söyleyebilirim? Gece gündüz belli değil; uyarıcı madde alıyor kriz geçirdi , kadın kalpten gider ”
“Şey, yok ama konuştuğu birkaç yer var,” dedim.
- önce iyi bir iş bulsun sonra geleceğinizi planlarsınız kızım çocuk içinde erken sen kendini geliştir hayaline adım atmak için çalış
“Daha fazla bu sohbeti devam ettirirsek, Nerva Hanım gidip Korkut’u öldürebilirdi
Nerva Hanım'la biraz daha Haluk Albay ve Korkut hakkında dedikodu yaptıktan sonra, sofrayı hazırlamaya başladık. Düşüncelerim, Korkut’un ciddiyeti ve Haluk Albay’ın derin sesinin etrafında dönüp duruyordu.Sofraya oturduğumuzda herkesin gözleri Haluk Albay’a dönmüştü. . ben de bu gergin atmosferin içinde, Haluk Albay’ın sorularına yanıt verirken, yemeğin tadını çıkarmaya çalıştım. Alparslan, arada sırada şakalaşarak ortamı yumuşatmaya çalışıyor, gülümsemeler yaymaya çabalıyordu. Ancak Haluk Albay’ın ciddiyeti, masanın her köşesine sinmişti. ana yemeği sürekli didikliyordum ben balıktan nefret ederdim kokusu bile midemi bulandırıyordu yemesem Nevra hanım a ayıp olacaktı korkuta baktığımda kendi tabağını bitirmişti ne kadar hızlıydı benim tabağım olduğu gibi duruyordu resmen
Haluk Albay, beni izlediğini fark ettim yavaşça ve dikkatlice gözleri üzerimde gezindi.
- “Kızım, beğenmedin mi?” diye sordu,
. Kendimi açıklamak zorundaydım, ama bir an tereddüt ettim. “Efendim, ben balık yemiyorum,” dedim
- “Kızım, söyleseydin, Nerva başka bir şey hazırlardı,” Sesi anlayışlıydı.
- “Ben uğraşmasını istemedim, zahmet olmasın,” dedim, içimde büyüyen suçluluk hissi daha da derinleşerek. Nerva Hanım’ın gözlerinin üzerimdeki yoğun bakışını hissettim; bu, beni daha da utandırıyordu.
Nerva Hanım, yüzünde hafif bir kızgınlıkla bana baktı. Kızgınca bana bakmasının yanında bir tür anlayış da vardı; “Aşk olsun, kızım, çekinme, biz bizeyiz burada,” dedi. Sözleri, sert ama aynı zamanda sıcak bir şekilde bana ulaşıyordu
Birden, Haluk Albay, “Nerva, ben mangalı bahçeye çıkaracağım. Sen etleri çıkar ,” dedi
“Of, çok utandım. Keşke yeseydim balığı; insanlara zahmet veriyordum,” diye düşündüm, Kendimi bir yükün altında ezilmiş gibi hissediyordum; herkesin gözleri üzerimdeydi.
- “Gerçekten gerek yok, Balığı çatalla didikleyip alıp ağzıma götürmek üzereyken, kokusu burnuma geldi ve birden karnımda bir düğüm oluştu. Kafamda dönen düşüncelerle kusmamak için kendimi tutup ağzımı açtım; çiğnedim ama yutamadım. Her şey boğazımda düğümlenivermişti, sanki yutmak imkansızdı.
Haluk Albay, dikkatle izlerken gözleri benim üzerimde sabitlenmişti.
- “Yok, böyle olmaz; seni bu evden aç göndermem,” dedi, sesi hem otoriter hem de koruyucu bir tonda.
Korkut , bana bir peçete uzattı
Peçeteyi alıp ağzımdaki balık parçasını çıkardım; ellerim titreyerek peçeteyi kullandım. Korkut’un gözlerindeki anlayışı görünce bir an rahatladım, kızmamıştı tuhaftı şimdi bir balık yiyemiyorsun diye dalga geçerdi
Sonrasında Haluk Albay, mangal için bahçeye doğru yürüdü, Nerva Hanım ise mutfakta etleri hazırlamak için telaşla hareket ediyordu.
Masada Alparslan, Korkut ve ben kaldık. Alparslan, gülümseyerek laf sokmakta geçikmedi.
- “Kardelen, ne cins insansın sen? Balık sevilmez mi, kızım?” dedi
Kendimi savunmak için hızlıca yanıt verdim
- “Ya sevmiyorum, nefret ediyorum! Ne yapayım, kokusu yediklerimden sonra bile ağzımda kalıyor!” dedim, sesim isyankar çıkmıştı
Korkut ise sessiz kalmayı tercih etti. kafası başka bir yerde gibiydi telefonundan biriyle mesajlaşıyordu. Kimle konuştuğunu merak ettim çünkü telefonun dokunmatik ayarına bozacak şeiklde baskı uyguluyordu
Alparslan bana bakarken, bakışlarında o bilindik alaycı ifade vardı. Kaşlarını hafifçe çatarak, sakin ama baskıcı bir tonla konuştu: "Kızım, şu sahte kocana biraz daha yakınlık göstersen iyi olur. Yoksa insanlar şüphelenmeye başlayacak."
Sözleri içimde bir kıvılcım gibi çaktı, ama belli etmemeye çalıştım. Yine de sabrımın sınırına geldiğimi hissediyordum. "Alparslan, bizden bu kadar. Daha ne yapalım? " dedim, .
