@morzamiku
|
oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım ......................................................................
Aralarında tek bir konuşma bile geçmediği halde bakışlarında birbirlerini anımsadıklarının ve birbirleri için önemli olduklarının itirafı vardı. Başka bir adam Mihriban’ı kucaklamıştı. Küçücük bedeni o iri adamın kollarında çaresizce kıvranıyor, gözyaşları içinde ağlıyordu. Her bir çığlığı kalbimi paramparça ediyordu. "Susturun şu çocuğu!" diye bağırdı adamlardan biri; sesinde sabırsız bir öfke vardı. Bu bağırış, Mihriban’ı daha da korkuttu. Ağlayışları daha da yükseldi, hıçkırıkları içimi dağlıyordu. Onun ağlaması değil, gülmesi gerekiyordu; her çocuk gibi... Dayanamayarak, araya girdim, "Bana verin onu, lütfen! Yanımda sakinleşir. Kaçmamız imkansız zaten, nereye gidebiliriz ki?" Sesim titriyordu ama aynı zamanda güçlüydü, çünkü Mihriban’ı korumak için her şeyi yapmaya hazırdım. Adamlar birbirlerine bakıp sessizce anlaştılar. İsmini bilmediğim adam, sonunda insafa geldi ve Mihriban’ı bana geri verdi. Küçük bedenini hemen kollarıma çektim, sarıldım ona sımsıkıca. O an her şeyin önemini yitirdi, sadece Mihriban vardı. Titriyordu, gözyaşları yüzünden süzülüyordu. “Korkuyorum,” dedi zayıf bir sesle, başını göğsüme yaslayarak. "‘Yanındayım, korkma,’ diye fısıldadım kulağına, onu teselli etmeye çalışırken. ‘Unuttun mu? Ben bir cadıyım. Büyü yaparım, herkesi korkuturum.’ Hafif bir gülümsemeyle ona bakmaya çalıştım, ama o hâlâ hıçkırıyordu. Onu göğsüme daha sıkı çekip saçlarını yumuşakça okşadım, sakinleşmesi için. Arabada bir süre sessizlik oldu. Diğer iki adam bir şey demiyor, sadece ilerideki yola odaklanmışlardı. Bu sessizlik, tedirginliğimi daha da arttırdı. . Korkut gönderdiğim mesajı gördü mü acaba? Bizi bulması gerekiyordu, yoksa ne olacağını hayal bile edemiyordum. Araba sonunda dar bir sokağa saptı. Ankara’da böyle yerlerin olduğunu bile bilmiyordum. Gözlerim dolmuş, nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyordum. Sanki her şey bir kabus gibi geliyordu. Yavaş yavaş nefes almakta zorlanıyordum. Burası hiç güvenli hissettirmiyordu. Karanlık sokaklar, yan yana dizilmiş eski binalar, köhne bir sessizlik... Sonunda araba durdu. Bir mekana gelmiştik, ama orası da en az yolculuk kadar tedirgin ediciydi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Mihriban’ı kollarımdan bırakmadan, başımı kaldırıp etrafıma bakındım. Burası neresiydi? Ne yapacaklardı bize? . Yüreğimdeki korku dalgaları, derinleşerek artıyordu. Burası daha önce gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu, bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ama ne olursa olsun, Mihriban'ı korumak için her şeyi yapacaktım. Adam, "İnin," dediğinde kalbim tekrar hızlandı, ama bu kez içimdeki korkuyu bastırmak için Mihriban'ı daha da sıkı kucakladım.i. Ne istediklerini tam olarak bilmiyordum, ama Mihriban’a bir zarar gelmemesi için ne derlerse yapacaktım. Yavaşça arabadan indim, Mihriban'ı göğsüme bastırarak kollarımda taşıdım. Adamın biri, "Gir içeri," diye sert bir sesle talimat verdi. İçimdeki tüm korkuyu bir kenara itmeye çalışarak adımlarımı hızlandırdım. Mihriban’ın kulağına fısıldadım: "Dayın gelecek, bizi buradan alacak. Sakın ağlama, tamam mı? Biz güçlüyüz," dedim. başını hafifçe sallayarak onay verdi.
Adam sert bir bakışla, "Beni takip et," dedi ve ilerlemeye başladı. Onun peşinden gitmekten başka çarem yoktu. Birkaç adım attıktan sonra, arka tarafta bir kapıya yöneldi. Kapıyı açtı ve merdivenlere doğru işaret etti. Aşağısı daha da karanlıktı. "Alt kata iniyoruz," dedi Aşağı indikçe, yukarıdan gelen müzik sesi azalmaya başladı, yerine garip bir sessizlik hakim oldu. Kalbim çılgınca atıyordu, her adımda aşağıda neyle karşılaşacağımı düşünüyordum. Alt kata vardığımızda, kendimi karanlık ve kasvetli bir mahzene girmiş gibi hissettim. Ortada büyük, boş bir alan vardı; sanki bir dövüş ringini andırıyordu. Ancak bu ring, diğer dövüş alanlarından farklıydı. Yerde kurumuş kan lekeleri göze çarpıyordu. Kırık içki şişeleri ve yerlere saçılmış şırıngalar her yerdeydi. Kanın kokusu havada kendini hissetiryordu Ringin etrafındaki sandalyelerde sessizce oturan birkaç adam vardı. Yüzlerinde bir çeşit merhametsizlik ve sertlik göze çarpıyordu. İçlerinde birinin gözleri, odaya girer girmez benim ve Mihriban’ın üzerinde kilitlendi. Adamların konuşmadığını fark ettim; sadece sessizce bizi izliyorlardı. Mihriban’ı kollarımda daha sıkı tutarak adımlarımı yavaşlattım.O anda tek bir düşünce zihnime çakıldı: Buradan sağ salim çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Korkut’un yardım mesajımı gördüğünü umarak, dua etmeye başladım. Ama zaman geçtikçe umudum azalmaya başlıyordu. "Buraya neden geldik?" diye fısıldadım kendi kendime. Burası neden bu kadar korkunç bir yerdi? Ve bizi buraya getiren adamlar ne istiyordu? Yanımızda yürüyen adam sonunda durdu ve bir kapıyı açtı. Ne olacağını bilmiyordum, ama içeriye adım attığımda her şeyin değişeceğini hissettim. Mihriban’ı sımsıkı kucakladım, içeriye adım attık...
