Warning: session_start(): open(/var/cpanel/php/sessions/ea-php73/sess_e43efde537771fb8073b006a3ff61b71, O_RDWR) failed: No space left on device (28) in /home/kitappad/public_html/kitappad_yazilim/global_include/class.ayarlar.php on line 5

Warning: session_start(): Failed to read session data: files (path: /var/cpanel/php/sessions/ea-php73) in /home/kitappad/public_html/kitappad_yazilim/global_include/class.ayarlar.php on line 5
KAÇIRILMA
Yeni Üyelik
44.
Bölüm

KAÇIRILMA

@morzamiku

Umarım beğenirsiniz oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayalım .........

 

Ben hep insanların beni görmek istediği gibi yaşamak zorunda mıyım? Ben de hatalar yapmak.. öfkelenmek.. kalpler kırmak istiyorum.
Sayfa 57 - Poyraz Karayel-Ethem Özışık


Restoranda oturuyordum, etrafıma göz gezdirirken içimdeki huzursuzluk gittikçe artıyordu. O masaya oturduğum andan itibaren sanki görünmez bir gölge beni izliyordu. Başlangıçta her şey normal görünüyordu, ama zaman geçtikçe içimdeki sıkıntı büyüyordu. Her saniye, sanki saatler geçiyor gibiydi. Kalbim hızla atıyor, stresle saatime bakıyordum.
Bu psikopat neden hala gelmemişti? Yarım saat olmuştu ama hiçbir işaret yoktu. Derin bir nefes aldım ve gözlerim masanın üzerindeki çatal-bıçak takımına takıldı hemen ardından telefonuma uzandım. Parmaklarımın titrediğini fark ettim. Neden bu kadar gergindim? . Kendi kendime güven verici cümleler fısıldamaya çalışıyordum, ama içimdeki endişe gitmiyordu.

Telefonumda mesaj yazmaya başladım. Düşüncelerim dağınık, kalbimse hızla çarpıyordu. Sonunda bilinmeyene yazdım: "Nerdesin?"

Bir süre bekledim. Gözlerim restoranın girişine kayıyordu. Garsonların koşuşturmasını, masalarda oturan insanların huzurlu sohbetlerini izlemeye çalışıyordum

Her şeyin nasıl bu hale geldiğini düşünürken beş dakika bile geçmeden telefonuma gelen bildirimle irkildim. Ekranda beliren mesaj, kalbimi hızla sıkıştırdı. bir an için nefes almayı unuttum:

"Sen beni salak mı zannettin? Korkut denen herifi peşine takmışsın. Buluşma iptal."

Korkut mu? Korkut beni mi takip etmişti? Ama neden? Ne yapmaya çalışıyordu? Sinirle dişlerimi sıktım. Parmaklarım öfkeyle titriyordu. Bir an ona cevap yazmak istedim, ama tuhaf bir şey oldu... Mesajlar kayboldu. Numara, sohbet, her şey silinmişti. Sanki o hiç var olmamış gibiydi.

Kendi kendime fısıldadım, "Allah'ım ben nasıl bir oyunun içindeyim?" Neden sürekli bu tür oyunların ortasında buluyordum kendimi? başımı kaldırdım ve pencereden dışarı baktım. Tam o anda, kalbim duracak gibi oldu. Oradaydı. Korkut’un arabası tam da restoranın önüne park edilmişti. O an tüm vücudum dondu. Panik dalgası hızla vücudumu sardı. Kaçmam gerekiyordu. Ama nereye? Nasıl? O. Zihnim çılgınca bir çözüm arıyordu
arabasından indi ve doğrudan göz göze geldik. İçimden yükselen çaresizlikle kımıldayamadım. Gözlerini benden ayırmadan ağır adımlarla restorana doğru ilerliyordu. Zaman yavaşlamış gibiydi. Nefesim kesildi. Beynim çaresizce bir çıkış yolu ararken, vücudum hareketsizdi. Masadaki sıktım. O an kafamda yankılanan tek şey, "Düşün, Kardelen, düşün!" oldu, ama düşündüğüm her şey boşunaydı.

Sonunda kapı açıldı, Korkut içeri girdi ve gözlerini bir an bile benden ayırmadan doğruca bana yürüdü. Öyle rahattı ki, sanki her şeyin farkındaymış gibi. O an bana ne kadar güçsüz olduğumu hissettirdi. Hiçbir şey söylemeden, izin bile almadan karşımdaki sandalyeye oturdu. Gözleri soğuk, ifadesi donuktu. Tüm benliğimi sorgulayan bir bakışla yüzüme dikildi. Sessizlik uzadıkça gerilim içimde katlanarak büyüdü. Sonunda o derin ve soğuk sesiyle konuştu, dudaklarından dökülen kelimeler adeta bir emir gibiydi:

"Kardelen," dedi, sesi sertleşerek, "bir tek soru soracağım ve tek bir cevap istiyorum: Burada kiminle buluşacaktın?"
O kadar beklemediğim bir soruydu ki, beynimde yankılandı. Ne diyebilirdim? Yutkundum ama boğazım kurumuştu. Nefes almak bile zorlaştı. Nasıl anlamıştı? Kendimi toparlayarak, soğukkanlı olmaya çalışarak cevap verdim:

"Seni ilgilendirmez, Korkut."

Ama onun yüzündeki ifade değişmedi. Aynı soğuklukla, beni daha da sinirlendiren bir ses tonuyla cevap verdi:

"Eder. Ve ben öğrenmeden buradan kalkmam."

İçimdeki öfke kabarıyordu. Neden her zaman bu kadar buyurgan olmak zorundaydı? Kendimi kontrol etmeye çalışıyordum ama onun her sözü beni daha da kızdırıyordu. Kiminle konuştuğunu hatırlamalıydı, ben onun emirlerini dinlemek zorunda değildim. Ama o gözler... Onun bu tavrı karşısında kendimi tamamen çaresiz hissettim.

"Bu seni ilgilendirmeyen bir mesele, git."

Ama Korkut yerinden kıpırdamadı, gözleri gözlerimdeyken kaşlarını çattı. Sesi daha da sertleşmişti, tonu emir kipine geçmişti.

"İlgilendirip ilgilendirmediğine ben karar veririm, Kardelen. Beni sinirlendirme."

Korkut’un bu denli sinirli olmasına daha fazla katlanamayacaktım. Onun yüzünden her şey mahvolmuştu. Buluşmayı yapamamış, gerçekleri öğrenme fırsatımı kaybetmiştim. Onun bu duruma dahil olması, her şeyin çığırından çıkmasına neden olmuştu. Sesimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak, dişlerimi sıktım:

"Korkut, kimseyle buluşmuyordum."

Onun yüzündeki şüpheli bakışlar beni delirtmek üzereydi. Bu sefer gerçekten sinirlenmiştim. Bana inanmıyordu
Bir an durdu, gözlerime baktı. Sanki bir şeyleri çözmeye çalışıyordu ama ben ona hiçbir ipucu vermeyecektim. Bir kez daha sordu, bu sefer daha sakin bir tonda konuştu

"Tek başına burada ne yapıyorsun?"

Sabrımın sınırına gelmiştim. Onun bu sorgulayıcı tavrına daha fazla katlanamazdım. Artık dayanamayacak hale geldim ve içimde biriken öfkeyi serbest bıraktım

"Korkut, insanlar kendiyle date’e çıkabilir!"

Onun yüzünde beliren şaşkınlık ifadesi beni hem güldürdü hem de daha çok sinirlendirdi. Anlamamıştı. Elbette anlamayacaktı. Gözlerini kısarak bana baktı, sanki ne dediğimi tam kavrayamamış gibiydi. Dudaklarının arasından
-"Date ".....sonrasında duraksamıştı .. abuk subuk kelimler kullanma
Gözlerimi devirdim. Bu kadar eski kafalı olmasına inanamıyordum. Dudaklarımda alaycı bir gülümseme belirdi. Derin bir nefes aldım, sakinleşmeye çalışarak ona doğru eğildim:

-"Ah, Korkut, yaşını unutuyorum bazen. Kısaca açıklayayım: Kendimle romantik bir zaman geçirmek istedim. Anladın mı şimdi?"
-"Kardelen, bana sürekli yaşlı demeyi bırak! 32 yaşındayım ben, yaşlı değilim!"

Sesindeki öfke, kelimelere sert bir şekilde yansıyordu. Dudaklarını sıkmış, kaşları çatılmıştı. O an içimdeki alaycı ses daha da yükseldi. Gözlerimi devirdim, umursamaz bir şekilde arkamı yasladım.
- Korkut karşımdaki sandalyeye oturmuş, beni göz hapsine almış gibiydi. Her hareketimi izliyor, bakışlarıyla üzerimde baskı kuruyordu. Bu durum beni sinirlendiriyordu, ama bunu ona belli etmek istemedim. Masanın üzerinde duran peçeteyi buruştururken sakin görünmeye çalıştım. o adam nasıl korkutun beni takip ettiğini anlamıştı
“Korkut, gitsen diyorum,” dedim hafif bir gülümsemeyle, aslında içimdekileri gizlemeye çalışarak. “Rahatsız edici olmaya başladın artık,” , bakışlarımı kaçırmadan. “Ayrıca belki sevgilimle buluşacağım burada,” dedim, cümlemi biraz daha sertleştirerek. “Belki senden çekindiğim için söyleyemiyorum. Sonuçta genç, güzel bir kadınım. Masadan kalk istersen, kısmetim kapanacak.”
Korkut’un yüzü bir anlığına değişti. Gözlerinde bir an beliren öfkeyi fark etmemek mümkün değildi, ama yine de o alışılmış soğukkanlılığını koruyordu. Yüzünde beliren hafif bir alaycı gülümsemeyle konuştu.

“Bu restoranda sevgilini mi bekliyorsun?” diye sordu, her kelimeyi sanki bana meydan okuyormuş gibi üzerine basa basa söylüyordu “Sevgilin,” dediğinde, küfür etmiş gibi bir hava vardı sesinde.
İçimde bir öfke yükselmeye başladı ama dışarıya yansıtmamaya çalıştım. Gözlerimi ondan kaçırmadan karşılık verdim. “Evet, sevgilimi bekliyorum,” dedim, dudaklarımda zayıf bir gülümseme ile. Sözlerim onu ne kadar kızdırırsa kızdırsın, geri adım atmayacaktım. sonrasında söyledikleri, sabrımı tamamen taşırdı.

“Dün bana sarılarak uyurken sevgilini unutmuş gibiydin,” dedi, sesi alaycı ve keskindi Yüzündeki soğuk ifadeyle bana bakarken, sanki her kelimesiyle beni daha derine batırıyordu. Sözleri beni paramparça etti, içimdeki öfke daha da büyüdü.

Ellerim istemsizce masanın kenarını kavradı. “Ne demek istiyorsun sen?” dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. “Ben sadece… kötüydüm dün,” diye devam ettim, savunmaya geçmek zorunda hissettim. Gözlerimin içine dik dik bakıyordu. “Ayrıca, sen benim o halimden yararlandın. Sen bana ilk sarıldın,” suçlamalarla karşılık vermeye çalışıyordum ama söylediklerimin yetersiz kaldığını hissettim.

Korkut’un gözleri kısıldı, yüzündeki gülümseme daha da alaycı bir hal aldı. Sanki kazanmanın verdiği bir rahatlıkla arkasına yaslandı. “Sevgilisi olduğu halde de benimle kal diyen de sendin, ” her kelimeyi keskin bir bıçak gibi üzerime fırlatarak. Sesi, soğuk bir buz parçası kadar keskin ve acımasızdı. Bu sözleriyle tüm savunmamı yerle bir etti.

