@morzamiku
|
Umarım beğenirsiniz oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayalım .........
Ben hep insanların beni görmek istediği gibi yaşamak zorunda mıyım? Ben de hatalar yapmak.. öfkelenmek.. kalpler kırmak istiyorum.
Telefonumda mesaj yazmaya başladım. Düşüncelerim dağınık, kalbimse hızla çarpıyordu. Sonunda bilinmeyene yazdım: "Nerdesin?" Bir süre bekledim. Gözlerim restoranın girişine kayıyordu. Garsonların koşuşturmasını, masalarda oturan insanların huzurlu sohbetlerini izlemeye çalışıyordum Her şeyin nasıl bu hale geldiğini düşünürken beş dakika bile geçmeden telefonuma gelen bildirimle irkildim. Ekranda beliren mesaj, kalbimi hızla sıkıştırdı. bir an için nefes almayı unuttum: "Sen beni salak mı zannettin? Korkut denen herifi peşine takmışsın. Buluşma iptal." Korkut mu? Korkut beni mi takip etmişti? Ama neden? Ne yapmaya çalışıyordu? Sinirle dişlerimi sıktım. Parmaklarım öfkeyle titriyordu. Bir an ona cevap yazmak istedim, ama tuhaf bir şey oldu... Mesajlar kayboldu. Numara, sohbet, her şey silinmişti. Sanki o hiç var olmamış gibiydi. Kendi kendime fısıldadım, "Allah'ım ben nasıl bir oyunun içindeyim?" Neden sürekli bu tür oyunların ortasında buluyordum kendimi? başımı kaldırdım ve pencereden dışarı baktım. Tam o anda, kalbim duracak gibi oldu. Oradaydı. Korkut’un arabası tam da restoranın önüne park edilmişti. O an tüm vücudum dondu. Panik dalgası hızla vücudumu sardı. Kaçmam gerekiyordu. Ama nereye? Nasıl? O. Zihnim çılgınca bir çözüm arıyordu Sonunda kapı açıldı, Korkut içeri girdi ve gözlerini bir an bile benden ayırmadan doğruca bana yürüdü. Öyle rahattı ki, sanki her şeyin farkındaymış gibi. O an bana ne kadar güçsüz olduğumu hissettirdi. Hiçbir şey söylemeden, izin bile almadan karşımdaki sandalyeye oturdu. Gözleri soğuk, ifadesi donuktu. Tüm benliğimi sorgulayan bir bakışla yüzüme dikildi. Sessizlik uzadıkça gerilim içimde katlanarak büyüdü. Sonunda o derin ve soğuk sesiyle konuştu, dudaklarından dökülen kelimeler adeta bir emir gibiydi: "Kardelen," dedi, sesi sertleşerek, "bir tek soru soracağım ve tek bir cevap istiyorum: Burada kiminle buluşacaktın?" "Seni ilgilendirmez, Korkut." Ama onun yüzündeki ifade değişmedi. Aynı soğuklukla, beni daha da sinirlendiren bir ses tonuyla cevap verdi: "Eder. Ve ben öğrenmeden buradan kalkmam." İçimdeki öfke kabarıyordu. Neden her zaman bu kadar buyurgan olmak zorundaydı? Kendimi kontrol etmeye çalışıyordum ama onun her sözü beni daha da kızdırıyordu. Kiminle konuştuğunu hatırlamalıydı, ben onun emirlerini dinlemek zorunda değildim. Ama o gözler... Onun bu tavrı karşısında kendimi tamamen çaresiz hissettim. "Bu seni ilgilendirmeyen bir mesele, git." Ama Korkut yerinden kıpırdamadı, gözleri gözlerimdeyken kaşlarını çattı. Sesi daha da sertleşmişti, tonu emir kipine geçmişti. "İlgilendirip ilgilendirmediğine ben karar veririm, Kardelen. Beni sinirlendirme." Korkut’un bu denli sinirli olmasına daha fazla katlanamayacaktım. Onun yüzünden her şey mahvolmuştu. Buluşmayı yapamamış, gerçekleri öğrenme fırsatımı kaybetmiştim. Onun bu duruma dahil olması, her şeyin çığırından çıkmasına neden olmuştu. Sesimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak, dişlerimi sıktım: "Korkut, kimseyle buluşmuyordum." Onun yüzündeki şüpheli bakışlar beni delirtmek üzereydi. Bu sefer gerçekten sinirlenmiştim. Bana inanmıyordu "Tek başına burada ne yapıyorsun?" Sabrımın sınırına gelmiştim. Onun bu sorgulayıcı tavrına daha fazla katlanamazdım. Artık dayanamayacak hale geldim ve içimde biriken öfkeyi serbest bıraktım "Korkut, insanlar kendiyle date’e çıkabilir!" Onun yüzünde beliren şaşkınlık ifadesi beni hem güldürdü hem de daha çok sinirlendirdi. Anlamamıştı. Elbette anlamayacaktı. Gözlerini kısarak bana baktı, sanki ne dediğimi tam kavrayamamış gibiydi. Dudaklarının arasından -"Ah, Korkut, yaşını unutuyorum bazen. Kısaca açıklayayım: Kendimle romantik bir zaman geçirmek istedim. Anladın mı şimdi?" Sesindeki öfke, kelimelere sert bir şekilde yansıyordu. Dudaklarını sıkmış, kaşları çatılmıştı. O an içimdeki alaycı ses daha da yükseldi. Gözlerimi devirdim, umursamaz bir şekilde arkamı yasladım. “Bu restoranda sevgilini mi bekliyorsun?” diye sordu, her kelimeyi sanki bana meydan okuyormuş gibi üzerine basa basa söylüyordu “Sevgilin,” dediğinde, küfür