mihri
Kız çocuk nasıl yetişkin bir kadın olacağını annesinden öğrenir. Yani sizin anne olarak kendinizi göstermiş olduğunuz kadın hali gelecekte kızınızın dönüşeceği kadının temellerini oluşturur.
Anne Yarası,Hüma Zeybek
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Nihayet eve geldiğimde, yorgunluk tüm ağırlığıyla bedenime çökmüştü . Kapıyı sessizce açtım, ardından enerjim tükenmiş gibi sırtımı kapıya yasladım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım
İlk iş olarak Mihri'yi kontrol ettim. , derin uykudaydı. Yüzündeki huzurlu ifade tüm yorgunluğumu unutturuyordu. Yastığına hafifçe gömülmüş, saçları yüzüne dökülmüştü. Kalbimde sıcak bir duygu yayıldı, gülümsedim. Saçlarından hafifçe öperek üzerini düzelttim, onu rahatsız etmeden odadan çıktım.
Kendi odama yöneldiğimde, tüm yorgunluğum bir kez daha üzerime çöktü.
Üzerimdeki kazaktan kurtulup aynaya baktığımda, boynumda beliren ince iz hemen dikkatimi çekti. Parmağımı yavaşça iz üzerinde gezdirirken, zihnim istemsizce geriye gitti. Korkut’un sıcak nefesini boynumda hissettiğim o an… Dudaklarının tenime dokunuşu, . Bir an için nefesim kesildi.
Kalbim hızlanırken, boynumdaki hafif morluğa dokunduğumda parmaklarım titredi. “Nasıl oldu da bu kadar kendimi kaybettim?”
“Kollarımda kendinden geçiyorsun.” Haklıydı; onun yanında tüm mantığım siliniyor , sadece hislerim devreye giriyordu.
Derin bir nefes alıp kremi elime aldım, kapağını açarken aynadaki yansımama bir kez daha baktım. İzi silmeye çalışıyordum, ama her dokunuşumda o anlar zihnimde yeniden canlanıyordu. Kremi parmaklarımla iz üzerine dikkatlice ovarak sürüyordum kontrolü kaybetmek… beni çıldırtıyordu.
Ama düşüncelerim hızla değişti. İçimde bir ses yükseldi, öfkeyle doluydu: “Hayır yani, ben senin sevgilin miyim?” Bana bu şekilde dokunması, her seferinde beni altüst etmesi… Bu, tam anlamıyla bir rezaletti. .
Onu düşünmemeye çalışsam da bu hiç mümkün olmuyordu. “Kendine gel, diye fısıldadım aynadaki yansımama, ama ne fayda… Onu unutmak, imkansızdı.
Pijamalarımı giyip, aynadaki yansımamdan gözlerimi kaçırdım. Dişlerimi fırçalarken bile düşüncelerim onun etrafında dolanıyordu, uzaklaştırmak istedikçe sanki daha da yaklaşıyordu. Yatağa uzandığımda, uyumam gerektiğini kendime telkin ettim. Ancak gözlerimi kapatır kapatmaz, Korkut’un o yakıcı bakışları zihnime doldu; kollarının sıcaklığını, kokusunu yeniden hissetmiş gibiydim. O gece ne kadar uyuyabilirim, bilmiyordum.
-Sabah alarmımın çalmasıyla uyandım, gözlerimi aralayıp hızlıca kendime gelmeye çalıştım. Önce duşa girdim; suyun sıcaklığı biraz olsun rahatlatmıştı beni. Saçımı kurutup aynanın karşısında üzerime giyeceklerimi seçmeye koyuldum. İspanyol paça pantolonumu ve mor kazağımı giyindim. Sonrasında hızla mutfağa koştum, Mihri için beslenme çantasını hazırlamaya başladım. Sandviç ve meyve koydum,
Mihri’yi uyandırmak için odasına gittiğimde, onun çoktan uyanmış olduğunu gördüm. Yatakta sessizce oturuyordu. “Günaydın!dedim neşeli bir sesle ama bir cevap gelmedi.
bana tedirgin gözlerle bakıyordu. Yüzünde endişeli bir ifade vardı.....
Yumuşak bir sesle, “Kalk bakalım, okula geç kalacağız,” . Ancak yine sessizce bana bakmaya devam etti. İçimde beliren hafif bir kaygıyla yanına yaklaştım. “Neyin var, güzelim ?”dedim, ellerimi usulca omuzlarına koyarak.
“Ben okula gitmeyeceğim,” dedi Mihri çekingen bir sesle.
“Hmm, peki nedenini öğrenebilir miyim?”
“Yarın gitsem okula?”diye mırıldandı, gözlerini kaçırarak.
“Güzelim, hadi kalk bakalım,”dedim onu cesaretlendirmeye çalışarak. Fakat yine hafifçe duraksadı, sanki söylemek istediği bir şey vardı ama tam olarak nasıl dile getireceğini bilemiyordu.
“Şey…”
“Neyy , küçük hanım?”diye sordum sabırla. Bir an tereddüt etti, sonra sonunda mahcup bir sesle itiraf etti, “Yatağa su döküldü… Islandı.”
Ne demek istediğini anlamıştım. “Bakayım mı, Mihrim? dedim usulca, ama tedirgin bir bakışla yüzüme baktı, utangaçlığı hemen fark ediliyordu. Derin bir nefes alıp gülümsedim, onu rahatlatmak için.
“Güzelim, utanma,”dedim yumuşak bir sesle. “Hadi bakalım, sana bıcı bıcı yaptıralım.”
Onu nazikçe banyoya götürdüm, güzel bir duş aldırdım. Tertemiz, mis gibi kokuyordu benim minik meleğim. Duş sonrasında saçlarını özenle kuruttum, kıyafetleri giydirdim. Elini tutarak okula doğru yola çıktık, vakit kaybetmeden tam zamanında yetiştik.
Mihri’yi sınıfının kapısında bırakıp sarıldım. Onu sınıfına uğurladıktan sonra kendi işlerime dönmek üzere derse geçtim.
Tüm gün boyunca sesim kısılana kadar ders anlatmıştım. diğer şubelere göre oldukça geride kalmıştık ve onları hızla yetiştirmeye çalışıyordum. Yorgun bir halde okulda işlerimi bitirdikten sonra Mihri’yi alıp psikoloğa götürdüm. Sabah yaşadığımız olayı anlattım; yatakta yaşadığı durumun onu ne kadar tedirgin ettiğinden bahsettim. Psikolog, bunun geçici bir durum olduğunu, ancak Mihri’nin ağır bir travma geçirdiği için böyle bir tepki gösterdiğini söyledi.