Ama o, pes etmiyordu. Gözlerinde beni tartan bir ifade, sanki ne kadar dayanacağımı test eder gibiydi. "El ele tutuşmak yok, temas yok. Biraz çaba gösterin artık. Yalandan da olsa inandırıcı olmalı," dedi, dudaklarının kenarında beliren hafif bir gülümsemeyle.
İçimde biriken öfke artık taşıyordu. "Vallahi bıktım senden, Alparslan! Kaynana gibi başımın etini yedin!" dedim, kelimelerim adeta alev alıyordu.
- "Kızım, ben sadece diyorum ki... Eğer biraz daha yakın görünmezseniz, insanlar bu evliliğin sahte olduğunu anlar. Şüpheler iyice büyür. Yakınlık göstermek, küçük bir dokunuş, ufak bir gülümseme. Bunlar sizi gerçek bir çift gibi gösterir
- Alparslan, biz elimizden geleni yapıyoruz.
- “İkiniz de susun,” “Kalkalım, yardım edelim.” dedi korkut
- korkut ve alparslan bahçeye haluk albayın yanına gitti
Masada yalnız kaldığımda Nevra Hanım'ın yanına gitmeyi düşündüm
- “Ben de Nevra Hanım’a yanına gideyim,” bari boş boş oturmayayım arkalarından söyledim
- mutfağa gittim nevra hanım etleri hazırlamıştı , daha sonra etleri bahçeye götürdük ,
Etleri şişe takılırken sabrım kalmadı. İçimdeki heyecanla “Hadi, hemen pişsinler ya!” diye düşündüm. Nihayet, pişmiş et Haluk Albay tarafından ekmeğin arasına konup önüme getirildi. O an her şeyi unutmuştum; hemen bir ısırık aldım ve içimden, “Allah’ım, verdiğin nimetler için şükürler olsun,” dedim.
Alparslan, hemen laf sokmakta gecikmedi. “Yavaş ye, boğulacaksın!” dedi gülümseyerek.
Ben de omuzumu silktim. “Ama çok güzel!” dedim, bu lezzeti tarif etmekte zorlanarak.
Korkut’a baktığımda, onun da gözleriyle beni izleyip gülümsediğini gördüm. O gülümsemesi, tarihe geçmesi gereken bir an gibi hissettirdi içimde.
Ağzımda et varken konuşmak pek mümkün olmadı ama yine de cesaretle “Elinize sağlık, Haluk Albayım, çok güzel olmuş,” dedim. Tabii herkes bana gülümsemişti; ama bu etin güzelliği, hayatımda yediğim en lezzetli şeylerden biriydi.
“"Afiyet olsun, gelinim," dedi Haluk Albay, gözlerinde sıcak bir bakışla. Utandığımı hissettim ama bunu belli etmemeye çalıştım. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. O sırada Korkut, elini belime doladı, ve nefesini saçlarımda hissettim. Dokunuşu, boğazıma düğümlenmiş bir nefes gibi içimde yankılandı. Kalbim daha da hızlanırken, yüzümde bir sıcaklık belirdi.
"Sakin ol," diye fısıldadı Korkut, dudakları kulağıma yakın. "Sadece yakın davranıyorum. Haluk Albay şüphelenmesin diye."
Ama rahat değildim, bir huzursuzluk vardı içimde, sanki o dokunuşla beraber bir kıpırtı kabarıyordu. Ellerinin belimde gezindiği her an beni daha da tedirgin ediyordu. Bu durumu nasıl kontrol edebileceğimi bilmiyordum.
, senin tikin mi var?" diye fısıldadı , sesinde alay vardı
" evet var belime dokununca huylanıyorum," dedim, endişeyle ona baktım. "Lütfen, biraz uzaklaş. Yoksa gülmeye başlayacağım , rezil olacağız."
Sözlerim Korkut’u şaşırtmıştı, bakışlarında karışık bir ifade belirdi, ama inatlaşmak yerine bana biraz mesafe bıraktı. O an Haluk Albay’ın dikkatini çekmemek için, aramızdaki yakınlığı koruyor görünüyordu, yeterince uzaklaşmıştı. İçimdeki gerilim biraz hafifledi, fakat yine de huzursuzdum. Korkut’un dokunuşuyla içimde bir şeyler uyanmıştı
eti yemeye devam ettim. Haluk Albay, diğer etleri şişe takıp mangalda çevirmeye başladı. Etler hazır olunca içeri geçttik . Nerva Hanım, etleri tabaklara servis etmeye başladığında ben görmezden gelmeye çalıştım ama iştahım açılmıştı resmen.
Tabağımdakileri bitirmiştim ama doymamıştım. “Yok, Kardelen, yeme. Sanki Afrika’dan mı geldin kızım?” dedim içimden
Misafirliğe gittiğimizde fazladan bir tabak daha istediğimde annem gözünü belertirdi ama misafirlikte yenen yemek her zaman çok lezzetli oluyordu.Masada haluk albay ve alparsalan derin bir sohbete dalmışları nevra hanım da onları dinliyordu
Korkut, masadan bir ekmek aldı, içine salata koyup tabağındaki etleri de koydu Ekmeği bana uzattığında, ona hazine bulmuşçasına bakıyordum. Bu adam, bu gece fazlasıyla sakindi ve kibar görünüyordu.