etmiş gibi bir hava vardı sesinde. “Dün bana sarılarak uyurken sevgilini unutmuş gibiydin,” dedi, sesi alaycı ve keskindi Yüzündeki soğuk ifadeyle bana bakarken, sanki her kelimesiyle beni daha derine batırıyordu. Sözleri beni paramparça etti, içimdeki öfke daha da büyüdü. Ellerim istemsizce masanın kenarını kavradı. “Ne demek istiyorsun sen?” dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. “Ben sadece… kötüydüm dün,” diye devam ettim, savunmaya geçmek zorunda hissettim. Gözlerimin içine dik dik bakıyordu. “Ayrıca, sen benim o halimden yararlandın. Sen bana ilk sarıldın,” suçlamalarla karşılık vermeye çalışıyordum ama söylediklerimin yetersiz kaldığını hissettim. Korkut’un gözleri kısıldı, yüzündeki gülümseme daha da alaycı bir hal aldı. Sanki kazanmanın verdiği bir rahatlıkla arkasına yaslandı. “Sevgilisi olduğu halde de benimle kal diyen de sendin, ” her kelimeyi keskin bir bıçak gibi üzerime fırlatarak. Sesi, soğuk bir buz parçası kadar keskin ve acımasızdı. Bu sözleriyle tüm savunmamı yerle bir etti. İçimdeki öfke ve hayal kırıklığı büyüyordu. Gözlerimi onun gözlerinden ayıramıyordum, ama içimden geçen duyguları bastırmak da bir o kadar zorlaşıyordu. Korkut, beni küçümseyen bir gülümsemeyle bakarken, kelimeleri neredeyse tükürür gibi söyledi: “Siktir et özel hayatını, lan! Dün ellerin titriyordu, kapıyı açamayacak haldeydin. Biri seni tehdit mi ediyor?” Sesi keskin, bir o kadar da tehditkârdı. Her kelimesi beni daha da sinirlendiriyordu. Korkut’un gözleri bir an parladı. Sinirlenmeye başlamıştı, ama bunu dizginlemeye çalışıyordu. Yüzündeki ifade daha da sertleşti. “Kardelen, beni delirteme. Zaten sabrımın sonundayım,” dedi, dişlerinin arasından fısıldarcasına. Gözlerinde beliren o karanlık, her zaman tetikte olduğum o sert bakış beni bir an duraksattı. Ama içimdeki öfke o kadar büyümüştü ki geri adım atmak yerine daha da inatlaşmaya başladım. “Sen zaten delirmişsin, Korkut!” dedim, masanın üzerinden ayağa kalkarak. “Gelmiyorum ben! Yeter artık, yeter! Daha sonra eve geleceğim, peşimden gelmeyi bırak , nefes almaya ihtiyacım var , beni baskılama !” dedim, sesimde hem öfke hem de meydan okuma vardı. Korkut’un yüzünde soğuk bir alay belirdi. Gözlerini kısarak bana baktı, . “Kardelen, bazen senin zeka seviyenden ciddi şüphe ediyorum,” dedi. Sesi sakin ve buz gibiydi. “Boşuna çırpınıyorsun. Sevgilin yok senin, olsaydı bilirdim. Beni delirtme daha fazla! Benimle gel, inat etme. Yoksa zor kullanmak zorunda kalacağım,” dedi ve gözlerini hiç ayırmadan üzerimde baskı kurmaya devam etti. Korkut’un bu tehditkâr tavrı beni daha da sinirlendirdi. İçimdeki öfke kabarıyordu, ama onu dışarı vurmak yerine sakin kalmaya çalıştım. Dudaklarımı ısırarak onu süzdüm ve sonunda patladım. “Kullan bakalım zorunu! Seni nasıl dava edeceğimi görürsün!” dedim, sesim titrese de korktuğumu belli etmemeye çalışarak. “Yeter artık, Korkut! Gel, git, kalk, otur! Evcil hayvanın mıyım ben senin? Rica kelimelerini öğren, ilkokul öğrencilerime bile öğretiyorum! Sen de dersime katıl, bence faydası olur!” dedim, sesimde hem alay hem de öfke vardı. Korkut’un gözlerinde kısa bir süre için sabrını yitirmemeye çalıştığını gördüm. O kadar sinirlenmişti ki nefes alışı bile hızlanmıştı. Şaşkınlıkla geri çekildim. "Sevgilime 'herif' diyemezsin!" diye karşılık verdim, öfkem yükseliyordu ama Korkut sadece alaycı bir gülümsemeyle baktı. "Ne diyeyim Kardelen? 'Damat bey' mi diyeyim yoksa istersen eve gelsin, elimi öpsün, küçük enişte?" Sesindeki alay bana dokunmuştu. Beni kışkırtmaya çalıştığı çok belliydi, ama pes etmeyecektim. "Korkut, düzgün konuş!" dedim, sesim titrememeye çalışarak. Ona karşı durmak, gözlerindeki o tehditkâr bakışlara rağmen cesaretimi toplamam gerekiyordu. "Yalan mı ama?" diye sordu, kaşlarını hafifçe kaldırarak. Gözleri yine üzerimdeydi, sanki içimdeki her şeyi görüyordu. Susup kaldım, daha fazla cevap veremedim. . Korkut’un bakışları hala üzerimdeydi, gözlerindeki alayla bana bakıyordu. "Senin şu gizemli sevgiliyi merak ettim," dedi, sesi biraz daha hafiflemiş ama hala alaycıydı. "Belgesel izlemeyi seviyor mu?" -İçimden bir şeyler koptu ama yine de sakin kalmaya çalışarak cevap verdim. "Hem de fazlasıyla. O çok farklı." Bu cevap hoşuna gitmemişti, yüzündeki alay ifadesi hafifçe kayboldu, ama