Psikologdan çıktıktan sonra eve gitmek için sabırsızlanıyordum. Yüksek lisans tezim için işlerim birikmişti, çalışmalarım neredeyse yerinde sayıyordu. Eve ulaştığımda kapının önündeki ayakkabılığa gözüm takıldı; orada başka birine ait bir ayakkabı vardı. Kimdi acaba? Kapıyı açmamla aklımdaki soru işareti büyüdü. Zili çaldım ve kapıyı Özlem açtı, yüzünde tedirgin bir ifade vardı.
Özlem, gözlerini kısıp alçak bir sesle Mihri’nin duymaması için fısıldadı.
“Kardelen… Zeynep teyze burada.”
Sözleri duyduğum anda kalbim hızla çarpmaya başladı. “Annem… Annem mi geldi?” diye sordum, şaşkınlıkla.
“Evet,” dedi Özlem, yüzündeki endişeyi gizleyemeyerek. “Ne yapacağız? Yani Mihri’yi söyleyecek misin?”
Derin bir nefes alıp kesin bir ifadeyle, “Hayır, Özlem, off ne yapacağım
ne yapacağımı bilemiyordum beynim durmuş gibi hisssetim.....
Özlem hemen bir çözüm üretti. “Tamam, buldum! Komşumuzun çocuğu olduğunu söyleyelim, işi çıktığı için bugünlük bize emanet. O yüzden bizimle kalıyor.”
Bir an tereddütle baktım ona. “Özlem, bu işe yarar mı sence?” diye sordum.
Gözlerinde biraz daha güven dolu bir ifadeyle, “Tabii ki yarar! Sence Yıldırer abinin kızı olduğunu aklına getirir mi? Hem… Zeynep teyze pek böyle şeyleri fark etmez
Başımı hafifçe sallayıp Mihri'ye baktım. O, bana anlamaz gözlerle bakıyor, endişeli bir şekilde duruyordu. Yanına eğilip, göz hizasına geldim ve yumuşak bir sesle, “Prensesim,” dedim, “seninle bir oyun oynayalım mı?”
Başını usulca sallayarak gözlerinde merakla dolu bir ışık belirdi. Ardından, sessizce cevap verdi, “ne oyunu?”
“Şimdi içeride bir cadı var,” dedim, gizemli bir şekilde. “Bu cadının evden gitmesi gerekiyor. Ama bunu başarmamız için bir prensese ihtiyacımız var. Prenses, cadıyla konuşmazsa, cadı evden çıkacak. Bunu yapabilir misin, cadı gidene kadar?”
Mihri, tedirgin gözlerle bana bakarak, “Evde cadı mı var?” diye sordu.
“Evet,” dedim, gülümseyerek. “Ama merak etme, cadının güçleri yok çünkü evdeki büyüler etkisiz. Yani, senin yardımınla her şey yoluna girecek.”
“Gerçekten mi?” diye sordu, gözlerinde şaşkınlık belirdi.
“Evet,” dedim, “bana yardım edecek misin? Eğer sen cadıyla konuşmazsan, o evden kaçacak. Biz kazanacağız, cadı gidecek.”
Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi, “Prenses cadıyı yenecek,” dedi.
“Aferin benim prensesime,” dedim ve yanağından öptüm. “Hadi bakalım, görev başlasın!”
içim rahattı yani mihri zaten yabancı insanlarla konuşmayı sevmiyordu .
İçeri geçtik, annem salonda oturmuş telefonuna bakıyordu. İki yıldır yüz yüze gelmemiştik; abimden sonra aramızdaki iletişim iyice katlanılmaz hale gelmişti. Başını kaldırıp bana, sonra elimden tuttuğum Mihri’ye baktı. Gözleri kısa bir an Mihri'ye takılı kaldı, sonrasında kaşlarını çattı. Tedirgin olmuştum.
Bana döndü, “Bu çocuk kimin, Kardelen?” diye sordu soğuk bir sesle.
İlk sorusu bu muydu gerçekten?
“Komşumuzun çocuğu,” dedim kendimi toparlayarak. “Bana emanet etti. Birkaç günlük işleri varmış, şehir dışındalar.”
- "Elin çocuğuna bakmak sana mı kaldı?" annem, gözlerini devirerek.
Annemin sözleri bir tokat gibi yüzüme çarptı, ama hiçbir şey söylemedim. İçimde bir yer, o an anneme cevap vermek için kıvranıyordu, ama boğazımda düğümlenen kelimeleri yutmayı seçtim. İçimde biriken öfke ve acıyı saklamaya çalışarak, yüzümü Mihri’ye çevirdim
İçimde hafif bir sızı hissettim, ama belli etmedim. “Elin çocuğu değil,” diye bağırmak istiyordum. “Elimde tuttuğum çocuk, nefret ettiğin oğlunun kızı! Kanından, canından bir parça!” Ama susmayı seçtim. Konuşursam, içimde yıllardır biriken her şeyi dökecektim
Mihri ise bana değil, anneme bakıyordu. Yüzünde bir ifadeyle, kaşlarını çatmıştı. Annem, Mihri’den gözlerini alamıyordu. Çantasını karıştırdı ve içinden bir çikolata çıkardı.
- “Al bakalım. Ama önce elimi öp,” dedi.
Mihri, başını sertçe olumsuz bir şekilde salladı. Minik yüzü, annemin taleplerini anlamış ve kesinlikle reddetmiş gibiydi.
- “Terbiyesiz!” diye çıkıştı annem
- “Anne!” diye uyardım, sesimde ne kadar sabırlı kalmaya çalışsam da, bir öfke tonu vardı.
Ama annem bana döndü, bakışlarında alayla karışık memnuniyetsizlik vardı.
- “Kızım, milletin çocuğuna bakıcılık yapacağına kendine bir aile kursana!” dedi. Sözleri, içimde büyüttüğüm korkuyu tetikleyen bir zehir gibiydi.
Aile kurmak... Aile kavramı... Annem, bana yıllardır aile kavramından nefret ettirmişti. Aile demek, yük demekti. Acı, sorumluluk, yıkım demekti. Kendi ailemden kaçarken, bir başkasını kurma fikri bana artık çok ürkütücü bir fikir geldi ...
Derin bir nefes aldım. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.
“Yardıma ihtiyaçları vardı, kabul ettim,”dedim soğukkanlılıkla. “Ayrıca, konumuz bu değil. Neden geldin?”
Annem bu kez Özlem’e baktı
“Özlem, sen Mihri’yi alıp dışarı çıkabilir misin?” dedim
Özlem başını salladı, Mihri’nin elini tutarak dışarı çıktılar. Salonda sadece ikimiz kalmıştık; -Annem, derin bir nefes alarak söze başladı. “Baban ile boşandık,” dedi,
- Ne yapabilirim, anne? Sizin ilişkiniz, sizin kararınız. Buna karışamam.
“Beni aldatı,” dedi, sesi biraz titreyerek. . “Üzüldüm, anne,” dedim içten bir şekilde.
