Yeni Üyelik
47.
Bölüm

SÖYLENMEYEN SÖZLER

@morzamiku

 

oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım ......................................................................

 

Aralarında tek bir konuşma bile geçmediği halde bakışlarında birbirlerini anımsadıklarının ve birbirleri için önemli olduklarının itirafı vardı.
Sayfa 532,Diriliş,Lev Tolstoy

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Siyah takım elbiseli adam, kollarımdan tutup beni zorla arabanın dışına sürüklerken, içimde kopan fırtınaları bastırmaya çalışıyordum. Kalbim deli gibi çarpıyor, aklımda sadece bir şey yankılanıyordu: Allah'ım, lütfen Mihriban’a bir şey olmasın! Ben onsuz yaşayamam! Abime hesap veremem. Beni bununla sınama, Allah’ım...

Başka bir adam Mihriban’ı kucaklamıştı. Küçücük bedeni o iri adamın kollarında çaresizce kıvranıyor, gözyaşları içinde ağlıyordu. Her bir çığlığı kalbimi paramparça ediyordu.

"Susturun şu çocuğu!" diye bağırdı adamlardan biri; sesinde sabırsız bir öfke vardı. Bu bağırış, Mihriban’ı daha da korkuttu. Ağlayışları daha da yükseldi, hıçkırıkları içimi dağlıyordu. Onun ağlaması değil, gülmesi gerekiyordu; her çocuk gibi...
Diğer adam daha da sabırsızdı. "Sus dedim sana!" diye bağırdı Mihriban’a, sesi o kadar sertti ki içimde bir şeyler kırıldı. Küçüğüm bu korkuyu hak etmiyordu!

Dayanamayarak, araya girdim, "Bana verin onu, lütfen! Yanımda sakinleşir. Kaçmamız imkansız zaten, nereye gidebiliriz ki?" Sesim titriyordu ama aynı zamanda güçlüydü, çünkü Mihriban’ı korumak için her şeyi yapmaya hazırdım.

Adamlar birbirlerine bakıp sessizce anlaştılar. İsmini bilmediğim adam, sonunda insafa geldi ve Mihriban’ı bana geri verdi. Küçük bedenini hemen kollarıma çektim, sarıldım ona sımsıkıca. O an her şeyin önemini yitirdi, sadece Mihriban vardı. Titriyordu, gözyaşları yüzünden süzülüyordu.

“Korkuyorum,” dedi zayıf bir sesle, başını göğsüme yaslayarak.

"‘Yanındayım, korkma,’ diye fısıldadım kulağına, onu teselli etmeye çalışırken. ‘Unuttun mu? Ben bir cadıyım. Büyü yaparım, herkesi korkuturum.’ Hafif bir gülümsemeyle ona bakmaya çalıştım, ama o hâlâ hıçkırıyordu. Onu göğsüme daha sıkı çekip saçlarını yumuşakça okşadım, sakinleşmesi için.
Bizi zorla siyah renk bir arabaya bindirdiler."

Arabada bir süre sessizlik oldu. Diğer iki adam bir şey demiyor, sadece ilerideki yola odaklanmışlardı. Bu sessizlik, tedirginliğimi daha da arttırdı. . Korkut gönderdiğim mesajı gördü mü acaba? Bizi bulması gerekiyordu, yoksa ne olacağını hayal bile edemiyordum.

Araba sonunda dar bir sokağa saptı. Ankara’da böyle yerlerin olduğunu bile bilmiyordum. Gözlerim dolmuş, nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyordum. Sanki her şey bir kabus gibi geliyordu. Yavaş yavaş nefes almakta zorlanıyordum. Burası hiç güvenli hissettirmiyordu. Karanlık sokaklar, yan yana dizilmiş eski binalar, köhne bir sessizlik...

Sonunda araba durdu. Bir mekana gelmiştik, ama orası da en az yolculuk kadar tedirgin ediciydi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Mihriban’ı kollarımdan bırakmadan, başımı kaldırıp etrafıma bakındım. Burası neresiydi? Ne yapacaklardı bize? . Yüreğimdeki korku dalgaları, derinleşerek artıyordu. Burası daha önce gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu, bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ama ne olursa olsun, Mihriban'ı korumak için her şeyi yapacaktım.

Adam, "İnin," dediğinde kalbim tekrar hızlandı, ama bu kez içimdeki korkuyu bastırmak için Mihriban'ı daha da sıkı kucakladım.i. Ne istediklerini tam olarak bilmiyordum, ama Mihriban’a bir zarar gelmemesi için ne derlerse yapacaktım.

Yavaşça arabadan indim, Mihriban'ı göğsüme bastırarak kollarımda taşıdım. Adamın biri, "Gir içeri," diye sert bir sesle talimat verdi. İçimdeki tüm korkuyu bir kenara itmeye çalışarak adımlarımı hızlandırdım. Mihriban’ın kulağına fısıldadım:

"Dayın gelecek, bizi buradan alacak. Sakın ağlama, tamam mı? Biz güçlüyüz," dedim. başını hafifçe sallayarak onay verdi.


"Sakin ol, Mihrim," dedim ona hafifçe. . Kapıdan içeri adım attığımda, beni sert ve kaotik bir gürültü karşıladı."


gözlerim loş ışık altında yavaşça mekana alıştı. Gürültülü müzik ve içki kokuları havaya karışmıştı. Burası sanki bir bar gibiydi; etrafta oturan birkaç sarhoş adam,kahkahalar atıyor, bir yandan da bardaki kadınlara laf atıyordu. Kadınlar ise memnun değildi
Gözlerim hızla mekânı taradı. Her köşede dağınık masalar, üstünde bitmemiş içkiler, boş şişeler ve yere atılmış bardaklar vardı. Gözlerim Mihriban’ın üzerindeydi. O, hala sessizdi ama nefesi hızlanmıştı.

Adam sert bir bakışla, "Beni takip et," dedi ve ilerlemeye başladı. Onun peşinden gitmekten başka çarem yoktu. Birkaç adım attıktan sonra, arka tarafta bir kapıya yöneldi. Kapıyı açtı ve merdivenlere doğru işaret etti. Aşağısı daha da karanlıktı.

"Alt kata iniyoruz," dedi Aşağı indikçe, yukarıdan gelen müzik sesi azalmaya başladı, yerine garip bir sessizlik hakim oldu. Kalbim çılgınca atıyordu, her adımda aşağıda neyle karşılaşacağımı düşünüyordum.

Alt kata vardığımızda, kendimi karanlık ve kasvetli bir mahzene girmiş gibi hissettim. Ortada büyük, boş bir alan vardı; sanki bir dövüş ringini andırıyordu. Ancak bu ring, diğer dövüş alanlarından farklıydı. Yerde kurumuş kan lekeleri göze çarpıyordu. Kırık içki şişeleri ve yerlere saçılmış şırıngalar her yerdeydi. Kanın kokusu havada kendini hissetiryordu
İçimdeki korku daha da büyüdü, ama Mihriban'a sarılmayı sürdürerek onu korumaya çalıştım.

Ringin etrafındaki sandalyelerde sessizce oturan birkaç adam vardı. Yüzlerinde bir çeşit merhametsizlik ve sertlik göze çarpıyordu. İçlerinde birinin gözleri, odaya girer girmez benim ve Mihriban’ın üzerinde kilitlendi. Adamların konuşmadığını fark ettim; sadece sessizce bizi izliyorlardı.

Mihriban’ı kollarımda daha sıkı tutarak adımlarımı yavaşlattım.O anda tek bir düşünce zihnime çakıldı: Buradan sağ salim çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Korkut’un yardım mesajımı gördüğünü umarak, dua etmeye başladım. Ama zaman geçtikçe umudum azalmaya başlıyordu.

"Buraya neden geldik?" diye fısıldadım kendi kendime. Burası neden bu kadar korkunç bir yerdi? Ve bizi buraya getiren adamlar ne istiyordu?

Yanımızda yürüyen adam sonunda durdu ve bir kapıyı açtı. Ne olacağını bilmiyordum, ama içeriye adım attığımda her şeyin değişeceğini hissettim.

Mihriban’ı sımsıkı kucakladım, içeriye adım attık...


Mihriban’ı kucağımda tutarken, içimdeki korku giderek büyüyordu. Küçük bedeni sarsılmadan önce bile ne kadar tedirgin olduğunu hissedebiliyordum. Onu bu karanlık, korkutucu ortamdan uzak tutmalıydım. Bu dünyaya, bu kötülüğe şahit olmamalıydı. Bir çocuk, bu kadar masumken, böyle korkunç bir gerçeğe maruz kalmamalıydı.

"Mihriban, kuzum," diye fısıldadım kulağına. Sesim titriyordu, ama onun anlamaması için mümkün olduğunca sakinleştirmeye çalıştım. "Gözlerini kapat, olur mu?"

Mihriban başını bana kaldırdı, gözlerindeki masum ifade içimi delip geçti. "Ama neden?" diye sordu safça.

"Haydi küçüğüm, kapat gözlerini," dedim bu sefer daha yumuşak ama kararlı bir şekilde. "Ben aç diyene kadar açma , tamam mı?"

Bir süre tereddüt etti, ama sonunda küçüğüm 'tamam' dedi fısıldayarak gözlerini sımsıkı kapadı. Kucağımda kıpırdanmadan durdu, yüzü boynuma yaslanmıştı. Ben de onu daha sıkı sararak korumaya çalıştım. Onun böyle bir yere şahit olması beni mahvediyordu. Mihriban'ın gözlerini açıp neyle karşılaşacağını düşünmek bile istemiyordum.