- "teşekkürler " dedim fısıltıyla
- "Keşke evde de böyle iştahlı olsan," dedi, gülümseyerek.
- "Anlamadım," dedim, kafamda beliren soru işaretleriyle.
- "Sürekli öğünlerini atlıyorsun. En az 7 kilo vermişsindir bu iki ay içinde," dedi
- "Korkut, bu seni ilgilendiren bir durum değil," dedim, biraz sinirli bir ses tonuyla.
Korkut, cümlelerimden sonra bir şey söyleyemedi. Haklıydım çünkü
Nevra Hanım bize gülümseyerek bakıyordu; ben de ekmeği aldım. Hem yiyip hem sohbet ediyorduk. O an,
Yemek, güzel bir şekilde geçiyordu ama Haluk Albay’ın Korkut’a meraklı bakışlarla ben ve korkuta bakıyordu
Haluk Albay, gülümseyerek Korkut’a döndü ve “Yakında torun haberi bekliyoruz Korkut,” dedi. Bu söz, masada bir anlık sessizliğe neden oldu.
Nerva Hanım hemen Korkut’un yüzüne döndü ve gözlerinde bir kaygı belirdi. “Oğlum, altı çok değil mi? Yazık Kardelen’e. Bu ekonomide altı çocuğa nasıl bakacaksınız?” dediğinde, Korkut’u nevra hanıma anlamaz gözlerle bakıyordu
“Ayy Allahım, rezil oldum diye düşündüm Nevra hanım niye söyledi ki pat diye tabi kadına dersen beni zorluyo çocuk için kadında hesap sorar adama
Korkut nevra hanım şaşkın gözlerle bakıyordu “ altı çocuk derken Nerva Hanım anlayamdım ?” dedi , sesi biraz gergin geliyordu.
Canım, altı çocuk istiyormuşsun. Kardelen söyledi, ama yazık günah kız, daha çok genç!” dedi Nerva Hanım, kaygı dolu bakışlarıyla.
Nerva Hanım bu cümleleri söylerken, Korkut su içiyordu. Aniden öksürmeye başladı. "Adam boğuluyor, a dostlar!"
hemen araya girdim, sırtına vuruyordum. “ ayyyy Kocacığım, iyi misin bitanem kusura bakmayın çocuk lafı geçince heycanlanıyor da ?” gözlerimdeki endişe iyice açığa çıktı
Korkut, kendini toparlamaya çalışırken . “İyiyim karıcığım,” dedi, ama sesi hala sarsıntılıydı.kendini zor tuyormuş gibiydi bana sinirli gözlerle bakıyordu “Sanki evde altı çocuğu sana gösteririm” bakışıydı içimde korkutun bakışlarından dolyı kaygı arttı bu gece sağ salim bu olaylardan nasıl çıkcaktım ah kardelen şu çenenini tutsan ne olurdu ama nerde dertsiz başıma dert aldım plan elimde patladı
Haluk Albay, Korkut’un aniden öksürmeye başlaması üzerine endişeyle bakarak, "İyi misin, Korkut?" diye sordu. Sesi otoriterdi
Korkut, boğazını temizleyerek derin bir nefes aldı. "İyiyim, Albayım ," dedi. Öksürük krizi yavaş yavaş geçmişti,
Masanın etrafındaki herkesin gözü Korkut’un üzerinde yoğunlaşmıştı.
Alparslan, bu gergin ortamda gülmemek için kendini sıkıyordu
-“ Allahım, Alparslan’a iyi malzeme verdim, bu gece dalga geçecek benimle!” diye düşündüm, içimde bir huzursuzluk belirdi. “Offff, yalan söylediğim ortaya çıkarsa, Nevra Hanım’ın yüzüne nasıl bakacağım? Korkut, beni patlatırsa... Allahım, Korkut ne olur, rezil etme beni!”
Bütün bu düşünceler kafamda dönüp dururken, içimde bir korku büyüyordu. Nevra Hanım beni yalancı bir kadın olarak bilecek. Bu düşünce bile içimi acıttı. “Söz veriyorum, tutmadığım tüm oruçlarımın kefaretini vereceğim,” dedim içimden , kendime bir teselli arıyordum
Gözlerim aniden Korkut’a kaydı. Onun yanında olmanın getirdiği hem rahatlık hem de gerginlik iç içe geçmişti. "Yeter ki beni ifşa etmesin," diye geçirdim içimden. dua ettim, bu zor durumdan kurtulabilmem için.
Haluk Albay’ın ciddi bakışları da durumu daha da gerginleştiriyordu.
Korkut, ellerimi nazikçe kendi ellerinin arasına aldı öptü . O an, öpücüğünün sıcaklığı içimde bir ateş yakarken, tüm varlığımı sarhoş eden bir duygu kapladı. yalnızca fiziksel bir temas değil, ruhlar arası bir bağ kuruyormuşuz gibi hissettim. Korkut, gözlerimin derinliklerine bakarken, içimdeki kalbin atışlarının hızlandığını hissettim.
-“Evet, çocuk istiyorum ama bu benim arzumdan çok Kardelen'in isteğiyle ilgili. Kaç çocuğumuz olacağını belirleyecek olan o; sonuçta bu onun bedeni. Onun bedenine dair söz sahibi olmak saçma olur,” dedi.