İçimdeki öfke ve hayal kırıklığı büyüyordu. Gözlerimi onun gözlerinden ayıramıyordum, ama içimden geçen duyguları bastırmak da bir o kadar zorlaşıyordu.
“Korkut, saçmalama!” dedim, sesimde artık sabredemediğim belli oluyordu. “Beni takip etmeyi bırak. Benim de özel hayatım var, farkında mısın?” her kelimeyi özenle vurgulamaya çalışarak. Ancak ne dersem diyeyim, Korkut’un umursamaz tavrı değişmiyordu.

Korkut, beni küçümseyen bir gülümsemeyle bakarken, kelimeleri neredeyse tükürür gibi söyledi: “Siktir et özel hayatını, lan! Dün ellerin titriyordu, kapıyı açamayacak haldeydin. Biri seni tehdit mi ediyor?” Sesi keskin, bir o kadar da tehditkârdı. Her kelimesi beni daha da sinirlendiriyordu.
Gözlerimi ona diktim, artık sabrım tamamen taşmıştı. “Terbiyeli ol, Korkut!” dedim, sesimdeki öfkeyi kontrol edemeyerek. “Bana ‘lan’ deme. Çok kabasın, biraz beyefendi olmayı öğren! Kendine gel!”

Korkut’un gözleri bir an parladı. Sinirlenmeye başlamıştı, ama bunu dizginlemeye çalışıyordu. Yüzündeki ifade daha da sertleşti. “Kardelen, beni delirteme. Zaten sabrımın sonundayım,” dedi, dişlerinin arasından fısıldarcasına. Gözlerinde beliren o karanlık, her zaman tetikte olduğum o sert bakış beni bir an duraksattı. Ama içimdeki öfke o kadar büyümüştü ki geri adım atmak yerine daha da inatlaşmaya başladım.

“Sen zaten delirmişsin, Korkut!” dedim, masanın üzerinden ayağa kalkarak. “Gelmiyorum ben! Yeter artık, yeter! Daha sonra eve geleceğim, peşimden gelmeyi bırak , nefes almaya ihtiyacım var , beni baskılama !” dedim, sesimde hem öfke hem de meydan okuma vardı.

Korkut’un yüzünde soğuk bir alay belirdi. Gözlerini kısarak bana baktı, . “Kardelen, bazen senin zeka seviyenden ciddi şüphe ediyorum,” dedi. Sesi sakin ve buz gibiydi. “Boşuna çırpınıyorsun. Sevgilin yok senin, olsaydı bilirdim. Beni delirtme daha fazla! Benimle gel, inat etme. Yoksa zor kullanmak zorunda kalacağım,” dedi ve gözlerini hiç ayırmadan üzerimde baskı kurmaya devam etti.

Korkut’un bu tehditkâr tavrı beni daha da sinirlendirdi. İçimdeki öfke kabarıyordu, ama onu dışarı vurmak yerine sakin kalmaya çalıştım. Dudaklarımı ısırarak onu süzdüm ve sonunda patladım. “Kullan bakalım zorunu! Seni nasıl dava edeceğimi görürsün!” dedim, sesim titrese de korktuğumu belli etmemeye çalışarak. “Yeter artık, Korkut! Gel, git, kalk, otur! Evcil hayvanın mıyım ben senin? Rica kelimelerini öğren, ilkokul öğrencilerime bile öğretiyorum! Sen de dersime katıl, bence faydası olur!” dedim, sesimde hem alay hem de öfke vardı.

Korkut’un gözlerinde kısa bir süre için sabrını yitirmemeye çalıştığını gördüm. O kadar sinirlenmişti ki nefes alışı bile hızlanmıştı.
Ama içimdeki öfke beni kör etmişti. Gerçeklerden uzak tutulduğumu hissediyordum. Korkut yüzünden yaşadığım o boşluk duygusu, beni bu hale getirmişti. Onun bu baskıcı tavrı, benim hayatımı kısıtlaması ve sürekli üzerimde oluşturduğu hakimiyet, beni boğuyordu. Kim bilir o adam beni ne zaman arayacaktı
Gözleri öfkeyle kısılmış, yumrukları sıkılmıştı. "Yok! Sen beni delirtmek için yaratılmışsın, değil mi?!" Sesi giderek yükseldi Etrafımızdaki birkaç masa başını çevirip bize bakarken Korkut’un siniri hiç azalmadı. Gözleri benim üzerimdeydi, bakışları delici ve tehditkârdı. Gözleri kıpkırmızıydı, sinirden neredeyse titriyordu. “Gitmiyoruz lan!” dedi, dişlerinin arasından tıslayarak. “Sevgilinle de tanışacağım hadi bakalım! o herifin bir boyunun ölçüsünü alalım!”

Şaşkınlıkla geri çekildim. "Sevgilime 'herif' diyemezsin!" diye karşılık verdim, öfkem yükseliyordu ama Korkut sadece alaycı bir gülümsemeyle baktı.

"Ne diyeyim Kardelen? 'Damat bey' mi diyeyim yoksa istersen eve gelsin, elimi öpsün, küçük enişte?" Sesindeki alay bana dokunmuştu. Beni kışkırtmaya çalıştığı çok belliydi, ama pes etmeyecektim.

"Korkut, düzgün konuş!" dedim, sesim titrememeye çalışarak. Ona karşı durmak, gözlerindeki o tehditkâr bakışlara rağmen cesaretimi toplamam gerekiyordu.

"Yalan mı ama?" diye sordu, kaşlarını hafifçe kaldırarak. Gözleri yine üzerimdeydi, sanki içimdeki her şeyi görüyordu.

Susup kaldım, daha fazla cevap veremedim. . Korkut’un bakışları hala üzerimdeydi, gözlerindeki alayla bana bakıyordu.

"Senin şu gizemli sevgiliyi merak ettim," dedi, sesi biraz daha hafiflemiş ama hala alaycıydı. "Belgesel izlemeyi seviyor mu?"

-İçimden bir şeyler koptu ama yine de sakin kalmaya çalışarak cevap verdim. "Hem de fazlasıyla. O çok farklı."

Bu cevap hoşuna gitmemişti, yüzündeki alay ifadesi hafifçe kayboldu, ama gözlerindeki sertlik daha da belirginleşti. "Görelim bakalım şu entelektüel kişisini" dedi, ama sesi sinirli ve hınç doluydu. Dişlerinin arasında homurdandı, sanki düşüncelerini zorla bastırmaya çalışıyordu.
- Allahım, neden ben yalan söyleyince hemen ortaya çıkıyor? Niye, neden ya? Masada oturmuş, olmayan sevgilimi bekliyorduk Korkut dışında her yere bakıyordum; garson bizim masaya sinirli sinirli bakıyordu. sipariş vermediğimiz için boş boş oturuyor oluşumuz onu sinirlendirmiş olmalıydı . İçimden, “İki parça makarna sipariş verip üzerine türüf yapıp 1000 TL’ye satacaklar, millete yedirip paralarını alacaklar; hayata yemem!” diye geçirdim
Korkut, saatine bakarak başını salladı. “Ee, Kardelen, sevgilin galiba gelmeyecek , yoksa seni terk mi etti?” dedi alaycı bir tonla.
-Ağlayacaksan biliyorsun, teselli konusunda iyiyimdir. Yoksa dün gece göğsümde o adam için mi ağladın ?” . Bu sözler, bir ok gibi kalbime saplandı. İçimde bir düğüm oluştu;
Korkut’un sert bakışları üzerimde bir diken gibi batarken, içimde yükselen öfkeyi zor bastırıyordum. Derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalışarak, ona haddini bildirmeye niyetlendim.
"Haddini bil, Korkut!". Ancak Korkut, en ufak bir geri adım bile atmadı. .
"Dün gece, saçların benim göğsüme dağılmışken, başka bir adam için mi ağlıyordun, Kardelen?" sesi keskin, öfke ve hayal kırıklığı doluydu.
Gözlerimi kısarak ona baktım, öfkemi bastırmakta zorlanıyordum ama şaşkınlığım da yüzümden okunuyordu. "Korkut, sınırı aşma,"diye uyardım,
"O adam için mi birlikte sustuk? Senin acını sessizce sardık" diye devam etti, her kelimesi daha da zehirliydi. Gözleri gözlerime takılı kalmıştı .Bir an için zihnim dün geceye kaydı; ağlamaktan bitkin düşmüş halim
"O adam yüzünden mi gözlerinin yeşili kana bulandı? Maviliğini bulutlar esir aldı?"diye sordu, her kelimesi içime daha da derin bir acı bıraktı.
Ama artık daha fazla dayanamayacaktım. Korkut bilerek yapıyordu bunu. Her ne kadar ondan uzaklaşmaya çalışsam da beni bir şekilde geri çekiyor, ardından kalbimi ellerine alıp acımasızca sıkıyordu. Yüreğimdeki yaralar daha da derinleşiyordu.
"Sen..." dedim, derin bir nefes alarak. "Sen ne cüretle böyle konuşuyorsun? Biz arkadaş mıyız Korkut? Neyiz biz?"Sesimde öfke yükselirken, sözlerimle ona meydan okuyordum.
"Bana bu şekilde sorular soramazsın! Ayrıca şu ilgili tavırların... Sana hiç yakışmıyor. Gerçek kimliğini gizleme! Bağır, çağır, çünkü sen ancak bu kadar olabilirsin. Senin tek çözüm yolun, kalp kırmak!"

Sözlerim onu derinden vurmuş olmalı ki, gözlerinde bir anlık bir kıvılcım belirdi.
haklıydım onca zaman evin içinde ruh gibi dolaşırken, neredeydi acaba !" İçimdeki öfke daha da büyüyordu.

Korkut derin bir nefes aldı, gözlerime tekrar baktı. Ardından alçak bir sesle konuştu, fakat her kelimesi bir ağırlık taşıyordu. "O cüreti dün gece gözyaşlarını sildiğim anda aldım, Kardelen. Gözlerimin içine bakarken, daha önce hiç görmediğim bir ifadeyle karşılaştım. Gözlerinde karışık bir fırtına kopuyordu; öfke, pişmanlık ve kırgınlık birbirine karışmıştı.
- Sınır tanımayan bir adamsın korkut sözlerin benim için etkisiz bir kaç kelimeden ibaret
-
Bana sınır koyma. Çünkü ben o sınırları çoktan aştım kardelen ."
Korkut’un sözleriyle bir kez daha sarsıldım.
“Korkut, uzak dur benden. Çünkü ben senden uzak durmaya çalışıyorum. Neden her şeyi zorluyorsun? Git işte! Bana karşı umursamaz olmaya devam et. Hayatında benden başka meşguliyetin yok mu
"Yok… “Tüm odağım sende.” Sesinde duyduğum yoğunluk, içimi sarsıyordu. “
-Belli zaten. nefes aldığım her yerde sen varsın farkında mısın?
-Çünkü… nefes almanı kolaylaştırmak istiyorum. Seni ağlatan şeyi öğrenmek istiyorum, Kardelen.
İçimde bir anlık ürperti hissettim. Sesi soğuk ve mesafeli olsa bile, cümleleri ağır bir yük gibiydi.
“Git, Korkut,” dedim, sesim duygusuz çıkmıştı,
"Dün gece… kollarımda titriyordun." dedi, sesindeki tını artık daha yumuşak ama bir o kadar da kararlıydı. “Seni bu kadar rahatsız eden, seni bu hale getiren biri mi var? Ya da birileri mi? Bana sığınacak kadar çaresiz bırakan kim ?"