Adam, bizi dar bir koridordan ilerlettikten sonra bir kapının önünde durdu. Mihriban’ı kollarımda taşıdığım için tüm dikkatimi onun güvende olmasına vermiştim, . Siyah takım elbiseli adam kapıyı sert bir şekilde çaldı. Kapının ardındaki ağır ve boğuk bir ses, “Gir,” dedi. Bu ses, karanlığın içinden yankılanır gibiydi, tehditkâr ve otoriterdi

Adam kapıyı itip açtı ve içeriye girmemizi işaret etti. O an, içimde bir soğukluk hissettim. İçeri adım attığımda karşımda gördüğüm manzara beni tamamen huzursuz etti. Burası bir ofise benziyordu, ama sıradan bir ofis değildi. Duvarlarda çeşitli antika eşyalar, silahlar Ortadaki büyük masa düzenli görünse de, masanın üstündeki belgeler, kağıtlar ve bir kaç içki şişesi vardı . Masanın arkasında geniş, deri bir koltuğa oturmuş bir adam vardı.

Adamın görüntüsü rahatsız ediciydi. Suratının büyük bir kısmı dövmelerle kaplıydı; kafasındaki keskin çizgiler ve geometrik desenler onu daha da tehditkâr gösteriyordu. Saçları kazınmıştı, gözleri ise karanlık ve soğuktu. Ama en çok dikkatimi çeken, elleriydi. Bir eli sargılıydı, diğer elinde ise iki tırnağı eksikti ve bu eksik yerler iltihaplı ve yara içindeydi. Sanki bir işkenceye maruz kalmış gibiydi .
gözlerini bana dikti, sessizce bizi süzüyordu. Tüm bu bakışlar altında kendimi tamamen savunmasız hissettim. Bu adamın kim olduğunu ve bizi neden burada tuttuğunu bilmiyordum, ama bu durumun hiç iyi bir yere gitmediğini hissediyordum.

Tam o sırada Mihriban kucağımda hafifçe kıpırdandı ve fısıldayarak, “Kardelen, gözümü açayım mı?” dedi.
"Hayır, açma," diye aceleyle fısıldadım, sesim titriyordu. "Açma, tamam mı? Henüz değil."

Mihriban bu sözüme itaat etti ve sessizce tekrar boynuma yaslandı. Küçük bedenini kollarımda hissederken, onun bu masumiyetini korumak için ne gerekiyorsa yapmaya kararlıydım. Eğer bu adamlar Mihriban’a zarar verirse, buna dayanabileceğimi sanmıyordum. İçimdeki öfke ve korku birbirine karışıyor, bu durumdan nasıl kurtulacağımıza dair zihnimde çılgınca senaryolar dönüyordu.

Adam, yüzünde hiçbir duygu belirtisi göstermeden bize bakmaya devam ediyordu. Sessizliği daha da rahatsız edici bir hale gelmişti. Sonunda, derin bir nefes alarak konuşmaya başladım.

"Ne istiyorsunuz?" dedim, sesim çatallaşarak. "Bizi neden buraya getirdiniz?

Adam, masanın arkasından kalkıp yavaşça bize doğru ilerlemeye başladı. Her adımı sessiz ama tehditkârdı. Yaklaştıkça üzerindeki dövmeler, yara izleri ve o eksik tırnakları daha belirgin hale geliyordu. O an, Mihriban'ın bu adamı görmemesi için içimden dua ettim . Eğer gözlerini açsaydı, bu korkunç görüntüyle karşılaşırdı ve belki de bu anı hayatı boyunca unutamazdı.

Adam, en sonunda karşımıza geldiğinde durdu ve eğilerek Mihriban’ın uyuyup uyumadığını kontrol eder gibi yüzünü ona yaklaştırdı. Bir an nefesimi tuttum, içimden onu geri itmek geçiyordu, ama ne kadar çaresiz olduğumu biliyordum.

Gözlerim doldu, ne kadar güçlü olmam gerekiyorsa o kadar güçlü olmaya çalıştım.

Adam sessizce koltuğu işaret etti, hiç konuşmadan gözleriyle beni yönlendirdi. Kucağımda Mihriban’la yavaşça oturdum, ona sıkı sıkıya sarılarak korunmasız bedenini kollamaya çalıştım. Kulağına yeniden fısıldadım, bu sefer çok daha sakin ve net bir şekilde: "Gözlerini açma, tamam mı? Ne olursa olsun, açma."

Başını göğsüme yasladı, hiçbir şey söylemedi. Küçücük bedeni tüm bir sığınak arıyordu ve o sığınağın ben olduğunu biliyordu. Ama ben bile bu kadar savunmasızken, onu nasıl koruyabileceğimi bilemiyordum.

Adam eline telefonunu aldı ve bana iğrenç bir sırıtışla baktı. Gözlerindeki o şeytani parıltı midemi bulandırdı. Sanki benimle değil de bir mal, bir eşya ile konuşuyormuş gibiydi. "Aslında," dedi zehir gibi çıkan kelimeleriyle, "vaktim olsa seninle biraz eğlenirdim. Güzel bir parçasın."

Kalbim hızla çarptı. O an içimde bir ateş yükseldi. Bu adamın kirli niyetini anlıyordum. Beni bir eşya gibi görmesi, küçümsemesi, küçücük bir çocuğun varlığına rağmen böyle şeyler söylemesi midemi bulandırdı. Eğer Mihriban yanımda olmasaydı, ona saldırır mıydım, bilmiyorum. Ama bu anı unutmamalıydım. Bu iğrenç bakışları, bu tehditleri, her kelimesi zihnime kazınıyordu.onun gibi insanlar bu dünyadan silinmeliydi .

"Yanımda küçüğüm olduğu için dua et," diye geçirdim içimden. Mihriban’ın zarar görmemesi için susuyordum. Eğer yalnız olsaydım, çok daha farklı bir tepki verirdim. Ama şimdi tek önceliğim onun güvende kalmasıydı. Bu pisliği sinirlendirecek bir hareket, bana değil, Mihriban’a zarar verirdi.
Adam telefonunu elinde döndürdü, gözlerini benden ayırmadan. Parmakları zarif ama tehditkâr bir şekilde ekran üzerinde dolaşıyordu, sanki yapacağı şeyden zevk alıyor gibiydi. Sonra ekrana bir şeyler yazmaya başladı, gözleri telefondan bana döndü ve alaycı bir şekilde gülümsedi.telefondan birini aradı sesi gelmiyordu duyamıyordum

"Bu akşam ringe çıkacak mısın?" diye sordu, konuşmayı sessizce dinledim
Ringe çıkmak mı? Her kelimeyi anlamaya çalışırken zihnim daha da bulanıyordu.
sırıtarak konuşmaya devam etti: "Hayır mı? Yazık... Halbuki sana ait bir şeyler var bende."

Sözleri mideme bıçak gibi saplandı. 'Sana ait bir şeyler var' derken neyi kastettiğini hemen anladım. Mihriban’a zarar verebileceklerinin tehdidini dolaylı yoldan yapıyordu. Bu adamın her kelimesi bir tehdit gibiydi ve Mihriban, onun ellerinde bir kozdu. Korkut'un bu işin neresinde olduğunu anlamıyordum. korkutun bu pislikle ne işi vardı
Korkut’a mesaj göndermeye çalışmıştım, ama hiç cevap gelmemişti. . Korkut’un buraya geleceğini umut ediyordum, her ne kadar ona kızgın olsam da, ne kadar karmaşık duygular içinde olsam da... Korkut bizi yalnız bırakmazdı, değil mi?

-. "Korkut," dedi alaycı bir tonla, "küfür etmek onları sana kazandırmaz. Mekâna gel."

Sözleri tüylerimi ürpertti. Korkut’un bu adamlarla gerçekten bağlantısı mı vardı? Neden böyle bir şey söylüyorlardı? Kafamda bin bir düşünce dolanırken, bu dünyanın karanlık yüzünü biraz daha anlamaya başlamıştım. Eğer Korkut bu insanlarla iç içeyse , nedenini sorgulamaya başladım
"Allahım," dedim içimden sessizce, "ben nasıl bir oyunun içindeyim? Korkut'un böyle biriyle ne işi olabilir?"

Adam, telefonunu cebine koyduktan sonra bana daha da yaklaşarak eğildi. Gözlerindeki karanlık parıltı, sanki ruhumu kazıyıp çıkaracak gibiydi. Sessiz kaldı, ama bu sessizlik bile tehditkârdı. Mihriban’a sarıldım, gözlerimi yere diktim. Şu an yapabileceğim tek şey beklemekti; Korkut’un bizi bulması, bu kabustan uyandırması için dua ediyordum.
bana gözlerini diktiğinde içimdeki korku büyüdü. Bir an bile gözümü kırpmadan ona baktım, o ise gözleriyle beni tartıyor, sanki zayıf bir anımı yakalamaya çalışıyordu. Sesi soğuk, kibirliydi. Her kelimesi tehdit gibi, ama aynı zamanda umursamaz bir hava taşıyordu.

"Bana bak," dedi sinirli bir bir tonla, "tanışmadık, ben Serdar."

Sanki bu tanışma bir nezaket gösterisiymiş gibi, elleri cebinde bana yaklaştı. gözlerimi doğrudan ona diktim ama kalbim hızla çarpıyordu. Bu adamın bakışları, duruşu, her şeyi tehdit ediciydi.

"İsmini söyle," dedi bu sefer daha buyurgan bir şekilde. Ancak onunla her iletişim kurduğumda kendimi daha da güçsüz hissedeceğimi biliyordum. Yine de sessizliği bozmak zorunda kaldım.

"İsmimi söylemek istemiyorum," dedim, titrek bir sesle ama mümkün olduğunca kararlı görünmeye çalışarak.