Sesindeki kararlılık kalbimin derinliklerine kadar işliyordu. “Bana bir ailem olabileceğini hissettiren tek kadın Kardelen,” . Bu sözler içimde bir kıvılcım ateşi yarattı; Korkut'un gözleri, bana çok farklı bir şekilde bakıyordu."Karımın çocuklara davranışını görünce, o kadar dikkatli ve özenli ki… Onlara gösterdiği sabır ve sevgi gerçekten hayran kalmamak elde değil. Bir çocuğun kalbini kırmaktansa kendi kalbini parçalara ayırmayı göze alıyor. Dünyada ondan daha fazla anne olmayı hak eden bir kadın tanımadım ve tanımak da istemiyorum," .
. Yüzümün kıpkırmızı kesildiğini hissettim; gözlerim, o anın büyüsü içinde kaybolurken, içimdeki mutluluk dalgaları beni sarhoş ediyordu. Her şey, Korkut’un sözleriyle o kadar anlamlıydı ki, kendimi konserve domates salçasına dönecek kadar kırmızı hissettim; Elbisemin rengiyle uyumlu bir şekilde, içimdeki tüm duygular onun varlığında anlam kazanmıştı. Korkut’un sıcak bakışları, kalbimin atışlarını hızlandırıdı “.Haluk Albay. Utandığımı hemen anladı, i. O an, sanki kalbimdeki duyguların akışını okuyabiliyormuş gibi hissettim. Nevra Hanım, benimle Korkut’a dolu dolu bakan gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı. İçinde bulunduğumuz durumun ağırlığı, her birimizin kalbinde farklı bir yük bırakıyordu.
Alparslan, kısık ama net bir sesle, “Korkut, ağlatın lan beni,” dedi. Alaycılığı, masanın üzerindeki gergin havayı biraz olsun hafifletmeye çalışıyordu.
Kısık sesle, “Kardelen, çaktırma, türübünlere oynuyor şerefsiz,” dedi. Bu sözü beni güldürdü.
Alparslan tekrar kısık sesle, “Kardelen, Korkut’un üzerine atlayacakmış gibi bakma, anlıyorum,” , “Bunlar bana söylense, ben de şapşik gibi bakarım. Toparlan, Kardelencik.”
"Dalga geçme benimle, Alparslan," dedim, ona sert bir bakış atarak. Gözlerim onun alaycı ifadesini görünce daha da sinirlendim.
"Koluna çimdik attım! Ahh, Kardelen, seni varya..."
"Alparslan, tek kelime etme yoksa sena ile konuşurum boşatırım sizi ," dedim, ona meydan okurcasına.
- tam bir yılansın kızım
"Sen de hıyarsın!" dedim fısıltıyla
Tam o sırada Haluk Albay konuştu ve hepimiz sustuk. "Nikaha çağırlılmadık , düğün hediyeniz vermek şimdiye kısmetmiş," dedi
Korkut ve ben Haluk Albay'ın yanında sahte bir mahcubiyet yaşıyorduk. "Kardelen, umarım beğenirsiniz, sana layık değil ama," dedi Haluk albay , elindeki kutuyu açarken.
"Estağfurullah efendim," dedim, biraz mahcup bir şekilde. İçimdeki heyecanı gizlemeye çalışıyordum.
Haluk Albay, kutudan burma bilezik çıkardığında, "Yuh, çok pahalıydı!" diye düşündüm. Gözlerim parladı, ama aynı zamanda bu kadar kıymetli bir hediyenin bende olması düşüncesi beni tedirgin etti
"Bana uzatı, ben de Korkut'a baktım almamı işaret edince aldım elime takımı."
"Ayy, Alparslan'a nispet yapmak için hafifçe kolumu salladım, yakışmıştı canım "
"Korkut, komutanım, gerek yoktu," dedi, hafif bir çekingenlikle
Haluk Albay sinirlenmişti. "Korkut, sana mı aldım? Gelinime aldım ben!" derken sesinde bir otorite vardı, ama bu durumda Haluk Albay'ın bile gülümsemesine engel olamadığını hissedebiliyordum.
Korkut'u ilk defa bir insandan çekindiğini görüyorum. "Acaba burada mı yaşasaydık?" diye düşündüm
Alparslan oradan hemen lafa atladı, "Komutanım, biz sena ile nikah tazeleme kararı verdik, sizi de bekleriz!" derken gülümsemeyi yine yüzünden eksik etmiyordu.
"Yuh, Alparslan ya!" içimden dedim bu adam decaldi
"Gelirim Alparslan, ama düğün de taktığım takıları geri getirin, tekrardan aynısını takayım, malum ekonomi!" dedi
Nevra Hanım ve ben güldük.
Alparslan morardı resmen
"Haluk Albay'a çok sevdiğimi söylemiş miydim
Sonrasında, günlük hayattan sohbetler açılmaya başladı. Spor, siyaset ve gündelik meseleler hakkında dikkatlice konuşmaya başladılar. Haluk Albay, futbol takımlarından birinin son maçını gündeme getirdi .