gözlerindeki sertlik daha da belirginleşti. "Görelim bakalım şu entelektüel kişisini" dedi, ama sesi sinirli ve hınç doluydu. Dişlerinin arasında homurdandı, sanki düşüncelerini zorla bastırmaya çalışıyordu. Sözlerim onu derinden vurmuş olmalı ki, gözlerinde bir anlık bir kıvılcım belirdi. Korkut derin bir nefes aldı, gözlerime tekrar baktı. Ardından alçak bir sesle konuştu, fakat her kelimesi bir ağırlık taşıyordu. "O cüreti dün gece gözyaşlarını sildiğim anda aldım, Kardelen. Gözlerimin içine bakarken, daha önce hiç görmediğim bir ifadeyle karşılaştım. Gözlerinde karışık bir fırtına kopuyordu; öfke, pişmanlık ve kırgınlık birbirine karışmıştı. Sözleri, kalbime bir ok gibi saplanıyordu. Bu kadar açık konuştuğunda kaçacak hiçbir yerim kalmamış gibiydi. Gözlerinde gördüğüm acı ve merak, içimdeki direnişi eritmeye başlamıştı. Ama ona bunu hissettirmek istemiyordum. O yüzden sesimi yükselttim, belki de ondan uzak durmak için son çabamdı. Korkut’un elleri hafifçe titredi, bu hareketi fark ettim ama önemsemezmiş gibi davrandım. O ise, sanki söylediklerime bir parça bile inanmış değildi kaşlarını çattı. “Evet, Korkut. Normal sevgili olan bireylerin yaptığı gibi… baş başa geçirilen, samimi anlardan bahsediyorum.” dedim, dudaklarımın ucuna sinsice bir gülümseme yerleşmişti. “Sonrasında ise…”diye devam ettim, Korkut’a karşı meydan okuyarak. “Sıcak anlar… Anlarsın ya, Korkut. “Seni inandırmak zorunda değilim, Korkut.” Korkut, hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme, alaycı ve tehditkârdı. “Kardelen… Ben sabırlı bir adamım. Ama tarihe beni deliye çeviren ilk kadın olarak geçeceksin. Bıkkın bir iç çekişle gözlerimi devirdim. Bu oyunu artık uzatmak istemiyordum. “Korkut, sıkıldım. Lütfen gider misin? Of… Yine başladın.” Ama o, yerinden kıpırdamadı. Daha da yaklaştı, gözleri beni delip geçiyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım. “Kim? Ben mi seni kullandım?”dedim, öfkeyle. “Evet, sen. Dün gece küçük bir kız çocuğu gibi kollarımda ağladın. Acını dindirdim. Şimdi ise bana tahammül edemiyorsun.” Sözleri bir tokat gibi yüzüme çarpıyordu, Sinirle güldüm. Bu adam gerçekten sinir bozucuydu ve bunu nasıl her seferinde başardığına şaşıyordum. “Sevgilin hala gelmedi, Kardelen.” sanki her sözü bir meydan okumaymış gibi. Korkut, gözlerini kısarak bana baktı. “Yoksa seni sevmiyor mu? Seni bu kadar beklettiğine göre umursamıyor olmalı, öyle değil mi?” “Ne alakası var? Benim için deli oluyor; sadece çok meşgul bir adam,” , Korkut’un eleştirilerine yanıt vermeye çalışarak. Onun bakışları, anlamadığım bir şeyle doluydu. “Korkut’a meydan okurcasına baktım. Gözlerimdeki öfkeyi gizlemeye çalışsam da, sesimdeki tonun sertliği her şeyi ele veriyordu. “O çok başarılı, herkesin yerinde olmak isteyeceği bir adam,” dedim, dilimde alaycı bir ifade. “Senin gibi değil üstelik. Gidip saçma sapan işler yapmıyor; ailesini tehlikeye atmıyor. Anne ve babası onunla gurur duyuyor, kız kardeşi onu çok seviyor. Tüm ailesi onu çok seviyor.Uyarıcı madde kullanmıyor, herkes ona saygı duyuyor. Anladın mı? Korkut’un yüzündeki ifadeyi izledim; bu sözlerimle ona çok ağır bir darbe vurmuştum. Ama umurumda bile değildi; kalbimi kıran birine böyle cevap vermekten başka çarem yoktu. Korkut'un sesi aniden kulaklarımda yankılandı, beni bulunduğum yerde irkiltti. "Kalk, Kardelen." Bana ne söylediğini tam olarak anlamadım, şaşkınlıkla ona baktım. “Anlamadım?” , ne demek istediğini çözmeye çalışarak. Ama onun yüzündeki ifadeyi görünce anladım ki sabrının sonuna gelmişti. Sözleri beni hem öfkelendirdi hem de bir an duraksamama sebep oldu. Bu kadar cüretkâr bir şekilde nasıl konuşabilirdi? İçimden derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Ama gerçek şu ki, bu konuda haklıydı. Psikopatla buluşmam iptal olmuştu ve o andan itibaren bir daha geri dönüp dönmeyeciği konusunda kararsızdım Kafamın içi darmadağındı. O saçma buluşmayı planladığım andan beri ne doğru düzgün düşünebilmiştim, ne de başka bir şey yapabilmiştim. Daha fazla beklemeyecektim. Zaten beklemek anlamsızdı, ama yine de içimde, Korkut gittikten sonra o adamın geri gelebileceği saçma bir ihtimal vardı. Belki de sadece çocukça bir umut . , abimin ölümünün ardındaki sırrı öğrenmeden bu huzursuzluk beni bırakmayacaktı. Korkut, ifadesiz bir yüzle bana baktı