O sırada Serdar’ın gözleri, kucağımdaki Mihriban’a kaydı.
"Kucağındaki küçük velede bir zarar gelmesini istemezsin, değil mi?"
Küçüğümün ürkek bedeni hala kollarımdaydı. Ona sıkı sıkıya sarıldım. . Mihriban'a her baktığında, onu koruma isteğim daha da artıyordu. Ellerim farkında olmadan daha da sıkı sarılmıştı ona, sanki onu bu dünyadan tamamen saklayabilirmişim gibi.
Kardelen," dedim istemeyerek de olsa . Bu adama bilgi daha vermek istemiyordum
Serdar başını hafifçe salladı. "Güzel isim," diye mırıldandı, sanki gerçekten ismime önem veriyormuş gibi. Gözlerimi kaçırdım, onunla göz temasında kalmanın daha fazla dayanılmaz olduğunu hissettim.
Yeniden Mihriban’a baktım.gözlerini sıkıca kapamıştı, ama bedeni titriyordu.içinde kopan fırtınaları, korkularını, sessiz çığlıklarını hissedebiliyordum. Onun böyle bir ortama şahit olmaması gerektiğini biliyordum. "Allah'ım," diye geçirdim içimden, "ona bir zarar gelmesin, ne olur. Onun yerine ben zarar göreyim."
Serdar bir süre sessiz kaldı. O sessizlik beni daha da gerdi. Ortamdaki o boğucu atmosfer, gözlerimi yakıyordu. Bir süre sonra, yine aynı tehditkar tonuyla konuştu.
-"Konuş," dedi, sesi bu sefer daha sertti.
-"Ne?" dedim, şaşkınlıkla. Ne söylememi bekliyordu ki?

-"Sesini duymak istiyorum," diye ısrar etti. Her kelimesi bana bir emir gibi geliyordu, sanki karşı çıkma şansım yokmuş gibi. Ama yine de direnmeye çalıştım.

"Sizinle konuşmak istemiyorum," dedim, bu sefer biraz daha cesurca. "Lütfen bırakın bizi

Gözlerinde alaycı bir pırıltı belirdi. "Benim seninle işim yok, ama her an işler değişebilir," dedi tehditkâr bir tonda. "Bu, Korkut'un vereceği karara bağlı."

. Korkut’un bu işin neresinde olduğunu anlamıyordum, ama Serdar’ın söyledikleri bana sadece daha fazla belirsizlik ve endişe getirdi.

O an tek yapabildiğim şey sessizce dua etmekti. Mihriban’ı daha sıkı sararken, içimden Allah’a yalvarıyordum. "Lütfen," diye tekrar ettim sessizce, "lütfen Korkut bizi bu cehennemden kurtar."

Ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Kollarımda titreyen Mihriban’la beklerken, kaygılı bakışlarla etrafa göz atıyordum. O an, kapı bir anda sertçe açıldı ve içeriye Korkut girdi. Gözlerindeki öfke, odanın havasını birdenbire ağırlaştırdı. İçeri adımını atar atmaz, Serdar’a doğru yürümeye başladı. Sesindeki tehditkâr ton, kalbimi sıkıştırıyordu.

“Serdar, seni öldürürüm! Onlara dokunduysan seni parça parça ederim! Adam değilsin sen, orospu çocuğu!”

Serdar, alaycı bir şekilde gülümsedi. Sanki Korkut’un tehditleri umurundaymış gibi görünmüyordu. “Korkut, alındım. Annem gerçekten de orospuydu,” dedi alaycı bir tonla.

Bu sözleri duyduğumda, midem bulandı. Nasıl bir iğrenç adamdı bu? Kendi annesine bile böylesine çirkin bir yakıştırma yapan birinden daha kötüsü olabilir miydi? İçimdeki öfke ve korku birbirine karışıyordu. Gözlerim istemsizce Mihriban’a kaydı. Kucağımda, küçücük bedenine sıkıca sarılmış, titriyordu.
Korkut’un gözleri bana ve Mihriban’a doğru kaydı. Yanımıza gelmeye çalıştı ama dört koruma aniden araya girip yolunu kesti. Korkut’un öfkesi gitgide artarken, o an Mihriban usulca kulağıma fısıldadı:

“Kardelen, dayım geldi. Gözümü açayım mı?”

Hayır, zamanı değildi. Kalbim güm güm atarken, “Hayır, küçüğüm,” diye fısıldadım. “Açma gözünü, sakın.”

Korkut’un sesi yine duyuldu, sesi hala öfke doluydu. "Serdar, seninle işim bitti!"

Ama Serdar, sinsice sırıtarak karşılık verdi. “Benim işim bitmedi, Korkut. O ringe çıkacaksın.”

Korkut bir adım daha attı, sesi ölümcül bir tını taşıyordu. “Serdar, şerefsizlik yapma. Geçen hafta sondu, bitti!” dedi. Kendini kaybetmiş bir haldeydi.

“Kuralları ben koyarım, Korkut. Ya ringe çıkarsın, ya da şu küçük veled ve yanındakii hatun bende kalır,” diyerek tehdit etti.

“Serdar, seni öldürürüm!” adamlar, Korkut’u zor tutuyordu. Serdar’ın pis bir kahkaha attığını duydum. Sonra alaycı bir şekilde bana döndü, gözlerinde iğrenç bir bakışla:

“Şu hatun, Kardelen değil mi? Yatakta nasıl, iyi mi? Performansı nasıldı? Denemişsindir, biraz ipucu ver,” dedi.
“Kendimi tutamayıp, tüm öfkemle Serdar’a tükürdüm. O an, Serdar elini kaldırıp bana vuracakken, gözümü bile kırpmadım. Sadece nefretle baktım. Ne yaparsa yapsın, canımı acıtamazmış gibi hissediyordum. İçimdeki öfke, korkumu tamamen bastırmıştı.”
Korkut, korumaların ellerinden sıyrılıp Serdar’ın üzerine atıldı. O an, sanki zaman donmuş gibiydi; yalnızca . Yere düşmüş olan Serdar’ın üstüne çıkıp yumruklarını savurmaya başladı. “Orospu çocuğu! Şerefsiz!”


“Eğer ona bakışların değerse, seni öldürürüm!” diye bağırdı. Gözleri, öfke ve intikam ateşiyle parlıyordu. “Hayal edersen, seni bu dünyadan silerim! İsmini ağzına alırsan, konuşamayacak hale getiririm!”
“Ona temas edersen, bedenini lime lime ederim! Her bir parçanı sökerim!” Korkut, hırçın bir aslan gibiydi . “Onun saçının teline dokunduysan, seni insan içine çıkamayacak duruma getiririm! Onu tedirgin ettiysen , seni parçalarım!”
Korkut’un içindeki öfke, adeta bir kasırga gibi savuruyordu her şeyi. “Ona pis gözlerinle bakarsan, gözlerini çıkarıp köpeklere yedirtirim! Kirli elin onun üzerine değerse, sana dünyada cehennemi yaşatırım! Kalbi senin yüzünden acırsa, ciğerini sökerim! Seni diri diri yakarım!”
Korkut’un gözlerinde gördüğüm hiddet, beni hem tedirgin eden hem de bir o kadar çeken bir duyguyu açığa çıkarıyordu
Serdar’ın korkmuş bakışları, Korkut’un öfkesini daha da körüklüyordu.

Yumruklarını sıktı, gözleri öfkeyle parladı. "Eğer senin yüzünden tek bir damla gözyaşı döktüyse,"seni en derin sularda boğarım! Eğer sesini duyduğunda kalbinde iğrenç bir arzu belirdiyse, ses tellerini parçalarım!"
Korkut, öfkesini dizginleyemeyerek sesi yükseldi: "Onun kokusunu soluduysan, sana bir daha nefes alacak yer bırakmam! Ölsen bile seni mezarında rahat bırakmam; o mezarı kazıp, pis bedenine yeniden işkence ederim! Sana dünyada cehennemi yaşatırım!"

Korkut’un sesi gittikçe sertleşiyor, nefretini her kelimeyle daha da dışa vuruyordu. "Onunla ilgili en ufak bir yanlış düşüncen varsa, o düşünceyi beyninden söküp alırım!"


Korkut, bir saniyeliğine Serdar’dan gözlerini ayırıp bana baktığında, içimdeki tüm duygular bir anda alevlendi. . Gözleri, Serdar’a dönerken, “ Kardelen’e baktığın her saniye, seni cehenneme daha da yaklaştırırım,”

içimde bir ürperti hissettim. “Unutma bunu,” sesi bir kükreme gibi gürlerken, içindeki ateşi hissedebiliyordum.
Korkut, kendine güvenen bir tavırla Serdar’a doğru yaklaştı, kaslarının gerildiğini, içindeki öfkeyi nasıl kontrol ettiğini görebiliyordum. “Unutursan, zevkle ben hatırlatırım,”

"Serdar'ın onur kırıcı pis sözlerinden sonra Korkut'un tepkisi gayet yerindeydi. Şu an Mihrim olmasaydı , suratına vurmak istiyordum Serdar'ın. Korkut’un her bir küfrüyle içimdeki öfke biraz olsun hafifliyordu. İçimin yağları erimişti; keşke biraz daha dövseydi. İlk kez Korkut'un hayvanatlığı bir işe yaramıştı
. Kafasına yumruk at, evet işte öyle! Resmen Korkut vurdukça ben gaza geliyordum.

Mihriban, kucağım da bu yaşta böyle bir şiddete şahit oluyordu. İçimden . Ellerimi onun kulaklarına sıkıca kapattım; ne kadarını duyduğunu bilmiyordum ."
Korumalar araya girmişti ama Korkut, deliye dönmüştü. Üç adam onu zor zaptediyordu
Biz buradan nasıl çıkacaktık . Duyduğum sesler ve çığlıklar tedirginlik yaratıyordu bende
Korkut, bir kez daha yumruğunu Serdar’ın yüzüne indirdiğinde, bu sefer daha güçlü bir sesle bağırdı. “Ona dokunmayacaksın! Bunu unutma!”
Korkut’un yumrukları, Serdar’ın yüzünde izler bırakırken her defasında daha fazla kan fışkırıyordu.