Alparslan ve Korkut, hemen bu konuya daldılar ve kendi favori takımları hakkında konuşmaya başladılar. rafa silva kimse artık bir saatir onu konuşuyorlar ya
“Beşiktaş sezona iyi başladı, bu sezon kesin şampiyon olacak!” dedi Alparslan
Haluk Albay, Alparslan’ın sözlerini bölmeden önce başını salladı. “Geçen sene rezalet bir kadro kurdular. Ama bu sene iyi bir kadro oluşturduk,” dedi
“Alparslan, komutanım, Rafa tam bir on numara! Ligin üzerinde bir adam, gol atıyor, hem de gol attırıyor! Eğer rakip oyuncular sakatlamazsa, gol kralı olur,”
Korkut, başıyla onayladı. “Altyapıdan gelen oyuncular da iyi. Mustafa çok iyi bir forvet, milli takımda da iyi işler yapar,”
Bu futbol sohbeti ilgimi çekmemişti i; aslında ben futbol cahiliydim. Beşiktaşlı olan abim sayesinde Quaresma falan biliyordum ama o kadar. Futbolun hakkında daha fazla bilgiye sahip olamamıştım.
- Şu an aklıma takılan, Nevra Hanım’ın anlatmış olduklarıydı. Korkut’un annesi ve babasına başına gelenler sürekli düşüncelerimi meşgul ediyordu. Bu hikaye, içimi acıtan bir yara açmıştı. kim bilir belki bir gün korkut ne hissetiğini bana anlatabilirdi birde yarın buluşcağım gizemli adam vardı ne kadar zihnimin derinliklerine atsam da beni rahatsız ediyordu düşünme kardelen yarın her şey açıklığa çıkacak sakin ol dedim içimden
bir diğer düşünce ise Korkut’un neden bu kadar sessiz olduğuydu. “6 Çocuktan sonra beni Ankara’da barındırmaz,” demiştim. Adam resmen “çocuklarımın anası” moduna geçmişti. Bir tepki vermedi, onunla eve gitmeye tedirgin oluyordum .Korkut’u alt edecek bir şey bulmam gerekiyordu, ama ne?
Alparslan ,korkut ve Haluk albay derin bir sohbte daldılar ben ve nevra hanımı unutmuşlardı sanki
- Nevra hanım bana gülümsedi kzım çok düşünceli gördüm seni sıkıldın mı fazla sohbet edemedik seninle
- yok Nevra hanım sıkılmadım çok yedim herhalde ağırlaştım biraz
- anladım kızım kalk bakalım sofrayı toparlayalım üzerindeki bu ağırlık gitsin
Nevra hanıma yardım ettim Bulaşıkları makineye yerleştirirken sonra mutfağı temizledik.
sonrasında , bahçeye geçtik Nevra Hanım, kendi yaptığı tatlıları servis ederken mutfaktan çıkıp bahçeye geldi. Ben de tatlıların hazırlanmasında yardım etmek için yanına gittim.
“Yardım edebilir miyim, Nevra Hanım?” diye sordum, gülümseyerek.
“Tabii ki, Kardelen. Şu tabakları alır mısın?” dedi, gülen gözlerle . tabakları alıp bahçeye götürdüm
Haluk Albay, gülümseyerek Korkut’a döndü. “Benim bağlama, içerde getireyim de kulaklarımız pası silinsin, eski günlerde ki gibi ” dedi. Korkut, Haluk Albay’ın söylediklerine kayıtsız kalmadı. “Bağlamayı ben alayım alabayım dedi ,” diyerek hemen bağlamanın yanına gitti. Bağlamayı eline aldığında, ruhunda bir tutku belirmiş gibiydi.
.
gözleri, bağlamanın tellere odaklanmıştı. Çalarken derin bir nefes aldı ve bir melodi yükselmeye başladı. İlk notalar, havada dans ederken, herkes Korkut’a odaklandı. Sesinin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum .
Korkut’un bağlamasının tellerine dokunup melodiyi bulduğu an, bahçedeki herkesin dikkatini çekti. O an sanki etrafımdaki her şey donmuş gibiydi. Korkut’un gözleri bende sabitlendiğinde, içimdeki duyguların ne denli derinleştiğini hissettim.
Gözlerimdeki merakla onun gözlerinde bir şeyler ararken, melodi beni kendimden alıyordu.
Korkut’un sesindeki duygu yoğunluğu kalbimde bir sıcaklık oluşturdu. Her bir sözü, derin bir acıyı paylaşıyor gibi hissediyordum. Korkut’un sesinin bahçedeki ağaçlar arasında dolaşırken, kalbim onun melodisiyle sarmalanıyordu. "Gel gönül uslan, gönül zulmetme bana gönül," dediğinde . Sanki içimdeki kararsızlık ve kaygı, Korkut’un sesinde bir anlam bulmuştu.
O an, bahçedeki herkesin varlığı silinmiş gibiydi. Sadece Korkut’un sesi vardı ve ben onun melodisine kaybolmuşum. “Koşa koşa yoruldum, gelme peşimden gönül,” . O sözlerin ardındaki acı, sanki benim de içimdeydi.
“Dağı taşı aşarsın, kuşlar gibi uçarsın,” dediğinde, bu sözler bana umudu fısıldıyordu. . "Eski dert kapanmadan, yeni dertler açarsın," derken gözlerimin içine bakıyordu.
Son notayı söylerken, "Yazı yazdım karasız, derde düştüm çarasız," Korkut’un sesi bahçede yankılandı. Bu sözler, içimdeki acıyı paylaşıyor, beni derin bir düşünceye sürüklüyordu. “Ben düştüm bir ataşa, siz düşmeyin yanarsız,” türkü sona erdiğinde, bahçede derin bir sessizlik hâkim oldu.korkut neden kendini bir canavar yapıyordu ki sanki bilerek kendini benim gözümde çirkinleştiyordu
O an, Korkut’un gözlerindeki yoğun duyguları hissettim. İçimde bir şeylerin değiştiğini . Gözlerim, Korkut’un gözleriyle buluşmuştu kelimelre gerek yoktu ....
