Yeni Üyelik
18.
Bölüm
@morzamiku

Kim bu içimdeki yabancı? Bir erkek kardeş mi? Başka bir ben mi? Bir düşman mı? İki kan birden akıyor damarlarında, Kurbanın kanıyla celladın kanı birbirine karışmış. Nasıl dökersin birini, öbürünü de dökmeden? Günün birinde çocuğum doğacak, onu kollarıma alacağım, Beslemek için göğsüme bastıracağım. Oysa o gün, Evet o aynı gün, Hâlâ soruyor olacağım kendi kendime, Tıpkı şu an sorduğum gibi, Gece gündüz, her an sorduğum gibi: Kim bu içimde taşıdığım varlık? Kim bu beslediğim varlık? İçimi rahatlatmak için zaman zaman Havva'dan bu yana bütün kadınlar, Bu soruları sormuş olabilir diyorum, Bu aynı soruları: Kim bu içimde taşıdığım varlık? Kim bu beslediğim varlık? Çocuğum Habil mi olacak, Kabil mi?

 

[Sayfa 47 - Üçüncü Sahne ,Adriana MaterAmin Maalouf]

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

1 gün öncesi

Korkut sabırsız bir şekilde hastane koridorunda doktoru bekliyordu. Ablasının durumunu delicesine merak ediyordu. Geçirdiği krizi kamera kayıtlarında görmüştü ve onun yanında olmak, yaralarını sarmak için her şeyi yapardı. Nihayet doktor gelebilmişti. Korkut hızla doktorun yanına gidip ablasının durumunu sordu. Doktor ise umutsuz bir ifadeyle, "Maalesef, Belin Hanım sandığımızdan daha kötü durumda. Hastalık ilerlemiş, ileri düzeyde şizofreni. Acilen bir klinikte tedavi olması gerekiyor, aksi takdirde..." dedi ve devamını getirmek istemedi. Korkut anlamıştı; ablası intihara kadar gidebilirdi.

Doktor, Belin'in durumu hakkında detaylı bilgi verip Korkut'u yalnız bıraktı. Korkut, yavaş adımlarla ablasının kaldığı odaya gitti. Ablası, bomboş gözlerle duvara bakıyordu, sanki orada biri varmış gibi gülümsüyordu. Belin, Korkut'a döndü ve gülümseyerek, "Korkut, Yıldırer ne zaman gelecek? Söz vermişti," dedi. Korkut'un boğazında acı bir yutkunma oluştu.

"Abla..." diye başlamaya çalıştı Korkut, ama Belin gülümsüyordu.

"Korkut, beni duydun mu? Yıldırer ne zaman gelecek?" diye tekrarladı Belin, küçük bir çocuk gibi mutluydu. Korkut, ablasının bu hali karşısında hem mutlu hem de hüzünlüydü. Ablası kendinde değildi. "Sana bir sır vereyim," dedi Belin birden.

Korkut, ablasının onunla bu kadar çok konuşmasına sevindi, fakat bir yandan da derin bir üzüntü içindeydi. "Söyle ablacığım," dedi.

Belin, "Ben... aşık oldum," dedi ve tekrar gülümsedi. Kapıya bakıyordu, sanki biri varmış gibi gülümsüyordu.Korkut, ablasının yüzündeki o masum gülümsemeye bakarak, içindeki acıyı bastırmaya çalıştı. "Aşık mı oldun?" diye sordu yumuşak bir sesle, ablasının gözlerine bakarak.

Belin, kafasını sallayarak, "Evet, Korkut. Yıldırer. O benim hayatımın aşkı. Beni hep koruyor , hep yanımda oluyor . Ona aşık oldum," dedi ve tekrar duvara dönüp sanki orada Yıldırer varmış gibi gülümsedi.

Korkut, ablasının bu hayal dünyasında kaybolmuş olmasının acısını içinde hissediyordu. "Peki, Yıldırer nasıl biri, abla?" diye sordu ablasını bilerek konuşturuyordu onunla konuşmayo o kadar çok özlemiştiki şuan bu durumdan faydalanmak kendini iğrenç histermişti

Belin, gözlerinde bir parıltı ile, "Yıldırer güçlü, cesur ve çok yakışıklı. Beni her zaman güldürüyor

. Yıldırer'le her şey o kadar güzel ki... O benim kahramanım," dedi ve gözlerini kapatıp bu anıyı tekrar yaşar gibi derin bir nefes aldı.

Korkut, gözlerindeki yaşları gizlemeye çalışarak, "Abla, Yıldırer şimdi nerede?" diye sordu.

Belin, hala gülümseyerek, "Yıldırer gelecek, söz verdi. Beni bırakmaz. O her zaman benim yanımda olacak," dedi.

Korkut'un içi burkuldu. Ablasının bu hayal dünyasında yaşamasının ne kadar zor olduğunu anlıyordu. Onun gerçeğe dönmesini sağlamak için elinden geleni yapmalıydı. "Abla, seni çok seviyorum. Hep yanında olacağım, tamam mı?" dedi, ablasının elini nazikçe tutarak.

Belin, Korkut'un gözlerine bakarak, "Ben de seni seviyorum, Korkut. Ama Yıldırer'i beklememiz lazım. O gelecek, değil mi?" diye sordu, gözlerinde umutla.

Korkut, içindeki acıya rağmen gülümsemeye çalışarak, "Evet abla, bekleyeceğiz. O mutlaka gelecek," dedi. Ablasının bu umut dolu hali, Korkut'un içini acıtsa da, ona güç verdi. Belin'in elini sımsıkı tuttu ve onun yanında olduğunu hissettirdi.

Belin, Korkut’un yanında titreyerek otururken, birden gözleri genişledi ve derin bir korku ifadesiyle kriz geçirmeye başladı. "Yıldırer... Yıldırer... Neden gelmiyorsun?" diye bağırarak, kendini kontrol edemedi. Yüzü solmuş, titremesi şiddetlenmişti.

Korkut, panik içinde, "Abla, sakin ol! Buradasın, ben buradayım. Derin bir nefes al, lütfen," dedi, Belin’in elini sıkıca tutarak. Ancak Belin, kendini kaybetmiş gibi görünüyor ve her şeyin hızla kontrolden çıktığını hissediyordu.

Belin’in titremesi ve çığlıkları artarken, Korkut hemen hemşireyi çağırmak için kapıya koşturdu. "Yardım edin! kriz geçiriyor!" diye bağırdı. Hemşireler hızla odaya girdi ve Belin’in yanına koştular.