"Mihriban, kuzum," diye fısıldadım kulağına. Sesim titriyordu, ama onun anlamaması için mümkün olduğunca sakinleştirmeye çalıştım. "Gözlerini kapat, olur mu?" Mihriban başını bana kaldırdı, gözlerindeki masum ifade içimi delip geçti. "Ama neden?" diye sordu safça. "Haydi küçüğüm, kapat gözlerini," dedim bu sefer daha yumuşak ama kararlı bir şekilde. "Ben aç diyene kadar açma , tamam mı?" Bir süre tereddüt etti, ama sonunda küçüğüm 'tamam' dedi fısıldayarak gözlerini sımsıkı kapadı. Kucağımda kıpırdanmadan durdu, yüzü boynuma yaslanmıştı. Ben de onu daha sıkı sararak korumaya çalıştım. Onun böyle bir yere şahit olması beni mahvediyordu. Mihriban'ın gözlerini açıp neyle karşılaşacağını düşünmek bile istemiyordum. Adam, bizi dar bir koridordan ilerlettikten sonra bir kapının önünde durdu. Mihriban’ı kollarımda taşıdığım için tüm dikkatimi onun güvende olmasına vermiştim, . Siyah takım elbiseli adam kapıyı sert bir şekilde çaldı. Kapının ardındaki ağır ve boğuk bir ses, “Gir,” dedi. Bu ses, karanlığın içinden yankılanır gibiydi, tehditkâr ve otoriterdi Adam kapıyı itip açtı ve içeriye girmemizi işaret etti. O an, içimde bir soğukluk hissettim. İçeri adım attığımda karşımda gördüğüm manzara beni tamamen huzursuz etti. Burası bir ofise benziyordu, ama sıradan bir ofis değildi. Duvarlarda çeşitli antika eşyalar, silahlar Ortadaki büyük masa düzenli görünse de, masanın üstündeki belgeler, kağıtlar ve bir kaç içki şişesi vardı . Masanın arkasında geniş, deri bir koltuğa oturmuş bir adam vardı. Adamın görüntüsü rahatsız ediciydi. Suratının büyük bir kısmı dövmelerle kaplıydı; kafasındaki keskin çizgiler ve geometrik desenler onu daha da tehditkâr gösteriyordu. Saçları kazınmıştı, gözleri ise karanlık ve soğuktu. Ama en çok dikkatimi çeken, elleriydi. Bir eli sargılıydı, diğer elinde ise iki tırnağı eksikti ve bu eksik yerler iltihaplı ve yara içindeydi. Sanki bir işkenceye maruz kalmış gibiydi . Tam o sırada Mihriban kucağımda hafifçe kıpırdandı ve fısıldayarak, “Kardelen, gözümü açayım mı?” dedi. Mihriban bu sözüme itaat etti ve sessizce tekrar boynuma yaslandı. Küçük bedenini kollarımda hissederken, onun bu masumiyetini korumak için ne gerekiyorsa yapmaya kararlıydım. Eğer bu adamlar Mihriban’a zarar verirse, buna dayanabileceğimi sanmıyordum. İçimdeki öfke ve korku birbirine karışıyor, bu durumdan nasıl kurtulacağımıza dair zihnimde çılgınca senaryolar dönüyordu. Adam, yüzünde hiçbir duygu belirtisi göstermeden bize bakmaya devam ediyordu. Sessizliği daha da rahatsız edici bir hale gelmişti. Sonunda, derin bir nefes alarak konuşmaya başladım. "Ne istiyorsunuz?" dedim, sesim çatallaşarak. "Bizi neden buraya getirdiniz? Adam, masanın arkasından kalkıp yavaşça bize doğru ilerlemeye başladı. Her adımı sessiz ama tehditkârdı. Yaklaştıkça üzerindeki dövmeler, yara izleri ve o eksik tırnakları daha belirgin hale geliyordu. O an, Mihriban'ın bu adamı görmemesi için içimden dua ettim . Eğer gözlerini açsaydı, bu korkunç görüntüyle karşılaşırdı ve belki de bu anı hayatı boyunca unutamazdı. Adam, en sonunda karşımıza geldiğinde durdu ve eğilerek Mihriban’ın uyuyup uyumadığını kontrol eder gibi yüzünü ona yaklaştırdı. Bir an nefesimi tuttum, içimden onu geri itmek geçiyordu, ama ne kadar çaresiz olduğumu biliyordum. Gözlerim doldu, ne kadar güçlü olmam gerekiyorsa o kadar güçlü olmaya çalıştım. Adam sessizce koltuğu işaret etti, hiç konuşmadan gözleriyle beni yönlendirdi. Kucağımda Mihriban’la yavaşça oturdum, ona sıkı sıkıya sarılarak korunmasız bedenini kollamaya çalıştım. Kulağına yeniden fısıldadım, bu sefer çok daha sakin ve net bir şekilde: "Gözlerini açma, tamam mı? Ne olursa olsun, açma." Başını göğsüme yasladı, hiçbir şey söylemedi. Küçücük bedeni tüm bir sığınak arıyordu ve o sığınağın ben olduğunu