Sözleri, kalbime bir ok gibi saplanıyordu. Bu kadar açık konuştuğunda kaçacak hiçbir yerim kalmamış gibiydi. Gözlerinde gördüğüm acı ve merak, içimdeki direnişi eritmeye başlamıştı. Ama ona bunu hissettirmek istemiyordum. O yüzden sesimi yükselttim, belki de ondan uzak durmak için son çabamdı.
-“Sana sığınmadım ben!”
O sinir bozucu, alaycı tavrıyla bana meydan okudu.
-“Hadi küçük keçi, anlat, dedi, sesinde kışkırtıcı bir ton vardı.
Sertçe gözlerimi ona diktim, ama sakin kalmaya çalıştım.
“Anlatacak bir şey yok, Korkut,” dedim, dudaklarımı büzerek. “Sadece sevgilimi bekliyorum. Birlikte zaman geçireceğiz.”

Korkut’un elleri hafifçe titredi, bu hareketi fark ettim ama önemsemezmiş gibi davrandım. O ise, sanki söylediklerime bir parça bile inanmış değildi kaşlarını çattı.
“Birlikte zaman geçireceksiniz, öyle mi?” dedi, sesi daha derin bir tona bürünmüştü.

“Evet, Korkut. Normal sevgili olan bireylerin yaptığı gibi… baş başa geçirilen, samimi anlardan bahsediyorum.” dedim, dudaklarımın ucuna sinsice bir gülümseme yerleşmişti. “Sonrasında ise…”diye devam ettim, Korkut’a karşı meydan okuyarak. “Sıcak anlar… Anlarsın ya, Korkut.
Korkut’un gözleri bir anda alev aldı . Onu sinirlendirmenin tehlikeli bir yanı vardı, ama o da bir o kadar cezbediciydi.
“Kardelen, beni tahrik etmek için iyi bir yöntem. Ama inandırıcı değilsin.”dedi, sesi sakinleşmişti ama o bakışlar… O bakışlar hiç de sakin değildi.

“Seni inandırmak zorunda değilim, Korkut.”

Korkut, hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme, alaycı ve tehditkârdı. “Kardelen… Ben sabırlı bir adamım. Ama tarihe beni deliye çeviren ilk kadın olarak geçeceksin.

Bıkkın bir iç çekişle gözlerimi devirdim. Bu oyunu artık uzatmak istemiyordum. “Korkut, sıkıldım. Lütfen gider misin? Of… Yine başladın.”

Ama o, yerinden kıpırdamadı. Daha da yaklaştı, gözleri beni delip geçiyordu.
-“Kendimi kullanılmış hissediyorum.” dedi, sesi hem kırılmış hem de öfkeliydi.

Kaşlarımı çatarak ona baktım. “Kim? Ben mi seni kullandım?”dedim, öfkeyle.

“Evet, sen. Dün gece küçük bir kız çocuğu gibi kollarımda ağladın. Acını dindirdim. Şimdi ise bana tahammül edemiyorsun.” Sözleri bir tokat gibi yüzüme çarpıyordu,
“Korkut,” sanki seni dört çocukla ortada bırakmışım gibi konuşma. Dün gece anlık bir hataydı. Seni yanımda istemek bir hataydı.”
Korkut, bir kez daha sınırlarımı zorluyordu. “Altı çocuk , Kardelen,” dedi, sesi soğuktu ama hafif bir alay vardı

Sinirle güldüm. Bu adam gerçekten sinir bozucuydu ve bunu nasıl her seferinde başardığına şaşıyordum. “Sevgilin hala gelmedi, Kardelen.” sanki her sözü bir meydan okumaymış gibi.
“Ben beklerim , Korkut, sesim sabırsızdı.

Korkut, gözlerini kısarak bana baktı. “Yoksa seni sevmiyor mu? Seni bu kadar beklettiğine göre umursamıyor olmalı, öyle değil mi?”
“Yok, bu adam bilerek yapıyor; Kardelen sinirlensin diye, sonra saçmalayan yine ben olacağım,” diye Sinirlenmem gerektiğini biliyordum ama Korkut’un bu alaycı tavırları karşısında kendimi savunmasız hissetmekten başka çarem yoktu. ---

“Ne alakası var? Benim için deli oluyor; sadece çok meşgul bir adam,” , Korkut’un eleştirilerine yanıt vermeye çalışarak. Onun bakışları, anlamadığım bir şeyle doluydu.
“Ne demek meşgul bir adam? Dünyayı mı kurtarıyor, Kardelen?” Korkut, sesi alaycı bir tonla yükseldi. İçimde bir şeylerin kabardığını hissettim; bu kadar küçümseyici bir tavır beni rahatsız ediyordu.

“Korkut’a meydan okurcasına baktım. Gözlerimdeki öfkeyi gizlemeye çalışsam da, sesimdeki tonun sertliği her şeyi ele veriyordu. “O çok başarılı, herkesin yerinde olmak isteyeceği bir adam,” dedim, dilimde alaycı bir ifade. “Senin gibi değil üstelik. Gidip saçma sapan işler yapmıyor; ailesini tehlikeye atmıyor. Anne ve babası onunla gurur duyuyor, kız kardeşi onu çok seviyor. Tüm ailesi onu çok seviyor.Uyarıcı madde kullanmıyor, herkes ona saygı duyuyor. Anladın mı?

Korkut’un yüzündeki ifadeyi izledim; bu sözlerimle ona çok ağır bir darbe vurmuştum. Ama umurumda bile değildi; kalbimi kıran birine böyle cevap vermekten başka çarem yoktu.
ikimiz arasında bir sesizlik oldu zamanı geriye alma şansım varmıydı ben sanrım fazla ileri gitmiştim ahh neden ailesini kullandım ki
özür dilesem acısı geçermiydi ki korkut beni olmak istemeyeceğim bir insana çeviriyordu. Ben düşünceli bir insandım ama o beni insanlıktan çıkartıyordu .
Korkut’un gözlerinde bir üzüntü gördüm ama bu duygu çok kısa sürdü. Hemen maskesini takarak umursamaz bir tavırla yüzündeki ifadeyi değiştirdi.
-“Haddini bil, Kardelen,” , sesi sert ve keskin bir tonda. O an, içimdeki öfkenin kabarmasıyla birlikte bir huzursuzluk belirdi.
"Bu kadar sert olmasına gerek yoktu ama bu sefer öfkelenmekte haklıydı. Onun yarasını kanatmıştım, bilerek, isteyerek hem de. Ama gururum, Korkut'un hüznünü eziyordu."
“Yoksa ne? Senin işin yok mu? Ne bileyim, adam öldürmek Hadi, git. Sevgilimle buluştuktan sonra eve gelirim, çekirdek çitleyerek buluşmada neler yaptığımızı anlatırım. Ne dersin? Belki bana tavsiye verirsin,” dedim,
Korkut, sinirlenmemek için kendini zor tutuyordu. Çenesindeki kaslar gerginleşti ve gözleri insaloktan çıkmış gibi bakıyordu

Korkut'un sesi aniden kulaklarımda yankılandı, beni bulunduğum yerde irkiltti. "Kalk, Kardelen."

Bana ne söylediğini tam olarak anlamadım, şaşkınlıkla ona baktım. “Anlamadım?” , ne demek istediğini çözmeye çalışarak. Ama onun yüzündeki ifadeyi görünce anladım ki sabrının sonuna gelmişti.
"Kalk dedim, Kardelen," diye tekrarladı, bu kez sesi daha sert ve tehditkârdı. ". Yoksa seni kucağımda taşırım. Seçimini yap: Rezil olup restorandan mı çıkmak istersin, yoksa hanımefendi gibi normal bir şekilde mi?"

Sözleri beni hem öfkelendirdi hem de bir an duraksamama sebep oldu. Bu kadar cüretkâr bir şekilde nasıl konuşabilirdi?

İçimden derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Ama gerçek şu ki, bu konuda haklıydı. Psikopatla buluşmam iptal olmuştu ve o andan itibaren bir daha geri dönüp dönmeyeciği konusunda kararsızdım

Kafamın içi darmadağındı. O saçma buluşmayı planladığım andan beri ne doğru düzgün düşünebilmiştim, ne de başka bir şey yapabilmiştim. Daha fazla beklemeyecektim. Zaten beklemek anlamsızdı, ama yine de içimde, Korkut gittikten sonra o adamın geri gelebileceği saçma bir ihtimal vardı. Belki de sadece çocukça bir umut . , abimin ölümünün ardındaki sırrı öğrenmeden bu huzursuzluk beni bırakmayacaktı.
"Hanımefendi olarak çıkıyorum, Korkut," dedim, sesim titremeden. "Ben taksiyle dönerim."

Korkut, ifadesiz bir yüzle bana baktı ve soğuk bir sesle, "Yürü, Kardelen," dedi. Hiçbir duygu yoktu sesinde. Ne öfke ne de üzüntü. Sanki duvarla konuşuyormuşum gibiydi. O an içimde garip bir boşluk hissettim. Korkut’un bu kadar duygusuz davranması, beni sarsmıştı.

Dışarı çıktığımızda o, arabasını park ettiği yere doğru yürüdü. Hiçbir şey söylemeden peşinden gittim. O kadar sessizdi ki, her adımı beni daha da rahatsız ediyordu. Arabasına bindi, ben de fazla düşünmeden yan koltuğa geçtim. Bir kelime bile etmedi. , arabayı sürdü.

Arabada, sessizlik bizi sardı. Yalnızca motorun uğultusu vardı, Kendimi bir an Korkut'a fazla mı sert davrandım diye düşünürken buldum. Çok mu ileri gitmiştim acaba? Göz ucuyla ona baktım. Yüzü hala ifadesizdi ama bir şey vardı... Sanki Korkut üzgün gibiydi. Gerçekten üzgün olabilir miydi? Onu üzdüğümü fark etmek, içimde garip bir huzursuzluk yaratıyordu. O an anladım ki, Korkut’u üzünce mutlu olacağımı sanmıştım. Ama yanılmışım. Onu üzdüğümde mutlu olan ben değil, tam tersine daha da üzülen yine ben oluyordum. keşke aile konusuna girmeseydim adamın yarasına bir kadeh tuz döktüm resmen

"Allahım, aşk neden bu kadar karmaşık ?" diye içimden geçirdim.

Yol boyunca her seferinde ona kaçamak bakışlar attım. Sürekli ona bakmadan duramıyordum, ama her seferinde yakalanma korkusuyla gözlerimi hemen başka yöne çevirdim. Korkut’tan bir şeyler bekliyordum. Bir tepki, bir sözcük… Ama hiçbir şey gelmedi. Sessizliği bile bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu sanki, ama anlamıyordum. Ya da anlamak istemiyordum.

Kendi kendime cesaret toplamaya çalışıyordum. Konuşmak için, ona bir şeyler söylemek için… Ama ne diyecektim? Korkut’un bu sessizliği beni daha da zor bir duruma sokuyordu.
“Korkut,” diye fısıldadım, sesim arabada yankılanacak kadar sessizdi ama ona ulaşmadığını hissettim. Cevap vermedi, gözlerini yoldan ayırmadan sürmeye devam etti. İçimdeki sıkıntı büyüyordu.

Tekrar denedim, biraz daha sesli bir şekilde “Korkut!”

Yine cevap yok. Sanki duvarla konuşuyordum. Sessizliği daha da derinleşiyor, aramızdaki mesafe büyüyordu. Kendimi durduramıyordum, bu sessizliği bozmak istiyordum. Ama ne desem onu kendine getirecekti?

Sonunda hafif bir gülümsemeyle işin dalgasını geçmeye karar verdim. “Sen bana trip mi atıyorsun yavrum ?” dedim, biraz şakayla karışık.

Cevap hala yoktu tepkisizdi

Derin bir nefes alıp ellerimi sıkıca kavuşturdum. Sinirlenmeye başlamıştım. “Korkut! Korkut, cevap ver ya!” Bu kez sesim hafif bir sitemle yükseldi. Ama o hâlâ suskunluğunu bozmuyordu. Sessizliğin içinde kaybolmuştuk. Yol boyunca tek kelime etmedik.
Eve yaklaştığımızda, artık sessizliğe dayanamıyordum. Son bir kez daha şansımı denemeye karar verdim. “Allahım,” diye içimden geçirdim. “Bu adamın sessizliği resmen bir ceza gibi.”