Korumalar, Korkut’un öfkesini yatıştırmaya çalışıyor, ama nafileydi. Korkut, kendisini kaybetmişti ve bu durum onun için tehlikeli olabilirdi. O an, kalbimdeki korku ve endişe, daha da büyüyordu. Korkut’un ne yapacağını kestiremiyordum. Her an her şey daha da kötüleşebilirdi.
Korkut’un saldırıları devam ediyordu, ve Serdar her defasında daha da çaresiz görünüyordu. gözlerimden yaşlae kamaya başladı . üç adam daha içeri girdi. Onların gücü, Serdar ve Korkut’un arasını açabilmek için yeterli oldu. Serdar, yere düşerken ağzındaki kan, dudaklarından süzülerek yere damlıyordu, ama o umursamıyordu.

“Serdar, ağzındaki kana aldırmadan konuştu. Buradan çıkış yok. Ya dediklerimi yapacaksın ya da benimle de burada kalacaklar . Seç,” dedi
dört tane daha adam daha gelmişti ve odanın içindeki gerginlik daha da artmıştı. İçimde, buradan sağ çıkamayacakmışım gibi bir his vardı. Korkut’a çaresiz gözlerle bakarken, ona bir şey söylemek isterdim ama dilim tutulmuştu. Gözlerim, kucağımda titreyen Mihriban’a kaydı. “Gözlerini kapa, geri açma,” dedim

Korkut’un sesi, hâlâ öfkeli ama bir o kadar da yorgun geliyordu. “Tamam, çıkacağım, Serdar,” dedi.

Serdar, gözlerindeki keyif geri dönmüş gibi görünüyordu. Korkut, kendini zorla tutuyormuş gibi duruyordu.
Serdar kendinden emin bir tavırla, "Bu gece kalabalık olacak. Amerika’dan özel birini getirdim," dedi.

Korkut, bu haberi duyunca kaşlarını çattı,. "Senin adına sevindim, orospu çocuğu," diye alaycı bir tonda karşılık verdi.

Serdar ise umursamazca gülümsedi. "Bu gece senden yana çok kişi bahis oynanacak . Kaybetmeni istiyorum, Korkut. Ama yine de diren ."

Korkut, dişlerini sıkarak, "Tamam," diye yanıtladı, içinde fokurdayan öfkeyi dizginlemeye çalışıyor gibiydi

“Bu arada, iğneyle çıkıyorsun, unutma. Ama dozu bugün artırdım, rakip güçlü,” diye hatırlattı Serdar, sesindeki alaycılığı kaybetmeden.

“İstemiyorum, lan! İğne!” Korkut, öfkesini dile getirirken bir yandan da elleri titriyordu

Serdar, ona daha da yaklaşarak, “Korkut, benimle pazarlık yapacak bir durumda mısın?” dedi.

Mihriban, kucağımda titreyerek, “Kardelen, açayım mı gözümü? Ne olur, dayım burada, o bizi korur!” diye fısıldadı.

“Mihrim, biraz daha gözlerini kapat, söz veriyorum, bir daha gözlerini kapamanı istemeyeceğim,” dedim, ona güven vermeye çalışarak. Gözlerim Korkut’a kaydı. Korkut da bana baktı, bakışlarımız birbirine kilitlendi. Gözlerimi ondan çekmeye çalışırken, o gözlerini benden ayırmadı. İkimiz de tek bir kelime etmedik, ama bu sessizlik, sanki tüm konuşmaların ötesindeydi.

“Tamam, kabul,” dedi Korkut, ama sesi neden bu kadar bitkindi?
“Güzel,” dedi Serdar, sanki kazandığını düşünüyormuş gibi gülümseyerek.

Serdar, telefonunu eline alırken, “İşlerim var, sende biraz hasret gider,” dedi ve o iğrenç sırıtışla odadan çıktı. Arkasındaki adamlar da onun peşinden gitti
Onların arkasından bakarken, içimdeki tedirginlik ve kaygı, sanki üzerimde bir gölge gibi dolaşıyordu. Buradan sağ çıkacak mıydık?

“Mihrim, aç gözünü,” dedim, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak.

“Mihri, gözünü aç,” dedim tekrar ederek. Yavaş yavaş maviş gözünü açtı, Korkut’u gördükten sonra sesi titredi.

“Dayı, çok korktum. O adamlar arabamızın camını kırdı, bizi zorla bir arabaya bindirdiler
“Mavişim, geçti, bak ben geldim,” dedi Korkut, sesini yumuşatmıştı. Onun bu sakin tonu, Mihrim’in içindeki korkunun bir nebze olsun dağılmasına yardımcı oldu.


“Ben korkmadım, Kardelen söyledi senin geleceğini,”
. Korkut, Mihri'yi kucağına alarak koltuğa oturdu.

Mihri, kendini güvende hissediyor gibiydi. Korkut, Mihri'yi koltuğa oturturken sonra bana baktı.

Ellerim titriyordu; kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sanki göğsümden fırlayacak gibiydi. Ne olduğunu anlamadan Korkut bana sarıldı, ben de ona sıkıca sarıldım. O an, tüm dünyadan kopmuş gibi hissettim.
“İyi misin?” diye sordu, sesi endişeyle titriyordu. Gözlerinde derin kaygıyı görebiliyordum.
“Değilim,” , sesim boğuk çıkıyordu. Gözyaşlarım benden izin istemeden akmaya başladı, her damla içimdeki acının bir parçasıydı.“Bırakma kendini,” dedi, parmaklarıyla hafifçe yüzümü okşayarak.
“Serdar sana bir şey yapmadı değil mi?” Sesi, kaygıyla karışık bir sertlik taşıyordu
“O adam... çok iğrenç,” dedim, içimdeki öfkenin kıvılcımları yeniden alevlenirken. Sadece benim için değil, başkaları için de tehlikeli. Onun gibi biri...”

“Sakin ol, buradayım. Size zarar vermesine asla izin vermem. Ben hayattayken canınız asla acımayacak,”. Bu sözleri, bir yudum su gibi içimi ferahlatıyordu.

Korkutun yanından ayrılıp koltukta oturan Mihriban’ın yanına geçtim. O an, içimde bir boşluk hissettim, ama aynı zamanda onun bize olan bu yakınlığı beni rahatlatıyordu. Mihriban’a daha sıkı sarıldım,
Korkut yanımıza oturduğunda, Mihriban’ın nasıl hızla ona sığındığını gördüm. Küçük bedeninin hemen Korkut’un göğsüne yaslanması, bana içten bir huzur verdi

Korkut, gözlerimin içine baktı. O güçlü ve kararlı adamın yüzünde, ilk kez bu kadar derin bir kırılganlık gördüm. "Özür dilerim... Sizi koruyamadım,"
Sanki bu cümle onun omuzlarına binmiş, altında eziliyordu. Gözlerinde saklamakta zorlandığı derin bir acı vardı. Ona sarılmak, onu bu yükten kurtarmak istiyordum, ama yapamıyordum. İçimdeki kaygı ve endişe beni hareketsiz bırakıyordu.

“Korkut, bunu şimdi konuşmayalım,” dedim, ama sesim bile titriyordu. Sözlerim ona değil, sanki kendimeydi. Kaygılarım öylesine ağırdı ki, onları bastırmaya çalışmak bile imkansızdı. “Lütfen, bir an önce buradan gitmek istiyorum,”
Korkut sessizce iç çekti, sanki omuzlarında taşıdığı yük daha da ağırlaşmış gibiydi. Yavaşça başını salladı, gözlerindeki kararlılığı koruyarak. “Tamam,” dedi, yorgun bir sesle. “ ringten sonra döneceksiniz O zamana kadar yanınızdayım. Söz.”

Ama bu sözler beni rahatlatmıyordu. Aksine, içimdeki korkuyu daha da büyütüyordu. Çünkü biliyordum... O iğne... O iğne ona zarar veriyordu.

Korkut’un bu dövüşe çıkacak olması beni mahvediyordu. Ya kalbi dayanmazsa? Ya o madde yüzünden kendini kaybederse? O ringte ona ne olacağını düşünmek bile içimdeki duyguları katlanılmaz hale getiriyordu.

“Korkut,” dedim, ama sesim neredeyse çıkmıyordu. Gözlerim yaşlarla dolmaya başlamıştı, ama ona gösteremezdim. “O iğneyi olmadan ringe çıksan... Olmaz mı? Lütfen...” Kelimelerim çaresizce dökülüyordu dudaklarımdan. Onu vazgeçirebilmek için elimden gelen tek şey buydu. Ama Korkut’un bakışlarından, onun ne kadar kararlı olduğunu biliyordum.
“Yapamam, Kardelen,” dedi sonunda. Sesi buz gibi, ama içten içe parçalanıyordu. Gözlerinde o kadar acı vardı ki...
Gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Onu durduramayacağımı anlamıştım. Bu kararını değiştiremeyecektim. Ama içimdeki korku, çaresizlikle daha da büyüyordu.

“Sen güçlü değilsin, ” diye fısıldadım, kelimeler boğazımdan acıyla dökülüyordu. “Bu iğne seni daha güçlü yapmıyor... Sadece seni tüketiyor.”

Korkut, sessizce başını eğdi, sanki bu sözler onu da derinden yaralamıştı. “Biliyorum,” dedi, sesi kısık ama içten bir acıyla doluydu. “Ama başka çarem yok...sizin için ”
"Korkut, Alparslan'ı arasak, bize yardım eder. Ringe çıkmak zorunda değilsin," dedim çaresizlikle.

Korkut, gözlerime baktı ve derin bir nefes aldı. "Alparslan sınır dışı görevde, en az iki ay yok. Haluk Albay evli olmadığımızı anlamış. "

-"Nasıl anlamış?" diye sordum, merakla.