biliyordu. Ama ben bile bu kadar savunmasızken, onu nasıl koruyabileceğimi bilemiyordum. Adam eline telefonunu aldı ve bana iğrenç bir sırıtışla baktı. Gözlerindeki o şeytani parıltı midemi bulandırdı. Sanki benimle değil de bir mal, bir eşya ile konuşuyormuş gibiydi. "Aslında," dedi zehir gibi çıkan kelimeleriyle, "vaktim olsa seninle biraz eğlenirdim. Güzel bir parçasın." Kalbim hızla çarptı. O an içimde bir ateş yükseldi. Bu adamın kirli niyetini anlıyordum. Beni bir eşya gibi görmesi, küçümsemesi, küçücük bir çocuğun varlığına rağmen böyle şeyler söylemesi midemi bulandırdı. Eğer Mihriban yanımda olmasaydı, ona saldırır mıydım, bilmiyorum. Ama bu anı unutmamalıydım. Bu iğrenç bakışları, bu tehditleri, her kelimesi zihnime kazınıyordu.onun gibi insanlar bu dünyadan silinmeliydi . "Yanımda küçüğüm olduğu için dua et," diye geçirdim içimden. Mihriban’ın zarar görmemesi için susuyordum. Eğer yalnız olsaydım, çok daha farklı bir tepki verirdim. Ama şimdi tek önceliğim onun güvende kalmasıydı. Bu pisliği sinirlendirecek bir hareket, bana değil, Mihriban’a zarar verirdi. "Bu akşam ringe çıkacak mısın?" diye sordu, konuşmayı sessizce dinledim Sözleri mideme bıçak gibi saplandı. 'Sana ait bir şeyler var' derken neyi kastettiğini hemen anladım. Mihriban’a zarar verebileceklerinin tehdidini dolaylı yoldan yapıyordu. Bu adamın her kelimesi bir tehdit gibiydi ve Mihriban, onun ellerinde bir kozdu. Korkut'un bu işin neresinde olduğunu anlamıyordum. korkutun bu pislikle ne işi vardı -. "Korkut," dedi alaycı bir tonla, "küfür etmek onları sana kazandırmaz. Mekâna gel." Sözleri tüylerimi ürpertti. Korkut’un bu adamlarla gerçekten bağlantısı mı vardı? Neden böyle bir şey söylüyorlardı? Kafamda bin bir düşünce dolanırken, bu dünyanın karanlık yüzünü biraz daha anlamaya başlamıştım. Eğer Korkut bu insanlarla iç içeyse , nedenini sorgulamaya başladım Adam, telefonunu cebine koyduktan sonra bana daha da yaklaşarak eğildi. Gözlerindeki karanlık parıltı, sanki ruhumu kazıyıp çıkaracak gibiydi. Sessiz kaldı, ama bu sessizlik bile tehditkârdı. Mihriban’a sarıldım, gözlerimi yere diktim. Şu an yapabileceğim tek şey beklemekti; Korkut’un bizi bulması, bu kabustan uyandırması için dua ediyordum. "Bana bak," dedi sinirli bir bir tonla, "tanışmadık, ben Serdar." Sanki bu tanışma bir nezaket gösterisiymiş gibi, elleri cebinde bana yaklaştı. gözlerimi doğrudan ona diktim ama kalbim hızla çarpıyordu. Bu adamın bakışları, duruşu, her şeyi tehdit ediciydi. "İsmini söyle," dedi bu sefer daha buyurgan bir şekilde. Ancak onunla her iletişim kurduğumda kendimi daha da güçsüz hissedeceğimi biliyordum. Yine de sessizliği bozmak zorunda kaldım. "İsmimi söylemek istemiyorum," dedim, titrek bir sesle ama mümkün olduğunca kararlı görünmeye çalışarak. O sırada Serdar’ın gözleri, kucağımdaki Mihriban’a kaydı. -"Sesini duymak istiyorum," diye ısrar etti. Her kelimesi bana bir emir gibi geliyordu, sanki karşı çıkma şansım yokmuş gibi. Ama yine de direnmeye çalıştım. "Sizinle konuşmak istemiyorum," dedim, bu sefer biraz daha cesurca. "Lütfen bırakın bizi Gözlerinde alaycı bir pırıltı belirdi. "Benim seninle işim yok, ama her an işler değişebilir," dedi tehditkâr bir tonda. "Bu, Korkut'un vereceği karara bağlı." . Korkut’un bu işin neresinde olduğunu anlamıyordum, ama Serdar’ın söyledikleri bana sadece daha fazla belirsizlik ve endişe getirdi. O an tek yapabildiğim şey sessizce dua etmekti. Mihriban’ı daha sıkı sararken, içimden Allah’a yalvarıyordum. "Lütfen," diye tekrar ettim sessizce, "lütfen Korkut bizi bu cehennemden kurtar." Ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Kollarımda titreyen Mihriban’la beklerken, kaygılı bakışlarla etrafa göz atıyordum. O an, kapı bir anda sertçe açıldı ve içeriye Korkut girdi. Gözlerindeki öfke, odanın havasını birdenbire ağırlaştırdı. İçeri adımını atar atmaz, Serdar’a doğru yürümeye başladı. Sesindeki tehditkâr ton, kalbimi sıkıştırıyordu. “Serdar, seni öldürürüm! Onlara dokunduysan seni parça parça ederim! Adam değilsin sen, orospu çocuğu!” Serdar, alaycı bir şekilde gülümsedi. Sanki Korkut’un tehditleri umurundaymış gibi görünmüyordu. “Korkut, alındım. Annem gerçekten de orospuydu,” dedi alaycı bir tonla. Bu sözleri duyduğumda, midem bulandı. Nasıl bir iğrenç adamdı bu? Kendi annesine bile böylesine çirkin bir yakıştırma yapan birinden daha kötüsü olabilir miydi? İçimdeki öfke ve korku birbirine karışıyordu. Gözlerim istemsizce Mihriban’a kaydı. Kucağımda, küçücük bedenine sıkıca sarılmış, titriyordu. “Kardelen, dayım geldi. Gözümü açayım mı?” Hayır, zamanı değildi. Kalbim güm güm atarken, “Hayır, küçüğüm,” diye fısıldadım. “Açma gözünü, sakın.” Korkut’un sesi yine duyuldu, sesi hala öfke doluydu. "Serdar, seninle işim bitti!" Ama Serdar, sinsice sırıtarak karşılık verdi. “Benim işim bitmedi, Korkut. O ringe çıkacaksın.” Korkut bir adım daha attı, sesi ölümcül bir tını taşıyordu. “Serdar, şerefsizlik yapma. Geçen hafta sondu, bitti!” dedi. Kendini kaybetmiş bir haldeydi. “Kuralları ben koyarım, Korkut. Ya ringe çıkarsın, ya da şu küçük veled ve yanındakii hatun bende kalır,” diyerek tehdit etti. “Serdar, seni öldürürüm!” adamlar, Korkut’u zor tutuyordu. Serdar’ın pis bir kahkaha attığını duydum. Sonra alaycı bir şekilde bana döndü, gözlerinde iğrenç bir bakışla: “Şu hatun, Kardelen değil mi? Yatakta nasıl, iyi mi? Performansı nasıldı? Denemişsindir, biraz ipucu ver,” dedi.
Yumruklarını sıktı, gözleri öfkeyle parladı. "Eğer senin yüzünden tek bir damla gözyaşı döktüyse,"seni en derin sularda boğarım! Eğer sesini duyduğunda kalbinde iğrenç bir arzu belirdiyse, ses tellerini parçalarım!" Korkut’un sesi gittikçe sertleşiyor, nefretini her kelimeyle daha da dışa vuruyordu. "Onunla ilgili en ufak bir yanlış düşüncen varsa, o düşünceyi beyninden söküp alırım!"
içimde bir ürperti hissettim. “Unutma bunu,” sesi bir kükreme gibi gürlerken, içindeki ateşi hissedebiliyordum. "Serdar'ın onur kırıcı pis sözlerinden sonra Korkut'un tepkisi gayet yerindeydi. Şu an Mihrim olmasaydı , suratına vurmak istiyordum Serdar'ın. Korkut’un her bir küfrüyle içimdeki öfke biraz olsun hafifliyordu. İçimin yağları erimişti; keşke biraz daha dövseydi. İlk kez Korkut'un hayvanatlığı bir işe yaramıştı Mihriban, kucağım da bu yaşta böyle bir şiddete şahit oluyordu. İçimden . Ellerimi onun kulaklarına sıkıca kapattım; ne kadarını duyduğunu bilmiyordum ." Korumalar, Korkut’un öfkesini yatıştırmaya çalışıyor, ama nafileydi. Korkut, kendisini kaybetmişti ve bu durum onun için tehlikeli olabilirdi. O an, kalbimdeki korku ve endişe, daha da büyüyordu. Korkut’un ne yapacağını kestiremiyordum. Her an her şey daha da kötüleşebilirdi. “Serdar, ağzındaki kana aldırmadan konuştu. Buradan çıkış yok. Ya dediklerimi yapacaksın ya da benimle de burada kalacaklar . Seç,” dedi Korkut’un sesi, hâlâ öfkeli ama bir o kadar da yorgun geliyordu. “Tamam, çıkacağım, Serdar,” dedi. Serdar, gözlerindeki keyif geri dönmüş gibi görünüyordu. Korkut, kendini zorla tutuyormuş gibi duruyordu. Korkut, bu haberi duyunca kaşlarını çattı,. "Senin adına sevindim, orospu çocuğu," diye alaycı bir tonda karşılık verdi. Serdar ise umursamazca gülümsedi. "Bu gece senden yana çok kişi bahis oynanacak . Kaybetmeni istiyorum, Korkut. Ama yine de diren ." Korkut, dişlerini sıkarak, "Tamam," diye yanıtladı, içinde fokurdayan öfkeyi dizginlemeye çalışıyor gibiydi “Bu arada, iğneyle çıkıyorsun, unutma. Ama dozu bugün artırdım, rakip güçlü,” diye hatırlattı Serdar, sesindeki alaycılığı kaybetmeden. “İstemiyorum, lan! İğne!” Korkut, öfkesini dile getirirken bir yandan da elleri