Bir hemşire, geri çekil. hastayı sakinleştirmemiz gerekiyor," dedi. Hemşireler Belin’in etrafında toplanarak ona müdahale etmeye başladılar. Ancak Belin’in krizi şiddetlenmişti; gözleri boş bir şekilde etrafa bakıyor, sesli bir şekilde Yıldırer’i çağırıyordu

Korkut, ablasının titreyen gözlerine bakarken, içini derin bir hüzün kapladı. ablasının gözleri sevdiklerinin acılarını, hayal kırıklıklarını, ve Yitip giden umutların izlerini taşıyordu. Her ne kadar güçlü durmaya çalışsa da, gözlerinde saklamaya çabalamış o kırılmışlık, Korkut'un yüreğini paramparça ediyordu. İçinde kopan fırtınayı bastırmak için derin bir nefes aldı, ama o nefes bile ona yetmedi. Çaresizlik, boğazına düğümlenmişti

"Ablam, yapma" diye fısıldadı Korkut, sesi neredeyse duyulmayacak kadar hafifti. Elleri, kaydıyla ablasının omzuna doğru uzandı ama ona dokunmaya bile cesaret edemez. O kadar kırılgan olsaydı, bir dokunuşla tamamen dağılacakmış gibi hissediyordu. Korkut, acıyı ablasının yükünden almak istiyordu, ama bu acı o kadar büyüktü ki, onu nasıl kaldıracağını bilmiyordu

Ablası baş eğdi, gözyaşlarının yanaklarından süzülüyordu. Onun damlası, yüreğinde açılan derin bir yara vardı. "Korkut..." dedi, sesi hıçkırıklarla boğulmuştu. "Unutamıyorum... Deniyorum, yemin ederim ki deniyorum... ama olmuyor... olmuyor." Bu cümlelerin her biri, ablasının içindeki çaresizliğin ve kaybolmuşluğun yankısıydı.

Korkut, ablasının bu acı dolu sözleriyle sarsıldı. Bir kelimesi, yüreğine birer bıçak gibi saplanıyordu. Ablasının çektiği acıyı dindirememek, onu koruyamamak… bu düşünceleri içini kemiriyordu. "Ablam" dedi, sesi titrek ve çaresizdi.

Belin’in gözleri hızla kapanırken, titremesi giderek arttı ve hemşireler tedaviye devam ederken, Belin birden kendini kaybetmiş gibi göründü. "Yıldırer... Yıldırer... Neden ? Neden... neden beni yalnız bıraktın?" diye mırıldandı, gözlerinde derin bir acı vardı.

Korkut, hemşirelerin yanında, Belin’in başında durarak, "Abla, Yıldırer burada değil. Ben buradayım. Sana yardım edeceğiz," dedi, ama Belin’in gözleri büyük bir öfkeyle açıldı ve aniden Korkut’a döndü.

Korkut’un gözleri, ablası Belin’in gözlerindeki o dayanılmaz öfke ve acıyla buluştuğunda, ruhunun derinliklerinde bir şeyin kırıldığını hissetti. Belin’in bakışları, Korkut’un kalbini delip geçen bir bıçak gibiydi. Her kelimesi, her suçlaması, Korkut’un içindeki yara izlerini yeniden kanatıyordu. Odanın dört bir yanına yayılan buhranın ağırlığı, Korkut’un omuzlarına çökmüştü. Nefes almak bile artık bir mücadele haline gelmişti.

"Yıldırer’i bulmalıydın! Onu bana geri getirmeliydin!" diye haykırdı Belin, sesi öfke ve umutsuzlukla titreyerek. Sözleri, Korkut’un zihninde yankılandı, her yankı onu biraz daha zayıflattı. Belin, Korkut’a doğru bir adım attı, gözlerinde tarifsiz bir acı vardı. "Neden beni yalnız bıraktın? Neden beni bu karanlıkta boğulmaya terk ettin?"

Korkut, ablasının bu öfkeli suçlamaları karşısında geriye doğru bir adım attı, sanki ayaklarının altında zemin kayıyormuş gibi hissediyordu. "Abla "Ben… Ben seni bu kadar acı içinde bırakmak istemedim. Her şey benim suçum, biliyorum ama…"…," diye fısıldadı, ama sesi o kadar zayıf çıkmıştı ki, sanki kendi kulakları bile bu fısıltıyı duymamıştı. Boğazı düğüm düğüm olmuş, konuşmak imkansız hale gelmişti. Ama Belin, onun bu zayıf savunmasını duymamış gibiydi. Öfkesi her şeyi bastırıyordu.

Hatırla Korkut! Ne demiştin bana?” Belin’in sesi artık bir hırıltıya dönüşmüştü, boğazından çıkan her kelime Korkut’un ruhuna bir bıçak gibi saplanıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu, ama o an gözyaşlarından daha ağır bir şey vardı; Korkut’un içine işleyen, kemiklerini donduran bir gerçek

Yıldırer’in ölümü benim elimden olacak demiştin. onu mahvedeceğim demiştin

Onu bilerek gönderdin o göreve! o gün sana Yalvardım , Korkut, ne olur gönderme dedim. Ama sen… Sen beni dinlemedin!”

. Sen… Sen beni öldürdün, kardeşim!” Belin’in gözleri dolmuştu, ama bu seferki gözyaşları sadece acının değil, aynı zamanda yıkımın da yansımasıydı

Belin’in bu sözleri, Korkut’un zihninde tekrar tekrar yankılandı, her yankı daha derin bir yara açıyordu. Kalbi, bu suçlayıcı sözlerle paramparça olmuştu; her kelime, Korkut’un ruhunda derin yaralar bırakıyordu. Artık ne söyleyebilirdi ki? Her kelimesi boşlukta yankılanıp kayboluyordu.Pişmanlık, bir insanın ruhunu kemiren en derin yaraydı. Korkut bunu her gün, her an iliklerine kadar hissediyordu. İçindeki sesler, ona yaptıklarını tekrar tekrar hatırlatıyor, onu hiç durmadan suçluyordu

Belin, hıçkırıkları boğazında düğümlenmiş bir şekilde, Korkut’un önünde titreyerek duruyordu. İçinde birikmiş olan acı, nefes almasını bile zorlaştırıyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarından hızla akıyor, ama bu gözyaşları içindeki yangını söndürmeye yetmiyordu. Her nefes alışında sanki göğsüne bir bıçak saplanıyordu. Derin, acı dolu bir nefes aldı ve titrek bir sesle Korkut’a baktı, ama bu bakış, sevgi dolu bir abla bakışı değildi artık; bu bakışta acının en karanlık yüzü vardı.

“Sende yaşa, Korkut…” diye hıçkırarak fısıldadı Belin, her kelimesi onun içindeki acının yansımasıydı. “Benim çektiğim acıyı sen de yaşa…” Sesi titriyor, her kelimeyi söylerken içinden bir parça daha kopuyordu. Gözlerinde biriken yaşlar, bir türlü dinmek bilmiyordu. “Benim çektiğim acıyı, Korkut… Benim içimdeki bu boşluğu, bu ıstırabı, sende yaşa…”

Korkut, ablasının bu kelimeleriyle derin bir uçuruma yuvarlanmış gibi hissetti. Belin’in hıçkırıkları, Korkut’un ruhunda yankılanıyordu. O an, ablasının yaşadığı acının derinliğini tüm çıplaklığıyla gördü. Bu acı, Korkut’un tüm varlığını kaplamıştı. Kalbi sıkıştı, nefesi kesildi. Bu kadar acının bir bedende nasıl toplanabileceğini anlamıyordu. Belin’in sözleri, onun ruhunda derin bir yara açmıştı; bu yara, her geçen saniye daha da büyüyordu.