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Nevra Hanım ve haluk albay ile güzel bir akşamın sonunda vedalaşırken, gözlerindeki sıcaklıkla bir kez daha içim ısındı
nevra hanım kahve içmeye davet etti. Bu nazik teklifine, nezaketle gülümseyerek karşılık verdim. "Müsait olduğum bir zamanda tekrar gelirim," dedim, hafifçe başımı eğerek.
Nevra Hanım’ın yüzünde beliren memnuniyet dolu ifadeyi görmek, içimde sıcak bir his uyandırdı. Bu sakin akşamın huzurunu içime çekerek oradan ayrılırken, yeniden buluşmanın düşüncesi zihnimde belirdi. Sanki bu zarif ve ince ruhlu kadının daveti, sadece bir kahve içmekten öte bir anlam taşıyordu benim için düşüncelerimi korkut ve Alparsalnın tartışma sesi böldü
Alparslan, Korkut’la dalga geçerken yüzünde her zamanki alaycı ifadeyle Korkut’un elini tutup öpmeye kalkıştı. "Karımı çok seviyorum," dedi, gözlerini kısarak. "Bir de altı çocuk istiyorum!" Şaka ile karışık bu cümleyi sarf ederken, Korkut’un yüzündeki ifadeyi gözlemlemeye başladı.
Korkut, Alparslan’ın bu tavrından rahatsız olmuştu. Hafifçe geri çekildi ve elini sertçe Alparslan’ın elinden kurtardı. Gözlerini kısarak, Alparslan’a doğru eğildi. "Ne içiyorsun lan sen? Benimle kafa mı buluyorsun?" dedi, sesinde belli belirsiz bir öfke vardı
Alparslan ise Korkut’un tepkisine aldırış etmeden, omuz silkerek gülümsedi. "Çoculardan hoşlanmayan sensin korkut Alparslan bana doğru döndü konuşmasına devma etti
mihirban doğunda sürekli ağlıyordu kardelen. korkut bunun kaptma düğmesi nerde diye sinir krizi geçirmişti inanır mısın
- inanırm Alparslan
- bu dağ ayısından her şeyi bekliyordum tabi bunu içimden demiştim
Korkut, Alparslan’ın bu umursamaz tavrına daha da sinirlenerek ona sert bir bakış attı. "Kes sesini Alparslan," diye bağırdıı
resmen Alparslan’ın ciddiyetsizliği, Korkut’un sabrını zorlamaya başlamıştı.
Alparslan ise Korkut’un bu sert tepkisine gülümseyerek yanıt verdi. "Suskunluğum asaletimdendir Korkut," dedi, sesine alaycı bir ton ekleyerek.
-
Bu sözlerle birlikte Alparslan’ın Korkut’u kızdırma çabaları iyice komik bir hal almaya başladı. İkisi arasındaki bu diyalog o kadar saçma ve absürd bir noktaya gelmişti ki, artık gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Alparslan’ın şakaları ve Korkut’un sinirli tepkileri, gerçekten de insanı gülme krizine sokacak kadar komikti. Alparslan’ın bir yandan Korkut’u kızdırırken, bir yandan da işin ciddiyetini tamamen kaybetmetmişti
Gece ilerlemişti ve Alparslan, Korkut’a dönerek, . "Saat geç oldu. Mihirban bizde kalsın. Zaten şimdiye kadar uyumuştur, uykusunu bölmeye gerek yok," . , yarın sena size gelecekti onunla gelir mihriban " . Bu fikir bana da mantıklı geldi. Kızın uykusunu bölmenin anlamı yoktu. korkut onaylayınca Alparslan, arabasına bindi ve gitti. Biz de yavaşça arabamıza bindik. Arka koltukta sessizce oturdum, dışarıya bakarak düşüncelere daldım. Ne kadar saklamaya çalışsam da, yarın o adamla ne konuşacağımı düşünmeden edemiyordum.içimde abime ne olduğu ile ilgli bir huzursuzluk baş göstermişti
Korkut, dikiz aynasından bana bakarak sessizliğimi fark etti. "Düşünceli gibisin," sesi ilgiliydi . İçimdeki karmaşayı saklamaya çalışarak, "Yok, sadece yorgunum,"
. Başka bir şey konuşmadık. Aramızdaki sessizlik, arabanın motor sesi ve yolun hafif uğultusu vardı
Eve vardığımızda, anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. Korkut içeri girdiğinde,kapıyı kapattım. Ancak bir anda ensemde hissettiğim nefes, kalbimin hızlanmasına neden oldu. Ürperdim. Korkut’un sesini, derin bir alaycılıkla, ama bir o kadar da etkileyici bir tonla duydum. "Demek altı çocuk... Karıcığım, bundan neden benim haberim yok? Bildiğim kadarıyla çocuk birlikte yapılan bir şey," dedi.