titriyordu Serdar, ona daha da yaklaşarak, “Korkut, benimle pazarlık yapacak bir durumda mısın?” dedi. Mihriban, kucağımda titreyerek, “Kardelen, açayım mı gözümü? Ne olur, dayım burada, o bizi korur!” diye fısıldadı. “Mihrim, biraz daha gözlerini kapat, söz veriyorum, bir daha gözlerini kapamanı istemeyeceğim,” dedim, ona güven vermeye çalışarak. Gözlerim Korkut’a kaydı. Korkut da bana baktı, bakışlarımız birbirine kilitlendi. Gözlerimi ondan çekmeye çalışırken, o gözlerini benden ayırmadı. İkimiz de tek bir kelime etmedik, ama bu sessizlik, sanki tüm konuşmaların ötesindeydi. “Tamam, kabul,” dedi Korkut, ama sesi neden bu kadar bitkindi? Serdar, telefonunu eline alırken, “İşlerim var, sende biraz hasret gider,” dedi ve o iğrenç sırıtışla odadan çıktı. Arkasındaki adamlar da onun peşinden gitti “Mihrim, aç gözünü,” dedim, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. “Mihri, gözünü aç,” dedim tekrar ederek. Yavaş yavaş maviş gözünü açtı, Korkut’u gördükten sonra sesi titredi. “Dayı, çok korktum. O adamlar arabamızın camını kırdı, bizi zorla bir arabaya bindirdiler
Mihri, kendini güvende hissediyor gibiydi. Korkut, Mihri'yi koltuğa oturturken sonra bana baktı. Ellerim titriyordu; kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sanki göğsümden fırlayacak gibiydi. Ne olduğunu anlamadan Korkut bana sarıldı, ben de ona sıkıca sarıldım. O an, tüm dünyadan kopmuş gibi hissettim. “Sakin ol, buradayım. Size zarar vermesine asla izin vermem. Ben hayattayken canınız asla acımayacak,”. Bu sözleri, bir yudum su gibi içimi ferahlatıyordu. Korkutun yanından ayrılıp koltukta oturan Mihriban’ın yanına geçtim. O an, içimde bir boşluk hissettim, ama aynı zamanda onun bize olan bu yakınlığı beni rahatlatıyordu. Mihriban’a daha sıkı sarıldım, “Korkut, bunu şimdi konuşmayalım,” dedim, ama sesim bile titriyordu. Sözlerim ona değil, sanki kendimeydi. Kaygılarım öylesine ağırdı ki, onları bastırmaya çalışmak bile imkansızdı. “Lütfen, bir an önce buradan gitmek istiyorum,” Ama bu sözler beni rahatlatmıyordu. Aksine, içimdeki korkuyu daha da büyütüyordu. Çünkü biliyordum... O iğne... O iğne ona zarar veriyordu. Korkut’un bu dövüşe çıkacak olması beni mahvediyordu. Ya kalbi dayanmazsa? Ya o madde yüzünden kendini kaybederse? O ringte ona ne olacağını düşünmek bile içimdeki duyguları katlanılmaz hale getiriyordu. “Korkut,” dedim, ama sesim neredeyse çıkmıyordu. Gözlerim yaşlarla dolmaya başlamıştı, ama ona gösteremezdim. “O iğneyi olmadan ringe çıksan... Olmaz mı? Lütfen...” Kelimelerim çaresizce dökülüyordu dudaklarımdan. Onu vazgeçirebilmek için elimden gelen tek şey buydu. Ama Korkut’un bakışlarından, onun ne kadar kararlı olduğunu biliyordum. “Sen güçlü değilsin, ” diye fısıldadım, kelimeler boğazımdan acıyla dökülüyordu. “Bu iğne seni daha güçlü yapmıyor... Sadece seni tüketiyor.” Korkut, sessizce başını eğdi, sanki bu sözler onu da derinden yaralamıştı. “Biliyorum,” dedi, sesi kısık ama içten bir acıyla doluydu. “Ama başka çarem yok...sizin için ” Korkut, gözlerime baktı ve derin bir nefes aldı. "Alparslan sınır dışı görevde, en az iki ay yok. Haluk Albay evli olmadığımızı anlamış. " -"Nasıl anlamış?" diye sordum, merakla. -"Sistem üzerinden evlilik kaydımızı sorgulatmış. Haluk Albay dikkatlidir, Kardelen. Sanırım bir yerde açık verdik."
"Kendimi tutacağım . Yanınızda kriz geçirmem, söz veriyorum. Sizi asla tedirgin etmem," dedi Korkut, ama içimdeki belirsizlik büyüyordu. Tek başına o krizi atlatamaz ki! Bu adam dalga mı geçiyordu? “Kardelen, ben…” derken duraksadı. Gözlerimin derinliklerine bakarak, "Kardelen, anlatmam ama söz veriyorum, canınız yanmayacak. Buradan güvenli bir şekilde gideceksiniz." Peki, neden Korkut böyle konuşuyordu? O bizimle gelmeyecek miydi? Gözlerim, onun gözlerine hapsolmuştu.