Belin, gözlerinde kin ve acı dolu bir bakışla Korkut’a yaklaştı. “Senin yüzünden Korkut… Senin yüzünden bu haldeyim,” diye ağladı. Her kelimesi bir ağıt gibiydi, kalbi paramparça eden bir ağıt. Korkut, ablasının bu hali karşısında donup kalmıştı. Gözyaşları, yanaklarından süzülen birer damla değil, adeta bir sel gibi akıyordu. Her bir damla, Korkut’un kalbini biraz daha kırıyor, her hıçkırık, onun içinde derin bir yara açıyordu.

“Benim çektiğim bu acıyı sen de yaşa,” diye tekrar etti Belin, sesi hıçkırıklarla kesildi. O an Korkut, ablasının içinde ne kadar büyük bir yangın olduğunu fark etti. Bu yangın, her şeyi yakıp kül ediyordu. Korkut, bu yangının alevlerinde yanarken, Belin’in acısını iliklerine kadar hissetti. Gözlerinin önünde titreyen, ağlayan ablasına bakarken, içindeki suçluluk duygusu daha da büyüdü. Bu suçluluk, onu yavaşça içine çekiyor, boğuyordu.

Belin, bir adım daha attı ve Korkut’un yakasına yapıştı. Elleri titriyordu, ama bu titreme sadece fiziksel değildi; ruhunun derinliklerinden gelen bir sarsıntıydı. “Sana yalvardım, Korkut,” dedi, sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü, ama bu fısıltı, Korkut’un ruhunda yankılanan bir çığlık gibiydi. “Yalvardım, ama sen dinlemedin. Şimdi ise, bu acıyı sen de hissetmelisin. Benim içimde yanan bu ateş, senin kalbini de yakmalı. Benim çektiğim acıyı sen de yaşamalısın…”

Korkut, ablasının bu sözleriyle daha da küçüldü, adeta yerin dibine geçti. İçindeki suçluluk duygusu, ablasının her kelimesiyle daha da büyüyordu. Artık gözyaşlarını tutamıyordu, her bir damla, onun içindeki acıyı dışa vuruyordu. Korkut’un kalbi, Belin’in çektiği bu acıyı paylaşmanın verdiği ağırlıkla parçalanıyordu.

Belin’in elleri, Korkut’un yakasında titremeye devam ediyordu. Gözlerinde biriken yaşlar, bir sel gibi akarken, ablasının bu hali Korkut’u derin bir pişmanlık kuyusuna sürüklüyordu. Bu kuyu, karanlık ve dipsizdi. İçindeki bu acıyı hafifletmek için ne yapabileceğini bilemiyordu. Belin’in gözlerindeki o derin ıstırap, Korkut’un ruhunu yavaş yavaş yiyip bitiriyordu.

Korkut, ablasının ellerini nazikçe tutmaya çalıştı, ama bu sefer elleri titredi. Belin’in elleri buz gibiydi, ama bu soğukluk, Korkut’un içindeki sıcaklığı söndürmeye yetmiyordu. Onun içindeki bu yangın, ablasının çektiği acıyla daha da büyüyordu. Korkut’un gözleri, ablasının gözlerinde kayboldu. Bu gözlerde gördüğü şey, sadece acı değildi; bu gözler, Korkut’un ruhunu saran bir boşluğun ta kendisiydi. Korkut, bu boşlukta kaybolmuştu, artık hiçbir şey yapamayacağını biliyordu.

Belin, Korkut’un gözlerine baktı ve gözlerindeki son damla yaş da döküldü. Artık kelimelerin bir anlamı yoktu, ama bu acı, Korkut’un ruhuna bir hançer gibi saplanmıştı. Korkut, ablasının ellerini bırakmadan, gözyaşları içinde ona sarıldı. Ama bu sarılma, Belin’in içindeki yangını söndürmeye yetmiyordu. Korkut, ablasının acısının ne kadar derin olduğunu biliyordu. Bu acı, onun içini de yakıyordu.

Gözyaşları, ablasının omzuna dökülürken, içinde büyüyen acının ağırlığı altında eziliyordu. Belin’in hıçkırıkları, Korkut’un ruhunda yankılanıyor, onu yavaşça yok ediyordu. Bu acı, Korkut’un ruhuna saplanan bir hançerdi ve bu hançer, onun kalbini her geçen saniye biraz daha derinden yaralıyordu. . Korkut, ablasının çektiği acıyı, her geçen saniye daha da derin bir şekilde hissediyordu. Bu acı, Korkut’un kalbini paramparça etmişti, ve bu parçalar bir daha asla bir araya gelmeyecekti.

Korkut, ablasının gözlerinde öfke ile acının bir arada varoluşunu gördü ve bu görüntü, içindeki son umut kırıntılarını bile yok etti. Ablasının bu haline daha fazla dayanamayarak, tüm duyguları kabaran bir dalga gibi üzerinde patladı. Gözyaşları, yorgun gözlerinden süzüldü, yanaklarına damla damla döküldü.

"Abla, o gün ..…" dedi, ama bu kez sesinde acı, çaresizlikle karışmıştı. Korkut’un sesi, ablasının kalbinde bir yankı bulmuyordu. Onun için artık her şey bitmişti.

Belin, gözlerinde derin bir hüzünle Korkut’a bakarak, . Sen benim umudumu, hayatımı çaldın," diye fısıldadı. Bu sözler, Korkut’un kalbinde bir hançer gibi saplandı. İçindeki tüm direnç, tüm umut, bir anda yerle bir oldu. Bu acıyı daha önce hiç hissetmemişti; bu, hayatında yaşadığı en derin acıydı. Ablasının gözlerinde yalnızca derin bir kayıtsızlık vardı, bu kayıtsızlık Korkut’un ruhunu paramparça ediyordu.

Korkut, Belin’in ellerini tuttu, ama onun elleri buz gibiydi. Korkut, onun ellerini bırakamıyordu; çünkü eğer bırakırsa, onu sonsuza dek kaybedecekmiş gibi hissediyordu. Gözyaşları arasından, Belin’in yaşadığı acıyı görmek, Korkut’un kalbini daha da ağırlaştırıyordu. Ablasının her bir suçlaması, her bir söz, Korkut’un ruhuna bir hançer gibi saplanıyordu. O an, ablasının acısının derinliğinde boğuluyordu.

“Abla, affet beni,” seni kurtarmama izin ver dedi Korkut, gözlerinden yaşlar süzülürken. Sesindeki acı, çaresizlikle birleşmişti. Ama Belin’in gözlerinde bir ışık yanmadı. Korkut’un bu yalvarışı karşısında Belin, yalnızca ona soğuk bir bakış attı. O bakışta ne bir merhamet, ne de bir anlama vardı; sadece derin bir kayıtsızlık ve yıkıcı bir suçlama… Korkut, o bakışın içinde kaybolmuştu. İçindeki tüm direnç, tüm umut, bir anda yerle bir oldu.