“Korkut, arabayı kenara çeksene,” , içimdeki sabırsızlıkla. Sesim neredeyse yalvarırcasına çıktı.

Bir an bakmadı. Ama sonra, gözleriyle bana döndüğünde ifadesi her zamanki kadar ciddi ve mesafeliydi. “Bakma öyle, Kardelen,” dedi, gözlerimi yakalamışken.

Şaşırarak ona baktım. “Nasıl bakmamayım?” onun ne demek istediğini anlamaya çalışarak.

“Kedi gibi bakıyorsun,” dedi soğukkanlı bir şekilde, sanki bu bakışım onun için bir zaafmış gibi. dudaklarımın ucunda bir gülümseme belirdi.

“Bu iyi bir şey sanırım,” diye mırıldandım. “Artık insanlardan bir şey isterken bu bakışı kullanırım.”
O an, belki biraz şaka yapmak, belki de aramızdaki bu garip gerginliği dağıtmak istemiştim. Ama Korkut, tam beklediğim gibi, ciddiyetini bozmadı.

“Kullanma,” , sesi garip bir tondaydı sesinin renginden anlamlar çıkarmaya başlamıştım

Ne demek istediğini anlamamıştım.
- “Anlamadım,” diye sordum, yüzümü ona çevirip cevap bekledim.

“Bu bakış bana özel olarak kalsın. Benden bir şey isterken kullan,” Sesi ciddi ama içinde bir sıcaklık taşıyordu. Gözlerindeki o anlam dolu bakış kalbime bir kez daha dokundu.

Bir an için sessiz kaldım. Kalbimde bir şeylerin hızlandığını hissettim. Cesaretimi topladım ve dudaklarımı hafif bir gülümsemeyle büzerek ona bakmaya devam ettim.

“Benimle konuşursan, kedi gibi bakarım sana. Kimseye de bakmam, sana özel olur,” , dalga geçer gibi . Ama kalbimde gerçekten bunu istiyordum. Sadece onunla konuşmak, onunla bu sessizliği bozmak istiyordum.
“Arabayı durdur,” tekrar, gözlerimi kısarak baktım onu deyimiyle 'kedi gibi' baktım. “Konuşalım, lütfen iki dakikacık …”
Korkut, beklemediğim bir şekilde arabayı kenara çekip durdu. Motorun sesi bir anda sustu, arabanın içindeki o sessizliği daha da boğucu hale getirdi. Gözlerimi ondan kaçırarak camdan dışarı bakmaya çalıştım ama her şeyin içimde düğüm olduğu bir anda, bu kaçışın hiçbir faydası yoktu.

“Dinliyorum, Kardelen,” . Sesi duygusuzdu, umursamaz bir tonda. Ama o sesin altında başka bir şey vardı. Hissettiğim ama bir türlü anlayamadığım bir ağırlık.

Bir an için tereddüt ettim. Ne söylemeliydim? Derin bir nefes aldım ve kelimeler, birer birer ağzımdan döküldü
- “Ben... senden özür dilemek istiyorum, Korkut. Restoranda söylediklerim için. Sinirlendim, ve seni incitmek istedim. Sürekli sen benim canımı yakıyorsun ve bir kereliğine de senin canın yansın istedim. ”
Aile, hassas bir konuydu. Kimseyi ailesinden kaybettiklerinden vurmak istememiştim. Ama işte, ayarsız olunca… Düşünceli bir kadındım ama söz konusu karşımdaki adam olunca, acı çektirme düşüncesiyle dolup taşıyordum.Neden böyle davranmıştım? Neden onu incitmek istemiştim? Korkut beni sürekli kırıyordu, evet, ama ona bu şekilde yaklaşmak... doğru muydu? . "Belin, Korkutan nefret ediyordu ve ben de bile bile tuz basmıştım; dilimin ayarı yoktu. Adamın ablasından dolayı bir yarası vardı. Ama gerçek bu değildi. Ben sadece ikimizin de yaralarını daha da derinleştirmiştim."Ben kısasa kısas yapmak istemiyordum; ondan bir farkım kaldı mı ki?"
-Korkut derin bir nefes aldı, yüzündeki çizgiler sertleşti. “Başardın,” dedi. “Canım yandı.”
Söylediği o iki kelime, kalbimde kocaman bir ağırlık bıraktı. O kadar sade, o kadar derin ve o kadar acı doluydu ki, içimdeki her şey bir anda allak bullak oldu. Bir şekilde, onu bu hale getiren bendim.

“Özür dilerim, Korkut,” diye tekrarladım . Ona baktım, ama o yüzündeki maske hiç değişmedi. Sessizce gözlerimin içine bakıyordu, sanki beni çözmeye çalışıyormuş gibi. Sonunda, başını biraz yana eğerek derin bir nefes aldı.
“Gözlerime bak, Kardelen,
gözlerine baktım istemsizce kalbim fazla mı hızlıydı
-bir daha özür dileme.” Sesi bu sefer daha yumuşaktı ama içinde bir sertlik barındırıyordu. Gözlerim onunkilere kilitlendi, derinlerde bir yerlerde kayboldum. “Haklıydın, bunu hak ettim.Senin canını cok acıtım ben hem de her fırsata
beni umursamanı istemiyorum. Canımı yakmak istiyorsan, yak. Ama sadece sen yak. Çünkü sen bana zarar vermezsin en azından sana verdiğim kadar vermemzsin . Sana özel bir açık çek veriyorum. Bana ne istersen yap.”
Bana kendini teslim mi ediyordu?
Kafam allak bullak olmuştu. Ciddiydi, bunu hissediyordum, ama o kadar garipti ki.
Korkut, hiçbir şey demeden arabayı yeniden çalıştırdı ve yola koyulduk. Sessizlik ikimizin arasında kalın bir duvar gibi duruyordu. Onun gözlerindeki o hüzünle başa çıkamıyordum.
Ama her kelime, boğazımda düğümleniyordu. Sonunda eve vardığımızda, o arabayı durdurdu arabadan indim ama Korkut inmedi. Bir an durup ona baktım, belki peşimden gelirdi
Kapıyı kapattım ve birkaç adım attım. Bir an arkamı dönüp ona baktım, arabanın içine Belki bir şey demesini bekledim, ı. Ama Korkut sadece direksiyonu biraz daha sıktı ve sessizce gaza bastı. Araba hızlıca ilerlerken, arkasından bakakaldım. Kalbimde bir boşluk, kafamda cevapsız sorular kaldı
O, gözden kaybolurken ben öylece bakakaldım.
Ve en acı veren şey, Korkut'un bana verdiği açık çekti. O teslimiyet, o kendini bırakmaydı ...
Onu incitmek istemiştim, ve bunu başardığımı biliyordum. Ama bu zaferden zevk almak şöyle dursun, içimde sadece bir pişmanlık vardı
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ertesi sabah uyandığımda, odada dolaşan ağır hava ve derin bir boşluk hissi içimde dolaşmaya başladı. Kafamın içindeki uğultu bir türlü susmak bilmiyordu. Telefonum elimde, ekranına bakarken sanki kalbim her an yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Dün mesajı atan kişiyle her şeyin çözülmesini bekliyordum. Bütün cevaplar o kişideydi, biliyordum. Abimle ilgili bilmediğim ne varsa, abimin ölümüyle ilgili tüm karanlık noktalar, onun ağzından dökülecekti. Fakat… hiçbir şey yoktu. Sanki o kişi hiç var olmamış gibi.

Telefonuma tekrar baktım, mesajlar, aramalar… Hiçbir şey. Bu sessizlik çığlık atıyordu.Boğazımda büyüyen o düğüm, her geçen saniye daha da sıkıyordu nefesimi. O mesaj, o aniden beliren bilinmezlik, şimdi kaybolmuştu. Derin, ürkütücü bir boşluk bırakarak. Belki de bütün bunlar sadece bir oyundu. Beni avucuna alıp sonrasında geride bırakan soğuk bir oyun. Ama abimin ölümü bir oyun değildi. Bu kadar gerçek ve acı bir şey, nasıl bu kadar sessiz kalabilirdi?

Her saniye aklıma daha fazla düşünce hücum ediyordu. Belki de o kişi, abimin ölümü hakkında çok daha fazlasını biliyordu ve şimdi susturulmuştu. Ya da… beni cezalandırmak için sessiz kalıyordu. O kadar çok şey vardı ki kafamda dönen, bu sessizlik içinde boğuluyordum. Gün boyunca telefona kilitlenmiş bir şekilde, tekrar mesaj gelecek mi diye bekledim. Her bir an, umut ve korkunun iç içe geçtiği bir kaygıya dönüşüyordu.

Bir sonraki mesajı beklemekten başka çarem yoktu. Zihnim sürekli aynı sorulara dönüyordu: "Neden sustu? Bir şey mi oldu? Yoksa bana mı zarar vermek istiyor?"

Korkut… Korkut da olmasaydı belki çoktan öğrenmiştim her şeyi. Belki adım adım gerçeğe biraz daha yaklaşmıştım. Fakat o, beni geri çekmeye devam etti. Sanki her adımımda, onun gölgesi arkamdaydı, beni geriye çekiyor, gerçeklerden uzak tutuyordu.

Abimin ölümünün ardında yatan sırlar, her geçen saniye daha da karanlık bir hal alıyordu.Zihnimdeki boşluklar dolmuyordu. Hatta daha da büyüyor, derinleşiyordu.

O mesaj atan kişiyle bir daha ne zaman bağlantı kuracağımı bilmiyordum. Ama başka seçeneğim de yoktu. Beklemek zorundaydım.
“Eğer Korkut beni takip etmeseydi,” diye düşündüm, “belki de şu an her şeyi biliyor olacaktım.” Ama o her zaman araya giriyordu. Belki beni korumaya çalıştığını söylüyordu, ama ben artık bu korumanın ardındaki gerçek niyeti sorguluyordum. Beni gerçekten mi koruyordu, yoksa kendi çıkarlarını mı düşünüyordu? Kafamın içindeki bu düşünceler, adeta boğulacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu.
. Kafam düşüncelerin ağırlığına gömülmüşken, Mihriban’ın sesi beni bulunduğum yerden çekip aldı.

“Kardelen! Kardeleeeen!

Mihrimin sesi, evin içindeki soğuk ve ağır havayı delercesine yankılandı. İçimde hafif bir titreme hissettim, sanki gerçeklikten aniden koparılmıştım. Düşüncelerimin bulanıklığıyla boğuşurken, 'Neden bana Kardelen diyor? diye düşünmeden edemedim ben onun halasıydım azıcık saygı canım ama benim de zihnim karışıktı en iyisi kardelen desin

Derin bir nefes alıp sesin geldiği tarafa döndüğümde, Mihriban'ı ellerinde tuttuğu bir resimle bana doğru koşarken gördüm. Gözlerinde çocuklara özgü o eşsiz heyecan vardı; dudaklarının köşelerinde saklanan gülümsemesi ise ona tatlı bir sevimlilik katıyordu.
"Ne oldu, Mihri kuş? diye sordum gülümseyerek. mihri resmini büyük bir gururla bana doğru uzattı. Kağıda eğildiğimde,
"Bak, bu annem,"dedi, resimdeki büyük figürü işaret ederken. "Bu da dayım."