-"Sistem üzerinden evlilik kaydımızı sorgulatmış. Haluk Albay dikkatlidir, Kardelen. Sanırım bir yerde açık verdik."


-Evli olmadığımızı hangi anda belli etmiştik? diye merak ettim, ama şu an bu konu önemli değildi.
-"Şimdi ne olacak? Ben tedirgin hissediyorum.
Elleriyle yüzümü tuttu, gözlerime baktı. Gözlerinde çaresizliği aynı anda gördüm. “Size bir şey olmayacak,” Söz veriyorum
Ama bu sözler, içimdeki acıyı hafifletmeye yetmedi. "Ya yine kriz geçirirsen, Korkut?" diye sordum, endişemle.

"Kendimi tutacağım . Yanınızda kriz geçirmem, söz veriyorum. Sizi asla tedirgin etmem," dedi Korkut, ama içimdeki belirsizlik büyüyordu. Tek başına o krizi atlatamaz ki!

Bu adam dalga mı geçiyordu?
"Korkut, ben onu mu diyorum? Yavaş yavaş tükeniyorsun, farkında mısın?" dedim, gözlerimdeki kaygıyı gizleyemeyerek. Onun bu durumu görmezden gelmesi beni daha da endişelendiriyordu.

“Kardelen, ben…” derken duraksadı. Gözlerimin derinliklerine bakarak,
“Sen ne? Korkut, bu pislikle neden çalışıyorsun? Bunu kendine layık gördüğüne inanmıyorum,” dedim, içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak.

"Kardelen, anlatmam ama söz veriyorum, canınız yanmayacak. Buradan güvenli bir şekilde gideceksiniz."

Peki, neden Korkut böyle konuşuyordu? O bizimle gelmeyecek miydi? Gözlerim, onun gözlerine hapsolmuştu.


Mihri, bu sırada gözlerini kapatmıştı. Onu izlerken, içimde bir sıcaklık hissettim. “Mihri, uyumuş,” dedim, bir anlığına yumuşayan ses tonumla. Korkut, Mihriban’a daha yaklaştı, onu koltukta yatarken seyretti. Saçlarını okşarken, onu yanaklarından öptü.

Korkut’un bakışları üzerime yoğunlaştı. Gözleri, o her zamanki sakinliğini kaybedip neredeyse delici bir şekilde üzerimde parlıyordu. Bir an duraksadı, sanki içinde bir şeyler kopmuş gibiydi. Sonunda, sesindeki sertlikle konuştu. "Kardelen, sana karışmak istemem ," dedi, gözleri kıyafetime dikilmişti, "ama bu kıyafetin neden ön kısmı yok?"
Söyledikleri o an bana tamamen anlamsız geldi. Evet, üzerimdeki beyaz elbisenin önü açıktı ve bu duruma ben de aslında rahatsız oluyordum, ama şu an düşünmem gereken en son şey buydu. Kafamda dönen binlerce düşünce vardı, korkular, kaygılar… Elbise, bunların hiçbirinin arasında yer almıyordu.
Kendimi toparlamaya çalışarak, "Bu elbise .. Ben Mihri’yi arkadaşının doğum gününe götürdüm,yanlışlıkla havuza düştüm" olayları bilmesine gerek yoktu
- başka giyecek bir şeyim olmadığı için bunu giymek zorunda kaldım." .
Korkut bir an gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sonra, hiç beklemediğim bir hareketle, üzerindeki gömleği çıkardı. Üzerinde tişörtü kalmıştı
Bana doğru uzattı gömleğini, bakışları sertleşmişti. "Al, giyin," dedi, o emredici sesiyle.
“Ama…” diye başladım, sesi kesmeye çalıştım ama kelimeler dilimin ucunda boğuluyordu. .
“Ama ne, Kardelen?” dedi korkut bana yaklaştı ne yapıyordu bu adam

"Kardelen," dedi yavaşça, , sonra tekrar elbisemin ön kısmına döndü. burada... etrafta Serdar gibi pislikler dolanırken, dikkatlerini çekmemen gerekiyor. Bu senin güvenliğin için. o adamın sana bakıp kendini tatmin etmesine katlanamam"

Bir an ne diyeceğimi bilemedim. yine de, bu kadar kişisel bir alana bu kadar direkt müdahale etmesi beni şaşırtmıştı.

“Lütfen, Kardelen,” dedi, sesi bu kez daha yumuşak ama bir o kadar da içtenti . "Burada seni kimsenin görmesini istemiyorum. Özellikle de o serdarın
" Ellerini omuzlarımda hissediyordum gömleği üzerime giydirmeye çalışıyordu
. gömleği düzelterek kollarımı da içeri soktu.
. Her ne kadar elbiseme müdahale etmesi ilk başta beni rahatsız etmişse de, şimdi onun sözlerinde haklılık buluyordum.
Gömleğin kolları fazla uzundu, ama Korkut düzelttikçe her hareketinde içimde bir şeyler değişiyordu. Gömleğin içindeydim, onun kokusu her yanımı sarmıştı ve bu koku beni garip bir güven duygusuna sürüklüyordu.

Korkut, gömleği düzelttikten sonra geri çekildi, ama gözlerini benden ayırmadı. "Bu iş bittikten sonra istediğin gibi giyinebilirsin," dedi, hafif bir tebessümle. "Ama şimdi... Şimdi sadece güvende olmanı istiyorum."

Düğmeleri tek tek kapatırken, son düğmeyi de kapattığında üzerimdeki elbisenin ağır havası biraz olsun dağılmış gibiydi. “Çok komik duruyor,” dedim, gülümsememi bastırmaya çalışarak ama onun sert ifadesi buna izin vermedi.
-“Bari ilk düğmeyi aç, boğulacağım,” dedim,
-“Kardelen, başkasını boğmamam için idare etsen olmaz mı?”
Başımı sallayarak söylediklerini onayladım. “Ne yapacağız, Korkut?” dedim, endişemi gizlemeye çalışarak.
- Korkut'un gözlerinde bir bilinmezlik görüyordum, ama o, hiçbir şey söylemeden bakışlarını benden kaçırıyordu.
Korkut’un yüzündeki kararlılık, benim içimdeki endişeyi daha da derinleştiriyordu. "Canını çok yanacak mı?" dedim, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. "Ringte kendini yere at, direnme rakibine."

“Olmaz,” sesi kararlıydı ama ben onun içindeki savaşı görebiliyordum. “Öncelikle ringde direnmem gerekiyor. Burada kavga çıkması an meselesi, sonuçta bu akşam için para yatıran bir sürü kişi var.”
“Korkut, ben senin için endişeleniyorum,”
derin bir nefes alarak bana bakmaya devam etti.
“Endişelenme, buradan çıkacaksınız , söz veriyorum,” dedi, sözlerindeki samimiyeti hissettim ama yine de kalbim yerinde duramıyordu.

"Eğer iğnenin etkisiyle sana hak etmediğin sözler söylersem, lütfen üzülme, tamam mı?"

Mihri de sen de benim için değerlisiniz. Bende bıraktığın anılar çok kıymetli; umarım senin kalbinde hatırlanmaya değer biri olarak kalırım. Belki de içimdeki acı, senin kalbinde iyi bir insan olarak hatırlandıkça geçer."

"Korkut’un bu sözleri içimde bir sıcaklık yarattı, sonraki sözleri ise veda gibiydi acımasızlıktı, bencilikti. Ben vedalardan anlamazdım ki.

‘Korkut, neden böyle konuşuyorsun? Veda eder gibi. Benim kalbim çok hassas, vedaları sevmez, üzülür. Düşüncesizsin sen.’"



"Veda etmiyorum, sadece çok yorgunum," "Kendimi anlamıyorum, eski beni özlüyorum. Şimdi ben ne yapıyorum? Sizi tehlikeye atıyorum." sesi yavaş yavaş düşerken gözlerini benden kaçıyordu
"Serdar sana bir şey yapmadı, değil mi? Benden bir şey saklama," dediğinde, sesinde hem endişe hem de bastırılmış bir öfke vardı. "Eğer sana..."

"Yapmadı," dedim hızlıca, onu rahatlatmaya çalışarak. "Sadece bakıyordu. Çok rahatsız ediciydi."
Bakışı için bile onu öldürmek istiyorum ama neyse,” dedi Korkut, ellerini yumruk yaparak. Parmakları o kadar sert sıkılmıştı ki, eklemlerinin beyazladığını görebiliyordum.
“Burada duracaksınız. Ring maçından sonra yanınıza geleceğim, tamam mı?”
"Ne olacaksa olsun diyerek derin bir nefes aldım; cesaretimi topladım ve ona doğru bir adım attım, sadece sarılmak istiyordum
Korkut’a sarıldım, o da beni sıkıca kucakladı. Bedenimdeki gerginlik, o an biraz olsun hafifledi. İçimdeki tedirginliğin azalmasını istedim ama yine de ruhum bir tuhaflıkla doluydu. “Allah’ım, onu koru,” diye fısıldadım
-“İyi şanslar dilemeyeceğim, . Kaybetmen gereken bir maç."
Korkut hafif bir tebessümle karşılık verdi "Evet," dedi sakin bir tonla, "kaybetmem gerekiyor, biliyorum. Ama bu maçtan daha değerli bir şey kazandım ben."

Merakla ona baktım, kaşlarımı hafifçe kaldırarak. "Neymiş kazandığın şey?" dedim, cevabını sabırsızlıkla beklerken.
O an, Korkut'un bakışları daha da derinleşti. Gözlerime baktı . Sanki o an sadece biz vardık
Bakışları kalbime işliyordu .
"Sen ve Mihri," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yumuşak ama bir o kadar güçlüydü.
O an, yıpranmış kalbimde bir şeylerin yeniden doğduğunu hissettim.