Belin’in bakışları, Korkut’un ruhunda açılan yaraları daha da derinleştiriyordu. Bu bakışlar, Korkut’un içinde kopan fırtınayı daha da şiddetlendirdi. Korkut, Belin’in önünde diz çöktü, gözyaşları yanaklarından süzülerek yere düştü. Ama Belin, bu acıyı görmüyordu. Onun için artık hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı.

-artık beni kurtarmaya çalışmaktan vazgeç korkut çünkü ben bittim

Korkut, ablasının önünde yere çöktü, elleri titriyordu. İçinde bir boşluk hissi büyüdü, sanki tüm dünyası yıkılmıştı. Belin, onun bu haline bakarken, yüzünde hiçbir ifade yoktu. Sadece soğuk, donuk bir bakış… Bu bakış, Korkut’un içinde kalan son umut kırıntılarını da yok etti.

Korkut, ablasının ayaklarının dibinde, ruhunun en derin yaralarını açığa vurmuştu. Ama Belin, onu görmüyordu. Korkut’un içindeki fırtına, ablasının gözlerindeki kayıtsızlıkla birleşmişti. Bu, Korkut için en büyük cezaydı. Korkut’un gözyaşları, içindeki acının dışa vurumuydu. Ama Belin, bu acıyı hissedemiyordu. Onun için Korkut, artık sadece bir gölgeydi.

Belin, Korkut’a bir kez daha baktı, ama bu kez bakışlarında sadece derin bir kayıtsızlık vardı. O bakış, Korkut’un içindeki son umut kırıntılarını da yok etti. Korkut, ablasının önünde diz çökmüş, ruhunun en derin yaralarını sergilemişti. Ama Belin, onu görmüyordu. Korkut’un içinde kopan fırtına, ablasının gözlerindeki kayıtsızlıkla birleşmişti. Bu, Korkut için en büyük cezaydı.

..................................................................................................................................................................................................................................................................................................

Korkut, hastaneden çıkıp evine doğru yola koyulduğunda, içinde derin bir üzüntü ve kaygı vardı. Ablasının uzun süre klinikte kalacağı haberini almak, içini karartmıştı. eve vardığında, kapıyı çaldı ve bir çalışan kapıyı açtı.

"Efendim, ne yaptıysak sakinleşemedi. Çok üzgün," dedi çalışan, endişeyle.

Korkut, hemen Mihriban’ın odasına yöneldi. Kapıyı açtığında, küçük Mihriban’ı tek başına, gözleri kızarmış ve yaşlarla dolu şekilde buldu. Odaya girdiğinde, Mihriban’ın yüzü dayısını gördüğünde daha da burkuldu. Gözyaşları hızla tekrar aktı.

Korkut, Mihriban’a doğru hızla yürüdü ve onu kucakladı. Küçük kız, dayısının kollarında kendini biraz olsun huzurlu hissetmeye çalıştı, ama hâlâ ağlamaya devam ediyordu. Korkut, Mihriban’ın başını okşayarak, "Boncuk, buradayım. ," dedi, şefkatle.

Mihriban, dayısının gözlerine bakarak, "Dayı, annem ne zaman gelecek?" diye sordu, gözleri umut dolu ama yaşlıydı. Korkut, cevapsız kalan bir sorunun ağırlığını hissetti; kendisi de cevabı bilmiyordu.

"Boncuk, annen biraz hasta. Şu an ruhu hastalanmış durumda. Ruhu iyileştiğinde gelecek," dedi Korkut, kelimeleri özenle seçerek, Mihriban’ın anlamasına çalışarak.

Mihriban, küçük yaşına rağmen, ruh kelimesini anlamakta zorlanıyordu. "Dayı, ruh ne demek?" diye sordu, kafası karışmış bir şekilde. Korkut, Mihriban’ın masumiyetine içi ısındı

"Ruh, içimizdeki hislerin, duyguların olduğu yer. Annem şu anda çok üzgün ve korkmuş olduğu için ruhu hasta. Ama ruhu iyileştiğinde, yani içindeki acı geçip, kendini daha iyi hissettiğinde geri dönecek," dedi, Mihriban’a nazik bir şekilde.

Mihriban, dayısının söylediklerini anlamaya çalıştı, ama gözyaşları hâlâ yüzündeydi. "Ama ne zaman gelecek, dayı?" diye sordu, sesi titrek ve çaresizdi.

Korkut, Mihriban’ın gözlerine derin bir üzüntüyle bakarak, "Bunu bilmiyorum, boncuk. Ama seni seviyorum ve seni her zaman koruyacağım. Annen iyileşene kadar burada olacağız, birlikte olacağız," dedi, Mihriban’ı daha sıkı sararak.

Mihriban, dayısının bu sözleriyle biraz daha huzur bulmuş gibi göründü, ama annesinin yokluğunun acısı hâlâ kalbinde bir boşluk bırakıyordu. Korkut, Mihriban’a destek olmak ve onu teselli etmek için elinden geleni yaparak, birlikte bu zor zamanları atlatmaya çalıştı. Bu hüzünlü an, Korkut’un kalbinde derin bir yara açtı; ama Mihriban’ın yanında olmak, ona biraz olsun huzur verdi.

Korkut, Mihriban’ın yorgun ve hüzünlü yüzünü sevgiyle inceledi. Küçük kız, gözleri kapalı, derin bir uykuda yatarken, Korkut onun ince sapsarı saçlarını nazikçe okşuyordu. Mihriban’ın yüzü huzurlu bir şekilde gevşemişti, ama Korkut’un içinde derin bir hüzün vardı. nazikçe yatağına yatırırken, Mihriban’ın başını yastığa dikkatle yerleştirdi, onun rahatça uyuması için her şeyi yapıyordu.

Saat gece yarısını geçmişti. Yavaşça ve sessizce odadan çıktı, soluk ışıkların aydınlattığı boş salona yöneldi. Salon, karanlık ve sessizdi; yalnızca dışarıdan gelen hafif rüzgarın pencereden içeri süzülmesi, odanın içine eski bir melankoli yayıyordu. Koltuklar, uzun süre kullanılmamış gibiydı . Korkut, salonun ortasında bulunan bir koltuğa oturdu ve sırtını yasladı. Gözleri, odanın boş ve soğuk duvarlarına odaklandı.

Bu eve ikinci gelişiydi ve her şey onun için garip bir yabancılık hissi taşıyordu. Ablası, evin içine adım atmasını istememesi, onun buradaki varlığını daha da boğucu hale getiriyordu. Ev, geçmişin hüzünlerini ve yasaklarını fısıldıyor gibi, Korkut’u kendine çekmiyordu. Her şey, geçmişin bir yükü gibi sırtında ağır bir şekilde duruyordu.

Korkut, içindeki boşluk ve yalnızlık hissini hissetti. Her şey bu eve adım attığında, neredeyse bir yüzyıldır var olan bir sessizlikle sarmalanmış gibiydi. İçerideki eski eşyalar, yıllar içinde birikmiş tozlar ve unutulmuş anılar, Korkut’un ruhunu sarhoş eden bir ağırlık taşıyordu. Evin içine dolmuş hüzün, her adımında, her nefesinde içini sıkıştırıyordu.