Gözlerim, resimde gezindi ve bir anlık bir şaşkınlıkla duraksadım. Mihriban, Korkut’u ve Belin’i birbirine sarılmış bir şekilde çizmişti.
İki kardeşin birbirine sarılmıştı . Her ne kadar bağları zayıflatmış olsa da.
“Bu cadı kim, kuşum?”dedim gülerek. Mihriban’ın gözleri aniden ciddileşti, ve küçük parmağıyla figüre işaret etti:
“Sensin, Kardelen,” dedi, son derece ciddi bir ifadeyle.
Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Beni cadı olarak mı çizdin?!"Gözlerimde alaycı bir öfke parıltısıyla ona baktım. Kaşlarımı çatıp şakacı bir tehdit savurdum. Demek beni cadı olarak gördün ha? O zaman benden kork! Şimdi seni yakalayacağım!"
Birden ona doğru atıldım ve küçük bedenini gıdıklamaya başladım. Mihriban kahkahalarla kıvranıyor, odanın her köşesine yayılan neşesi, evin soğuk ve ağır havasını bir anda kırıyordu.
"Hayııır! Kardeleeeen!"diye bağırarak kahkahalarla kendini kurtarmaya çalışıyordu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Mihriban’ın elini tutarak evden çıkarken, içimde garip bir huzursuzluk vardı. "Hadi bakalım, anneni daha fazla bekletmeyelim," dedim, ama sesimdeki gerginliği saklayamadım. Bu ziyaretin içimde uyandırdığı tedirginlik , belki de Belin’in durumu hakkında bilmediklerimden kaynaklanıyordu
Evden adımımızı atar atmaz, bekleyen şoför arabanın kapısını açtı. Mihriban, her zamanki gibi neşeli ve sabırsızdı; ama ben… Bense tamamen farklı bir ruh hali içindeydim. Yol boyunca, kafamda dönen sorularla boğuşuyordum. Acaba Belin’in durumu gerçekten iyiye gidiyor muydu?
"İnşallah iyileşiyordur…" diye içimden tekrar ettim, dua eder gibi. Mihriban’ın elini sıkı sıkı tutarken, bu düşüncelerle boğuşuyordum.

Sonunda , kliniğe geldik. Mihriban sabırsızlıkla yerinde duramıyordu. Küçük adımlarıyla hemen kapıya yöneldi, ama bense her adımda içimde büyüyen tedirginlikle duraksıyordum..Hastanedeki görevli, bizi Belin’in odasına doğru yönlendirdi. Adımlarım ağırlaşırken, odanın kapısına yaklaştığımızda içimdeki korku, iyice derinleşti. Belini daha önce ziyaret etmiştim ama çok suskundu, benimle iletişim kurmamıştı. Beni görünce nasıl tepki verecekti acaba?

. Odaya girdiğimizde, Belin’in yatakta, elinde kağıt ve kalemle oturduğunu gördüm Kalemi tutan elleri hafifçe titriyordu. Yüzü solgundu, ama yine de güçlü görünmeye çalışıyor gibiydi .
Mihriban, hiç tereddüt etmeden annesinin yanına koştu. Küçük bedeni hızla Belin’e sarıldı, Belin, Mihriban’ı sımsıkı kucakladı. kızının saçlarını öpüp koklarken, gözlerindeki yaşları saklamaya çalışıyordu. O an, Belin’in ne kadar acı çektiğini, ama yine de Mihriban için güçlü durmaya çalıştığını anladım.
Mihriban, annesinin kucağında huzur bulmuş gibiydi. Mihri Belin’in göğsüne sığınmıştı, onun kokusunda kaybolmuş gibiydi.O an, içimde büyük bir isyan yükseldi. Allahım, Belin’in acılarını bana ver, yeter ki iyileşsin. Mihriban, annesiz kalmasın. Bu dualar, sanki bir fısıltı gibi dudaklarımdan dökülüyordu.
Mihriban, birden annesinin kucağında kıpırdanıp, elindeki küçük resmi çıkardı. Gururla annesine uzattı. “Anne bak, seni çizdim,”dedi, sesi minik bir çocuktan beklenmeyecek kadar ciddi ve kararlıydı. Belin, resme bakarken gözleri dolmuştu.
“Çok güzel olmuş kızım,” dedi, zayıf ama sevgi dolu bir gülümsemeyle. Belin’in sesi titriyordu, .Mihriban yatağın yanında duran boş çerçeveye yöneldi. Belin, heyecanla yanına gitti. mihri , resmin kenarlarını hafifçe düzelterek çerçeveye sıkıştırmaya çalıştı.
Belin, çerçeveye sıkıştırılan resme baktı ve yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi.
"Çok güzel oldu, gerçekten!" dedi Belin, kızını kucaklayarak. Mihriban’ın gözleri ışıldıyordu mutlulukla .
Belin’in varlığımı sanki yeni fark ettiğini hissettim Bir an için ne yapmam gerektiği konusunda kafam karıştı
“Sanırım Belin’i rahatsız etmişim,” diye düşündüm. En iyisi, koridorda beklemekti. Ama tam o sırada Belin, yumuşak bir sesle, Dur, gitme! dedi.
“Biraz yanımda kalabilir misin, lütfen? dedi. . Başımı onaylayarak, yanındaki sandalyelerden birini çekip oturdum. Mihri, Belin’in göğsünde o kadar huzurlu görünüyordu ki, mayışmış bir halde hafifçe gözlerini kapatmıştı.
Belin, beni süzdü. Yüzündeki ifade, karmaşık bir duyguların iç içe geçtiği bir tablo gibiydi. “Yıldırer bana ailesinin kaybettiğini söyledi sesinde bir burukluk vardı.“Onun kardeşi olman tuhaf.”
“Ben... Yani,”diye başladım ama cümlemi bitirmedim. Annemi anlatırsam, abimin çocukluğunu hatırlatacak olursam, belki de Belin’in zaten bozuk olan psikolojisini daha da kötüleştirecekti.
“Klinikten çıktıktan sonra konuşsak olur mu? Bak, çok yol katettin; sana söz veriyorum, her şeyi anlatacağım,dedim,Ama şimdi anlatmam seni etkileyebilir.”
Belin, bir an düşündü. . “Tamam,”dedi, ama sesindeki ton, daha fazlasını duymak istemediğine dair bir hisle doluydu. “Belki de daha fazla olumsuz bir şey duymak istemiyordu aramızdaki sessizliği odaya gelen hemşire bozdu beline elli miligramlık ilaç verip odadan çıkmıştı
Belin derin bir nefes aldı, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi ama bakışları hala bir şeyler saklıyordu. “Buradan çıktıktan sonra... bağımızı koparmazsak, Kardelen. Yani... seninle iletişim içinde olmak istiyorum. Tabi eğer sen de istersen,” dedi, sesi biraz çekingendi
Gözlerim onun gözlerine kilitlendi, ve ben de hafifçe gülümsedim. “Tabii ki,
Belin’in yüzündeki rahatlama belirginleşti. “Yakında buradan gideceğim,” diye devam ettim, “Ama bu şehre ne zaman gelsem ilk çalacağım kapı senin kapın olacak. Bunu bilmeni istiyorum.”

O da hafifçe gülümsedi, bu sözler ona iyi gelmişti.

Ben de gülümsemeye devam ettim, ama gözlerim farkında olmadan Belin’in kollarına kaydı. O an, kollarında ince çizikler ve izler fark ettim. . O da benim baktığımı fark etmiş olmalı ki, bir anda kollarını saklamak istercesine ellerini bedenine doğru çekti. Sanki utanç ya da mahcubiyetle ellerini bir araya getirdi.

Belin, bakışlarımın hala kollarında olduğunu fark edince derin bir nefes daha aldı. “Geçmiş,” dedi sessizce, sanki bana açıklama yapma ihtiyacı hissediyormuş gibi. Bu izler... artık sadece geçmişte kaldı.”
Derin bir nefes aldım,
“Belin,” diye başladım, sesim titremesin diye uğraşarak. “Abimi unutmak zorundasın. Kendini bu acıya daha fazla teslim edemezsin. Ona olan sevgin, seni geri dönüşü olmayan bir yola sokuyor
“Yeniden hayata dönmek zorundasın,” dedim, biraz daha yumuşak bir tonla. “Bunu kendin için yapamıyorsan, Mihriban için yap. Kızın seni bekliyor, sana ihtiyacı var. O büyüyor ve senin güçlü olman gerekiyor.

Belin, gözlerini bana çevirdiğinde, gözlerinde yaşlar birikmişti.
“Ama Kardelen,” diye fısıldadı, sesi titrek ve kırılgandı. . Onu unutmak... Onu geride bırakmak nasıl mümkün olabilir? O benim her şeyimdi.”
“Onu unutmanı istemiyorum, Belin,” dedim kararlılıkla. “Yıldırer her zaman seninle olacak. Ama kendini bu acının içine hapsetmemen gerekiyor.
Yüzündeki o acı dolu ifade, yavaşça yerini bir kararsızlığa bıraktı. “Ona ihanet ediyormuş gibi hissediyorum . Hayatıma devam edersem, sanki onu unutuyormuşum gibi geliyor .”


“Belin,”dedim, gözlerine bakarak. “Suçluluk hissetme. Yıldırer seni böyle görmek istemezdi. senin güçlü olman gerekiyor. Hayatına devam etmen, onu unuttuğun anlamına gelmez. Mihriban’a güçlü bir anne olmalısın.
“Ama nasıl, Kardelen?” diye fısıldadı. “Her şey bu kadar yıkılmışken nasıl toparlanabilirim? Nasıl yeniden başlayabilirim?”

“Adım adım yapacaksın, Belin,” dedim, onu cesaretlendirmeye çalışarak.
Belin, gözyaşlarıyla boğuşurken, başını omzuma yasladı. Sessizce ona sarıldım,

-Aniden gülmeye başladı biraz tedirgin oldum acaba fazla mı sert konuşmuştum
“Neden gülüyorsun?” sorduğumda, Belin’in yüzündeki ifade biraz daha belirsizleşti. “Ben şimdi görümcemin saçını başını yoldum, değil mi?”, sesinde bir alaycılık vardı. “İlk tanışmamızda bahsediyordu.”