Korkut’un bakışları üzerime yoğunlaştı. Gözleri, o her zamanki sakinliğini kaybedip neredeyse delici bir şekilde üzerimde parlıyordu. Bir an duraksadı, sanki içinde bir şeyler kopmuş gibiydi. Sonunda, sesindeki sertlikle konuştu. "Kardelen, sana karışmak istemem ," dedi, gözleri kıyafetime dikilmişti, "ama bu kıyafetin neden ön kısmı yok?" "Kardelen," dedi yavaşça, , sonra tekrar elbisemin ön kısmına döndü. burada... etrafta Serdar gibi pislikler dolanırken, dikkatlerini çekmemen gerekiyor. Bu senin güvenliğin için. o adamın sana bakıp kendini tatmin etmesine katlanamam" Bir an ne diyeceğimi bilemedim. yine de, bu kadar kişisel bir alana bu kadar direkt müdahale etmesi beni şaşırtmıştı. “Lütfen, Kardelen,” dedi, sesi bu kez daha yumuşak ama bir o kadar da içtenti . "Burada seni kimsenin görmesini istemiyorum. Özellikle de o serdarın Korkut, gömleği düzelttikten sonra geri çekildi, ama gözlerini benden ayırmadı. "Bu iş bittikten sonra istediğin gibi giyinebilirsin," dedi, hafif bir tebessümle. "Ama şimdi... Şimdi sadece güvende olmanı istiyorum." Düğmeleri tek tek kapatırken, son düğmeyi de kapattığında üzerimdeki elbisenin ağır havası biraz olsun dağılmış gibiydi. “Çok komik duruyor,” dedim, gülümsememi bastırmaya çalışarak ama onun sert ifadesi buna izin vermedi. “Olmaz,” sesi kararlıydı ama ben onun içindeki savaşı görebiliyordum. “Öncelikle ringde direnmem gerekiyor. Burada kavga çıkması an meselesi, sonuçta bu akşam için para yatıran bir sürü kişi var.” "Eğer iğnenin etkisiyle sana hak etmediğin sözler söylersem, lütfen üzülme, tamam mı?" Mihri de sen de benim için değerlisiniz. Bende bıraktığın anılar çok kıymetli; umarım senin kalbinde hatırlanmaya değer biri olarak kalırım. Belki de içimdeki acı, senin kalbinde iyi bir insan olarak hatırlandıkça geçer." "Korkut’un bu sözleri içimde bir sıcaklık yarattı, sonraki sözleri ise veda gibiydi acımasızlıktı, bencilikti. Ben vedalardan anlamazdım ki. ‘Korkut, neden böyle konuşuyorsun? Veda eder gibi. Benim kalbim çok hassas, vedaları sevmez, üzülür. Düşüncesizsin sen.’"
"Yapmadı," dedim hızlıca, onu rahatlatmaya çalışarak. "Sadece bakıyordu. Çok rahatsız ediciydi." Merakla ona baktım, kaşlarımı hafifçe kaldırarak. "Neymiş kazandığın şey?" dedim, cevabını sabırsızlıkla beklerken. -“Bana mesaj attığında kafayı yiyecektim,” dedi, sesi titreyerek. “Benden yardım istedin, üstelik mesajın tamamlanmamıştı. Benden yardım isteyecek kadar seni çaresiz bırakmak istememiştim Korkut’un daha fazla konuşmasını istemedim. Zaten içimde biriken duygularla başa çıkmakta zorlanıyordum. O an, yüzünde tekrar eski, donuk ve soğuk hali geri gelmişti. “Tamam,” dedi. Korkut, gözlerime uzun süre bakarken içimde bir huzursuzluk belirdi. "Gitmeliyim," "Bakma öyle, Kardelen," dedi, sesi sakindi Gitmesini istemiyordum; içimde kötü bir his vardı neden içimden ağlamak geliyordu? Oysa her şey yolundaydı ama sanki kalbim birinin ölümünü hissetmiş gibi sıkışıyordu. Korkut derin bir nefes aldı, bakışlarını tekrar gözlerime dikti. "Söylememe gerek var mı?" dedi, sesi yavaşça alçaldı. "Zaten hissetmişsindir, değil mi?" Sözleri kalbimde yankılandı, ama anlamını tam kavrayamadan tekrar konuştu. "Keşke..." dedi, . "Keşke gözlerini saklayacak bir kıyafet olsaydı." Korkut, gözlerimin içine uzun uzun baktı, yüzünde derin bir hüzün vardı. "Tabii ki," dedi, "ama eğer bi aksilik olursa ..... Sabret Kardelen, diye kendime telkin vermeye çalıştım. Bu adamın pis imalarına sabretmekten başka çarem yoktu. Ne kadar iğrenç olursa olsun, ona hakaret etmek bile kelimelerime yazık olurdu. Serdar hiç acele etmiyordu. O iğrenç bakışlarını Mihri ve bana çevirdi. Ardından adamlarına dönerek sakin bir sesle emrini verdi: "İkisini bizim locaya getirin. Özel konuklarımız olacaklar." O an şok dalgası bedenimi sarstı. Gözlerimi kırpmadan Serdar’a bakarken, beynim bu cümleyi anlamaya çalışıyordu. "Ne dedin?" diye fısıldadım, ama sesim zayıftı, neredeyse kendi kulaklarım bile duymuyordu. Daha bu sözlerin ne anlama geldiğini anlayamadan, Serdar’ın adamlarından biri koltukta derin bir uykuda olan Mihri’ye doğru yaklaştı. İçimdeki tüm korku ve öfke o anda alevlendi. "Ona dokunamazsın! Pis ellerinle ona dokunamazsın!" sesim odanın içinde