Gözlerini yavaşça kapatarak, Korkut, düşüncelerini ve duygularını bir nebze olsun unutmaya çalıştı. Gözlerini kapadığında, derin bir sessizlikle karşılaştı. Evin karanlığı ve sessizliği, onu saran huzursuzluğu biraz olsun hafifletiyordu. Yavaşça derin bir nefes aldı ve kendini bırakmaya karar verdi.

Uyku, yavaşça vücudunu sararken, Korkut’un zihnindeki düşünceler ve endişeler silinmeye başladı. Yorgun bedeni ve ruhu, huzuru bulmak için derin bir uykuya çekildi. Göz kapaklarının ardında, geçmişin ve geleceğin tüm ağırlıkları bir kenara bırakıldı. Huzurlu bir uyku, Korkut’u sarhoş eden hüzün ve boşluk hissini geçici bir süreliğine unutturmuştu.

..........................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................

Korkut, Alpaslan'ın buluşacakları yere geldiğinde, hava kararmıştı ve ortamda bir sessizlik hakimdi. Arkadaşı Alpaslan, endişeyle ve sabırsızlıkla onu bekliyordu. Gözlerinde bir yorgunluk ve derin bir üzüntü vardı. Korkut

yavaş adımlarla alpaslanın yanına adımladı

alpaslan korkutun halini görünce derin bir iç çekti Belinin durumu nasıl korkut

Doktorlar, iyileşme şansının pek de yüksek olmadığını söylediler. Ablam gözlerimin önünde, yavaşça ve acı içinde ölürken ben hiçbir şey yapamadım

Belin de, kendini bırakmış durumda

alpaslan can dostuna nasıl destek vereceğini bilemiyordu

Boncuk nasıl?

- annesini istiyor her çocuk gibi

Korkut, derin bir iç çekti, gözlerinde karamsar bir ifadeyle konuşmaya devam etti. "Beline dair umutlar pek de iyi görünmüyor. Doktorlar intihar edebileceğini söylediler.

Alpaslan, bu sözleri dinlerken, yüzündeki üzüntü derinleşti. mihriban artık seninle mi yaşayacayacak

korkut alpaslana kararlılıkla baktı

"Mihriban'ı tehlikeye atamam. Onun başına bir şey gelirse,," dedi

Alpaslan, sesinde bir öfke tonuyla. "Serdar denen o pislikten defalarca bahsettim. bataklığa saplandın Artık bu bataklıktan kurtulamıyorsun."

Korkut, sinirle Alpaslan'a karşılık verdi. "Siktir git! Kafam karmakarışık, bir de senin öğütlerini dinleyemem. .

Bu durumda ne yapabilirim? Belin uzun süre hastanede kalacak, ne yapacağız?"

Korkut, Mihriban'ı kurtarmanın bir yolunu bulmak zorundaydı. Her geçen gün, içindeki kaygı büyüyordu. Mihriban, onun için bir sorumluluktan öte, belki de hayatının en önemli parçasıydı. Onu güvenli birine emanet etmek zorundaydı, ama kime?

Kafasında bir isim belirdi: Kardelen. Bu fikir başlangıçta mantıksız gibi görünse de, kalbinde doğru bir karar olduğuna dair güçlü bir his vardı. Kardelen’in geçmişini araştırmış, onun düzenli ve güvenli bir hayat sürdüğünü öğrenmişti. Kendi hayatından farklı olarak, Kardelen'in karmaşık bir geçmişi yoktu. Korkut, ona her şeyi açıklayacak ve Mihriban'ı emanet edecekti.

Bir akşam, Alparslan’la bu düşüncesini paylaştı. "Onu Kardelen’e emanet edeceğim," dedi Korkut, sesinde kararlılık vardı. "En güvenli yol bu gibi görünüyor. Kardelen hakkında detaylı bir araştırma yaptım; onun hayatı düzenli ve sakin. Benim aksime, ona her şeyi anlatacağım ve sonrasında Mihriban'ı ona bırakacağım."

Alparslan, Korkut’un bu kararını merakla dinledi, kaşları hafifçe çatılmıştı. "Kardelen mi?" diye sordu, sesinde belli belirsiz bir şüphe vardı.

alparsalan derin nefes nefes aldı kardeleni araştırdım korkut zihinimde yerleşmeyen parçalar var neden bize ailesinden bahsetmedi yıldırer başka sorularda kafamada canlanıyor

"Yıldırer’in kardeşi ama soy isimleri farklı. Bu tuhaf değil mi? Yıldırer'in ailesi neden cenazeye katılmadı? Kız kardeşi abisini seviyor gibi görünüyor."

Korkut, Alparslan’ın bu sorusu üzerine kısa bir an duraksadı. Kardelen ve Yıldırer’in farklı soyadlarına sahip olması dikkat çekiciydi, ama bu, Korkut’un kararını etkilemiyordu. "Bu, çok önemli değil," dedi Korkut, gözlerini Alparslan’a dikerek. "Kardelen, Mihriban’ı koruyabilecek tek kişi. Onunla bu konuda konuşacağım ve her şeyi açıkça anlatacağım."

Alparslan, Korkut’un kararlılığını bir süre sessizce inceledi, sonra yavaşça başını sallayarak kabul etti. Fakat içinde hâlâ bir şüphe vardı; Kardelen gerçekten de Mihriban’ı koruyabilecek miydi?

alpaslan derin düşüncelere daldı Herkesten gizlemiş, benden bile. yıldırer neden anlatmadı .." dedi, dudaklarından bir küfür fısıldadı

Korkut, kafasını sallayarak devam etti. "Evet, gizlemiş. Ama şimdi en güvenli yol, Kardelen'in yanında olması. O, Mihriban’ı güvende tutabilir. Bu durumu en azından doğru bir şekilde çözmek zorundayız."

Alpaslan, arkadaşının konuşmalarındaki veda havasını fark etti. "Korkut, sanki veda ediyormuşsun gibi konuşuyorsun. Her şey yolunda mı?"

Korkut, başını eğerek, derin bir iç çekti. "Evet, her şey yolunda," dedi. "Ama bunu en doğru şekilde yapmalıyım. Mihriban'ın geleceği için bu adımı atmak zorundayım."

Alpaslan, Korkut’un bu kararlı sözleri karşısında sessiz kaldı, . Dostunun yaşadığı bu derin acı ve sorumluluk karşısında, ona nasıl destek olabileceğini düşünmek zorundaydı.

Korkut’un Kardelen’e dair planı ve Mihriban’ın güvenliği konusundaki kararlılığı, Alpaslan’ın gözlerinde derin bir kaygı ve belirsizlik yaratıyordu. Alpaslan, dostunun sözleri arasında bir şeylerin eksik olduğunu ve içsel bir çatışma yaşadığını hissediyordu.

alpaslan, Kardelen’in bu durumdan haberdar olup olmadığını düşündüğünde, yüzünde endişeli bir ifade belirdi. “Kardelen’in haberi var mı?” geçmişte yaşananlardan senle yıldırer arasından geçenlerden

Korkut, kafasını sallayarak yanıtladı. “Hayır, Kardelen’in hiçbir haberi yok. Yıldırer hiçbir şeyi ona açıklamamış. Kardelen’in bu duruma dair herhangi bir bilgiye sahip olmadığına kesinlikle eminim .