Bende gülmeye başladım. “Bence güzel bir tanışma oldu ama senin elin çok ağırdı,”dedim, gülümsememi daha da genişleterek.
-Sen de fazla dirençli çıktın, vallahi…. şakayla karışık sözleri beni gülümsetmişti
Sonrasında Belin, burada kaldığı süre boyunca yaptığı tasarımları gösterdi
Abmin . neden belini sevdiğini anlamıştım , “güzeliğinin dışında, çok güzel bir kalbi vardı.”
Belin’e uzun uzun bakarken, çantamdan abime ait olan kolyeyi çıkardım ve ona uzattım. “Bu sende kalmalı, Belin.”Kolyeyi eline uzattığımda, Belin’in elleri titreyerek kolyeyi aldı. Kolyenin soğuk metaline dokunduğundu
“niye veriyorsun bana? sordu, sesinde bir merak vardı. “Bu kolyenin sana güç vermesini istiyorum,” dedim.“Kaybettiğim zamanlarda bu kolye bana güç vermişti.”
Belin, dolu gözlerle bana baktı. Kardelen, keşke seninle daha önceden tanışsaydık,” dedi, içindeki acının yansıdığı bir ses tonuyla. Gözleri, yaşların birikti “Ben acımı kimseye anlatamadım. Zaten kimse anlamadı da. Biliyor musun, bana ne dediler?” nikahsız bir çocuk doğurunca, dünyanın en kötü kadını oluyormuşsun. Sürekli ön yargılı yaklaşımlar, kimse çektiğim acılarla ilgilenmedi. Herkes sonuca baktı… ben… Cümlesi yarıda kesildi, gözlerinde taze bir hüzün belirdi. Sesindeki kırılganlık, odanın sessizliğine karıştı.
O an, içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. “Belin…” demek istedim ama içimdeki kelimeler bir türlü çıkmadı. Belin’in acılarını daha fazla tazelemek istemedim.
“Belin, ben buradayım. Ne zaman acını paylaşmak istersen, hep burada olacağım,” dedim,Belin, derin bir nefes alarak gözlerini Mihri’nin huzurla uyuduğu yüze çevirdi. . “Korkuyorum, Kardelen. Sevdiğimin emanetine ihanet etmekten…”dedi, sesi titredi . “Aklımda bazı düşünceler dolaşıyor. Ya kızıma zarar verirsem?” “Burada olmak, kızımı güvende tutacaksa, ömrümün sonuna kadar burada olacağım. Zaten ben, kızım için ayakta kalmaya çalışıyorum ama başaramıyorum galiba.”
Belin’in sesindeki kırılganlık, içimdeki derin yaralara bir tuz daha ekliyordu. “Belin, karamsar düşünme,” dedim, elimle onun omzuna dokunarak. “Sen iyileşeceksin. Ben sana güveniyorum, buradan çıkacaksın. Üstelik senin kız çok inatçı; beni süründürüyor. Küçücük parmağında oynuyor.
Belin’in yüzünde bir gülümseme belirdi . Öyledir, benim nazlı kızım,”
, Mihri’nin yanağına nazikçe bir öpücük kondurarak. - Belin yüzüme baktı sanki bir şey söylemek istiyordu
- kardelen , korkut.... derin nefes aldı tam o sırada sohbetimiz yarıda kaldı
Hemşire odanın kapısını hafifçe tıklatıp içeri girdiğinde, zamanın nasıl geçtiğini fark edememiştik. "Ziyaret saati bitti," diye nazikçe uyardı.
- Belin ne diyecekti ki ama gitme saatimiz gelmişti
Belin, Mihriban’ın başucuna eğildi. Gözlerinde yorgunluk ve sevgi dolu bir bakış vardı. Mihriban, derin bir uykuya dalmıştı Belin, hafif bir öpücük kondurdu kızının alnına
. “kızım , uyan. Gitme zamanı geldi,” dedi, sesi kısık ama şefkat doluydu.

Mihriban, yavaşça gözlerini açtı. Uyku mahmuru, hafifçe gözlerini ovuşturdu ve şaşkın gözlerle annesine baktı.
“Anneye, sarıl bakalım, gidelim…” dedim

Belin’in gözleri doldu . “Gel bakalım, bir tanem,” dedi. Mihriban, annesinin kollarına sokulurken o sıcaklıkla biraz daha uyuyakalacak gibi görünüyordu. Ama birden küçük bedeni gerildi, gözlerinde bir endişe belirdi. Başını annesinin boynuna daha da sıkı gömdü ve sesi hafifçe titreyerek fısıldadı: “Anne, sen de gel…”

Belin’in yüzü bir an için gölgelenmişti. . “Kızım… Yakında geleceğim, tamam mı? Söz veriyorum,”
“Anneye inan olur mu? Söz veriyorum…”

Mihriban, annesinin boynuna sıkıca sarıldı, sanki bir daha ayrılmak istemez gibi. O küçücük elleriyle annesinin göğsüne tutunmuştu. “Tamam,” dedi ama sesi hala belirsiz bir endişe taşıyordu.
gözlerim doldu, nefes almakta zorlandım. Boğazımda kocaman bir düğüm vardı, yutkunmaya çalıştıkça daha da sıkışıyordu.
Mihriban’ın küçük elini tuttum, parmakları avucumda ürkekçe titriyordu. Odadan çıktık

Koridora çıktığımızda Mihriban hâlâ annesine dönüp bakıyordu, sanki her an geri dönüp onun yanında kalmak istermiş gibi.dokunsam ağlayacak gibiydi hafifçe eğildim şimdi boylarımız eşitlendi sarıldım


Mihriban’ın küçük bedeni kollarımda titremeye devam ederken, her bir hıçkırığı yüreğimi biraz daha sıkıyordu. Yüzünü göğsüme gömmüş, sanki dünyadan kaçmak istercesine bana sığınmıştı. Avuçlarım sırtında yavaşça geziniyordu, ona rahatlatıcı bir güven vermeye çalışıyordum.

“Kuzum, nefes al,” dedim, sesi titreyen bir sabırla. "Mihriban, derin bir nefes al, tamam mı? Hadi bakalım, güzelim , yavaşça..." Onun titreyen omuzlarına biraz daha sıkı sarıldım, küçük göğsü nefes alıp verdikçe hıçkırıklarla sarsılıyordu. Nefesi düzensizdi, sanki ağlamaktan ciğerleri yorulmuştu ama bir türlü duramıyordu.

Kollarımda sakinleştirmeye çalıştım. Mihriban’ın küçücük elleri hala göğsüme sımsıkı yapışmıştı, o ince parmaklar çaresizce beni bırakmamaya çalışıyordu. "Evdeki eşyalarımızı toplayıp buraya taşınalım mı, ? .Annemin yanına taşınalım."
. O kadar az kaldı ki, yakında annen bizimle olacak, söz veriyorum." Sesim şefkatle doluydu ama içimde derin bir acı vardı. Mihriban'ın bu kadar küçük yaşta böylesine bir ayrılıkla başa çıkmaya çalışması kalbimi parçalıyordu . "Anneni bugün gördün, değil mi? Ne kadar iyiydi. Sen de çok güçlüsün, tıpkı annen gibi," dedim

Mihriban burnunu çekti, gözyaşlarının ardından bana bakmaya çalıştı. Başını yavaşça salladı ama hala o üzgün ifade yüzünde donup kalmıştı.. "Ah benim küçüğüm..." dedim, gözlerim dolmuştu

Bir an duraksadım ve gülümsemeye çalışarak, “Bana her şeyi anlatabilirsin, biliyorsun değil mi? Unutma, ben bir cadıyım!” dedim. Mihriban burnunu tekrar çekti, dudakları titredi. Gözleri tekrar dolmuştu. Sanki söylediklerim ona hiçbir teselli getirmemişti.

“Yarın…” dedi, sesi yine titriyordu. “Yarın arkadaşım Ada’nın doğum günü var. Herkesin annesi gelecek.” Boğazı düğümlendi, hıçkırıkları yeniden yükselmeye başladı. “Ama benim annem burada… Gelemez ki.” Bu son cümleyle beraber, tekrar hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Tamam, Mihriban,” dedim, küçük omuzlarına biraz daha sıkı sarılarak, “Bunun için mi ağlıyorsun, kuzum? Annen çıkınca biz de onun için bir parti yaparız, ne dersin? Annen için çok güzel bir parti veririz, olur mu?

Ama Mihriban bu fikre yanaşmadı. Kafasını hızla salladı, "İstemiyorum," dedi, sesi zayıf ama kararlıydı. Küçük gözlerinde hala bir bulut vardı.
Dizlerimin üzerine çöktüm, gözlerinin tam hizasına indim. Ellerimi yüzüne hafifçe koydum, ona en şefkatli bakışımla baktım. “Kuzum, hadi anlat bana,” dedim, yumuşak bir ses tonuyla. “Bana her şeyi söyleyebilirsin. Senin güzel kalbin neden bu kadar ağlıyor? O güzel kalbinin içinde ne var? Bana anlatır mısın?”
. Birkaç saniye geçti, küçük dudakları kıpırdadı ama ses çıkaramadı. Ardından bakışlarını yere indirdi, gözyaşları yeniden yanaklarından süzüldü. Sabırla bekledim, çünkü onun anlatması için ona zaman tanımam gerektiğini biliyordum. Her ne saklıyorsa içinde, onun için çok ağır olmalıydı.

"Çünkü," dedi, gözleri yerden hiç kalkmadan, "herkesin annesi ve babası gelecek. Ben orada yalnız olacağım. Hem... bir de o kadın da orada olacak. İstemiyorum." Sesinde hem korku hem de kırgınlık vardı.

Bir an donup kaldım. Hangi kadın? Mihriban'ın küçücük kalbini bu kadar yaralayan kişi kim olabilirdi? Yavaşça, onu daha fazla zorlamamaya çalışarak sordum: "Hangi kadın, kuzum? Kim seni bu kadar üzdü?"

Mihriban başını hızla sağa sola salladı, bana bakmak istemiyordu. anlatmak çok zor geliyordu, bunu hissedebiliyordum. Elimi yavaşça saçlarının arasına sokup okşamaya başladım, parmaklarım o incecik tellerin arasında dolaşırken, yumuşak bir ses tonuyla fısıldadım: "Anlat bana, güzelim . Söz veriyorum, her ne olduysa ben senin yanındayım.
Bir süre sessizlik oldu. Mihriban’ın küçük dudakları kıpırdandı ama yine de anlatmakta zorlanıyordu. Sonunda boğuk bir sesle, neredeyse duyulmaz bir şekilde fısıldadı: “Okulun bahçesinde, arkadaşım Arda ile oyun oynuyorduk... Sonra annesi geldi, Arda’ya kızdı. ‘Bu kızla oynama,’ dedi. ‘Bu kızın annesi kötü kadın.’ Duydum… Benim annem kimseye kötülük yapmadı...” Gözyaşları yeniden yanaklarından süzülmeye başladı.
. İçimdeki öfke aniden kabardı, ama onu korkutmamak için derin bir nefes aldım ve sakin bir sesle, “Tabii ki yapmadı, kuzum,” dedim, gözlerine bakarak. "Senin annen, dünyanın en iyi annesi. Kimseye kötülük yapmaz, biliyoruz bunu. Sen de biliyorsun, değil mi?"

.Yarın o doğum gününe gidip, o kadının saçını başını yolmazsam bana da Kardelen demesinlerdi. Kimse benim abimin sevdiği kadına bir şey diyemezdi, kimse Mihriban’ın canını acıtamazdı. Kim olursa olsun...

Mihriban'ın ellerini tuttum, nazikçe ellerini sıktım. Gözyaşlarını silmeye çalışırken ona cesaret verecek bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum. “Kuzum,” dedim, sesimi yumuşatarak, “hadi bakalım, arkadaşın için güzel bir hediye seçelim, ne dersin? Belki o zaman kendini daha iyi hissedersin.”

Ama Mihriban isteksizdi. Bunu gözlerinden ve yüzünden anlayabiliyordum. Yine de, ona umut vermek istiyordum. Sesi hala bir endişe doluydu. “Mihriban,” dedim tekrar, “doğum gününe gitmek istiyor musun ?”

Başını yavaşça salladı. “Gitmek istiyorum... ama tek başıma olacağım. Kimse benimle olmaz.”
. “Yalnız değilsin, Mihriban,” dedim kararlı bir sesle. “Ben de geleceğim. Senin yanında olacağım. Söz veriyorum, yalnız olmayacaksın. Ne olursa olsun, seninle olacağım.”
“Gerçekten mi?” diye sordu, sesi hala biraz ürkekti

Gülümseyerek başımı salladım. “Tabii ki, kuzum,” dedim, “hem de birlikte çok eğleneceğiz.
Mihriban’ın yüzüne küçük bir tebessüm yerleşti, ama hala tam olarak rahatlamamıştı.
Mihriban’ın çekingen sorusuyla bakışlarım yumuşadı. "Olur mu ki?" dediğinde, sesi küçük bir kuşun kanat çırpışı kadar kırılgandı.
"Tabii ki olur, kuzum," dedim, hafifçe eğilip saçlarını okşadım. "Yürü bakalım, alışverişe gidiyoruz." Sesimdeki sıcaklık ona biraz olsun huzur vermiş olmalı ki, yüzünde ufak bir tebessüm belirdi. Bu küçük zafer, aramızdaki bağı biraz daha güçlendirmişti.