yankılandı. Adamın eli tam Mihri’ye dokunacakken, ani bir refleksle öne atıldım. İçimdeki öfkeyi dışa vurmak için bir an bile tereddüt etmedim. "Dokunma ona!" Mihri hafiften irkilmişti ama bugün çok yorulduğu için tekrar uyudu . Adam bana döndü, gözlerinde öfke parıldıyordu. Tokat atmak için elini kaldırdı, ama ben daha hızlı davrandım. Ellerimle tokadını havada yakalayıp, dizimle karnına sert bir tekme savurdum. Adam sendeledi, ama çabuk toparlandı. Gözlerinde çıldırmış bir hayvanın hiddeti vardı. Nefesi hızlandı, yüzü kıpkırmızı kesildi. Sinirden kudurmuş bir boğa gibi üzerime geldi. Tam o anda Serdar, soğukkanlı ve otoriter bir sesle, "Yasin, dur," dedi. Sesi, odayı dolduran gerilimi bir anda yok etti. Adam, bir zincirle bağlanmış gibi durdu. Tekmemin etkisiyle hâlâ karnını tutuyordu, ama Serdar’ın sözleri, ona vurulmuş bir emir gibi, tüm saldırganlığını söndürmüştü. Allah’ım, bize neye bulaşmışız! Hayatımda gördüğüm en iğrenç insandı.” Durdu, sonra bakışlarını daha da sertleştirip ekledi, "Korkut hiçbir şey yapamaz."Benimlesin ve yalnızca benim olacaksın ve maçı locada izleyeceksin." “Bırak beni! Bırak!” sesimi yükseltemiyordum , Mihrim korkardı Bir süre sonra loca kısmına vardık. Serdar, her zamanki o rahat tavrıyla bir koltuğa yayıldı. Hiç acele etmiyordu, sanki her anını keyif alarak yaşıyordu. Gözlerinde bir zafer ifadesi vardı, sanki beni buraya getirmiş olmak bile onun için bir başarıydı. Bir şey söylemeden bana baktı, o korkunç, delici bakışlarıyla. "Hayır!" diye bağırdım. Oturmayacağım. Beni bırak! Serdar hafifçe gülümsedi. "Sen bilirsin," dedi alaycı bir tavırla. "Ayakta izle maçı o zaman." Gözleri beni süzerken, eline aldığı içki kadehini salladı, içindeki sıvı ışığın altında dans eder gibi göründü. Bir yudum aldı, ardından gözlerini benden ayırmadan devam etti: “Keyfine bak.” Yüzünde hafif bir tebessüm vardı, ama bu tebessümün ardında delice bir zevk yatıyordu. Bu adam, her anımdan, her direnişimden, her haykırışımdan keyif alıyordu. O manyak gözlerle beni izlerken, bir yandan içkisini yudumlamaya devam etti. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Kollarım sızlıyordu, başım dönüyordu, ama içimdeki en büyük acı, Mihrimden ayrılmak zorunda kalmış olmaktı. Serdar’ın gözlerindeki o sinsi parıltı, içimi soğuk bir ürpertiyle doldurdu. Söylediği her kelime, bir hançer gibi ruhuma saplanıyordu. "Gömleği çıkar istersen," dediğinde, tüylerim diken diken oldu. Ama Serdar durmadı. Tam aksine, söylediklerimden zevk aldığı belliydi. O iğrenç sırıtışını yüzüne yerleştirip sesini alaycı bir tonda yükseltti. "Küfür eden kadınlara bayılırım, tahrik edicisin. Allah’ım, yemin ederim, cenabet değilim,diye içimden geçirdim. Neden bu adamla diyaloğa girecek günahı işledim ki? Hangi günahın bedelini ödüyorum? Kendimi bu iğrençliğin içine hapsolmuş hissediyordum. "Hayatta kalırsa mı? Ne demek bu?" dedim, içimde beliren korku ve öfke arasında gidip gelirken. "Doz biraz fazla kaçmış olabilir," dedi Serdar, sakin bir ifadeyle. "Ne kadar? Allah'ın belası, ne kadar?" Şu an Serdar'ın suratına tükürmemek için kendimi zor tutuyordum. İçimdeki öfke ve çaresizlik, göğsümde bir ağırlık oluşturmuştu. Korkut’un hayatı için endişelenirken, Serdar’ın alaycı tavrı beni daha da sinirlendiriyordu. Sen tam bir şerefsizsin! ona nasıl fazladan doz verirsin diye bağırdım, Korkut ve siyahi adam ringin ortasında birbirlerinin etrafında dolanırken, kalbim göğsümde ağır ağır çarpıyordu. İkisi de harekete geçmek için hazırdı. Ringin ortasında, ölümün gölgesi Korkut’un üzerine çökmüş gibiydi. "Bu dövüşü izleyemem," diye mırıldandım kendi kendime. İnsanlar bundan nasıl zevk alabiliyordu ki? Korkut oradaydı, ben burada çaresizce izliyordum. Arada seyircilerden bazıları Korkut'a hakaretler savuruyordu. Büyük ihtimalle bahis oynamış, paralarını Korkut’a yatırmışlardı. Şimdi öfkeleniyorlardı, çünkü Korkut’a her darbe geldikçe maçın sonucu kötüye gidiyordu. Kalbim sıkışıyordu, her darbe onun bedenine indiğinde içimden bir parça kopuyor gibiydi. Korkut acı çektikçe ben de çekiyordum, sanki her yumruk ruhumu parçalıyor gibiydi. Gözlerimden istemsizce yaşlar akmaya başladı. İçimdeki çaresizlik her damla yaşla dışarı taşan bir sel gibi büyüyordu. Rakibi Korkut'un