-“Bana mesaj attığında kafayı yiyecektim,” dedi, sesi titreyerek. “Benden yardım istedin, üstelik mesajın tamamlanmamıştı. Benden yardım isteyecek kadar seni çaresiz bırakmak istememiştim
Yolun ortasında arabayı boş görünce kafayı sıyıracağım sandım. Aklım Mihri için, kalbim senin için endişelendi.”

Korkut’un daha fazla konuşmasını istemedim. Zaten içimde biriken duygularla başa çıkmakta zorlanıyordum.
“Korkut, lütfen,” dedim.
"Korkut’tan uzak durmalıyım; buradan çıktıktan sonra her şey değişecekti. Bazen uzaklaşmak, yakınlaşmaktan daha az acı veriyordu."
- “Sonra konuşalım, Korkut, lütfen.”

O an, yüzünde tekrar eski, donuk ve soğuk hali geri gelmişti. “Tamam,” dedi.

Korkut, gözlerime uzun süre bakarken içimde bir huzursuzluk belirdi. "Gitmeliyim,"
"Gitme," diyemedim; çünkü kelimelerimin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordum. Buradan çıkmamız için onun gitmesi gerekiyordu.
- Gitmesi gerekiyordu. İçimde büyüyen o boşluk, gitgide daha da belirginleşiyordu. Korkut’a bakıyordum, sanki gözlerimle ona gitme demek istiyordum. O, başını hafifçe eğip gözlerini kaçırdı.

"Bakma öyle, Kardelen," dedi, sesi sakindi
"Nasıl bakmayayım?" dedim, gözlerimi ondan ayıramayarak.
-"Gitme der gibi bakıyorsun

Gitmesini istemiyordum; içimde kötü bir his vardı neden içimden ağlamak geliyordu? Oysa her şey yolundaydı ama sanki kalbim birinin ölümünü hissetmiş gibi sıkışıyordu.
- “Korkut gi...”
“Devamını getirme, Kardelen.” Sesi sert ve keskin bir şekilde beni susturdu.
“Cümlemi tamamlamama izin ver, Korkut!” dedim, inatçı bir tavırla.
“Tamamlama.”
“Neden, Korkut?

Korkut derin bir nefes aldı, bakışlarını tekrar gözlerime dikti. "Söylememe gerek var mı?" dedi, sesi yavaşça alçaldı. "Zaten hissetmişsindir, değil mi?"

Sözleri kalbimde yankılandı, ama anlamını tam kavrayamadan tekrar konuştu.

"Keşke..." dedi, . "Keşke gözlerini saklayacak bir kıyafet olsaydı."
Kaşlarımı hafifçe çattım, ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum
Bu sözler beni şaşırtmıştı. "Korkut, bu çok saçma," dedim, gülümsemeye çalışarak. "Kim gözlerimle ne yapabilir ki?"
-"Gözlerin benim için çok değerli," , sesindeki derinlik içime işledi. "Çünkü gözlerinin içinde tanıdık bir hüzün var, tıpkı bende olan gibi... İkimize ait bir hüzün. Kimsenin o hüznü görmesini istemiyorum.
Gülmeye çalıştım ama bir yandan içimde bir hıçkırık yükseliyordu. Gözlerim doldu, hıçkırarak ağlamamak için kendimi zor tuttum. Onun gitmesini istemiyordum
Korkut, gözlerini benden ayırmadan yutkundu.
Derin bir nefes aldım, içimdeki duygularla başa çıkmaya çalışarak. "Vedalaşır gibi konuşma, Korkut," dedim, sesim çatallaştı. "Zaten geri geleceksin, değil mi?"

Korkut, gözlerimin içine uzun uzun baktı, yüzünde derin bir hüzün vardı. "Tabii ki," dedi, "ama eğer bi aksilik olursa .....
-İşaret parmağımı Korkut’un göğsüne hafifçe dokundurdum, kalbinin hızlı atışlarını hissedebiliyordum.
"Sakın," dedim, gözlerimin içine bakarak. "Sakın, Korkut, o cümleyi tamamlama."
"Kardelen, izin ver i, sesi bir an duraksadı. "Sadece..."
"Geri gelmeyeceksen ," gözlerim dolmuştu. konuşma."
Korkut sustu. Bir an, nefes alış verişi bile durur gibi oldu. Söylemek istediklerini yutuyordu.Konuşmadı ben de konuşmadım.
İçimden sürekli tekrarlıyordum, sakin olmaya çalışıyordum: Korkut güçlüdür, o çok güçlü, geri gelecek... Geri gelecek...
Korkut, Mihri ve bana son kez bakıp odadan çıkarken, kalbimde bir şeylerin kopacağını hissettim. “Allah’ım, bugün çabucak bitsin,” diye geçirdim içimden. Mihri’nin saçlarını okşayıp, Korkut’un zarar görmemesi için dua ediyordum ama içimde bir sıkıntı vardı
Kalbim dağılıyordu, canım yanıyordu. Birini sevmek bu kadar can acıtmamalıydı. Aklıma beni teselli ettiği o gece geldi ve gülümsedim. Sürekli ona “sus” demiştim, o da susmuştu. Benim için Allah’ım, kafayı sıyırdım! Kaçırılmıştım , ama ben yine de gülüyordum. . Gülümsemem, küçük bir hıçkırığa dönüştü.
En azından şu an o pislik odada değildi. Mihri ile birlikte şimdilik güvendeydik. Buradan çıktıktan sonra hayatımız hangi yöne evrilecekti? Her şey bilinmezlikteydi. Aklıma derin düşünceler doluşmaya başladı.
O an, ne kadar karamsar bir durumda olduğumuzu düşündüm. . "Bir karar vermem gerekiyor," dedim kendi kendime.
Zaman geçmiyordu. Her saniye, sonsuzluk gibi uzuyordu
. İçimde kopan fırtınalarla boğuşurken kapı aniden açıldı. İçeri dolan ağır hava, neredeyse nefes almayı zorlaştırıyordu. Ve o, Serdar, geri dönmüştü
Serdar gözlerini üzerime dikti, yüzündeki pis gülümseme hiç eksilmiyordu. O an kalbimin atışı hızlandı, ne söyleyeceğini tahmin etmeye çalışıyordum. "Seninki birazdan ringde," dedi sırıtarak, Korkut'tan bahsettiğini anlamam çok uzun sürmedi. Sözleri, kalbimde bir çapa gibi asılı kaldı, fakat daha fazlası vardı. Bakışları üzerimde dolaşırken, Korkut’un bana verdiği gömleğe odaklandı. "Ateşli zamanlar geçirmişsiniz anlaşılan," dedi, iğrenç bir zevkle. Sesi tüylerimi diken diken etti, ama öfkem daha da yükseldi. İçimde kaynayan volkanı bastırmak zorundaydım.

Sabret Kardelen, diye kendime telkin vermeye çalıştım. Bu adamın pis imalarına sabretmekten başka çarem yoktu. Ne kadar iğrenç olursa olsun, ona hakaret etmek bile kelimelerime yazık olurdu.
Tam o sırada Serdar’ın adamlarından biri odaya girdi. "Ring hazır. Beş dakikaya başlayacak," dedi, sanki bu sıradan bir duyuruymuş gibi. Ancak o beş dakikanın, her bir saniyesinin bize işkence olacağını biliyordum. O beş dakika içinde ne olacağını kim bilebilirdi ki?

Serdar hiç acele etmiyordu. O iğrenç bakışlarını Mihri ve bana çevirdi. Ardından adamlarına dönerek sakin bir sesle emrini verdi: "İkisini bizim locaya getirin. Özel konuklarımız olacaklar."

O an şok dalgası bedenimi sarstı. Gözlerimi kırpmadan Serdar’a bakarken, beynim bu cümleyi anlamaya çalışıyordu. "Ne dedin?" diye fısıldadım, ama sesim zayıftı, neredeyse kendi kulaklarım bile duymuyordu. Daha bu sözlerin ne anlama geldiğini anlayamadan, Serdar’ın adamlarından biri koltukta derin bir uykuda olan Mihri’ye doğru yaklaştı.

İçimdeki tüm korku ve öfke o anda alevlendi. "Ona dokunamazsın! Pis ellerinle ona dokunamazsın!" sesim odanın içinde yankılandı.

Adamın eli tam Mihri’ye dokunacakken, ani bir refleksle öne atıldım. İçimdeki öfkeyi dışa vurmak için bir an bile tereddüt etmedim. "Dokunma ona!" Mihri hafiften irkilmişti ama bugün çok yorulduğu için tekrar uyudu .

Adam bana döndü, gözlerinde öfke parıldıyordu. Tokat atmak için elini kaldırdı, ama ben daha hızlı davrandım. Ellerimle tokadını havada yakalayıp, dizimle karnına sert bir tekme savurdum. Adam sendeledi, ama çabuk toparlandı. Gözlerinde çıldırmış bir hayvanın hiddeti vardı. Nefesi hızlandı, yüzü kıpkırmızı kesildi. Sinirden kudurmuş bir boğa gibi üzerime geldi.
Adamın üzerime saldırmasını bekliyordum, nefesim daralıyor, kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. Ama Serdar denen adam, her şeyin farkında, bu durumdan açıkça zevk alıyordu. Yüzündeki gülümseme, her geçen saniye daha da genişliyordu.