Şoför kapıyı açtığında, Mihriban yavaşça arabaya bindi.. Mihriban sessizce koltuğuna yerleşirken, gözleri hâlâ pencereden dışarıya bakıyordu.

"Alışveriş merkezine gidiyoruz dedim . Şoför arabayı çalıştırırken, Mihriban'ın gözlerinde anlık bir parıltı gördüm. Başını hafifçe salladı ve pencerenin buğulu camına yaslandı.

Alışveriş merkezine vardığımızda, renkli vitrinlerin önünde dolanmaya başladık. Mihriban’ın adımları ilk başta yavaş ve ürkekti

"Arkadaşın nelerden hoşlanıyor, kuzum?" diye sordum, elimi omzuna koyarak. Küçük gözleri birdenbire canlandı. vitrinlerin önünde durduk, raflara bakarken elleriyle işaret etti, "Yapboz!" dedi neşeyle. O an, küçük kalbinde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Belki de ilk kez bu kadar canlı bir tepki veriyordu, içimde bir umut yeşerdi.

Yavaş adımlarla mağazaları dolaşırken, onun heyecanını gözlemledim. Seçtiği yapboz kutusunu küçük elleriyle kavrarken yüzünde beliren mutluluk her şeye değerdi
Hediye seçimini yaptıktan sonra, alışveriş merkezinde yemek yedik. Mihriban sessizce yemeğini yerken, onun bakışlarında yine bir karamsarlık görmeye başladım. Küçük elleriyle bardağını tutarken, sessizdi
Tam o anda, telefonuma bir mesaj geldi. Mihriban’ın kodlama öğretmeni, Çağdaş Bey, dersin saatini hatırlatıyordu. Derin bir nefes aldım.
"Gel bakalım, kuşum," dedim, Mihriban’ın yüzüne hafif bir gülümsemeyle bakarak. "Eve dönmemiz lazım. Çağdaş öğretmenin gelmek üzere. Dersi unuttun mu? Geç kalmayalım."

Mihriban başını kaldırıp gözlerime baktı, bir anlık duraksamayla derin bir nefes aldı. Kafasını yavaşça salladı ve sessizce kabul ett i. "Tamam," dedi . Onu biraz daha rahatlatmak için elini sıkıca tuttum.


Eve vardığımızda, Mihriban biraz daha toparlanmış görünüyordu. Onu eve götürüp rahatlaması için zaman tanımak istiyordum. "Hadi bakalım, kuzum. Çağdaş öğretmeninin dersine geç kalmayalım, olur mu?"

Mihriban başını hafifçe salladı. Eve girdiğimiz anda, Çağdaş Hoca'nın kapının önünde bizi beklediğini görünce içimde garip bir huzursuzluk belirdi. Mihriban, arkamda saklanıyordu, elimi sımsıkı tutmuştu ve küçük bedeni bana daha da yapışmış gibiydi. Korku mu yoksa çekingenlik mi, tam olarak anlayamıyordum. Ancak bu huzursuzluk, sadece Mihriban’ın çekingenliği değildi; Çağdaş Hoca’ya karşı hissettiğim garip tedirginlik, içimde büyüyordu.

Çağdaş Hoca, kibar bir gülümsemeyle bizi selamladı. Gözlerinde bir şeyler vardı, sanki söylenmemiş kelimeler aramızda dolaşıyordu."Beklediğiniz için teşekkür ederim, Çağdaş Bey," dedim, gözlerimi kaçırarak.
"Önemli değil, Kardelen Hanım," dedi, her zamanki gibi sakin ve kibar. Ama bu kibar tonun altında bir şeyler vardı, beni daha da rahatsız eden bir şey. Ellerim, istemsizce sıkıyordum .

Mihriban hâlâ arkamda saklanıyordu. Yavaşça ona döndüm ve yumuşak bir sesle, "Kuzum, arkadaşının hediyesini odana götür, olur mu?" dedim. Mihriban, başını hafifçe salladı ve küçük adımlarla odasına doğru uzaklaştı. Onun gidişiyle aramızda kalan sessizlik, daha da boğucu hale geldi. O an Çağdaş Hoca'nın bakışlarını fark ettim. Gözleri elime takılı kalmıştı. Bir an için içim ürperdi, neden böyle hissettiğimi bilemeden.

-"Yarın için bir planınız yoksa... bir kahve içmeyi teklif ediyorum,"
-Bir kahve içmek basit bir teklif gibi görünebilirdi, ama bu teklifin altında başka bir şey var mıydı? Bilmiyordum. Ve bilmek de istemiyordum.
-"Davetiniz için teşekkür ederim," dedim hafif bir gülümsemeyle, "Ama yarın Mihriban'ı arkadaşının doğum gününe götürmem gerekiyor."
Sözlerimle birlikte Çağdaş Hoca'nın yüzündeki bozulmuşluğu fark ettim.
"Başka bir zaman için bana söz verirseniz, bu kabalığınızı affedebilirim,"
Gözlerinde beliren ifade, beni rahatsız ediyordu. Onun gözlerindeki bu beklenti, beni bir adım geri çekilmeye zorladı.

"Affedersiniz, gerçekten kabalık etmek istemem," dedim, "Mihriban’ın yanında olmam gerekiyor."


-"Başka bir zamana söz aldım o zaman," dedi Çağdaş ,

-Ne yapacağımı bilemedim. "Kesin bir tarih veremem ama... olabilir," dedim, sesimde tereddüt vardı.
Mihri ile birlikte kodlama dersine geçtikten sonra, Çağdaş hoca ile mihrimi arada bir kontrol ediyordum. Onları izlerken, içimde bir huzursuzluk belirdi. Sonuçta, çağdaşı tanımıyordum; bu kötü günlerde kimseye güvenim kalmamıştı.
Kodlama dersi bitmiş, Çağdaş gitmişti. Derin bir nefes aldım. Mihri de odasında animasyon izliyordu. Ben de odama geçip yüksek lisans tezim için makale aramaya başladım. Ancak zihnim bulanıktı. O adam kimdi ve neden kayboldu? Off… Sonrasında düşüncelerim Korkut’a kaydı.
. Nereydi dünden beri hâlâ eve dönmemişti. İçimde bir merak kabardı; onun nerde olduğunu, kiminle vakit geçirdiğini düşünmeden edemiyordum. “ Keşke ona hesap soracak kadar yakın olsaydım, ama o, hesap verecek bir adam gibi görünmüyordu.
O an, telefonumu elime aldım ve kendime cesaret verdim. “Arasam açar mıydı?” diye düşündüm.
Telefonumdan Korkut’a mesaj attım: “Neredesin? Mihri seni çok merak ediyor ve özlüyor.” Mesajı gönderirken kalbim hızlandı, . “Yazsana be adam,” dedim içimden sinirle. Birkaç dakika geçti, ama hâlâ bir yanıt yoktu. Tekrar baktığımda, mesajımın “görüldü” olduğunu gördüm. . Mesajımı okudu ama cevap yazmadı. O medeniyetsiz adam, umarım geçirdiği seferki gibi eve kriz geçirerek gelmezdi. Çünkü böyle giderse onunla ilgilenecek bir Kardelen bulamayacaktı.

Neden beni umursamıyordu ki? Hayır, yani ben sana mesaj atıyorsam, en azından bir tepki vermeni beklerim. Bir emoji bile gönderemez mi? Sinirden kafamı duvara vuracak gibi oldum. Korkut’a söverken, birden telefonumda yeni bir bildirim sesi geldi. Kalbim bir an için durdu.
“Beni özlediysen, Mihri’yi bahane etme,” cevap yazmadım görüldü attım
“Yok bu adam, burnu kaf dağında , egoist.” Her şey onunla mı alakalıydı? İnsaniyet yapıp merak ettik kriz geçirmemesi için ...
-
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Mihri’nin saçlarını örmeyi bitirmiştim
kuzum, örgülerin çok güzel, oldu ” dedim, ona gülümseyerek.

“Örgü kötü oldu, annem daha iyi örüyordu.” kalbimde derin bir burkulma yarattı.

“Mihri, annen geldiğinde daha güzel örecek,” dedim, Ama şimdilik benim yaptığım örgüyü kullanırsan ne dersin? .”
. “Allahım, Belin bir an önce iyileşsin,” diye geçirdim içimden. “Kendimi yetersiz hissediyorum Mihri’ye karşı.” Bu düşünceler, içimde bir ağırlık gibi oturmuştu; belki de onun için daha fazla şey yapabilmeliydim.

“Hadi gidelim, ,” dedim içten bir gülümsemeyle.
şoför kapıyı açtı
. “Arabanın anahtarını alabilir miyim?” diye sordum,
“Efendim, veremem. Sizi benim bırakamam gerekiyor, Korkut Bey’in talimatı var,” dedi, ciddiyetini bozmadan.
“Bakın, sadece doğum günü partisine gidip döneceğiz. Emin olabilirsiniz, siz orada boşuna bekleyeceksiniz. Kaç saate döneriz bilmiyorum, ama bu gün size izin veriyorum,” dedim,
“Ama, Kardelen Hanım...” diye itiraz etti şoför, ama ben elimdeki anahtarı hızla kaparak ona baktım. “Dediğim gibi, size izin veriyorum. İstediğinizi yapın. Korkut’a söylemezseniz haberi olmaz,” dedim, içimdeki gerginliği bir anlığına unutmaya çalışarak.

Mihri, arka koltukta oturdu, emniyet kemerini takarken yüzünde bir mutluluk ifadesi belirdi.
Sonra ben de şoför koltuğuna geçip emniyet kemerimi taktım.

Sonrasında neşeli bir müzik açtık.Mihri ile birlikte söylüyorduk, gülüyorduk. Arabada ona eşlik edince yaşayamadığım çocukluğum aklıma geldi. Keşke tekrar çocuk olsam, tüm dertler anlamsız gelirdi o zaman.
Nihayet, partinin olacağı eve gelebilmiştik. Mihri, emniyet kemerini çıkardıktan sonra, arabadan heyecanla inip kapıyı açtım. Ada’nın hediyesini almasıyla birlikte içeri adım attık. Kapıyı çaldık; evin çalışanı kapıyı açtığında, yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. "Hoş geldiniz!" dedi, sevinçle. Bizi bahçeye yönlendirdi.

Bahçeye adım attığımızda, karşılaştığımız manzara bir masaldan fırlamış gibiydi. Rengarenk balonlar, parıldayan ışıklar Ortada büyük bir masa kurulmuştu; üstünde pastalar, şekerlemeler ve meyve tabakları vardı. Çocukların neşeli kahkahaları ve çığlıkları, havada dans ediyordu. .

Abim hiç doğum günü kutlamamıştı. Nasıl kutlasın ki? Annem, onun varlığını istemezken
, Ama annem benim doğum günümü kutlamak istemişti. Bende abim üzülür diye hiçbir zaman kutlamak istememiştim. hiçbir zaman ikimizde doğum günü kutlayamamıştık .

"Acaba," diye düşündüm, "abimle farklı bir ailede doğsaydık, şimdi ne yapıyor olurduk? O yine şehit olacaktı, yoksa bir trafik kazasında mı ölecekti? Yolun sonu hep mi aynı olacaktı?
Bu derin düşüncelerimin içinde kaybolmuşken, yanımda küçük bir kız çocuğunun belirmesiyle ara verdim. Kıvırcık saçları, parlayan gözleri ve neşeli kahkahasıyla dikkatimi çekti. “Gelip benim küçüğüme sarıldığında, sanırım adı Ada olmalıydı,” diye düşündüm.
Çocuklar için bir palyaço getirilmişti. O kadar komik hareketleri vardı ki, gözlerim yaşardı gülmekten. Palyaço, kocaman ayakkabıları ve rengarenk kostümüyle dans ediyor, sürekli espriler yapıyordu. Balonları havada uçururken, bir yandan da çocukları eğlendiriyordu. Hemen telefonumu elime alıp videosunu çektim. “Yani, utanmasam doğum günü kızını kısakanacaktım!”
Mihri’yi izleyebileceğim bir yere oturdum, kalabalık bahçede dağıtılan limonatalardan birini aldım. , sıcak havada içimi serinletip hararetimi almıştı.