Alpaslan, Korkut’un gözlerindeki derin boşluğu ve kafa karışıklığını fark ederek düşündü. “Mihriban bu durumu kabullenebilir mi? Onu Kardelen’e emanet etmek, Mihriban için kolay olmayacak,” dedi. “Kardelen her şeyi bilmeli. Her şeyi anlatmalısın.”

Korkut, başını sallayarak yanıtladı. “Evet, her şeyi anlatacağım Kardelen’e. Ona her şeyi açıkça anlatacağım. Bu kararı almamın nedeni, Mihriban’ın güvende olmasını sağlamak. Her şeyin düzgün bir şekilde olmasını sağlamalıyım.”

Alpaslan derin bir iç çekti ve Korkut, arkadaşının yüzündeki endişe ve derin düşünceyi hemen fark etti. Korkut, Alpaslan’ın içine düştüğü sıkıntıyı görünce, sesindeki tonun ciddiyetini anlayarak sordu.

“Alpaslan, sorun nedir?”

Alpaslan, gözlerini Korkut’un gözlerine dikti ve konuşurken sesi titredi. “Korkut, biri bizimle oynuyor. Aramızda bir hain var.”

Korkut, gözlerini kısıp dikkatle dinledi. “Ne demek istiyorsun? Neden böyle düşünüyorsun?”

Alpaslan’ın sesi karanlık ve gergin bir şekilde yankılandı. “Son iki yıldır, tüm operasyonlarımız tuhaf bir şekilde başarısız oldu. Her seferinde, her şey planlandığı gibi gitmiyor. Sanki bir yerlerde bir şeyler yanlış gidiyor ve biri bilerek bunu sabotaj yapıyor.”

Korkut, şaşkın bir şekilde kafasını salladı. “Sabotaj mı? Bu kadar açık bir şey olabilir mi? Bunu nasıl anladın?”

Alpaslan, gözlerini karartarak devam etti. “Her operasyon öncesi, her detay sanki bir şekilde sızdırılmış gibi görünüyor. Düşmanlarımız bizim hamlelerimizi tahmin ediyor, stratejilerimizi boşa çıkarıyor. Bu rastlantı olamaz. Bu, içimizdeki birisinin bilgileri sızdırdığı anlamına geliyor. Ama kim olduğunu bilmiyoruz. İçimizde bir haini var ve biz bunu bulmak zorundayız.”

Korkut, Alpaslan’ın endişeli bakışlarını takip ederken düşünceli bir ifadeye büründü. “Eğer haklıysan, bu çok tehlikeli. Aramızda bir hain olduğunu düşünmek bile zor. Ama bunu nasıl çözebiliriz? Kimi şüpheli görebiliriz?”

Alpaslan, başını iki yana sallayarak yanıtladı. “Bunu bilmek zor. Herkesin motivasyonlarını ve hareketlerini izlememiz gerekiyor. En küçük bir yanlışlık, bize ipucu verebilir. Belki de bu hain, bilgileri sızdırırken gizlice bir şeyler yapıyor. Ama bu kişiyi bulmak için daha fazla bilgiye ihtiyacımız var. Aksi takdirde, her şeyimizi kaybedebiliriz.”

Korkut, endişeyle Alpaslan’a baktı. “Bu durumda, herkesin üstünde dikkatle durmalıyız. Kimin güvenilir olduğunu bilmemiz gerekiyor. u düşündüğün biri var mı?”

Alpaslan’ın yüzündeki karanlık ifade derinleşti. “Henüz bir isim vermek zor. Ama izlenimlere ve davranışlara bakmalıyız. Belki de küçük bir hata, bu kişinin kimliğini açığa çıkaracaktır.”

Korkut, derin bir nefes aldı ve kararlı bir şekilde konuştu. “O zaman, dikkatli olmalıyız. Her şeyi gözden geçirmeliyiz. İçimizdeki hainin kim olduğunu bulmalıyız. Bu bizim için hayati önem taşıyor.”

Alpaslan, Korkut’un kararlı sözleriyle bir nebze rahatladı. “Evet, haklısın. Bu işi çözmeden hiçbir yere varamayacağız. Şimdi her zamankinden daha dikkatli olmalıyız.”

Korkut ve Alpaslan, içlerindeki endişe ve kararlılığı paylaşarak, aralarındaki hainin kim olduğunu bulmak için stratejik bir plan yapmaya başladılar. Bu süreçte, her adımın kritik olduğunu biliyorlardı ve bu sorunun çözülmesi için tüm dikkatlerini ve enerjilerini seferber ettiler.

Korkut, öfkeyle içini çekerek Alpaslan’a baktı. Yüzündeki karanlık ve öfke ifadesi, sözlerine yansıdı. “Siktir, onu bulsam o orospu çocuğuna neler yapacağım. Bu hain yüzünden her şeyimiz mahvoldu. 6 yıldır çile çekiyoruz, belki de bu tüm planlarımızın başarısız olmasının nedeni.”

Alpaslan, düşünen bir ifadeyle arkadaşına baktı. “Sence o gece kararakahta mıydı?” diye sordu. Sorusu, içindeki belirsizlik ve kaygıyı yansıtıyordu.

Korkut, o uğursuz geceyi düşündü. Hafızasında, karanlık ve umutsuz anlar bir film şeridi gibi geçiyordu. Yüzünde bir ifade belirdi; öfke ve derin bir hüsran iç içe geçmişti. “Bilmiyorum, Alpaslan. O geceyi tam olarak hatırlamıyorum. Her şey karmaşık ve bulanık. Ama içimde bir öfke var, bu hainin kim olduğunu bulmalıyım.”

Alpaslan, arkadaşının durumunu dikkate alarak derin bir nefes aldı. “Belki de masumiyetini ortaya çıkarabiliriz. Eğer bu hain yakalanırsa, belki masumiyeni açığa çıkar ve yıllar süren bu kabustan kurtulursun

Korkut, Alpaslan’ın sözlerine umutsuzca baktı. “Masumiyetim neyi değiştirir ki? Siktir ettiğim yıllar geri gelecek mi? Ablam iyileşecek mi? Yıldırer tekrar hayatta dönecek mi? Hayır, sadece vicdanım biraz rahatlayacak.”

Korkut’un sesi, derin bir umutsuzluk ve kırgınlık taşıyordu. Yüzündeki öfke ve hüsran, yaşadığı acının boyutlarını gözler önüne seriyordu. “Yılların acısı, yaşanan felaketler bir kenara, yalnızca vicdanımın rahatlaması... Bu kadar mı? Bu kadar basit mi?”

Alpaslan, Korkut’un acısını ve öfkesini derinden hissetti. “Biliyorum, her şeyin çözülmesi bu kadar kolay değil. Ama en azından bir adım atmalıyız. İçimizdeki hainin kim olduğunu bulmak, bu felaketlerin nedenini anlamamıza yardımcı olabilir.”