ve soğuk bir sesle, "Yürü, Kardelen," dedi. Hiçbir duygu yoktu sesinde. Ne öfke ne de üzüntü. Sanki duvarla konuşuyormuşum gibiydi. O an içimde garip bir boşluk hissettim. Korkut’un bu kadar duygusuz davranması, beni sarsmıştı. Dışarı çıktığımızda o, arabasını park ettiği yere doğru yürüdü. Hiçbir şey söylemeden peşinden gittim. O kadar sessizdi ki, her adımı beni daha da rahatsız ediyordu. Arabasına bindi, ben de fazla düşünmeden yan koltuğa geçtim. Bir kelime bile etmedi. , arabayı sürdü. Arabada, sessizlik bizi sardı. Yalnızca motorun uğultusu vardı, Kendimi bir an Korkut'a fazla mı sert davrandım diye düşünürken buldum. Çok mu ileri gitmiştim acaba? Göz ucuyla ona baktım. Yüzü hala ifadesizdi ama bir şey vardı... Sanki Korkut üzgün gibiydi. Gerçekten üzgün olabilir miydi? Onu üzdüğümü fark etmek, içimde garip bir huzursuzluk yaratıyordu. O an anladım ki, Korkut’u üzünce mutlu olacağımı sanmıştım. Ama yanılmışım. Onu üzdüğümde mutlu olan ben değil, tam tersine daha da üzülen yine ben oluyordum. keşke aile konusuna girmeseydim adamın yarasına bir kadeh tuz döktüm resmen "Allahım, aşk neden bu kadar karmaşık ?" diye içimden geçirdim. Yol boyunca her seferinde ona kaçamak bakışlar attım. Sürekli ona bakmadan duramıyordum, ama her seferinde yakalanma korkusuyla gözlerimi hemen başka yöne çevirdim. Korkut’tan bir şeyler bekliyordum. Bir tepki, bir sözcük… Ama hiçbir şey gelmedi. Sessizliği bile bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu sanki, ama anlamıyordum. Ya da anlamak istemiyordum. Kendi kendime cesaret toplamaya çalışıyordum. Konuşmak için, ona bir şeyler söylemek için… Ama ne diyecektim? Korkut’un bu sessizliği beni daha da zor bir duruma sokuyordu. Tekrar denedim, biraz daha sesli bir şekilde “Korkut!” Yine cevap yok. Sanki duvarla konuşuyordum. Sessizliği daha da derinleşiyor, aramızdaki mesafe büyüyordu. Kendimi durduramıyordum, bu sessizliği bozmak istiyordum. Ama ne desem onu kendine getirecekti? Sonunda hafif bir gülümsemeyle işin dalgasını geçmeye karar verdim. “Sen bana trip mi atıyorsun yavrum ?” dedim, biraz şakayla karışık. Cevap hala yoktu tepkisizdi Derin bir nefes alıp ellerimi sıkıca kavuşturdum. Sinirlenmeye başlamıştım. “Korkut! Korkut, cevap ver ya!” Bu kez sesim hafif bir sitemle yükseldi. Ama o hâlâ suskunluğunu bozmuyordu. Sessizliğin içinde kaybolmuştuk. Yol boyunca tek kelime etmedik. “Korkut, arabayı kenara çeksene,” , içimdeki sabırsızlıkla. Sesim neredeyse yalvarırcasına çıktı. Bir an bakmadı. Ama sonra, gözleriyle bana döndüğünde ifadesi her zamanki kadar ciddi ve mesafeliydi. “Bakma öyle, Kardelen,” dedi, gözlerimi yakalamışken. Şaşırarak ona baktım. “Nasıl bakmamayım?” onun ne demek istediğini anlamaya çalışarak. “Kedi gibi bakıyorsun,” dedi soğukkanlı bir şekilde, sanki bu bakışım onun için bir zaafmış gibi. dudaklarımın ucunda bir gülümseme belirdi. “Bu iyi bir şey sanırım,” diye mırıldandım. “Artık insanlardan bir şey isterken bu bakışı kullanırım.” “Kullanma,” , sesi garip bir tondaydı sesinin renginden anlamlar çıkarmaya başlamıştım Ne demek istediğini anlamamıştım. “Bu bakış bana özel olarak kalsın. Benden bir şey isterken kullan,” Sesi ciddi ama içinde bir sıcaklık taşıyordu. Gözlerindeki o anlam dolu bakış kalbime bir kez daha dokundu. Bir an için sessiz kaldım. Kalbimde bir şeylerin hızlandığını hissettim. Cesaretimi topladım ve dudaklarımı hafif bir gülümsemeyle büzerek ona bakmaya devam ettim. “Benimle konuşursan, kedi gibi bakarım sana. Kimseye de bakmam, sana özel olur,” , dalga geçer gibi . Ama kalbimde gerçekten bunu istiyordum. Sadece onunla konuşmak, onunla bu sessizliği bozmak istiyordum. “Dinliyorum, Kardelen,” . Sesi duygusuzdu, umursamaz bir tonda. Ama o sesin altında başka bir şey vardı. Hissettiğim ama bir türlü anlayamadığım bir ağırlık. Bir an için tereddüt ettim. Ne söylemeliydim? Derin bir nefes aldım ve kelimeler, birer birer ağzımdan döküldü “Özür dilerim, Korkut,” diye tekrarladım . Ona baktım, ama o yüzündeki maske hiç değişmedi. Sessizce gözlerimin içine bakıyordu, sanki beni çözmeye çalışıyormuş gibi. Sonunda, başını biraz yana eğerek derin bir nefes aldı. Ertesi sabah uyandığımda, odada dolaşan ağır hava ve derin bir boşluk hissi içimde dolaşmaya başladı. Kafamın içindeki uğultu bir türlü susmak