“Belli oluyor üzüldüğün, kızım,” dedi imalı bir şekilde. Oysa aslında içinde ne hissettiğimden habersizdi; sadece dudaklarımdan çıkan anlamsız cümlelerdi bu.
““Ne yapabilirim ki? Anne, ikiniz de yetişkin insanlarsınız. İlişkinize karışamam ama asla bu durumu yaşamanı istemezdim
Annem kaşlarını çatmış, bana bakıyordu.
“Neden şaşırmadın? Yoksa biliyor muydun, Kardelen?” dedi, sesi sertti.
“Anne...” diye başladım, ama sözümü kesti.
“Biliyordun.”
Derin bir nefes aldım.
“Evet, biliyordum. Babam anlatmıştı...” dedim, sesim hafif titreyerek.
“Beni aldatmasına göz mü yumdun?” dedi annem, yüzündeki öfke iyice belirginleşmişti.
“Hayır. İlişkiniz kötüydü. mutsuzdunuz. Boşanmamakta ısrarcıydın. İlişkiniz uzun zaman önce bitmişti ve babam… Yani… Beni o kadınla tanıştırmak istedi o mutluydu bizim yanımızda olmadığı kadar .....gülümsüyordu
Annem bir an sessiz kaldı, ama gözlerinde hala bir hiddet vardı.
“ gittin mi?” diye sordu.
“Gitmedim. ......gidememdim işte.”
.
“Babanla konuş. Bu aptal fikirden vazgeçmesini iste,” dedi annem, sesi sertleşerek.
“Anne, ben sizden bağımı kopardım. Beni ilişkinize dahil etmeyin. Belki babam da artık nefes almak istemiştir. Sürekli evde huzurunu kaçırıyordun babam seni mutlu etmek için her şeyi yaptı ama sen mutsuz olacak bir neden arıyordun yapma şimdi babamı umursuyormuş gibi davranma sen sadece yalnız kaldığın için babamı istiyorsun
belki de artık tamamen kaybetmişsindir babamı.” O an annemin yüzünde bir öfke ifadesi belirdi.
“Sana sütüm haram olsun!” diye haykırdı. Elini kaldırdı ve ne olduğunu anlamadan bir tokat indirdi yüzüme. Tokat o kadar ani ve beklenmedikti ki, elmacık kemiğimdeki acı aniden yayıldı.
Neden böyle bir şey yaptığını sormaya cesaret edemedim. Her ikimiz de yaralıydık ama bu yaralar farklıydı. İkimiz de farklı şekillerde iyileşmeye çalışıyorduk. Annem belki de acısını benden çıkarmak istiyordu;
-“Böyle mi içini rahatlayacak, anne? Bana vurarak mı? Hiç hatayı kendinde aradın mı? Babam, ben, abim… Neden senden koptuk acaba?”
Annem derin bir nefes aldı, ama gözleri hala sertti. “Sana ve babana hayatımı verdim ben… Sen ne anlarsın...
“Abim…” dedim, kelimelerimde hala kırgınlık vardı.
“Abin konumuz değil,” dedi annem sert bir şekilde. “Ölmüş birini neden sürekli konuşarak diriltiyorsun? Sürekli geçmişe gidip acı çekme!”
“Anne, sen gerçekten pişmanlık hissetmiyorsun. Bir an için pişmanlık duyduğunu düşünmüştüm. Mezarına gittin mi hiç?”
Annemin gözleri kaçırdı , o an bir şeyler söylemek istemişti ama sessiz kaldı.
“Gitmedin, değil mi anne?” dedim, içimdeki kırgınlıkla.
“Kızım…” dedi, ama kelimeleri yarıda kaldı.
Kendimi hemen geri çektim
.“Sen ne abime ne de bana değer verdin. Sevmeyi bilmiyorsun, şefkati de. Bir kere bile abimin başını okşayıp, ‘Seni seviyorum,’ demedin.”
İçimde biriken acı ve kırgınlık, kelimelerimin hızla dökülmesine neden oldu.
“Seni anlamaya çalışmaktan yoruldum! Hayatındaki acıları suçsuz bir çocuğa yükledin sen!”
sesim titreyedi O an, annemin gözlerindeki ifadeyi görmemek için başımı çevirmek istedim ama başaramadım.
“Sen bir kere bile abimin ölümü için tek bir damla gözyaşı dökmedin, anne! Gözyaşı kesen yok anne ! Sen ağlayamıyorsun!”.
“Her acımın sebebi sensin! Vicdan azabımın sebebi sensin!
“Böyle olmak zorunda değildi! Abim bana kırgın bir şekilde öldü; ben ona veda edemedim!”* Diye haykırdım, gözlerimdeki yaşlar artık tutamayacağım bir sel olmuştu.
Anne, sen beni sevmedin. Abim acı çeksin diye bana fazladan sevgi gösteriyormuş gibi yaptın. Sadece kendini düşündün
- Yazıklar olsun! Yıldırer’e vermediğim değeri sana verdim ben!” dedi annem, gözlerinde öfke ve hayal kırıklığıyla.
“Verdiğin değer, okuldan gelir gelmez beni soyup vücudumu kontrol etmen mi?”
- seni koruyordum ben yaşadığım acının aynısını yaşamaman içindi her şey kızım
“Sürekli beni hayattan uzak tutarak mı? Abimle konuşmak istediğimde telefonlarımı kırarak mı? Yoksa odama kilitleyerek mi?
“Benim üniversiteyi kazanmaktaki en büyük amacım, senin dokunuşlarından kurtulmaktı. Başardım!”
Ama gelip, bana o günleri hatırlatıyorsun. Yapma, ne olur! Normale dönmüşken, canımı yakma. Bu sefer toparlanacak gücüm yok!...
Gözlerim doldu;
Yüreğimdeki yük, boğazımda bir düğüm oluşturmuştu. “Abim gibi keşke ben de yatılı okullarda okuyabilseydim Gözlerimden akan yaşları silmeye çalışırken, annemin yüzündeki soğuk ifade daha da canımı acıttı.
“Bazen neden sana hala ‘anne’ dediğime şaşırıyorum. Bu kelimeyi ağzımdan düşürmemek için savaşıyorum. Ama artık ‘anne’ demek, benim için sadece bir alışkanlık haline geldi,” dedim, gözlerimdeki yaşları silmeden.Artık bu acılarla başa çıkacak gücüm kalmadı! sen, sadece bir hayal kırıklığı oldun hayatımda!”
Annem, donuk yüzüyle bana baktı. “Kardelen, seni seviyorum. Ben sana değer veriyorum. Sen ve baban, benim için herkesten daha önemlisiniz. Biz üçümüz tekrar mutlu olabiliriz. Herkesi unutabiliriz, yeniden başlarız. İstersen evlat edinebilirim kardeş istiyorsan… ne dersin ” dedi.