Tam o anda Serdar, soğukkanlı ve otoriter bir sesle, "Yasin, dur," dedi. Sesi, odayı dolduran gerilimi bir anda yok etti. Adam, bir zincirle bağlanmış gibi durdu. Tekmemin etkisiyle hâlâ karnını tutuyordu, ama Serdar’ın sözleri, ona vurulmuş bir emir gibi, tüm saldırganlığını söndürmüştü.
Serdar’ın gözleri şimdi benim üzerimdeydi. Karanlık, tehditkâr bir parıltı vardı bakışlarında. Yüzündeki alaycı gülümseme hiç kaybolmamıştı. O gülümsemenin arkasında ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum, ama her adımı hesaplıydı. "Zorluk çıkarma," dedi, sesi soğuk ve keskin. "Az önce sessizdin şimdi ne değişti? Yoksa Korkut’a mı güveniyorsun? İstesem seni ona vermem."
-“Ne diyorsun, ben mal mıyım? Haysiyetsiz, şerefsiz! Benim üzerimden hak iddia edemezsin.

Allah’ım, bize neye bulaşmışız! Hayatımda gördüğüm en iğrenç insandı.”

Durdu, sonra bakışlarını daha da sertleştirip ekledi, "Korkut hiçbir şey yapamaz."Benimlesin ve yalnızca benim olacaksın ve maçı locada izleyeceksin."
İçimdeki öfkeyi ve korkuyu bastırmaya çalışıyordum, ama başaramıyordum. Serdar’ın soğuk, tehditkâr sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. "Yasin, getir şu kadını," demişti, sanki bir eşya gibi, sanki bir insan değilmişim gibi. Yasin denen adam, hiç tereddüt etmeden emirlerini yerine getiriyordu. Sertçe kollarımdan kavradı, hiç incelik göstermeden beni sürüklemeye başladı.

“Bırak beni! Bırak!” sesimi yükseltemiyordum , Mihrim korkardı
-
. Tüm çırpınışlarım, tüm direncim faydasızdı. Kollarımdaki baskı her geçen saniye daha da acı veriyordu.
İçimdeki çaresizlikle dua etmeye başladım. Allah’ım, yardım et. Mihrimi koru. O daha çok küçük. Beni göremezse korkar. Tanımadığı biriyle o odada nasıl kalır? Korku içimde büyüdü . Adam beni resmen sürüklüyordu. Ayaklarım yere sürtünüyordu, ama direnmeye çalıştıkça kollarımdaki acı daha da artıyordu. Serdar ise önde, kibirli bir tavırla yürüyordu. O rahat adımlarıyla önden ilerlerken, ben çaresizlik içinde ondan bir adım gerideydim.

Bir süre sonra loca kısmına vardık. Serdar, her zamanki o rahat tavrıyla bir koltuğa yayıldı. Hiç acele etmiyordu, sanki her anını keyif alarak yaşıyordu. Gözlerinde bir zafer ifadesi vardı, sanki beni buraya getirmiş olmak bile onun için bir başarıydı. Bir şey söylemeden bana baktı, o korkunç, delici bakışlarıyla.
“Yanımda otur,” dedi, sesi buz gibi soğuktu. Bir emir veriyormuş gibi değil, bir oyun oynuyormuş gibi rahattı. Ama bu oyunun kurallarını o yazıyordu, ve ben bu oyunun içinde esirdim.

"Hayır!" diye bağırdım. Oturmayacağım. Beni bırak!

Serdar hafifçe gülümsedi. "Sen bilirsin," dedi alaycı bir tavırla. "Ayakta izle maçı o zaman." Gözleri beni süzerken, eline aldığı içki kadehini salladı, içindeki sıvı ışığın altında dans eder gibi göründü. Bir yudum aldı, ardından gözlerini benden ayırmadan devam etti: “Keyfine bak.”

Yüzünde hafif bir tebessüm vardı, ama bu tebessümün ardında delice bir zevk yatıyordu. Bu adam, her anımdan, her direnişimden, her haykırışımdan keyif alıyordu. O manyak gözlerle beni izlerken, bir yandan içkisini yudumlamaya devam etti. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Kollarım sızlıyordu, başım dönüyordu, ama içimdeki en büyük acı, Mihrimden ayrılmak zorunda kalmış olmaktı.

Serdar’ın gözlerindeki o sinsi parıltı, içimi soğuk bir ürpertiyle doldurdu. Söylediği her kelime, bir hançer gibi ruhuma saplanıyordu. "Gömleği çıkar istersen," dediğinde, tüylerim diken diken oldu.
Şu an üzerimde Korkut’un verdiği gömleği giymiş olmaktan memnun olacağım aklıma gelmezdi.
Kendimi tutmadım. "Sana mı soracağım çıkarıp çıkarmayacağımı, maymundan beş dakika önce doğmuş, tanımlayamadığım varlık!" diye patladım.
Kendime hâkim olamadığımı fark ettim, ama sanki içimdeki ses beni durduramıyordu. İçimden bir parça, “Kardelen, sus, adam burada seni öldürse kimsenin ruhu duymaz,” diye bağırıyordu.

Ama Serdar durmadı. Tam aksine, söylediklerimden zevk aldığı belliydi. O iğrenç sırıtışını yüzüne yerleştirip sesini alaycı bir tonda yükseltti. "Küfür eden kadınlara bayılırım, tahrik edicisin.
Sözleri midemi bulandırıyordu
Kendimi tutmam mümkün değildi artık
"Bak, bir küfür ederim sana,"dedim dişlerimi sıkarak

Allah’ım, yemin ederim, cenabet değilim,diye içimden geçirdim. Neden bu adamla diyaloğa girecek günahı işledim ki? Hangi günahın bedelini ödüyorum? Kendimi bu iğrençliğin içine hapsolmuş hissediyordum.
Serdar’ın rahatlığı beni daha da delirtiyordu. Ben burada korku ve öfke içinde kıvranırken, o keyif çatarak oturmuş, bir şov izler gibi beni izliyordu. Gözleri üzerimde geziniyordu, tıpkı bir avcının kurbanını süzdüğü gibi. İçimden kaçıp gitmek, uzaklaşmak geçiyordu ama ne yaparsam yapayım, ondan kaçamayacağımı biliyordum.
- Bizi bırak, bak Korkut ringe çıkacak, zaten bizimle işin kalmadı.
- "Hayır, Korkut'a güvenmiyorum. Maçın sonuna kadar kalacaksınız. Korkut yaşarsa onunla birlikte gidersiniz; eğer yaşamazsa, arabamla seni ve şu küçük veledi istediğiniz yere bırakırım. Korkut'la anlaşmamız bu yönde."

"Hayatta kalırsa mı? Ne demek bu?" dedim, içimde beliren korku ve öfke arasında gidip gelirken.

"Doz biraz fazla kaçmış olabilir," dedi Serdar, sakin bir ifadeyle.

"Ne kadar? Allah'ın belası, ne kadar?" Şu an Serdar'ın suratına tükürmemek için kendimi zor tutuyordum. İçimdeki öfke ve çaresizlik, göğsümde bir ağırlık oluşturmuştu. Korkut’un hayatı için endişelenirken, Serdar’ın alaycı tavrı beni daha da sinirlendiriyordu.
"Altı katı kadar diyelim. Senin anlayacağın tabirle," diye yanıtladı.
Bu cümle, kalbimde bir kıyamet kopmasına neden oldu.
-“Bana karşı çıkmaman gerektiğini öğrenecek,” dedi, tabii yaşarsa
“Yaşarsa.” Bu kelime ruhumu delercesine ağırdı. Korkut dayanamaz, o doza asla. Kalbi, ruhu bunu kaldıramaz; normal seviyelere bile zor dayanırken bizim için kendini riske atıyordu.
“Bu sırada ringin ortasına Korkut ve vücut ölçüleriyle neredeyse bir dev gibi duran siyahi adam çıkmıştı. Kalbim küt küt atarken gözlerimi Korkut’tan ayıramıyordum. Yüzü değişmişti, gözleri kanlanmış, vücudu gerginleşmişti. O gece, krizi geçirdiği anı hatırlıyordum. Aynı şekilde inip kalkan çıplak göğsü ve nefesi beni endişeye boğuyordu. Bir şeyler ters gitmişti, çok ters. Serdar, Korkut’a ne yapmıştı? Dozunu artırdığını söylemişti, ama bu Korkut’u nasıl etkilemişti?

Sen tam bir şerefsizsin! ona nasıl fazladan doz verirsin diye bağırdım,
ama o yalnızca kısık bir kahkaha attı. “Canım istediği için artırdım. Sana mı soracağım? Sus ve dövüşün keyfini çıkar. Eğer sesini yükseltir ya da bir kargaşa çıkarırsan, şu küçük velet buradan sağ çıkamayacak. Anladın mı?" diye sert bir şekilde tısladı. O anda nefret, damarlarımda bir zehir gibi akıyordu. Serdar’a küfür etmek istiyordum, ama tek bir yanlış adım, her şeyin sonu olabilirdi.

Korkut ve siyahi adam ringin ortasında birbirlerinin etrafında dolanırken, kalbim göğsümde ağır ağır çarpıyordu. İkisi de harekete geçmek için hazırdı. Ringin ortasında, ölümün gölgesi Korkut’un üzerine çökmüş gibiydi. "Bu dövüşü izleyemem," diye mırıldandım kendi kendime. İnsanlar bundan nasıl zevk alabiliyordu ki? Korkut oradaydı, ben burada çaresizce izliyordum.
Gözlerim Korkut’un üzerine kilitlenmişti. O, tanıdığım adam değildi. . Çıplak göğsü hızla inip kalkıyordu, ter damlaları teninde parlıyordu. Ama en çok gözleri… O gözler, kalbimi sıkıştırıyor, acının ve çaresizliğin derinliklerinde boğulmuş gibiydim ...
"Korkut!" diye haykırmak istedim, ama sesim çıkmadı. O anda içimde bir şey kırıldı.
Hakem işareti verdiğinde, siyahi adam Korkut’a doğru ilerledi. Adeta bir fırtına gibi yaklaşıyordu. Korkut’un gözleri kararlıydı, ama vücudu sarsılmıştı. Bedenine yapılan o şey onu zorlamıştı, belli ki uyuşturucu etkisindeydi.
Gözlerimin önünde her şey bulanıklaşıyordu. Ringdeki hareketler ağır çekimde gibi görünmeye başladı. Korkut, rakibinin karşısına geçtiğinde ilk hamleyi yaptı, rakibinin karnına doğru sert bir yumruk savurdu. Bir an rakip geri sendeledi, sonra toparlandı ve Korkut'un üzerine adeta bir yırtıcı gibi saldırdı. Korkut bu maçta kaybetmeliydi, plan buydu,
. Korkut'a acımasızca vuruyordu, sanki tüm öfkesini boşaltırcasına. Korkut'un hareketleri yavaşlamaya başladı, rakibi giderek üstünlüğü eline alıyordu.