bilmiyordu. Telefonum elimde, ekranına bakarken sanki kalbim her an yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Dün mesajı atan kişiyle her şeyin çözülmesini bekliyordum. Bütün cevaplar o kişideydi, biliyordum. Abimle ilgili bilmediğim ne varsa, abimin ölümüyle ilgili tüm karanlık noktalar, onun ağzından dökülecekti. Fakat… hiçbir şey yoktu. Sanki o kişi hiç var olmamış gibi. Telefonuma tekrar baktım, mesajlar, aramalar… Hiçbir şey. Bu sessizlik çığlık atıyordu.Boğazımda büyüyen o düğüm, her geçen saniye daha da sıkıyordu nefesimi. O mesaj, o aniden beliren bilinmezlik, şimdi kaybolmuştu. Derin, ürkütücü bir boşluk bırakarak. Belki de bütün bunlar sadece bir oyundu. Beni avucuna alıp sonrasında geride bırakan soğuk bir oyun. Ama abimin ölümü bir oyun değildi. Bu kadar gerçek ve acı bir şey, nasıl bu kadar sessiz kalabilirdi? Her saniye aklıma daha fazla düşünce hücum ediyordu. Belki de o kişi, abimin ölümü hakkında çok daha fazlasını biliyordu ve şimdi susturulmuştu. Ya da… beni cezalandırmak için sessiz kalıyordu. O kadar çok şey vardı ki kafamda dönen, bu sessizlik içinde boğuluyordum. Gün boyunca telefona kilitlenmiş bir şekilde, tekrar mesaj gelecek mi diye bekledim. Her bir an, umut ve korkunun iç içe geçtiği bir kaygıya dönüşüyordu. Bir sonraki mesajı beklemekten başka çarem yoktu. Zihnim sürekli aynı sorulara dönüyordu: "Neden sustu? Bir şey mi oldu? Yoksa bana mı zarar vermek istiyor?" Korkut… Korkut da olmasaydı belki çoktan öğrenmiştim her şeyi. Belki adım adım gerçeğe biraz daha yaklaşmıştım. Fakat o, beni geri çekmeye devam etti. Sanki her adımımda, onun gölgesi arkamdaydı, beni geriye çekiyor, gerçeklerden uzak tutuyordu. Abimin ölümünün ardında yatan sırlar, her geçen saniye daha da karanlık bir hal alıyordu.Zihnimdeki boşluklar dolmuyordu. Hatta daha da büyüyor, derinleşiyordu. O mesaj atan kişiyle bir daha ne zaman bağlantı kuracağımı bilmiyordum. Ama başka seçeneğim de yoktu. Beklemek zorundaydım. “Kardelen! Kardeleeeen! Mihrimin sesi, evin içindeki soğuk ve ağır havayı delercesine yankılandı. İçimde hafif bir titreme hissettim, sanki gerçeklikten aniden koparılmıştım. Düşüncelerimin bulanıklığıyla boğuşurken, 'Neden bana Kardelen diyor? diye düşünmeden edemedim ben onun halasıydım azıcık saygı canım ama benim de zihnim karışıktı en iyisi kardelen desin Derin bir nefes alıp sesin geldiği tarafa döndüğümde, Mihriban'ı ellerinde tuttuğu bir resimle bana doğru koşarken gördüm. Gözlerinde çocuklara özgü o eşsiz heyecan vardı; dudaklarının köşelerinde saklanan gülümsemesi ise ona tatlı bir sevimlilik katıyordu. Gözlerim, resimde gezindi ve bir anlık bir şaşkınlıkla duraksadım. Mihriban, Korkut’u ve Belin’i birbirine sarılmış bir şekilde çizmişti. Mihriban’ın elini tutarak evden çıkarken, içimde garip bir huzursuzluk vardı. "Hadi bakalım, anneni daha fazla bekletmeyelim," dedim, ama sesimdeki gerginliği saklayamadım. Bu ziyaretin içimde uyandırdığı tedirginlik , belki de Belin’in durumu hakkında bilmediklerimden kaynaklanıyordu Sonunda , kliniğe geldik. Mihriban sabırsızlıkla yerinde duramıyordu. Küçük adımlarıyla hemen kapıya yöneldi, ama bense her adımda içimde büyüyen tedirginlikle duraksıyordum..Hastanedeki görevli, bizi Belin’in odasına doğru yönlendirdi. Adımlarım ağırlaşırken, odanın kapısına yaklaştığımızda içimdeki korku, iyice derinleşti. Belini daha önce ziyaret etmiştim ama çok suskundu, benimle iletişim kurmamıştı. Beni görünce nasıl tepki verecekti acaba? . Odaya girdiğimizde, Belin’in yatakta, elinde kağıt ve kalemle oturduğunu gördüm Kalemi tutan elleri hafifçe titriyordu. Yüzü solgundu, ama yine de güçlü görünmeye çalışıyor gibiydi . O da hafifçe gülümsedi, bu sözler ona iyi gelmişti. Ben de gülümsemeye devam ettim, ama gözlerim farkında olmadan Belin’in kollarına kaydı. O an, kollarında ince çizikler ve izler fark ettim. . O da benim baktığımı fark etmiş olmalı ki, bir anda kollarını saklamak istercesine ellerini bedenine doğru çekti. Sanki utanç ya da mahcubiyetle ellerini bir araya getirdi. Belin, bakışlarımın hala kollarında olduğunu fark edince derin bir nefes daha aldı. “Geçmiş,” dedi sessizce, sanki bana açıklama yapma ihtiyacı hissediyormuş gibi. Bu izler... artık sadece geçmişte kaldı.” Belin, gözlerini bana çevirdiğinde, gözlerinde yaşlar birikmişti.