Korkut beni kapı ile kendi arasına sıkıştırmıştı. Gözleri derin ve keskin bakışlarla üzerimdeydi. Ne yapacağımı bilemeden ona bakmamaya çalışıyordum. Ancak bu, onun ilgisini daha da çekmiş gibiydi. Elini nazikçe çeneme koydu, başımı kaldırıp gözlerinin içine bakmamı sağladı. Kalbim çılgınca atarken, ona karşı koymamın imkansız olduğunu hissettim. Korkut, gözlerini hiç ayırmadan derin bir nefes aldı. "tedirgin mi oluyorsun benden?" diye fısıldadı, sesinde hafif bir meydan okuma vardı.
Gözlerinin içindeki o karanlık, beni içine çekiyordu. Titrek bir sesle cevap vermeye çalıştım, ama kelimeler dudaklarımdan dökülmedi. Korkut’un parmakları çenemde hafifçe gezinirken, içimdeki karmaşa giderek büyüyordu. Bu kadar yakın, bu kadar güçlü bir tutuş
Korkut’un sesi, alaycı ve aynı zamanda tehlikeli bir tınıyla yankılandı. "Şimdi bu geceki davranışlarının bedelini ödeme vakti, ölü gelinim " dedi, dudaklarıma yavaşça yaklaşırken. Gözlerinde şimşek gibi çakan bir kararlılık vardı. O an, onun bu sözlerinde hem bir tehdit hem de karşı konulmaz bir çekim gücü hissediliyordu. İçimde bir anlık panikle, Kardelen, kızım, sen bittin!diye haykırdım içimden, ama bu iç sesim bile Korkut’un yarattığı bu tuhaf çekimden kurtulamayacak kadar cılız kalmıştı.du. Onun bu kadar yakın, bu kadar talepkar olması, adeta etrafımdaki tüm havayı çekip almış gibiydi. O an, dünyada sadece ikimiz kalmıştık; bu kadar yakın, bu kadar yoğun ve bir o kadar da tehlikeliydi
. Korkut’un gözlerinde bir ateş yanıyordu; bu ateş hem beni yakacak kadar güçlüydü hem de içine çekecek kadar cezbediciydi. Kalbim hızla atmaya başladı, sanki göğsümde bir kuş çırpınıyordu.
Ona karşı koymak istiyordum, ama aynı zamanda onun bu talepkar yaklaşımının beni esir almasına da engel olamıyordum.
-- “Şey, ben şaka yapıyordum, gülelim diye, korkut
Gözlerini devirdi“Gülmedim,” dedi
Omuzlarımı silkerek, “Gülüp gülmemen umurumda değil,” , cesurca gözlerine bakarak. Nefesini boynumda hissetmek, içimdeki ateşi körüklüyordu; bu tahrik edici bir durumdu.
Korkut’un bakışları aniden ciddileşti. “Küçük bir cezayı hak ettin,” dedi, sesindeki alaycılık ve ciddiyet birbirine karışıyordu.
“ ııı....nasıl yani?” diye sordum, merakla.
“Ceza, bir daha yaramazlık yapamaman için,” , yüzünde bir gülümseme belirdi.
“Çocuk muyum ben? Benimle düzgün iletişim kur! dengesiz adam ” dedim, ona karşı sert bir tavır alarak. Ama Korkut, dikkatini dudakalrıma vermişti
“Fazla mı üzerine geldim kardelen ?”
“sence korkut dedim sert bir ifadeyle İçimde bir kıvılcım yanmaya başladı; sanki en derin yerlerime dokunmuştu.
“Bu gece kibar bir adam oldum,.Seni incitmedim, değil mi? Küçük düşürücü bir davranışta bulunmadım. Kendimi düzeltmeye çalışıyorum.” Gözlerini kaçırmadan bakıyordu
Kendimi toparlayarak, daha kararlı bir ses tonuyla yanıtladım. “Ne yapmamı bekliyorsun, Korkut? Aferin, insan olmayı başardın.” İçimdeki öfke vardı
“Küçük bir teşekkür yeter,” dedi
“Hayır, Korkut,” dedim, bu sefer sesimi yükselterek. “Senin bana teşekkür etmen gerekiyor. Ben, sahte karın olmayı kabul ettim. Onca acımasız sözlerine rağmen senin için bir şeyler yaptım, ama burada teşekkür edilmeyi hak eden kim? Sen mi, ben mi? bana söylediğin onca kalp kırıcı söz peki .Özür dilemek seni zayıf göstermez, merak etme. Ama yaptığın davranışın sorumluluğunu aldığını gösterir .”
Bu sözlerim, onun yüzündeki ifadeyi değiştirdi. Gözleri, bir anlığına içindeki karanlığı yansıtıyordu. Kendimi tutamayıp Korkut’un gözlerine baktım.
Özür dilerim,” dedi Korkut, sesi kısık ve içten bir tonda. Gözlerinde pişmanlıkla karışık bir hüzün vardı. “Son günlerde fazla gerginim. Sana hak etmediğin sözler söyledim. Sen sadece bana yardım etmeye çalışıyordun. Ben fazlasıyla, yani gerçekten çok fazla sinirliydim; kendimi nedensizce kontrol edemiyorum , durduramıyorum ama sanırım öğrenmeliyim.”
Kalbim hızla atmaya başladı; onun pişmanlığı, içimde bir umut kıvılcımı uyandırıyordu. “Tekrar özür dilerim,” diye devam etti. “Ayrıca bu gece için de teşekkür ederim. Bana katlandığın için… Berbat bir adam olduğumu biliyorum.”