Korkut, başını eğdi, gözleri doldu. “Belki de haklısın, Alpaslan. Ama bu acıyı, bu yılları geri getiremez. Sadece bir nebze olsun rahatlamama neden olabilir. Yine de, bu adımı atmak zorundayım.”

Alpaslan, arkadaşının acısını ve karamsarlığını görünce derin bir iç çekti. “Bu savaşta, yalnız olmadığını bilmelisin. Her şeyi birlikte çözmeye çalışacağız.

İkisi de sessizce, içlerindeki karmaşayı ve acıyı paylaşarak, hainin kim olduğunu bulmak için birlikte hareket etmeye karar verdiler. İçlerindeki öfke, hüsran ve umutsuzluk, onları bu karanlık yolculukta birbirlerine daha da yakınlaştırıyordu.

Alpaslan, Korkut'la konuşurken yüzündeki ifadeyi kontrol etmekte zorlanıyordu. Kardelen hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyordu; şimdiden kıza bir abi şefkati duyuyordu.

"Korkut," dedi Alpaslan, sesinde belirgin bir sertlik vardı, "Beni Kardelen'le ne zaman tanıştıracaksın? Biz zaten Kardelen'i öğrenmişken, içerideki adamlar da öğrenmiştir. Yıldırır'dan sonra, kızın abileri sayılırız."

Korkut, Alpaslan'ın bu şekilde konuşmasına alışkın değildi ve biraz bozulmuş görünüyordu. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı ama bu gülümseme gerginliği gizlemekte başarısızdı. Kardelen'in abisi olmak düşüncesi onu rahatsız etmişti. "Alpaslan, tanışmak için zaman biraz erken," dedi, sesinde bir rahatlık ve umursamazlık tonu vardı. "Kardelen Hanım biraz sinirli, onu nezarete attığım için. Sanırım önce benim yalnız konuşmam gerek."hanımefendi fazla inatçı

Alpaslan, Korkut'un bu rahat tavrına tahammül edemedi. Gözleri, içindeki öfkeyi ve şüpheyi açıkça gösteriyordu. "Korkut," dedi, sesindeki sertlik iyice belirginleşti, "sana ne kadar küfür etsem az kalır. Ulan, kızı kaç saat nezarethanede beklettin. Kızın sana karşı sinirlenmesi yetmezmiş gibi, bir de senin fevriliğin yüzünden başını derde sokmanı istemiyorum. Bu işin şakası yok. Kızın iyi olması bizim için çok önemli ve senin tavırların bu durumu tehlikeye atabilir."

"Kardelen'in güvenliği bizim için her şeyden önemli," dedi ve ardından gözlerini kısarak sordu, "Sen neden bu kızı nezarethaneye attın ki? Yoksa aranızda benim bilmediğim bir olay mı oldu?"

Korkut, yabancısı olduğu duyguları anlamlandırmaya çalışırken arkadaşının sorusu karşısında sadece sustu. Kardelen onun için imkansız birisiydi, onu sevmeye hakkı olmadığını hatırladı. Ancak Alpaslan'ın sorusu onu kızdırmıştı. "Alpaslan, bu konuda seni endişelendirecek bir durum yok," dedi, sesinde belirsizlik vardı. "Kardelen ile ilgili herhangi bir özel duygum yok. Sadece, onun iyi durumda olmasını istiyorum. Bu kadar."

Alpaslan, Korkut'un bu sözlerinden hâlâ tatmin olmamıştı. İçindeki şüpheler devam ediyordu ve Korkut'un gerçekten samimi olup olmadığını anlamak istiyordu. "Korkut, sana güvenmek istiyorum," dedi, "ama her şeyin net olması lazım. Kardelen'in güvenliğinden emin olmalıyız ve senin bu konuda dikkatli olman şart."

Korkut, Alpaslan'ın bu uyarılarına yanıt verirken, yüzündeki ifade daha da ciddileşti. "Anladım, Alpaslan. Daha dikkatli olacağım ve sana her konuda bilgi vereceğim. Kardelen'in iyiliği benim için de önemli."

Bu konuşma, Alpaslan'ın içindeki şüphe ve öfkeyi biraz hafifletmiş gibi görünse de, aralarındaki gerilim hâlâ devam ediyordu. Alpaslan, Korkut'un samimiyetini test etmeye devam ederken, Korkut ise Alpaslan'ın güvenini kazanmaya çalışıyordu.

Aralarındaki sessizlik uzadıkça, Alpaslan'ın bakışları daha da sertleşti. "Korkut, seninle kaç yıldır dostuz. . Kardelen'in başına bir şey gelirse, bunun hesabını veremeyiz."

Korkut derin bir nefes aldı, içindeki karmaşayı bastırmaya çalışarak. "Alpaslan, anlıyorum. Kardelen’in güvenliği bizim için de öncelikli. Onunla konuşacağım ve her şeyi yoluna koyacağım. Sen de bana güven

Alpaslan, Korkut'un sözlerini dikkatle dinledi ve derin bir nefes alarak, "Tamam, Korkut. Ama unutma, bu işin şakası yok. Dikkatli ol," dedi ve ardından sert bakışlarını yumuşatarak ekledi,

Korkut, Alpaslan'ın bu sözlerinden sonra biraz rahatlamıştı, ama içindeki huzursuzluk hâlâ devam ediyordu. Kardelen'in iyiliği için ne yapması gerektiğini biliyordu, ama bunu nasıl yapacağı konusunda kafası karışıktı. Alpaslan'ın güvenini kazanmak için her şeyi yapmaya kararlıydı, ama bu süreçte kendi duygularıyla da yüzleşmek zorunda kalacaktı.

Korkut, Alpaslan'ın yanından ayrıldıktan sonra derin bir nefes aldı. Adımlarını hızlandırarak park ettiği arabasına ulaştı. Kapıyı sertçe kapatıp direksiyonun başına geçtiğinde, içinde biriken öfke ve karışık duygularla baş başa kaldı.

Yiğit’in verdiği dosyayı yan koltuğa attı ve bir an duraksadı. İçindeki huzursuzluğu bastırmaya çalışarak dosyayı açtı.

Kardelen'in fotoğrafları birer birer eline geliyordu. Her bir karede Kardelen'in yüzündeki hüzün, derin bir yarayı işaret ediyordu. Korkut, bir süre fotoğraflara dalmış halde kaldı. Kardelen'in masumiyeti ve kırılganlığı, Korkut’un kalbinde bir yerlere dokunuyordu. Onun için aşık olmak, bir lüks gibi görünüyordu; aşka inancını kaybetmiş bir adamdı. Ancak Kardelen’e karşı duyduğu bu tarif edilemez duygu, onu bambaşka bir yere sürüklüyordu. Bu sevgi, aşktan öte bir koruma içgüdüsü, bir şefkati belki de. Ama yine de içinde bir şeyler kıpırdıyor, Korkut’a huzur vermiyordu.

Yiğit, Korkut'tan Kardelen hakkında bilgi toplamasını istemişti. Korkut, dosyadaki bilgilere göz atarken, Kardelen’in geçmişi ve yaşadıkları hakkında daha fazla şey öğrendikçe, içindeki karmaşa artıyordu. Kardelen'in fotoğrafı, Korkut’un kalbiyle oynuyor gibiydi. O fotoğraflara daha fazla bakmak istemedi, dosyayı kapatıp bir kenara attı. Ellerini direksiyonun üzerine koydu ve başını ellerinin arasına aldı.

En zor olan kısım şimdi başlamıştı. Kardelen'i onunla konuşmaya ikna etmek, Korkut için neredeyse imkansız gibi görünüyordu. Korkut, derin bir nefes alarak düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Kardelen’in güvenini kazanmalıydı, ama onunla konuşmak için doğru yaklaşımı bulması gerekiyordu. Kardelen’in yaşadığı travmaların farkındaydı ve onun güvenini kazanmak için sabırlı olmalıydı.

Korkut, arabasında geçirdiği bu sessiz anlarda, Kardelen’e nasıl yaklaşması gerektiğini planlamaya çalıştı. O an, tüm öfkesi ve karışık duyguları bir kenara bırakıp sadece Kardelen’in iyiliğini düşünmek zorundaydı. Bu, onun için bir görevden öte, içten gelen bir sorumluluktu.

Korkut, başını kaldırıp dikiz aynasından kendi yansımasına baktı. Gözlerindeki kararlılığı gördü. Arabasının motorunu çalıştırdı ve yavaşça hareket etti. Kafasında Kardelen’le konuşacağı anı hayal ederek, ona nasıl yaklaşacağını düşünerek yola koyuldu. Korkut için bu bu. Kardelen’i kazanmak, ona güven vermek ve onun yanında olmak için her şeyi yapmaya kararlıydı. Bu, Korkut'un en büyük sınavı olacaktı.

Neden sen?" diye tekrarladı kendi kendine. "Neden en imkansız olan sensin?"

Bu soru, kafasında dönüp duruyordu, sanki bir sırra işaret ediyormuş gibi. Kardelen’in varlığı, onun için hem bir mücadele hem de bir umut ışığıydı.

Korkut, hayatı boyunca duygularını bastırarak yaşamıştı. Aşk, onun için hep uzak ve ulaşılmaz bir duygu olmuştu. Ama Kardelen, onun kalbinde öyle bir yer etmişti ki, bu duyguyu inkar etmek imkansız hale gelmişti. Her şey, Kardelen'in hayatına girişiyle değişmişti. O, Korkut'un zırhını delip geçmişti.

Arabanın içinde sessizliği sadece motorun uğultusu bozuyordu. Korkut, derin bir nefes alarak düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Kardelen'in fotoğrafları hala yan koltukta duruyordu. Bir an için dosyaya bakmaktan kendini alamadı, ama sonra hemen gözlerini yoldan ayırdı.

Korkut, direksiyona sıkıca sarılarak, gözlerini yoldan ayırmadan düşüncelerinin karanlık derinliklerine daldı. Her adımında, her nefes alışında Kardelen’in adını düşünmek, onu daha da dibe çekiyordu. "Hayır," dedi kendi kendine, dudakları neredeyse titrerken. "Bu düşünce yanlış. Kardelen, benim gibi bir adam için doğru değil."

Kendi içindeki bu acı gerçeği kabullenmek, kalbini ağırlaştırıyordu. Kardelen, onun için her şeydi; ışığı, umudu, belki de kaybolduğu karanlıktan bir çıkış yolu… Ama bu düşüncelerin kendisini kandırdığını biliyordu. Kardelen, onun dünyasında asla mutlu olamazdı. Onun yanında olursa, o da bu karanlıkta kaybolurdu.

"Onun için en iyisi bu olmalı," diye fısıldadı, kelimeler boğazında düğümleniyordu. "Duygularımı kontrol etmeliyim. Geri çekilmeliyim." Ama bunu söylemek, yapmaktan daha kolaydı. Kalbi, her seferinde ona karşı geliyordu; Kardelen’in gülüşünü, onun varlığını düşündükçe içindeki o derin sevgi, Korkut’u ele geçiriyordu. Ama bu sevginin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu.

"Ona bunu yapamam," diye düşündü, . "Ben ölü bir adamım… Kardelen, bir ölü adamı sevmemeli.

"Ve bir ölü, bir canlıya aşık olmamalı.

Bu düşünceler, Korkut’un kalbini paramparça ediyordu. Kardelen’in masumiyeti, onun saflığı, Korkut’un karanlık dünyasında asla var olamazdı. Ona yaklaşmak, onun ışığını söndürmek olurdu. Ve bu, Korkut’un asla affedemeyeceği bir suç olurdu.

Ama içindeki bu derin arzu, bu imkansız sevgi, her seferinde onu yeniden yakalıyor, boğuyordu. Kardelen’in sesi, onun her hareketi, Korkut’un içindeki boşluğu dolduruyordu. Ama bu boşluk, ne kadar dolsa da, Kardelen’i de içine çeker, onu da yok ederdi.

"Benimle mutlu olamaz," dedi kendi kendine, .

Bu düşüncelerle, Korkut’un içindeki kararlılık her geçen an biraz daha zayıflıyordu. Kardelen’i ne kadar severse sevsin, onu kendisinden uzak tutmak zorundaydı. Çünkü Korkut, bu sevginin imkansız olduğunu, Kardelen’in onun karanlık dünyasında kaybolmasına izin veremeyeceğini biliyordu.

"İmkansız," diye fısıldadı ama .........bu sevgi, kardeleni yok eder."

Seni seviyorum, ama seni kaybetmek zorundayım.

Bu düşünceler, Korkut’un içinde bir kara delik gibi büyüdü. Kardelen’i kaybetmek, belki de onu kurtarmanın tek yoluydu. Ve bu gerçeği kabullenmek, Korkut’un en büyük sınavı olacaktı. Çünkü Kardelen, Korkut’un asla sahip olamayacağı, ama asla vazgeçemeyeceği bir imkansızlıktı.

Ama bu karar, düşündüğü kadar kolay değildi. Korkut, içinde büyüyen bu duyguları bastırmaya çalışırken, aslında ne kadar derin olduğunu fark ediyordu. Kardelen’in güvende olması, onun için her şeyden önemliydi. Ama bu, onu korumak için duyduğu içgüdüsel sevginin de önüne geçemiyordu.

, aklı Kardelen’in yaşadıklarına gidiyordu. Onun güvende olması ve yaralarının sarılması gerektiğini biliyordu. Ancak, Kardelen’in hayatına müdahale etmenin ne kadar doğru olduğunu sorguluyordu. Korkut, onun hayatına dahil olmanın, ona zarar verip vermeyeceğini düşünmekten kendini alamıyordu.

 

 

 

not 

ilerki bölümlerde romantizm sahneleri çoğalacaktır

umarım bu bölümü beğenmişsinizdir

yanlışlarım olduysa kusuruma bakmayın

yorum yapmayı unutmayalım yorumlarını okurken mutlu oluyorum

korkutu sevdiniz mi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%