Alayla baktım, gözlerim dolmuştu.
kendi çocuğuna merhameti olmayan biri neden kolay bir şekilde başka bir çocuğun sorumluluğunu almaya çalışıyordu ...bu yaptığı anlamsızdı
“-Sen hastasın,anne....
“Kızım, yeniden mutlu olmamız için çabalıyorum ben,” dedi, sesi biraz daha yumuşayarak.
“Çabalama. İşte, bensiz ya da babamsız bir hayat kur, tek başına mutlu ol,”
“
Kızım, ben senin annenim seni seviyorum . Dünyadaki en kötü insan olsam bile sen de beni sevmek zorundasın .
“Anne, sevgin canımı acıtıyor,” , sesim titreyerek. “Bana değer vermeni istemedim, çocukluğumuza zehir etmesen yeterdi! Ben asla sevgi isteyen bir çocuk olmadım. Huzur istedim, güzel bir ailemizin olmasını istedim. Çünkü senin asla bize sevgi vermeyeceğini anlamıştım ama huzur verebileceğini düşünmüştüm.”
Annemin yüzü, hala aynı ifadeyi koruyarak bana baktı. O bakıştan sonra ne geleceğini çok iyi biliyordum... Manipüle edecekti. Zayıflıklarımı, duygusal bağlarımı kullanacaktı. Anneler çocuklarının zayıf noktalarını çok iyi bilirdi; ama bunu kullanmaları, sevgilerini bir silah gibi yönlendirmeleri acı vericiydi
“Kardelen, şu haline bak! Genç kadın oldun ama hala aynı meselelerde debeleniyorsun. Hala şefkat dileniyorsun
evet gerçek duygularını ortaya çıkarmıştı
“Anne, ben şefkati senden dilenmeyeceksem, kimden dileneceğim?” .
Annemin gözlerinde hiçbir şeyin uyandırmadığı bir boşluk vardı. “Anne...” diye seslendim ama o, soğuk bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Ne var, Kardelen? ‘Anne’ diye sürekli aynı kelimeyle durmadan tekrarlıyorsun çocuk musun ? Dediğim gibi, babanla konuş, hatasından dönsün.
Sen de kendine çeki düzen ver! Bu halinle sana katlanacak birini zor bulursun. Şu haline bak! Yüzüne bile bakılmayacak dereceye gelmişsin.
Zayıflamışsın; yeterince yemiyor musun? Gözlerinin feri kaçmış, saçların desen bakımsızlıktan birbirine girmiş. Üzerindeki kıyafetler de kadınsı değil! Boş boş demagoji yapacağına, kendine özen göster
kolumu sıkıca tutumuştu ve acıtırcasına sıkıyordu
-"Neden beni sürekli zehirliyorsun?" diye sormak istedim ama boğazımda düğümlenen kelimeler çıkmadı. Yorulmuştum.
. Onun sıkıca tuttuğu kolumun acısını hissetmiyordum
- gözlerimdeki yaşlar yanaklarımı yakıyordu
“Baban hatasını anlayacak...” dediğinde, içimde bir kahkaha kopmak üzereydi ama tuttum. Onun kafasında yarattığı bu dünyaya bir şey söylemenin, onu gerçeğe döndürmenin hiçbir yolu yoktu. Beni kontrol etmeye çalışıyordu, sanki hayatım onun avucundaymış gibi.
“Anne, babamın geri dönmeyeceğini biliyorsun,” O hayatına devam etti ve sen de devam etmek zorundasın.
Ama annem beni dinlemedi. Gözlerinde beliren inat, her zamanki gibi beni susturmaya çalışıyordu.
“Tekrar mutlu olacağız, kızım,” diye devam etti, sesi sanki bir çeşit emir veriyormuş gibiydi. “Şunu unutma, her zaman insanlar evini özler. bana geleceksin ve özür dileyeceksin. ‘Anne, sen haklıydın, sadece senin sevgin bana yeter’ diyeceksin.”
Onun sevgi dediği şey, kontrol ve manipülasyondan ibaretti.
Neden bir anne olarak benim hislerime değer vermiyordu?
Çantasını alıp evden çıkarken, ben salonun ortasında çökmüştüm. Herkesten, her şeyden bıkmıştım. . Gözlerimden yaşlar yavaşça dökerken, geçmişi düşünmekten kendimi alamıyordum. unutmak kolay değildi .......
Yaşadıklarım, birer birer yeniden canlanıyordu. Annemin sert sözleri, her hatırlayışımda nefes alamıyordum
Neden böyle olmak zorundaydı?” diye düşündüm. “Neden hep ben?”
Ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Kapının sesini duydum ama yerden kalkacak halim bile yoktu. O an, hayatımın en karanlık anlarından birindeydim. Kapı açıldığında, Özlem ve Mihri içeri girdi. Özlem, bana acıyarak bakıyordu........bu bakıştan nefret ediyordum ama yüzüme maske takacak enerjim bile yoktu ruhum çıplak kalmıştı
Mihri, koşarak yanıma geldi ve bana sarıldı . Yanaklarımı öpüyor, burnumu okşuyordu. O ağladığında, ben ne yapıyorsam beni taklit ediyordu
. Sonrasında avuçlarımı eline aldı ve öptü. “Geçti mi?” diye sordu, ama ben başımı salladım, burkça gülümsedim. Abim bana küçük bir melek bırakmıştı sanki; Mihri beni öptüğünde, abim beni koruyor gibi hissettim.
“Geçti, küçüğüm,”dedim ama içimdeki fırtına dinmemişti. Mihri en son kalbimin olduğu yeri öptü, o an içimde bir sıcaklık hissettim .
“Dayıma söyleyelim, o seni korur,”
“Koruyamazdı, bir insanı annesinden kimse koruyamazdı,”
.
özleme doğru konuştum
Ben toparlanıp geleceğim,” dedim.
Özlem, hemen cevapladı:
“Tamam, ben sana bitki çayı yapayım, rahatlarsın.”
Odama doğru yöneldim . Elime yastığı aldım ve yüzüme bastırdım, hıçkırıklarımın duyulmasın diye.
Ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Sonunda, elimi yüzümü yıkayıp aynaya baktım. “Merhaba, bittik ben,” dedim kendime. Yüzüm, yorgun ve umutsuz görünüyordu.
. Kendimle yüzleşmek, aslında ne kadar zor bir şeydi. .
Tekrar salona döndüm. Mihri, koltukta oturmuş, bacaklarını salıyordu. Yanına oturdum ve gülümsedim. . Özlem, elinde tepsiyle salona geri geldi. Tepsiden sütü aldı, Mihri’ye verdi.
“Bize de bitki çayı yapmıştı,”
sonra bataniyeyi alıp üzerimize çekti. Üçümüz, sessizce bakışıyorduk.