Hatasını anlaması hoşuma gitmişti ama... aması vardı işte. İçimdeki karmaşık duygular, onu affetmem için yeterli değildi. “Hatanın farkına varman güzel ama,” . “Benim için artık bu özür bir şey ifade etmiyor; umurumda değil.”
Korkut, iç geçirdi. “Özür diledim, Kardelen. Ne istiyorsun, anlamıyorum ki?”
. O an, onu affetmenin ne kadar zor olduğunu fark ettim.
- Korkut, özür dilemen kalbimin kırıklarını iyileştirmiyor. Hiç sorguladın mı, bu kadın neler yaşıyor sürekli bana bencilsin, bana yaklaşma kardelen , çevremde dolaşma kardelen uzak dur benden diyorsun , sonrasına bana yaklaşan sen oluyorsun uzak duruyorum ben senden . üzerimde deney mi yapıyorsun kardelenin sınırı ne kadar diye. Gerçekten ben yoruluyorum. Kimseye de bir şey anlatamıyorum ama gerçekten yorgunum, senin dengesizliklerinden daha önemli şeyler var bu hayatta.
- Korkut, gözlerime baktı ne hissetiğini anlayamıyordum
- Yaptıklarımı telafi etmek için çabalamam gerekiyor değil mi ?
- Bunu anlaman güzel.
- Nasıl yapacağım ?
- Onu da mı ben söyleyeyim? Bul, Korkut. Allahım, beni yine delirtiyorsun. Korkut, biraz kadın ruhundan anlasan... Hani hiç mi kadın arkadaşın olmadı? Onlardan tavsiye al.
- olmadı dedi duygusuz bir tonda
- Sosyal becerin sıfır, kibarlığın sıfır, gönül alma yeteneğin de sıfır. Kardeleni, delirtme Yüz ,sinirlendirmen yüz .puan.Bu kadar insanlardan kendini izole etme, lütfen. Senin için söylüyorum. Kendine çeki düzen ver sürekli saçma sapan saatlerde eve dönüyorsun göz altların morarmış iletişim sıfır hayat böyle devam etmez insanlarla diyolog kur empati yeteneğini geliştir.
- Ama toplumun kabul edeceği bir konumda değilim ki.
- Anlayamadım korkut
Korkutun kendine insanlara kabul ettirme gibi bir düşüncesi olduğunu ilk kez duyuyordum genelde umursamaz davranırdı .
- Bir işim yok, hayatta hiçbir şey başaramadım. insanlar neden benimle iletişim kursun ki?
- Düşünce tarzını beğenmedim. Fazla karamsar. Benden bile daha kötü durumdasın, Korkut. Ama bunların hepsi bahane. Ben seninle konuşuyorum ama sen benimle iletişim kurmuyorsun mesela
Sanırım Korkut’un başaramadığı bir şeyler vardı, çünkü içindeki değersizlik duygusu onu yarım bırakmış gibiydi. Ama ben yine de onunla konuşurdum
- Öyle mi? dedi korkut
- Evet, öyle, Korkut.
- İlla inatlaşmak mı istiyorsun?
- İnatsa inat, Korkut. Ben asla geri adım atmam, bunu biliyorsun.
- Bilmez miyim? Şu an karşımda durup bana böyle karşı koyman aklıma başka düşünceler getiriyor
“Nasıl düşünceler?” diye sordum, merak içinde.
-Korkut, kulağıma eğildi ve fısıldadı, “Söylersem, arkana bakmadan kaçıp gidersin.”
Derin bir nefes aldım,yutkundum
-“Aklıma gelen o şey değildir umarım,korkut ” dedim, içimdeki endişeyi bastırmaya çalışarak.
-Korkut, bu sözlerime gülümseyerek yanıt verdi. “Belki şu an aklına gelen şeyi yapmaya hazırlanıyoruzdur,” dedi, dudaklarını benimkine yaklaştırırken.
"İçimden kendi kendime konuştum: Korkut ile baş başa kaldığımızda neden Christian Grey’e dönüşüyordu bu adam ?"
Dudakları, dudaklarıma sadece birkaç santim kala durdu. O an, zaman sanki durdu; her şey Korkut’un iradesine boyun eğmiş gibi hissediyordum. Korkut, beni sınırlarıma kadar zorlayarak, içimdeki tüm duyguları açığa çıkarıyordu.
Gözleri gözlerimde , onun beni tamamen ele geçirmesine izin vermek üzereydim. kendine gel Kardelen
Korkut, kendini ne sanıyordu? Onun için sadece bir oyuncak gibiydim; canı sıkıldığında yanına alıyor, eğleniyor, sonra da bir köşeye fırlatıyordu. Yarın, yine o duygusuz adama dönüşecekti; sanki aramızda geçen her şey hiç yaşanmamış gibi olacaktı. Beni sevip sevmemesi, onu ilgilendiren bir konu değil gibiydi. O anlarda, kalbimle oynuyordu .Bir an gülümsediğinde, içimdeki umut kıvılcımı alevleniyor, ama bir sonraki an kayboluyordu.Bu yüzden, bu duygusuz adamın davranışlarının altında yatan gerçek nedenleri sorgulamaktan vazgeçemiyordum. Her zaman kendini bir adım geride tutuyor, yakınlığına dair bir umut doğduğunda hemen geri çekiliyordu.. "Bana bunu yapmaya hakkın yok," diye bağırmak istedim; ama sesim boğazımda
düğümleniyordu .
"Yorum yapmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın. Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merakla bekliyorum!"