“Adım adım yapacaksın, Belin,” dedim, onu cesaretlendirmeye çalışarak. -Aniden gülmeye başladı biraz tedirgin oldum acaba fazla mı sert konuşmuştum Bende gülmeye başladım. “Bence güzel bir tanışma oldu ama senin elin çok ağırdı,”dedim, gülümsememi daha da genişleterek. Mihriban, yavaşça gözlerini açtı. Uyku mahmuru, hafifçe gözlerini ovuşturdu ve şaşkın gözlerle annesine baktı. Belin’in gözleri doldu . “Gel bakalım, bir tanem,” dedi. Mihriban, annesinin kollarına sokulurken o sıcaklıkla biraz daha uyuyakalacak gibi görünüyordu. Ama birden küçük bedeni gerildi, gözlerinde bir endişe belirdi. Başını annesinin boynuna daha da sıkı gömdü ve sesi hafifçe titreyerek fısıldadı: “Anne, sen de gel…” Belin’in yüzü bir an için gölgelenmişti. . “Kızım… Yakında geleceğim, tamam mı? Söz veriyorum,” Mihriban, annesinin boynuna sıkıca sarıldı, sanki bir daha ayrılmak istemez gibi. O küçücük elleriyle annesinin göğsüne tutunmuştu. “Tamam,” dedi ama sesi hala belirsiz bir endişe taşıyordu. Koridora çıktığımızda Mihriban hâlâ annesine dönüp bakıyordu, sanki her an geri dönüp onun yanında kalmak istermiş gibi.dokunsam ağlayacak gibiydi hafifçe eğildim şimdi boylarımız eşitlendi sarıldım
“Kuzum, nefes al,” dedim, sesi titreyen bir sabırla. "Mihriban, derin bir nefes al, tamam mı? Hadi bakalım, güzelim , yavaşça..." Onun titreyen omuzlarına biraz daha sıkı sarıldım, küçük göğsü nefes alıp verdikçe hıçkırıklarla sarsılıyordu. Nefesi düzensizdi, sanki ağlamaktan ciğerleri yorulmuştu ama bir türlü duramıyordu. Kollarımda sakinleştirmeye çalıştım. Mihriban’ın küçücük elleri hala göğsüme sımsıkı yapışmıştı, o ince parmaklar çaresizce beni bırakmamaya çalışıyordu. "Evdeki eşyalarımızı toplayıp buraya taşınalım mı, ? .Annemin yanına taşınalım." Mihriban burnunu çekti, gözyaşlarının ardından bana bakmaya çalıştı. Başını yavaşça salladı ama hala o üzgün ifade yüzünde donup kalmıştı.. "Ah benim küçüğüm..." dedim, gözlerim dolmuştu Bir an duraksadım ve gülümsemeye çalışarak, “Bana her şeyi anlatabilirsin, biliyorsun değil mi? Unutma, ben bir cadıyım!” dedim. Mihriban burnunu tekrar çekti, dudakları titredi. Gözleri tekrar dolmuştu. Sanki söylediklerim ona hiçbir teselli getirmemişti. “Yarın…” dedi, sesi yine titriyordu. “Yarın arkadaşım Ada’nın doğum günü var. Herkesin annesi gelecek.” Boğazı düğümlendi, hıçkırıkları yeniden yükselmeye başladı. “Ama benim annem burada… Gelemez ki.” Bu son cümleyle beraber, tekrar hıçkırarak ağlamaya başladı. Ama Mihriban bu fikre yanaşmadı. Kafasını hızla salladı, "İstemiyorum," dedi, sesi zayıf ama kararlıydı. Küçük gözlerinde hala bir bulut vardı. "Çünkü," dedi, gözleri yerden hiç kalkmadan, "herkesin annesi ve babası gelecek. Ben orada yalnız olacağım. Hem... bir de o kadın da orada olacak. İstemiyorum." Sesinde hem korku hem de kırgınlık vardı. Bir an donup kaldım. Hangi kadın? Mihriban'ın küçücük kalbini bu kadar yaralayan kişi kim olabilirdi? Yavaşça, onu daha fazla zorlamamaya çalışarak sordum: "Hangi kadın, kuzum? Kim seni bu kadar üzdü?" Mihriban başını hızla sağa sola salladı, bana bakmak istemiyordu. anlatmak çok zor geliyordu, bunu hissedebiliyordum. Elimi yavaşça saçlarının arasına sokup okşamaya başladım, parmaklarım o incecik tellerin arasında dolaşırken, yumuşak bir ses tonuyla fısıldadım: "Anlat bana, güzelim . Söz veriyorum, her ne olduysa ben senin yanındayım. .Yarın o doğum gününe gidip, o kadının saçını başını yolmazsam bana da Kardelen demesinlerdi. Kimse benim abimin sevdiği kadına bir şey diyemezdi, kimse Mihriban’ın canını acıtamazdı. Kim olursa olsun... Mihriban'ın ellerini tuttum, nazikçe ellerini sıktım. Gözyaşlarını silmeye çalışırken ona cesaret verecek bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum. “Kuzum,” dedim, sesimi yumuşatarak, “hadi bakalım, arkadaşın için güzel bir hediye seçelim, ne dersin? Belki o zaman kendini daha iyi hissedersin.” Ama Mihriban isteksizdi. Bunu gözlerinden ve yüzünden anlayabiliyordum. Yine de, ona umut vermek istiyordum. Sesi hala bir endişe doluydu. “Mihriban,” dedim tekrar, “doğum gününe gitmek istiyor musun ?” Başını yavaşça salladı. “Gitmek istiyorum... ama tek başıma olacağım. Kimse benimle olmaz.” Gülümseyerek başımı salladım. “Tabii ki, kuzum,” dedim, “hem de birlikte çok eğleneceğiz. Şoför kapıyı açtığında, Mihriban yavaşça arabaya bindi.. Mihriban sessizce koltuğuna yerleşirken, gözleri hâlâ pencereden dışarıya bakıyordu. "Alışveriş merkezine gidiyoruz dedim . Şoför arabayı çalıştırırken, Mihriban'ın gözlerinde anlık bir parıltı gördüm. Başını hafifçe salladı ve pencerenin buğulu camına yaslandı. Alışveriş merkezine vardığımızda, renkli vitrinlerin önünde dolanmaya başladık. Mihriban’ın adımları ilk başta yavaş ve ürkekti "Arkadaşın nelerden hoşlanıyor, kuzum?" diye sordum, elimi omzuna koyarak. Küçük gözleri birdenbire canlandı. vitrinlerin önünde durduk, raflara bakarken elleriyle işaret etti, "Yapboz!" dedi neşeyle. O an, küçük kalbinde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Belki de ilk kez bu kadar canlı bir tepki veriyordu, içimde bir umut yeşerdi. Yavaş adımlarla mağazaları dolaşırken, onun heyecanını gözlemledim. Seçtiği yapboz kutusunu küçük elleriyle kavrarken yüzünde beliren mutluluk her şeye değerdi Mihriban başını kaldırıp gözlerime baktı, bir anlık duraksamayla derin bir nefes aldı. Kafasını yavaşça salladı ve sessizce kabul ett i. "Tamam," dedi . Onu biraz daha rahatlatmak için elini sıkıca tuttum.