göğsüne bir darbe daha indirdiğinde içimden bir çığlık koptu, ama sesim çıkmadı. Yalnızca dudaklarım titredi, kımıldayamadım. Yanımdaki Serdar ise umursamaz bir tavırla maçı izliyordu, arada sırada telefonuna bakıyor, mesajlar atıyordu. Yüzünde hiç bitmeyen o alaycı gülümsemesi vardı. Bana dönüp göz kırptı. "Sulugöz, ne oldu? Bakamıyor musun?" dedi sırıtarak. Onun bu küçümseyici tavrı kanıma dokundu ama kıpırdayamıyordum. Acı, çaresizlik, korku… hepsi iç içe geçmişti. Serdar ne olduğunu anlamadan yanıma gelip omuzlarımdan kavradı, beni sertçe ringe doğru çevirdi. Korkut’un aldığı her darbeyi net bir şekilde görebileceğim bir açıya sürükledi. "Bırak beni!" dedim, ama sesim zayıftı, neredeyse fısıltı gibiydi. "İzle," dedi sertçe. "Gözünü kırparsan küçük veledin canı yanar." Dudaklarım titreyerek, "Tamam, ona dokunma," dedim çaresizlikle. O an bana neyi kabul ettirdiğini anlamıyordum bile. Gözümü kırpmadan Korkut'un aldığı darbeleri izlemeye başladım. Her yumruk bedenine indiğinde sanki benim ruhum da aynı darbeleri alıyordu. Yumruklar art arda geliyordu; yüzüne, göğsüne, karnına… Korkut yere yıkıldığında gözlerim istemsizce yaşlarla doldu. Onun canı yanıyor, benim canım da onunla birlikte parçalanıyordu. Daha fazla dayanamayarak derin bir hıçkırıkla ağlamaya başladım. Kalbim, onu böyle görmekten paramparça olmuştu. Güçsüzlüğüm, çaresizliğim beni daha da boğuyordu. gözlerim hala Korkut'taydı, her nefes alışında onun için dua ediyordum, o da bu acıya daha fazla dayanabilsin diye. "Dayan Korkut," dedim içimden. "Ne olursa olsun, lütfen dayan." . "Ona yüksek doz verdin! İğrençsin!" Serdar’ın bakışları üzerimdeydi, o kurnaz, tehditkâr gülümsemesi dudaklarından hiç eksilmiyordu. "Bana bak..." dedi ağır ağır, sanki her sözcüğü bir bıçak gibi. "Güzelsin diye sabrediyorum, ama güzelliğin bile seni elimden kurtaramaz." Bu sözleri duyunca midem bulandı. "O çeneni kapayacaksın sesi her zamankinden daha korkutucuydu. Ama susamazdım. Susarsam, her şey biterdi. “Bak!” diye bir kez daha bağırdı, Korkut’un harap olmuş bedenine işaret ederek. Gözlerim istemsizce ona kaydı, ama görmek istemiyordum. Karnındaki morluklar daha da genişlemişti, kan damlayan kaşı beni kahrediyordu. Serdar bir adım daha yaklaşıp eğildi ve kulağıma sinsice fısıldadı. "Sulu göz... fazla mı duygusalsın? Belki başka birini bulursun. Üzülme..." Sesinde acımasız bir alay vardı, O an nefesim tıkandı. Tüm gücümle ona dönüp, "Ne diyorsun sen, ruh hastası? Bir insanı bile bile öldürüyorsun, hem de alçakça!" diye bağırdım. Sesim titriyordu Serdar bana bakarak kahkaha attı, o iğrenç kahkahası içimde yankılandı. "Korkut çoktan canını bana teslim etti," dedi sanki ortada hiç önemli bir şey yokmuş gibi. "Onun bedeni zaten benimdi; benim isteklerimi yerine getiriyordu. Sonunun böyle olacağını biliyordu. O sadece oyunun içinde kalmak istedi, ve kendi sonunu kendi hazırladı. Ben sadece süreci hızlandırdım." Sözleri beynimde çınladı.Korkut... O mu istemişti tüm bunları? Yoksa bu canavar, Korkut’un sonunu getirmek için mi bu oyunu kurmuştu? Ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Korkut bu adamı nereden tanıyordu? Neden bu pisliğin içindeydi? Vardır bir nedeni değil mi? Yoksa Korkut'u yanlış mı tanıyordum? Korkut, bu adamlar gibi değildi ki. - Serdar, çenemi tutarak, “Şimdi sesini çıkarma ve bak Korkut’a, ama tebrik etmeliyim, iyi dayanıyor doza,” dedi. Serdar bana tekrar bağırdı: gözlerini kaçırma! Belki de son bakışındır, kim bilir .” Gözlerim doldu, boğazımda bir yumru oluştu, yutkunamadım Siyahi adam, Korkut’un üstüne çıkmıştı durmuyordu ... durduran da yoktu zaten Korkut’un yokluğuna, onsuzluğuna alışabilir miydim? Bakışlarım, gözlerim bir daha onun için ağlar mıydı? - “Evet, sulugöz, güzel bir maç değil mi? Yoksa beğenmedin mi? Bıraksam onunla ölecek gibisin,” dedi. Gözlerimi Korkut’tan ayıramazken serdarın alaycılığı içimde bir öfke ateşi tutuşturdu. Korkut’un kanı ringin üzerine damlarken, yerlerde kan izleri ; kırmızı lekeler miğdem bulanıyordu daha fazla bakamayack gibi hissediyordum “Bak, yerlerde kan var. Korkut’un kanı... İstersen, kanını saklayabilirsin , adamlarıma söylerim, senin için o kanları bir kavanoza koyarlar.Özleminde bakarsın; anı olarak kalır,” |
0% |