Özlem, Mihri’ye döndü ve gülümseyerek, “Ayaklarını koltukta sallama, borçlarımız çoğalır, küçük cadı,” dedi. Mihri, daha hızlı sallamaya başladı. “Kardelen, bir şey söyle Mihri’ye,” dedi Özlem.
“Mihrim, daha da hızlı sala,” dedim, ona gülümseyerek. Bende ayaklarımı salladım, odadaki sessizliği bozmak için.
Özlem’i çıldırtacaktım. İçimde bir kıpırtı vardı, biraz gülmek, biraz eğlenmek istiyordum
-
“Ayy durun ya, yeminle haciz gelecek eve…” dedi Özlem. Gülmeden edemedim; onun batıl inançları bitmiyordu. Babaannesinin sözlerini o kadar ciddiye alıyordu ki, insan bazen onun inançlarına kapılmaktan kendini alamıyordu.
“Özlem, ayak sallamakla alakası yok! Senin her yeni çıkan makyaj malzemesini denememden kaynaklanıyor olabilir mi? Hayır, yani bir kere kullanıp kenara atıyorsun! Bir insanın üç yüz elli tane ojesi olmak zorunda değil!”* dedim, ona takılarak.
“Kardelen, ne yapayım? Her seferinde tuzağa düşüyorum! Hayır, yani takip ettiğim Influencerlar o kadar övüyorlar ki öleyim mi ben dudağını büzüp aklı sıra acındıryordu kendini
eşine sabır diliyordum; adam biraz kafayı sıyıracak gibiydi. Üçümüzde battaniyeye sarıldık, sıcaklık arasında kaybolmuş gibiydik. Biraz huzur bulmak istiyordum bu anlarda.
Özlem, dikkatlice yüzüme baktı. , yanağın morarmış,” dedi endişeyle. Yanağıma dokunduğunda, acı hissettim. Kemik kısmı incinmiş olmalıydı; büyük ihtimalle annemin hızlı bir şekilde vurması sonucu oluşmuştu bu morluk.
“İyiyim,
"Krem sürerim Özlem, geçer," dedim, yanağımın acısını biraz olsun hafifletmeye çalışarak. Sanırım kapatıcı kullanmam gerekecekti.
Özlem, gülümseyerek başını salladı ve hemen ardından Mihri’nin sevdiği çizgi diziyi açtık.
“Ay, şu Adrien ve Marinette kavuşsunlar yeter!” dedi Özlem heyecanla.
“Özlem, Türk dizisi mi izliyoruz? Çizgi filmi fazla ciddiye alıyorsun,” diye yanıtladım gülerek.
“Ayy, ne yapayım? Bak sana, çok yakışıyorlar!” diye karşılık verdi.
“Özlem, Mihri’nin yanında konuştuğun şeye bak,” dedim, ama o her zamanki gibi eğlenceli bir tavırla yanıtladı.
“Ne var? Öğrenirsin. Halası gibi yabani olmasın!”
Kendimi gülümsemekten alıkoyamadım. Özlem’in enerjisi, içimdeki karamsarlığı biraz olsun unutturuyordu. “Tamam, tamam, sen haklısın,” dedim
Mihri bize baktı ve ciddi bir yüz ifadesiyle, Ben Adrien ile evleneceğim büyüdüğümde,”
Özlem kahkaha attı.
Tüm gece boyunca, üçümüz battaniyenin altında gülüştük. İçimdeki acı sanki hafifledi; abim, yüzümü güldüren bir küçük melek bırakmıştı bana. O olmasaydı, gerçekten sevgisizlikten ölecek gibi hissediyordum
Ama şimdi, Mihri ve Özlem’le birlikte, üçümüz yeterdik birbirimize....
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!” marşının coşkusuyla bahçede çocukların koşuşturması arasında kaybolmuşken, içimde bir heyecan vardı. Ama bir yandan da endişe, çünkü bugün Mihri, Korkut’u görecekti ama hala beni aramamıştı.
Okul bahçesinde, Mihri bana doğru koşarak geldi. Hırkasının önü açılmıştı; hemen kaptım
Bahçeden çıktığımızda, Korkut arabasına yaslanmış, bize bakıyordu. Mihri, hızlıca Korkut’a koştu ve ona sarıldı.
“Dayı, uyandın!” dedi Mihri heyecanla. “Prenses seni öpmüş!”
“Ne prensesi küçüğüm?” diye sordu, hafif bir tebessümle
“Sen uzun bir uykudaydın ya,” dedi Mihri, masum bakışlarıyla.
“Kardelen dedi ki, dayın bir prensesi bekliyor uyanmak için seni öpüp uyandırdı.”
“Evet, Mihri'm çok güzel, prenses,” dedi Korkut, gülümseyerek. “O kadar güzel bir prenses ki, dayın sırf onun öpmesi için tekrar uyuyacak.” Bu sözleri söylerken bana bakıyordu, ama ben tepkisizce ona baktım.
-çünkü zihnim dün annemden sonra bulanmıştı kimsesizlik duygusu beni kendi kabuğuma çekilmemem neden olmuştu
“Kardelen, Mihrim’le biraz zaman geçirsem, bir saatte geri getiririm,” dedi Korkut. Biraz çekimser kaldım ama Mihrim’in umutla parlayan gözlerine bakınca, izin verdim.
“Tamam, Korkut.”
Arkamı dönüp gidecekken, Mihrim tekrar yanıma geldi. “Sen de gel,” dedi, küçük elleriyle bacağımdan tutarak.
“Küçüğüm, benim işlerim var. Dayınla gitsen olur mu?” dedim.
Başını olumsuzca salladı, gözleri ağlamaya hazır gibi görünüyordu.
“Güzelim, sen dayını özlemedin mi? Beraber oyun oynarsınız, ne dersin?” dedim.
Mihrim omzunu silkti, parmaklarıyla oynayarak biraz daha içine kapandı.
Mihriyi Korkut’un bağımlılığından kurtarmaya çalışırken, kendimi ona bağlamıştım.
“Tamam, geliyorum,” dedim.
-- Mihrim ile arka koltuğa oturduk.
aniden Korkut’un sesiyle irkildim.