Mihriban başını hafifçe salladı. Eve girdiğimiz anda, Çağdaş Hoca'nın kapının önünde bizi beklediğini görünce içimde garip bir huzursuzluk belirdi. Mihriban, arkamda saklanıyordu, elimi sımsıkı tutmuştu ve küçük bedeni bana daha da yapışmış gibiydi. Korku mu yoksa çekingenlik mi, tam olarak anlayamıyordum. Ancak bu huzursuzluk, sadece Mihriban’ın çekingenliği değildi; Çağdaş Hoca’ya karşı hissettiğim garip tedirginlik, içimde büyüyordu. Çağdaş Hoca, kibar bir gülümsemeyle bizi selamladı. Gözlerinde bir şeyler vardı, sanki söylenmemiş kelimeler aramızda dolaşıyordu."Beklediğiniz için teşekkür ederim, Çağdaş Bey," dedim, gözlerimi kaçırarak. Mihriban hâlâ arkamda saklanıyordu. Yavaşça ona döndüm ve yumuşak bir sesle, "Kuzum, arkadaşının hediyesini odana götür, olur mu?" dedim. Mihriban, başını hafifçe salladı ve küçük adımlarla odasına doğru uzaklaştı. Onun gidişiyle aramızda kalan sessizlik, daha da boğucu hale geldi. O an Çağdaş Hoca'nın bakışlarını fark ettim. Gözleri elime takılı kalmıştı. Bir an için içim ürperdi, neden böyle hissettiğimi bilemeden. -"Yarın için bir planınız yoksa... bir kahve içmeyi teklif ediyorum," "Affedersiniz, gerçekten kabalık etmek istemem," dedim, "Mihriban’ın yanında olmam gerekiyor."
-Ne yapacağımı bilemedim. "Kesin bir tarih veremem ama... olabilir," dedim, sesimde tereddüt vardı. Neden beni umursamıyordu ki? Hayır, yani ben sana mesaj atıyorsam, en azından bir tepki vermeni beklerim. Bir emoji bile gönderemez mi? Sinirden kafamı duvara vuracak gibi oldum. Korkut’a söverken, birden telefonumda yeni bir bildirim sesi geldi. Kalbim bir an için durdu. Mihri’nin saçlarını örmeyi bitirmiştim “Örgü kötü oldu, annem daha iyi örüyordu.” kalbimde derin bir burkulma yarattı. “Mihri, annen geldiğinde daha güzel örecek,” dedim, Ama şimdilik benim yaptığım örgüyü kullanırsan ne dersin? .” “Hadi gidelim, ,” dedim içten bir gülümsemeyle. Mihri, arka koltukta oturdu, emniyet kemerini takarken yüzünde bir mutluluk ifadesi belirdi. Sonrasında neşeli bir müzik açtık.Mihri ile birlikte söylüyorduk, gülüyorduk. Arabada ona eşlik edince yaşayamadığım çocukluğum aklıma geldi. Keşke tekrar çocuk olsam, tüm dertler anlamsız gelirdi o zaman. Bahçeye adım attığımızda, karşılaştığımız manzara bir masaldan fırlamış gibiydi. Rengarenk balonlar, parıldayan ışıklar Ortada büyük bir masa kurulmuştu; üstünde pastalar, şekerlemeler ve meyve tabakları vardı. Çocukların neşeli kahkahaları ve çığlıkları, havada dans ediyordu. . Abim hiç doğum günü kutlamamıştı. Nasıl kutlasın ki? Annem, onun varlığını istemezken "Acaba," diye düşündüm, "abimle farklı bir ailede doğsaydık, şimdi ne yapıyor olurduk? O yine şehit olacaktı, yoksa bir trafik kazasında mı ölecekti? Yolun sonu hep mi aynı olacaktı? Bahçenin köşesinde, çocukların oyun oynadığı bir alanda, şişme bir kaydırak getirmişti. Çocuklar sırayla kayıyor, neşeyle bağırıyorlardı. Evin bahçesinde, insanların neşeli sesleri arasında Mihri’yi süzmeye başladım. Birden, etrafta bir kadının Mihri’ye bakışını fark ettim; sanki onu iğrenerek süzüyor gibiydi. “Umarım tahmin ettiğim kişi olmasın,” diye geçirdim içimden. “Yoksa elimden çekeceği var bu kadının.” “Ben Leyla,” dedi, tatlı bir gülümsemeyle. “Ada’nın annesiyim.” Sınıf öğretmeni olduğumu söyleyince, Leyla Hanım bana, Ada’nın matematikte zorlandığını, bu konuda nasıl bir yol alacaklarını bilmediğini anlattı. Ben de, Ada’nın durumunu dinledikten sonra, onun muhtemelen matematikten sıkıldığını düşündüm. “Belki oyunlaştırılmış matematik tekniklerini denemek gerek,” dedim. . Sohbetimiz ilerlerken, aniden bir çığlık duydum. Bu, Mihri’nin sesiydi! Havuza düşmüştü “Gidelim, Kardelen,” dedi, hıçkıra hıçkıra ağlayarak. “Ağlarsan ben de ağlarım, yapma küçüğüm!” dedim ona. Yanında Ada da ağlıyordu. “Ne oluyor bunlara böyle, yahu?” diye düşündüm içimden. Mihri konuşmuyordu; Leyla Hanım, “İçeri geçin, size kıyafet ayarlayalım,” dedi. “Tamam,” dedim yedek kıyafet taşımıyordum. Leyla Hanım’ın verdiği kıyafetleri Mihri’ye giydirdim; zaten Ada’nın kıyafetleriydi büyük ihtimalle. Bana da yazlık beyaz bir elbise getirmişti ama ben bu elbiseyi giyemezdim ki; göğüs kısmı açıktı ve rahatsız olurdum. Ada, sessizce Mihriye'ye bakıyordu. Kuzum, başını önüne eğmişti. Leyla Hanım da ne olduğunu bilmiyordu. - "Ada, konuştu: 'Anne, Arda Mihriban'ı senin baban yok, annen de kötü kadınmış,' onu havuza itti dedi. Leyla Hanım sinirlenmişti.