Bahçenin köşesinde, çocukların oyun oynadığı bir alanda, şişme bir kaydırak getirmişti. Çocuklar sırayla kayıyor, neşeyle bağırıyorlardı.
Zaman geçtikçe, hava biraz serinledi ama bu hiç önemli değildi.

Evin bahçesinde, insanların neşeli sesleri arasında Mihri’yi süzmeye başladım. Birden, etrafta bir kadının Mihri’ye bakışını fark ettim; sanki onu iğrenerek süzüyor gibiydi. “Umarım tahmin ettiğim kişi olmasın,” diye geçirdim içimden. “Yoksa elimden çekeceği var bu kadının.”
Ahlak bekçiliği yapan tiplerden nefret ediyordum.
Kadın, Mihri’nin yanına gidecek olan erkek çocuğunun kulağına bir şey fısıldadı. Çocuk, Mihri ve Ada’nın yanına doğru hareket etti. Onlar oyun oynuyorlardı ve hiç de bir sıkıntı göremedim. Ancak o kadının amacını tam olarak anlayamamıştım. Düşüncelerimi henüz toparlayamamışken, yanıma başka bir kadın geldi.

“Ben Leyla,” dedi, tatlı bir gülümsemeyle. “Ada’nın annesiyim.” Sınıf öğretmeni olduğumu söyleyince, Leyla Hanım bana, Ada’nın matematikte zorlandığını, bu konuda nasıl bir yol alacaklarını bilmediğini anlattı. Ben de, Ada’nın durumunu dinledikten sonra, onun muhtemelen matematikten sıkıldığını düşündüm. “Belki oyunlaştırılmış matematik tekniklerini denemek gerek,” dedim.

. Sohbetimiz ilerlerken, aniden bir çığlık duydum. Bu, Mihri’nin sesiydi! Havuza düşmüştü
Hemen ne olduğunu anlamadan havuza atladım; bir an bile tereddüt etmedim. Küçüğümü kucağıma aldım ve çevremde bulunan birkaç kişi hemen yardım etmeye koştu. Nihayet hep birlikte havuzdan çıktık. Mihri titriyordu.

“Gidelim, Kardelen,” dedi, hıçkıra hıçkıra ağlayarak. “Ağlarsan ben de ağlarım, yapma küçüğüm!” dedim ona. Yanında Ada da ağlıyordu. “Ne oluyor bunlara böyle, yahu?” diye düşündüm içimden.

Mihri konuşmuyordu; Leyla Hanım, “İçeri geçin, size kıyafet ayarlayalım,” dedi. “Tamam,” dedim yedek kıyafet taşımıyordum. Leyla Hanım’ın verdiği kıyafetleri Mihri’ye giydirdim; zaten Ada’nın kıyafetleriydi büyük ihtimalle.

Bana da yazlık beyaz bir elbise getirmişti ama ben bu elbiseyi giyemezdim ki; göğüs kısmı açıktı ve rahatsız olurdum.
Ancak, Leyla Hanım’a bu kıyafeti beğenmediğimi diyemezdim. İdareten giydim; birazdan gideriz nasıl olsa, diye düşündüm.

Ada, sessizce Mihriye'ye bakıyordu. Kuzum, başını önüne eğmişti. Leyla Hanım da ne olduğunu bilmiyordu.

- "Ada, konuştu: 'Anne, Arda Mihriban'ı senin baban yok, annen de kötü kadınmış,' onu havuza itti dedi.

Leyla Hanım sinirlenmişti.


Leyla Hanım, "Siz Mihriban'ın yanında bekler misiniz?" diye sordum. Başını sallayarak onay verdi.


- "Şimdi senin görürsün, haysiyetsiz!
---
Bahçeye çıktığımda, çocuklar hiçbir şey olmamış gibi doğum günü kutlamasına devam ediyordu. İçimde bir merakla o kadının nerede olduğunu düşünürken, dikkatimi çeken bir şey oldu: Kuytu bir yere girmişti ve telefonla konuşuyordu. Yavaşça elbisemin eteklerinden tutundum, kendimi saklayarak yanına doğru yaklaştım. Normalde telefon dinlemeyi pek sevmezdim, ama o an bir şeyler dinlemem gerektiğini hissediyordum.

Yavaşça yanına yaklaştım, ama biraz geride durarak konuştuğu kişinin sesini duyabilmek için dikkat kesildim.

“Aşşkım, çok özledim,” diyordu. Sesi, tutkulu geliyordu. “Kocam yurt dışına çıkacak bu gece. Arda’yı da evdeki çalışanlar bakacak. Seni çok özledim, yanıyorum sevgilim. Seni istiyorum, senin için şimdiden çok hazırım. Bu gece acıma bana, sertçe..
. Ayyy!” . “Yuh , bu hassas narin kulaklarım neler duyuyor?” diye geçirdim içimden. “Aman Allahım!”
“Senin o ateşini jigolon bile söndürmez,” dedim içimden . “Ahlaksız, edebsiz kadın! Sen benim abimin sevdiğine kötü kadın dersin ha? Parçalarım ben bunu!”
kadın , telefonu kapatmış ve mutlu bir şekilde sırıtıyordu .

Kendimi toparladım ve sonunda konuşmak için ağzımı açtım. "Bakar mısınız?" dedim,

Kadın bana dönüp kibirli bir bakış attı. "Buyurun," dedi, beni baştan aşağı süzerek.

, "Direkt konuya gireceğim, lafı uzatmayı sevmem. Senin gibi ahlak bekçilerinden de hiç haz etmem. Bir daha yeğenimle veya annesiyle ilgili kötü bir laf edersen ya da bir davranışta bulunursan, bedelini ağır ödersin, hanımefendi."

Kadın bana küçümser bir gülümsemeyle baktı. "Sen kimsin be? Çekil önümden!" diye karşılık verdi.

Bu kadarı yetmişti. Arkasından saçını tuttum ve kendime doğru çektim. Kulağına fısıldadım, sesimdeki tehdit hissedilir şekilde yükseliyordu. "Haddini bil! Eğer bir daha aynı davranışta bulunursan, hiç çekinmeden kocanı bulurum ve erkek metresinle nasıl ateşli bir şekilde seviştiğinizi ortaya çıkarırım. Anladın mı?"

Kadının yüzü aniden değişti; artık ciddiyetimi anlamıştı. Yüzündeki kibir kayboldu,yerini utanç aldı. "Anladın mı?" diye tekrar sordum, bu sefer daha da baskın bir tonla.

"Anladım," diye fısıldadı, yüzü domates gibi kıpkırmızı olmuştu. "Bir daha seni uyarmam direkt icrata geçerim ayrıca bir daha çocuğunu kullanarak ahlak bekçiliği yapma

- başını salladı
. Gitmeden önce son bir kez kulağına eğilip fısıldadım,erkek metresinle güzel vakitler diliyorum kuduruk hanım." Ardından kadını bıraktım ve oradan uzaklaştım.

Mihriban'ın yanına giderken adımlarım daha hafif, ama hala içimde bir koruma duygusu vardı her şeyden uzak, neşeli bir tonla seslendim. ", pasta istiyorum! Hadi doğum günü pastasını keselim ve hediyelere bakalım!"

Mihriban heyecanla kıkırdadı, Onun bu masum gülümsemesi içimdeki koruma içgüdüsünü daha da güçlendirdi. Sessizce içimden geçirdim,
Abi, umarım ruhun hissediyordur onu korumak için elimden geleni yapıyorum. Senin meleğini, son nefesime kadar koruyacağım.


. Doğum günü partisi bitmişti, Ada ve Mihriban sıkı sıkıya sarılmış, vedalaşmışlardı. Ada hediyesini çok beğenmiştii, Mihriban ile birlikte o pazılı yapacaklarını söylemesi içimi ısıtmıştı. Mihriban için iyi bir arkadaş bulmak en büyük dileğimdi. Mihriban yorgun görünüyordu, göz kapakları neredeyse kapanmak üzereydi. Onu direk eve götürmek için yola çıktık

Yol, eve doğru ilerlerken sıkça geçtiğimiz ağaçlık bir alandan geçiyordu. Her ne kadar her gün bu güzergahı kullanıyor olsam da, bu ağaçlık alanın içime verdiği huzursuzluk hissinden hiçbir zaman kurtulamamıştım. Tedirgin edici bir karanlık çökmüştü ortalığa. Ağaçların gölgeleri, sanki birer gözcü gibi etrafı sarıyordu. İçimde beliren garip bir his, bu gece bir şeylerin ters gideceğini söylüyordu.

Eve yaklaşmamıza çok az bir mesafe kalmıştı ki aniden üç siyah araba yolumuzu kesti. Hızla frene bastım, direksiyonun başında donakaldım. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Mihriban, derin uykuda, hiçbir şeyden habersiz masum bir şekilde arka koltukta yatıyordu. İçimde bir dalga gibi büyüyen korkuyu bastırmaya çalıştım. Ne yapacağımı düşünmeye çalışırken, arabalardan biri yaklaştı ve içinden iri yarı bir adam çıktı. Yavaşça kapıya doğru yürüdü ve kapıyı açmamı işaret etti.

"Sakin ol, Kardelen," diye kendi kendime fısıldadım. Ama sakin kalmam mümkün değildi. Adam, camın hemen dışında duruyordu. Eliyle kapıya vurdu, sertçe.

"Aç kapıyı!" dedi kaba bir sesle.
. Mihriban’ı korumalıydım. Derin uykuda olan Mihriban'ın bu anı fark etmemesi benim için bir şanstı. Korkut… Evet, Korkut’a ulaşmalıydım.

Telefonumu hızla çıkardım ve Korkut’a mesaj yazmaya başladım. Korkut, yardım et, Mih... Mesajı tamamlayamadan, birden camın şiddetle kırıldığını duydum. Elimdeki telefon yere düştü, mesaj yarıda kaldı. Şokla irkildim, ama bir yandan da hızla yere düşen telefonumu geri alıp mesajı göndermeyi başardım. Mihriban uyanmıştı, büyük bir korkuyla gözlerini açtı ve ağlamaya başladı. Küçük elleriyle koltuğa sıkıca tutunmuştu. Kalbim o an sanki yerinden çıkacakmış gibi çarptı.
. Mihriban'ın zarar görmesi düşüncesi, bütün varlığımı korkuyla sarstı. Eğer ona bir şey olursa, ne yapardım? , Korkut’un bir şekilde buraya yetişip bizi kurtarması için dua ediyordum. Her şey saniyeler içinde olup bitiyordu, ama her saniye bir ömür gibi uzun geliyordu.

Adam kapıyı zorla açtı, içeriye doğru eğildi. "Uzat bakalım ellerini, " diye tehditkar bir şekilde emretti. Mihriban’ın hıçkırıkları içimi delip geçiyordu. Onu korumak için daha ne yapabileceğimi bilmiyordum. Ama pes etmek niyetinde değildim. Bütün korkuma rağmen, içimde bir direnç filizlendi. Kendimi toparlamalı, Mihriban’ı koruyarak bir çözüm yolu bulmalıydım.

Adamın eli koluma doğru uzandı, ama ben geri çekildim. Gözlerimden ateşler saçarcasına ona baktım. dokunma!" diye bağırdım, sesimdeki öfke ve korku birbirine karışmıştı. Ama adam umursamadı. Gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı............

bölüm ile alakalı düşüncelerinizi yazabilirsiniz .....

Loading...
0%