“İyi misin?” dedi, sesi endişeliydi
“İyiyim. Sonrasında, arabada Mihri'den başka kimsenin sesi duyulmadı. Mihri, yol boyunca ön koltukta oturmak için bizi ikna etmeye çalıştı
Restoranın önüne geldiğimizde arabayı park etti, bir anlığına sessizce bekledik. Mihri'nin elini tutup arabadan indim, derin bir nefes alarak ona ayak uydurmaya çalıştım. Duvar kenarında daha sakin bir masaya oturduk. Mihri’nin heyecanla menüye bakmaya çalıştığını görünce göz ucuyla onu izleyen Korkut'un sabırlı yüz ifadesi dikkatimi çekti. Mihri’ye seçenekleri tek tek gösteriyor, ne istediğine karar vermesi için sabırla bekliyordu. İçimde tuhaf bir sızı hissettim
-
Önüme bakmaya başladım; bugün dışarı bile çıkmak istemiyordum. Annemin sözleri sürekli zihnimde dolaşıyordu
Gerçekten çökmüş müydüm? Sahiden yüzüne bakılmayacak bir kadına mı dönüşmüştüm? Sanki herkes bana bakıyormuş hissine kapıldım. Bana ne oluyordu böyle? Tedirgin hissediyordum, istemsizce bacaklarımı sallıyordum.
Sonrasında ayağım salınamadı; Korkut masanın altından bacağımı nazikçe tutmuştu. Kocaman gözlerle bakıyordum, bir yandan da ellerinin üst bacak kısmımda dolaşmasını hissetmek beni bir gerginlik ve çekim duygusuyla sarhoş ediyordu. “Bana temas etme,” dedikçe, tam tersini yaparak ellerinin sıcaklığını bacaklarıma daha da yaklaştırıyordu. O an içimde bir ateş yanmaya başlamıştı.
“Yeter, ” dedi, sinirli bir tonla.
-
Bacağımı geri çektim
Sonunda garson geldiğinde Korkut ve Mihri kendisi için köfte sipariş sipariş etti . Garson bana baktığında sanki elim kolum bağlıymış gibi “Bitki çayınız varsa, alabilir miyim?” dedim. Ne kadar çok istesem de iştahım yoktu. Garson notlarını alıp uzaklaştı.
Korkut ise hâlâ bana sinirle bakıyordu, . İkimiz de sessiz kaldık, ama sessizlik o kadar yoğundu ki boğulacak gibi hissettim. Bu sessiz bakışlardan sıyrılmak için cesaretimi toplayıp, “Ne oldu Korkut?” diye sordum.
“Hiç, dedi. Ama öfkeliydi
Yine yanlış bir şey yapmıştım belli ki, ama neydi, bilmiyordum .
Korkut bana dikkatle bakıyordu, gözlerinde bir merak ve endişe karışımı. “Aramızdaki sessizlik sonunda bozuldu,” “Neyin var senin? Tuhaf davranıyorsun
Derin bir nefes alarak gözlerimi ondan kaçırdım. “Yok,” dedim, yüzümde zoraki bir gülümsemeyle. “Sana öyle gelmiştir. Her zamanki halim. Sen Mihri’yle ilgilen. Ne zamandır birlikte vakit geçirmiyorsunuz.”
Gözlerini üzerimden çekmedi, bakışlarında daha fazlasını görmek isteyen bir inat vardı. “Hissediyorum,” dedi alçak bir sesle. “Bana anlatmadığın bir yük var içinde.”
Kalbim bir anlığına hızla çarptı ama bunu belli etmemek için kendimi tuttum. Bakışlarımı sabit bir noktaya kilitleyip soğuk bir tavırla konuşmaya çalıştım. “Neye dayanarak söylüyorsun bunu?”
Derin bir nefes alarak gözlerimin içine baktı. “Çünkü gözlerin… Gözlerin saklayamıyor,”
-Dudaklarım titredi, ama bunu ona fark ettirmeden derin bir nefes aldım. “Yok, Korkut,” dedim, yine masadaki tuzluğa bakarak.
Ama Korkut'un bakışları, adeta ruhumu deşiyor gibi. Sessizlik, daha fazla kaldırılamaz hale gelmişti. Sandalyesini hafifçe geri çekip kalktı. “Ben… bir elimi yıkayıp geliyorum,” dedi. Sesi, duygusuzca çıkmıştı.
Mihri ile masada baş başa kaldık. Derin bir nefes aldım, peçetelikle oynayan Mihri’ye baktım. Küçücük elleriyle peçeteyi çekip yerine koyuyor, sonra tekrar bir kenarından tutup düzeltiyordu. Birkaç kez dudaklarını büzdü, sanki bir şey soracakmış gibi.
Bir an durup başını kaldırdı ve gözlerini doğrudan gözlerime dikti. “Seni o cadı ağlatıp mutsuz yaptı .
Gözlerim dolmaya başladı, ama buna izin vermemek için derin bir nefes aldım. Masanın karşısında oturmuş bana bakarken, Mihri’nin yüzündeki saf ve merak dolu ifade öyle tatlıydı ki, sanki bir şaşkın ördek gibi duruyordu.
“Yok, Mihrim. Sen yanımda olursan, nasıl mutsuz olurum?” dedim, ona gülümsesem de içimdeki sıkıntı bir türlü geçmiyordu.
O sırada Korkut geri döndü ve Mihrin’in yanına oturdu. Garson siparişleri getirmişti; masanın üzeri tabaklarla dolmuştu. Gözlerim, önümdeki yemeğe odaklandı. Bitki çayı beklerken, önüme et yemeği konulmuştu, bu durumu garipsememek elde değildi.
Garson, siparişleri hızlıca getirdikten sonra diğer masaya yöneldi. Hemen seslendim:
“Yanlışlık oldu herhalde, ben bitki çayı istemiştim.”
Korkut garson baktı sonrasında garson hiçbir şey söylemeden gitti
Sonra bana döndü.
-ben söyledim,” dedi, sesindeki sinir beni biraz ürküttü. Gözlerini üzerimde sabitlemişti, yüzündeki ifade öyle keskin ve sorgulayıcıydı ki, bu bakışlar rahatsızlık vermeye başlamıştı. “Zayıflamışsın. Sadece bitki çayı ile mi besleniyorsun? Yakında fotosentez de yaparsın.”Korkut’un alaycı sözleri dokunsam ağlayacak kıvama gelmiştim.
-, bitki çayı yeterli,”
Mihri, hiçbir şeyin farkında olmadan yemeğini yemeye çalışıyordu. Korkut’un sert tavırları içimdeki huzursuzluğu daha da artırıyordu. “Neden bu kadar abartıyorsun
Korkut, derin bir nefes alarak cevap verdi: "Kendine dikkat etmelisin, bu sağlıklı değil."
Onun niyetinin iyi olduğunu biliyordum ama tavrı, beni oldukça rahatsız ediyordu. "Mihri’nin yanında tartışmayalım," dedim, bir çıkış yolu arayarak. Korkut’un sinirli ifadesi bir anlığına dondu ama hemen ardından, benimle alay edercesine gülümsedi. “Sadece doğruyu söylüyorum,” dedi.
Korkut, Mihri’ye yemek yemesine yardım ederken, ben de tabağıma bakıyordum. ı. Etimi tavuk gibi didikliyor, düşüncelere dalıyordum. O an, ne olduğunu anlamadan Mihri’nin yanından kalkıp yanıma oturdu.