Yavaşça yanına yaklaştım, ama biraz geride durarak konuştuğu kişinin sesini duyabilmek için dikkat kesildim. “Aşşkım, çok özledim,” diyordu. Sesi, tutkulu geliyordu. “Kocam yurt dışına çıkacak bu gece. Arda’yı da evdeki çalışanlar bakacak. Seni çok özledim, yanıyorum sevgilim. Seni istiyorum, senin için şimdiden çok hazırım. Bu gece acıma bana, sertçe.. Kendimi toparladım ve sonunda konuşmak için ağzımı açtım. "Bakar mısınız?" dedim, Kadın bana dönüp kibirli bir bakış attı. "Buyurun," dedi, beni baştan aşağı süzerek. , "Direkt konuya gireceğim, lafı uzatmayı sevmem. Senin gibi ahlak bekçilerinden de hiç haz etmem. Bir daha yeğenimle veya annesiyle ilgili kötü bir laf edersen ya da bir davranışta bulunursan, bedelini ağır ödersin, hanımefendi." Kadın bana küçümser bir gülümsemeyle baktı. "Sen kimsin be? Çekil önümden!" diye karşılık verdi. Bu kadarı yetmişti. Arkasından saçını tuttum ve kendime doğru çektim. Kulağına fısıldadım, sesimdeki tehdit hissedilir şekilde yükseliyordu. "Haddini bil! Eğer bir daha aynı davranışta bulunursan, hiç çekinmeden kocanı bulurum ve erkek metresinle nasıl ateşli bir şekilde seviştiğinizi ortaya çıkarırım. Anladın mı?" Kadının yüzü aniden değişti; artık ciddiyetimi anlamıştı. Yüzündeki kibir kayboldu,yerini utanç aldı. "Anladın mı?" diye tekrar sordum, bu sefer daha da baskın bir tonla. "Anladım," diye fısıldadı, yüzü domates gibi kıpkırmızı olmuştu. "Bir daha seni uyarmam direkt icrata geçerim ayrıca bir daha çocuğunu kullanarak ahlak bekçiliği yapma - başını salladı Mihriban'ın yanına giderken adımlarım daha hafif, ama hala içimde bir koruma duygusu vardı her şeyden uzak, neşeli bir tonla seslendim. ", pasta istiyorum! Hadi doğum günü pastasını keselim ve hediyelere bakalım!" Mihriban heyecanla kıkırdadı, Onun bu masum gülümsemesi içimdeki koruma içgüdüsünü daha da güçlendirdi. Sessizce içimden geçirdim,
Yol, eve doğru ilerlerken sıkça geçtiğimiz ağaçlık bir alandan geçiyordu. Her ne kadar her gün bu güzergahı kullanıyor olsam da, bu ağaçlık alanın içime verdiği huzursuzluk hissinden hiçbir zaman kurtulamamıştım. Tedirgin edici bir karanlık çökmüştü ortalığa. Ağaçların gölgeleri, sanki birer gözcü gibi etrafı sarıyordu. İçimde beliren garip bir his, bu gece bir şeylerin ters gideceğini söylüyordu. Eve yaklaşmamıza çok az bir mesafe kalmıştı ki aniden üç siyah araba yolumuzu kesti. Hızla frene bastım, direksiyonun başında donakaldım. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Mihriban, derin uykuda, hiçbir şeyden habersiz masum bir şekilde arka koltukta yatıyordu. İçimde bir dalga gibi büyüyen korkuyu bastırmaya çalıştım. Ne yapacağımı düşünmeye çalışırken, arabalardan biri yaklaştı ve içinden iri yarı bir adam çıktı. Yavaşça kapıya doğru yürüdü ve kapıyı açmamı işaret etti. "Sakin ol, Kardelen," diye kendi kendime fısıldadım. Ama sakin kalmam mümkün değildi. Adam, camın hemen dışında duruyordu. Eliyle kapıya vurdu, sertçe. "Aç kapıyı!" dedi kaba bir sesle. Telefonumu hızla çıkardım ve Korkut’a mesaj yazmaya başladım. Korkut, yardım et, Mih... Mesajı tamamlayamadan, birden camın şiddetle kırıldığını duydum. Elimdeki telefon yere düştü, mesaj yarıda kaldı. Şokla irkildim, ama bir yandan da hızla yere düşen telefonumu geri alıp mesajı göndermeyi başardım. Mihriban uyanmıştı, büyük bir korkuyla gözlerini açtı ve ağlamaya başladı. Küçük elleriyle koltuğa sıkıca tutunmuştu. Kalbim o an sanki yerinden çıkacakmış gibi çarptı. Adam kapıyı zorla açtı, içeriye doğru eğildi. "Uzat bakalım ellerini, " diye tehditkar bir şekilde emretti. Mihriban’ın hıçkırıkları içimi delip geçiyordu. Onu korumak için daha ne yapabileceğimi bilmiyordum. Ama pes etmek niyetinde değildim. Bütün korkuma rağmen, içimde bir direnç filizlendi. Kendimi toparlamalı, Mihriban’ı koruyarak bir çözüm yolu bulmalıydım. Adamın eli koluma doğru uzandı, ama ben geri çekildim. Gözlerimden ateşler saçarcasına ona baktım. dokunma!" diye bağırdım, sesimdeki öfke ve korku birbirine karışmıştı. Ama adam umursamadı. Gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı............ bölüm ile alakalı düşüncelerinizi yazabilirsiniz ..... |
0% |