Arada seyircilerden bazıları Korkut'a hakaretler savuruyordu. Büyük ihtimalle bahis oynamış, paralarını Korkut’a yatırmışlardı. Şimdi öfkeleniyorlardı, çünkü Korkut’a her darbe geldikçe maçın sonucu kötüye gidiyordu. Kalbim sıkışıyordu, her darbe onun bedenine indiğinde içimden bir parça kopuyor gibiydi. Korkut acı çektikçe ben de çekiyordum, sanki her yumruk ruhumu parçalıyor gibiydi. Gözlerimden istemsizce yaşlar akmaya başladı. İçimdeki çaresizlik her damla yaşla dışarı taşan bir sel gibi büyüyordu. Rakibi Korkut'un göğsüne bir darbe daha indirdiğinde içimden bir çığlık koptu, ama sesim çıkmadı. Yalnızca dudaklarım titredi, kımıldayamadım.

Yanımdaki Serdar ise umursamaz bir tavırla maçı izliyordu, arada sırada telefonuna bakıyor, mesajlar atıyordu. Yüzünde hiç bitmeyen o alaycı gülümsemesi vardı. Bana dönüp göz kırptı.

"Sulugöz, ne oldu? Bakamıyor musun?" dedi sırıtarak.

Onun bu küçümseyici tavrı kanıma dokundu ama kıpırdayamıyordum. Acı, çaresizlik, korku… hepsi iç içe geçmişti. Serdar ne olduğunu anlamadan yanıma gelip omuzlarımdan kavradı, beni sertçe ringe doğru çevirdi. Korkut’un aldığı her darbeyi net bir şekilde görebileceğim bir açıya sürükledi.

"Bırak beni!" dedim, ama sesim zayıftı, neredeyse fısıltı gibiydi.

"İzle," dedi sertçe. "Gözünü kırparsan küçük veledin canı yanar."

Dudaklarım titreyerek, "Tamam, ona dokunma," dedim çaresizlikle. O an bana neyi kabul ettirdiğini anlamıyordum bile. Gözümü kırpmadan Korkut'un aldığı darbeleri izlemeye başladım. Her yumruk bedenine indiğinde sanki benim ruhum da aynı darbeleri alıyordu. Yumruklar art arda geliyordu; yüzüne, göğsüne, karnına… Korkut yere yıkıldığında gözlerim istemsizce yaşlarla doldu. Onun canı yanıyor, benim canım da onunla birlikte parçalanıyordu.

Daha fazla dayanamayarak derin bir hıçkırıkla ağlamaya başladım. Kalbim, onu böyle görmekten paramparça olmuştu. Güçsüzlüğüm, çaresizliğim beni daha da boğuyordu. gözlerim hala Korkut'taydı, her nefes alışında onun için dua ediyordum, o da bu acıya daha fazla dayanabilsin diye.

"Dayan Korkut," dedim içimden. "Ne olursa olsun, lütfen dayan."
Serdar’ın sesi kulaklarımı tırmalıyordu, alayla söylediği her kelime içimi yakıyordu.
-"Çok duygusal ağlayacağım
korkut’a bakınca gözyaşlarımı tutmam mümkün değildi. Vücudu kaskatı kesilmiş, karnındaki morluklar iyice belirginleşmişti, kaşından süzülen kan damlası her şeyi daha da dayanılmaz hale getiriyordu.
- Canı yanıyor! Sonlandır bu aptal dövüşü" dedim, sesimde çaresizlikle karışık bir öfke vardı.
Serdar’ın o soğuk sesi tekrar yankılandı. "canı mı yanıyor ? Daha çok yansın! Bak!" diye bağırdı. Onu izlememi istiyordu, Korkut’un acı içinde kıvranmasını izlememi
."Sen insan değilsin!" diye haykırdım, sesim titredi ama umurumda değildi.

. "Ona yüksek doz verdin! İğrençsin!"

Serdar’ın bakışları üzerimdeydi, o kurnaz, tehditkâr gülümsemesi dudaklarından hiç eksilmiyordu. "Bana bak..." dedi ağır ağır, sanki her sözcüğü bir bıçak gibi. "Güzelsin diye sabrediyorum, ama güzelliğin bile seni elimden kurtaramaz." Bu sözleri duyunca midem bulandı. "O çeneni kapayacaksın sesi her zamankinden daha korkutucuydu.

Ama susamazdım. Susarsam, her şey biterdi.
"İğrençsin!" diye bağırdım, tüm nefretimi kusarcasına. Ama o sadece gülümsedi. O gülümseme beni çıldırtıyordu.

“Bak!” diye bir kez daha bağırdı, Korkut’un harap olmuş bedenine işaret ederek. Gözlerim istemsizce ona kaydı, ama görmek istemiyordum. Karnındaki morluklar daha da genişlemişti, kan damlayan kaşı beni kahrediyordu.

Serdar bir adım daha yaklaşıp eğildi ve kulağıma sinsice fısıldadı. "Sulu göz... fazla mı duygusalsın? Belki başka birini bulursun. Üzülme..." Sesinde acımasız bir alay vardı,

O an nefesim tıkandı. Tüm gücümle ona dönüp, "Ne diyorsun sen, ruh hastası? Bir insanı bile bile öldürüyorsun, hem de alçakça!" diye bağırdım. Sesim titriyordu

Serdar bana bakarak kahkaha attı, o iğrenç kahkahası içimde yankılandı. "Korkut çoktan canını bana teslim etti," dedi sanki ortada hiç önemli bir şey yokmuş gibi. "Onun bedeni zaten benimdi; benim isteklerimi yerine getiriyordu. Sonunun böyle olacağını biliyordu. O sadece oyunun içinde kalmak istedi, ve kendi sonunu kendi hazırladı. Ben sadece süreci hızlandırdım."

Sözleri beynimde çınladı.Korkut... O mu istemişti tüm bunları? Yoksa bu canavar, Korkut’un sonunu getirmek için mi bu oyunu kurmuştu? Ve ben hiçbir şey yapamıyordum.

Korkut bu adamı nereden tanıyordu? Neden bu pisliğin içindeydi? Vardır bir nedeni değil mi? Yoksa Korkut'u yanlış mı tanıyordum? Korkut, bu adamlar gibi değildi ki.

- Serdar, çenemi tutarak, “Şimdi sesini çıkarma ve bak Korkut’a, ama tebrik etmeliyim, iyi dayanıyor doza,” dedi.

Serdar bana tekrar bağırdı: gözlerini kaçırma! Belki de son bakışındır, kim bilir .”

Gözlerim doldu, boğazımda bir yumru oluştu, yutkunamadım
Ben ona son kez bakamam; ona bakmam yasaktı. O, bakmamı istemezdi, bu haldeyken bile. İçimden gülmek geldi; ona bakmak bile, cennete gidecekken cehennemin kapılarını aralamak kadar zararlıydı. o ringe bakarken gözümde biten tek gözyaşım değil, Korkut'u aynı zamanda"
gözlerime ağlamamamısını söylemek istiyordum ama durmuyordu
Korkut’un bana giydirdiği gömleğinden toprak kokusu geliyordu; onun kokusu, şu an bana güç veriyordu.

Siyahi adam, Korkut’un üstüne çıkmıştı durmuyordu ... durduran da yoktu zaten
. Korkut böyle bir sonu hak etmiş miydi? O, benim abim; gitmezdi, değil mi? Hayatta kalmalıydı, beni sinir hastalığına sürüklemek için hayatta kalmalıydı...

Korkut’un yokluğuna, onsuzluğuna alışabilir miydim? Bakışlarım, gözlerim bir daha onun için ağlar mıydı?
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rakibi , Korkut’un göğsüne darbe vurmaktan yorulmuştu. Korkut gözlerini kapatmıştı ; öylece ringin ortasında uzanmıştı , yaşam belirtisi vermiyordu sanki.

- “Evet, sulugöz, güzel bir maç değil mi? Yoksa beğenmedin mi? Bıraksam onunla ölecek gibisin,” dedi. Gözlerimi Korkut’tan ayıramazken serdarın alaycılığı içimde bir öfke ateşi tutuşturdu. Korkut’un kanı ringin üzerine damlarken, yerlerde kan izleri ; kırmızı lekeler miğdem bulanıyordu daha fazla bakamayack gibi hissediyordum

“Bak, yerlerde kan var. Korkut’un kanı... İstersen, kanını saklayabilirsin , adamlarıma söylerim, senin için o kanları bir kavanoza koyarlar.Özleminde bakarsın; anı olarak kalır,”
Ringin ortasında hareketsizdi; kimse umursamıyordu onu. Etrafındaki kalabalık, rakibi için tezahüratlar yapıyor, Bir insanın umursanmayacak kadar değersiz olduğunu hissetmek, içimde derin bir acı yaratıyordu.
Donmuştum; şu an ellerim kesilse kanım akmazdı, o kadar donuktu içim. Gözyaşlarım akıyordu ama gözyaşlarımı silen adam yoktu. Şimdi, ölümün kıyısındaydı , bense hiçbir şey yapamadan öylece onu ölürken izliyordum.........................

Loading...
0%