Elimden çatalı aldı . “Aç ağzını,” dedi.
Ne olduğunu anlayamamıştım, gözlerim ona dönüverdi. Korkut’un bu tavrı bana tuhaf gelmişti. “Kardelen, bakma öyle,” dedi, sesinde alaycılık vardı. “Ete can çekiştirdin resmen.”
“Gerek yok,” dedim, hafif bir sinirle.
“Var,” dedi Korkut, sinirle.
Korkut’un elinden çatalı aldım ve tabağıma geri koydum. “Korkut, lütfen zorlama, gerçekten iştahım yok,” dedim.
Ona rağmen, “Sen et seviyorsun,” dedi, karşı koymakta ısrar edercesine.
“Seviyorum ama bugün sevmiyorum işte,” dedim, sinirim iyice yükselmişti.
Canımın sıkıldığını hissettim. Bu tartışma, bir yere varmayacak gibi görünüyordu. Gözlerim, Korkut’un yüzünde gezindi, her şeyin ötesinde, bugün Mihri dışında hiçbir şeyi sevmiyordum.
. “Peki, Kardelen,” dedi derin bir nefes alarak.
"Sorun ne?" diye sordum fazla tuhaftı ve ne kadar itiraf etmek istemesem de ilgliydi .....
“Sevdiğin her şeyden bu kadar kolay vazgeçer misin sen ?” dedi.
sorunun etle alakası yoktu
“Evet,” dedim, aramızda derin bir sessizlik oldu.
İkimiz de susmuştuk. Mihri olmasa, belki de bu sessizlik, üçüncü dünya savaşını çıkaracak kadar büyük bir gerginliğe dönüşebilirdi.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Korkut, Mihri ve ben, Agua Akvaryumu'na gitmek için yola çıktık. Akvaryuma adım attığımızda, rengarenk balıkların dans ettiği dev cam tanklar hemen dikkatimi çekti. Mihri, büyük bir hayranlıkla bakıyordu. Korkut, Mihri’ye deniz canlılarını tanıtmak için yanımıza geldi. Parlayan turuncu-beyaz renkli balıkları işaret etti. Korkut’un anlatımı o kadar güzeldi ki, ben de dikkatle dinlemeye başladım. Yüzüm istemsizce gülümsedi.
Korkut, deniz canlılarını tanıtmaya devam etti. “Şu deniz yıldızı çok güzel değil mi, güzelim! Deniz dibinde yaşıyor,” dedi. Mihri, akvaryumun rengarenk balıklarını izlerken ben etrafa bakıyordum. O masum bakışlarıyla balıklara dalmış, etrafta ne olup bittiğinden tamamen habersizdi.
, gözlerimi tekrar akvaryuma çevirdim. camın diğer tarafında, yalnız başına bir balık yüzüyordu Onun yalnızlığı, bana fazlasıyla tanıdık geliyordu. parmağımı cama koydum balık parmağımı takip ediyordu sanki ya da kafayı sıyırmış olabilirdim
Tam o sırada Korkut, sessizce yanıma yaklaştı ve hiçbir şey söylemeden kendi parmağını cama koydu. Parmağı benimkine sadece milim uzaklıktaydı. Akvaryum camının soğukluğu aramızda bir sınır gibiydi, ama o sınırda bile birlikteydik
Camın ardındaki balık bir kez daha yavaşça parmağımı takip etmeye başladı. Bu kez, Korkut da parmağını hareket ettirdi. Parmaklarımız, camın iki yanından birbirine doğru yaklaştı. Camın arkasındaki balık, iki parmağımızın birleştiği noktada bir an durdu ve kıpırtısız kaldı.
“Balığa mı üzülüyorsun sen?” dedi, hafif alayla .
“Evet,” dedim, istemsizce. Gözlerim hâlâ yavaş hareket eden balıktaydı. “O kadar yalnız görünüyor ki...”
Korkut, bakışlarını akvaryuma çevirdi, derin bir nefes aldı. “Yalnız, tek başına... Belki de öyledir. Ama fazla duygusal bakıyorsun.”
diğerleri hep birlikte hareket ediyorlar.Dışlamışlar mı onu?” dedim, dudaklarımı büzerek.
“Belki de... Dışlanmamıştır. Belki kendisi yalnızlığı tercih etmiştir.
Sessizce balığa baktım
Bir an gözlerim Korkut’un parmağına kaydı. .
sesim kısılmıştı. “Peki ya yalnızlık... Seçim değilse?”
- Seçimdir yalnızlık sana ulaşmaya çalışan birileri varsa ve sen gözlerini kaptmışsan yalnızlığı istemişsindir
Korkut, parmağını hafifçe hareket ettirerek benim parmağımın hizasına getirdi. balık... Yavaşça hareket edip diğer balıkların olduğu kısma yüzdü arkasında huzursuz bir ben bırakarak
"Kardelen, seni üzen bir şey mi var? Eğer burada olmaktan rahatsızsan, istersen git, Mihri’ye yalan uydururum ben," dedi. sesi, sıcak ve şefkat doluydu.
“Yok, ben rahatsız değilim,” dedim ama bu cümleyi söylerken kalbimdeki sıkıntıyı gizlemekte zorlandım. Korkut’un bakışları, sanki içime işliyor ve tüm duygularımı açığa çıkarmamı istiyordu.
“O zaman neden böylesin, ?” dedi Korkut, merakla.
“Nasılım ki, ?” dedim, hafifçe omuzlarımı silkerek.
“Görünür derecede mutsuzsun,”
“Yok , ben çok mutluyum! Bugün Cuma olduğu için çocuklar ekstra yaramazdı. O kadar yordular ki beni!” dedim, gülümsemeye çalışarak ama bu gülümseme yapmacıktı. O an, kendimi ne kadar yorgun ve yalnız hissettiğimi fark ettim; içimdeki mutluluk maskesinin arkasında, gerçek bir yüzüm vardı.
Korkut, pes etmiş gibi görünüyordu. Mihri’nin yanına geri gitti ama birkaç dakika sonra Korkut’un yüzünde bir gerginlik belirdi. Sinirli görünüyordu; içinde kaynayan bir volkan varmış gibi. Kim bilir neye sinirlendi?
Mihri, balıklara hayran hayran bakarken, Korkut’un bu tavrı beni düşündürüyorduı.
-
-
- En sonunda ayrılma vakti gelmişti. Arabaya bindik ve apartmanın önüne geldik. Özlem, camdan el salladı; Mihri arabadan indi ve apartmanın içine girdi. Kesin Özlem’e gidip bugün yaptıklarımızı anlatacaktı. Ben arabadan inecekken, Korkut kapıyı kilitlemişti.
“Korkut, kapıyı açar mısın?” dedim, içimdeki sinirle
“Sana tokat atan kimdi?” diye sordu, yüzünde merak dolu bir ifade belirmişti.
“Ne?”
“Duydun lafı, gevelme Kardelen. Mihri söyledi; dün bir kadın gelip sana tokat atmış,” dedi.
Ne yapmıştım ben? İçimde bir endişe kıvılcımı yanmaya başladı. Özlem ile konuşmalarımız dinlenmişti. Daha dikkatli olmalıydım. Ah, akılsız kafam! Evde bir çocuk varken ne diye acılarından bahsedersin?
“Mihri ile dün film izledik, onda bahsetmiştir. Sen yanlış anlamışsındır; hayal gücü fazla onun,” dedim, kendimi savunmaya çalışarak. .
“Kardelen, çırpınma boşuna. Anlat yoksa senin şu kaçık arkadaşına sorarım; malum çenesi düşük, iki dakikada her şeyi anlatır,” diye uyardı Korkut, sesinde bir ciddiyet tonuyla.
“Sen benim arkadaşım için kaçık diyemezsin; sadece ben kaçık diyebilirim,” ,
“Kardelen, konuyu değiştirmeye çalışma, çırpınma ,”
- Susup kaldım. Arabanın içinde rahatsız edici bir sessizlik vardı.
“Kapıyı aç. Hayatıma dahil olma demiştim , uzak dur! Bugün Mihri’nin hatırı için yanında durdum, başka anlamlar çıkarma,”
“Yani konuşmuyorsun?” diye sordu, gözleri üzerimdeydi.
“Konuşmayacağım,” dedim, sesimi kararlı bir şekilde yükselterek.
Korkut, sinirle bana baktı. “Bir gün içindeki acıyı anlatmak istediğin zaman yanında kimseyi bulamayacaksın. Bu şekilde davranışlarında ısrarcı olursan yalnızlık ve mutsuzluk içinde öleceksin,.
“Korkut, benim acılarımdan sana ne! Ben de biliyorum, yalnız bir şekilde öleceğimi merak etme. Sen yarım bıraktığın hayatını tamamla.
Söylediklerim onu sinirlendirmişti ama aslında haklıydım. . Mihri ile ilgilensin, çünkü ben öyle yapıyordum.
Kapıyı açtı, ben de hızla arabanın içinden çıktım Korkut, arabayı hızla çalıştırıp gitmişti. Apartmanın kapısını açtım ve hem kapı zili çaldım hem söylenmeye başladım. Özlem kapıyı açtı.
“Geç içeri, sinirli şirin,” dedi, gözleri merakla üzerimdeydi
“Özlem!” dedim, sesimi alçaltarak onu uyardım. “Bana bu şekilde hitap etme, lütfen.”
“Ne özlemi? Ayrıca, arabada ne konuştunuz?” dedi. Sesinde bir tatlı sertlik vardı. “Umarım bir daha adamın dudaklarına yapışmadın!”
. “Hayır, öyle bir şey olmadı,” dedim, yüzümü buruştururken.
- tabi canım
“Özlem, vallahi uğraşamam seninle! Mihri nerede?”
-bana neler yaptığınızı anlatırken uyuya kaldı,”
- okul , yemek, akvaryum derken iyi gelmişti meleğime bu gün mutluydu gerisi önemli değildi
Salona doğru ilerledim ve Mihri’yi dikkatlice kucaklayarak odama götürdüm. Mihri’yi yatağa yatırdıktan sonra ben de yanına uzandım. O kadar huzurla uyumuştum ki, Özlem’in beni sarsmasıyla uyandım.
“Kardelen, kalk! Aç açına uyunur mu?”
“Özlem, lütfen! İştahım yok,” diye yanıtladım, yüzümdeki yorgunluğu saklamaya çalışarak.
“İtiraz yok hadi ,”
Mihri hâlâ uyuyordu, ama Özlem onu uyandırmaya çalışırken engel oldum. “Bırak, uyusun. Zaten yemek yedi , dinlenmeye ihtiyacı var
Özlem ile mutfağa gittik. İkimizin arasında bir sessizlik vardı, ama bu sessizlik rahatsız edici değildi
-
“Bak, sebze çorbası yaptım! Seversin sen, Kardelen,” dedi Özlem, heyecanla masaya çorbayı getirirken.
Elime kaşığımı aldım, ama boğazımdan geçerken resmen acı çekiyordum. Çorbanın sıcaklığı midemi yakıyordu.
“Kardelen, yapma! Bak, sadece kahve ve bitki çayı ile kendine zarar veriyorsun,” dedi Özlem, endişeyle.
“Özlem, bilmiyorum, inan. Aç hissediyorum kendimi ama önüme yemek konduğunda midem bulanıyor, iştahım kapanıyor,”
Özlem’in ısrarıyla çorbadan iki kaşık aldım, ama daha fazla yiyemeyecektim. Kaşığımı masaya bıraktım ve masadan kalktım. İki adım attığımda gözüm kararmıştı.
Özlem son anda kollarımdan tutmuştu. “Hastaneye gidiyoruz, sakın itiraz etme, Kardelen!”,
endişelenme yarın fırsat bulursam giderim,”
yürüyebilecek halin bile yok! Baksana,” dedi Özlem, yüzündeki endişe ifadesiyle.
- Özlem, beni yavaşça koltuğa oturturken gözlerinde bir kaygı belirmişti. Benim yüzümden akşamı mahvolmuştu O sırada salondan Mihri gelmişti; elinde küçük tavşanını kucaklamış, neşeyle gülümsemekteydi.
“Susadım,” dedi, gözlerini ovalayarak. Ben kalkmaya çalıştım, ama Özlem beni durdurdu.
“Yavaşça kalktım. Özlem, bak ben iyiyim. Hadi sen yemeğini ye, vallahi iyi hissediyorum. Ben de Mihri’ye su vereyim,” dedim, ne kadar inandırıcı olmaya çalışsam da, sesimdeki titreme onun dikkatinden kaçmadı.
Özlem, bana inanmış görünmüyordu. Yüzündeki ifadeden, içindeki endişeyi anlayabiliyordum. “Bir kaç adım attım,” gözlerimin önünde siyah noktacıklar oluşmaya başladı. Sanki bir deprem oluyor gibiydi; evdeki eşyalar bile çift görünüyor, dengesiz adımlar atmaya başlıyordum. Özlem, gözlerindeki korkuyla hemen yanımda belirdi en son hatırladığım özlemin bağırışıydı
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
umarım beğenmişsinizdir bu bölümü yazarken biraz zorlandım çok dramatikti benim için 😥
yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayalım
kitap ile alakalı sevmediğiniz kısımları yazabilirsiniz
- bu bölümde sevdiğiniz kısımları yorumlarda belirtebilirsiniz
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
63.36k Okunma |
2.56k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |