54. Bölüm

YEMEK

Berfu
morzamiku

Aşk, direnmenin en çiçekli yöntemiydi.

Zeynep Kaçar............
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


GÜNÜMÜZ


Korkut yukarı çıkarken arkasından uzun uzun bakıyordum. Ona söylediğim onca ağır söze rağmen bu kadar dayanabilmesi şaşırtıcıydı. İçimdeki bir ses, onu durdurmam gerektiğini fısıldıyordu, ama gururum izin vermiyordu. Bir adım atsam, peşinden gitsem… Ama hayır. Beni durduran o içimdeki inatçı gurur muydu, yoksa pişmanlık mı? Neden vicdan azabı çekiyordum ki? Onu üzdüğüm için mi? Yoksa asıl üzülen ben miydim?

İçimden kendime lanetler yağdırıyordum. Doğru olanı yapmak, canımı bu kadar acıtmamalıydı. Sadece kendimi korumuştum
Kafamdaki düşünceler beni boğarken, arkamdan gelen bir alkış sesiyle irkildim.
"Aferin sana, gurur budalası!"

Güney’in o alaycı sesi tüm içimdeki hüznü bir anda öfkeye çevirdi. Şimdi sadece sinir kalmıştı içimde
"Sen ne zamandan beri buradasın?" diye sertçe sordum, dönüp ona bakarken kaşlarımı çatmıştım
Güney, soğuk bir ifadeyle gözlerini bana dikti. Sesi alaycı ve sertti.
"Korkut’u öpüp, ona hak etmediği sözleri söylediğin andan itibaren buradayım."
Sinirlerim iyice gerilmişti. İçimdeki suçluluk ve öfke birbirine karışıyordu, ama ona bunu hissettirmemeliydim. Güney’in karışmaya hiç hakkı yoktu. O, bu konuda hiçbir şey bilmiyordu, hiçbir şey anlamıyordu.
"Korkut’la olan ilişkim seni ilgilendirmez,
"Ama Güney, geri adım atmıyordu. Gözleriyle beni delip geçiyordu. Sessizce ona bakarken, Korkut’a karşı yaptıklarımı, söylediğim o sert sözleri düşündüm. Belki de beni en çok rahatsız eden, Güney’in haklı olma ihtimaliydi.


Güney, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Tabii ki ilgilendirmez, ama bu onun canını acıttığın gerçeğini değiştirmez."

Gözlerimi devirdim. "Korkut’un canı acımaz, Güney. Rahat ol. Zaten onun bir kalbi olduğundan bile şüpheliyim."
-Güney, derin bir nefes aldı. “Neden Korkut’a yalan söyledin?” diye sordu, sesi soğuk ve netti. “Onun için deli gibi kan aradığını, sinir krizleri geçirdiğini, gizlice hastaneye gittiğini ve doktorunun günde üç defa aradığını neden söylemedin? ilk zamanları hatırlıyor musun hastne bahçesinde elinde soğumuş çay bardığı ile öylece tepkisizce oturuyordun yemek yediğinde sürüklü kusuyordun sürekli aynı kelimler ağzından dökülüyordu ....söyleyemedim şimdi elinde böyle bir fırsat bulmuşken ona söyleyebilecekken neden .Çok akılsızca davranıyorsun! sevgini göstermedikten sonra sevmenin ne anlamı var
Kendimi savunmak için bir şeyler söylemeye çalıştım, ama kelimeler boğazımda düğümlenmişti. “
Güney’in gözleri, sanki ruhumu tarıyordu. “Sen nereden biliyorsun hastaneye gittiğimi?” onun üzerine gelmesini engellemeye çalışarak.
“Benden habersiz o hastanede kuş uçmaz, ” dedi Güney, ciddiyetini koruyarak
-Güney, derin bir nefes alarak uzunca bana baktı, gözlerinde karışık bir ifade vardı. "Kendini boşuna yoruyorsun, Kardelen. Korkut’a aşıksın "Bu durumu saklayarak ne elde etmeye çalışıyorsun, ha?" diye devam etti, sesi daha da yükselmişti. "Kendini mi yoksa onu mu koruyorsun?
Sözleri içimi acıttı ama kendimi toparlayıp ona karşı çıktım. “Güney, sence sorun aşık olmak mı? Peki ya aşkın devamı? Aşk tek başına yetmez, yanında aşkı tamamlayacak duygular da gerekli. Onlar olmadan, aşkın kendisi anlamsızlaşıyor.”

Güney alayla kaşlarını kaldırdı, gözlerinde sert bir parıltı belirdi. “Yine de bu, acımasız olduğun gerçeğini değiştirmiyor.”

İçimden bir öfke dalgası yükseldi ama sakin kalmaya çalıştım. “Bu seni ilgilendirmiyor,” dedim sert bir tonda.

Güney kahkahasını zor tuttu, dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Böyle devam edin. Birbirinizi geri dönülemez bir şekilde mahvetmenizi izlemek oldukça zevkli olacak .”


"Seni ilgilendirmeyen meselelere karışma, mafyacık,". Sesim sakin ama meydan okurcasına çıktı.

O ise hiç ciddiye almıyordu. Alaycı bakışlarını üzerimde gezdirip koltuğa oturdu. Bacaklarını rahatça üst üste attı. "Yanlışı düzeltelim," dedi sakince. "Güney Demirgan mafyacık değildir; mafya babasıdır."

Aramızdaki sessizlik bir an için derinleşti. Öfkem kabarıyordu, ama onun bu umursamaz tavrı beni durduruyordu. Sonunda, nefesimi tutarak konuşmaya başladım.
“Seninle daha fazla sohbete devam edemem, Güney. Bu şekilde kalitem düşüyor,”
Güney, dudaklarını alayla kıvırarak cevap verdi. “Öyle mi? Oysa ben kaliteyi zirveye çıkaran bir adamım, Kardelen. Sana fazla gelmiş olabilirim.”
İçimdeki öfkeyi zor dizginledim. Korkut’tan daha egoist biri varsa, o da kesinlikle Güney'di. Adam adeta yürüyen bir egoydu
Kaşlarımı çatarak ona doğru sert bir adım attım. “Sen sadece kendini öven, boş bir insansın, Güney. İçin o kadar boş ki, fazladan ses çıkararak dikkat çekmeye çalışıyorsun,”
Çantamı alıp arkamı dönmüştüm, geri gitmek üzereydim ki Güney’in sinir bozucu sesi arkamdan yankılandı. Her zamanki gibi, sözleriyle yaralamayı seviyordu.

"İt gibi seviyorsun, ama aptalsın."

Adımlarım bir anda durdu. İçimdeki öfkeyi kontrol etmeye çalışarak yavaşça döndüm. Onun gibi birine duygularımı açacak değildim. Bir an duraksayıp sakin bir nefes aldım, sonra soğuk bir sesle karşılık verdim. "Duygularımı burada sana anlatacak değilim."

Güney, yüzünde o kibirli gülümsemesiyle gözlerini gözlerime dikti. "Demek ki duygun var," dedi, sanki zafer kazanan biri gibi.

Gözlerimi devirdim. Ne yapmaya çalıştığını anlamak zor değildi.
“Haddini bil, Güney. Her zaman böyle boşboğazlık mı yaparsın?” diye sert bir şekilde çıkıştım.

Umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Yerine göre evet," dedi, sonra bir an için bakışları değişti, gözlerinde karanlık bir derinlik belirdi. Sesini kısarak ekledi, "Sana bir sır vereyim mi?"

Kaşlarım çatıldı, gözlerimi ondan ayırmadan onu izledim. “Ne sırrı?” dedim, sabırsızca.

Güney, koltuğa yaslanıp bakışlarını gözlerime dikti. O an, o tehditkâr bakışı her şeyi anlatıyordu. "Elindekini sahiplenmezsen, bir başkası alır," i, sesi alaycı bir tonla karışmıştı. "Yemeyenin malını yerler, Kardelen.
Sözleri, içimde soğuk bir rüzgar estirdi. O kadar sakin ve kendinden emindi ki, ne bildiğini merak etmekten kendimi alamadım.

Bir an sustum, sözlerinin anlamını çözmeye çalışıyordum. Ne demek istiyordu?
-"Ne demek bu, Güney? Açık konuş," diye ısrar ettim.
Güney, dudaklarında sinsice bir gülümsemeyle, gözlerimin içine bakarak, "Yakında kıskançlıktan gözyaşlarına boğulursan, bu sözlerimi hatırla,"ve ardından arkasına yaslanarak beni sessizliğin ortasında bıraktı.

Sözleri zihnimde yankılanmaya devam ederken, içimde bir şeyler kopmuştu. Güney, her zamanki gibi ne bildiğini asla tam olarak söylemezdi. Ama bu sefer söyledikleri, ruhumda derin bir endişe bırakmıştı. Kafamda sorular dönüp duruyordu. Ne yapmayı planlıyordu? Kimi kastetti? Ama bildiğim tek şey vardı, bu sözler sadece bir uyarı değildi.
-Öfkem daha fazla taşmak üzereydi. "Senin bu had bilmez tavırlarına daha fazla katlanmayacağım!" diye sertçe çıkıştım.

Güney, o sinir bozucu, alaycı bakışlarını üzerimden ayırmadan konuştu. "Asıl hadini bilmez olan sensin," dedi, soğukkanlılığını koruyarak. "Dubai şeyhine layık mutfağımı mahvettin. Yaptığın tahribatın hesabını vermen gerekecek."

Derin bir nefes alıp öfkeyi bastırmaya çalıştım. "Zenginsin işte, Güney! Mutfağını yeniden yaptırırsın," dedim, artık sabrımın sonundaydım.

Güney’in dudaklarında o kendinden emin gülümseme belirdi. "Hayır," dedi sakin bir şekilde. "Ödemeyi sen yapacaksın. Yarın sana hasar ile ilgili dekontu atarım."

Gözlerimi devirdim, içimde yükselen öfkeyi kontrol etmeye çalışarak saçlarımı geriye doğru attım. "Allah’ım, kafayı yiyeceğim!" diye kendi kendime söylenirken, onun o alaycı tavrı iyice sinirlerimi bozmuştu.

"Ödemeyi en kısa zamanda yapmanı bekliyorum," diye ekledi, sanki her şey onun kontrolündeymiş gibi.
"Güney, hem zenginsin hem de cimrisin," dedim, alaycı bir şekilde. Sinirlerim iyice gerilmişti.

Güney, sakin bir tonla, hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. "Zenginlerin nasıl zenginleştiğini düşünüyorsun Kardelen?"

Gözlerimi ona diktim, sinirimi belli etmemeye çalışarak. Bu adamla daha fazla konuşursam, gerçekten aklımı kaybedecektim.

Daha fazla dayanamadım, içimdeki öfkeyi bastıramıyordum. Sinirle kapıyı sertçe çarparak çıktım.


Halil İbrahim kapının önünde sigarasını içiyordu. Beni görünce sessizce sigarasını söndürdü ve arabanın kapısını açtı. Hiçbir şey söylemeden arabaya bindim. Yol boyunca sessizce gözyaşlarımı tuttum. Sanırım artık Korkut benimle bir daha asla iletişim kurmazdı. Başardın, dedim kendi kendime. Mutlu ol artık. Hedeflediğin gibi, sen ve Mihri baş başa kaldınız. Korkut’un varlığını bir daha hissetmeyeceksin. Ama... Güney ne demek istemişti? .
Kıskanmayı gerektirecek ne olabilirdi?

Halil İbrahim, sessizliği bozarak masadan bir peçete uzattı. "Al bacım, tutma kendini. İstediğin kadar ağla, kimseye söylemem," dedi, sesindeki o derin samimiyet içimi ısıttı. Başımı hafifçe eğip, peçeteyi alırken gözlerimdeki yaşları gizlemeye çalıştım.

"Ben... çok ağlamam aslında," diye fısıldadım. Ama kelimeler titrek bir nefesle çıktı. Kendimi kontrol etmeye çalışıyordum ama dudaklarım istemsizce titriyor, boğazımdaki düğüm gittikçe büyüyordu. Birkaç saniye daha dayanmaya çalıştım, fakat içimdeki acı fazla geldi. Hıçkırıklar bir anda yükseldi ve gözyaşlarım sessizce yanaklarımdan süzüldü.

Halil İbrahim başını iki yana salladı, derin bir nefes aldı

Yolculuğun sonuna geldiğimizde, arabadan inerken Halil İbrahim’e sessiz bir bakışla teşekkür ettim. Gözlerim hala biraz doluydu ama artık daha sakindim. İçimdeki ağırlık biraz hafiflemişti.

"Ağladığımı kimseye söyleme, yoksa..." dedim, sesimde hafif bir tehdit tonu vardı . Kendi acımı hafifletmek için gülümsemeye çalıştım.

Halil İbrahim kaşlarını kaldırdı, dudaklarında küçük bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. "Beni tehdit etmene gerek yok," dedi, samimi ama ciddi bir tavırla. "Bir kadının nasıl ağladığını anlatacak bir adam değilim."
- Başımı hafifçe sallayıp,
"Sağ ol," dedim minnetle.
.Hiç vakit kaybetmeden apartmanın dış kapısını açtım. İçeriye girip çantamdan anahtarı çıkardım ve anahtar deliğine sokarken derin bir nefes aldım. Bu gece bitmişti, ama içimdeki fırtına dinmemişti.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Evin içine adımımı attığımda, Özlem’in başına doladığı eşarp ve elinde tuttuğu kahve bardağı dikkatimi çekti. Evi turluyor, belli ki sabırsızca bir şeyler düşünüyordu. Beni görür görmez yüzünde geniş bir gülümseme yayıldı.

"Ayy, sonunda geldin! Seni esir alıp bırakmayacağını sandım, polisi aramak üzereydim! Güney’le konuşmanız nasıl geçti, Kardelen?" diye sordu hızla

"Özlem, yavaş konuş," dedim, derin bir nefes alarak. Onun enerjisiyle başa çıkmak zordu, ama şu an kendi düşüncelerimle bile zor baş ediyordum.
"Off, Güney bana tuzak kurdu," dedim sinirle. "Korkut ile beni baş başa bırakmak içinmiş. Yani ortada önemli bir mesele yok."

"Ayyy, çabuk anlat ya da dur, ben çekirdeğimi alıp geleyim!" dedi Özlem, yerinde kıpırdanarak. Merakı iyice artmıştı, gözlerinde sabırsızlık parlıyordu. "Çok heyecanlı, en detayına kadar anlat şimdi."

Gözlerimi devirdim. "Özlem, senin için heyecan olan anlar benim dramım!" , yüzümde acı bir gülümsemeyle..
Kardelen, sus! Dedikoduyu anlat çabuk!" Özlem'in sesi bu kez daha otoriterdi, gözleri merakla üzerimdeydi.
"Susup nasıl anlatacağım, Özlem?" dedim, başımı ellerimle tutarak. Hem kafamın içinde dönen düşünceler hem de Özlem'in baskısı altında kendimi iyice sıkışmış hissediyordum.
Özlem sabırsızca gözlerini devirdi. "Bana laf yetiştirmeyi bırak da olan biteni anlat, canım! Sabırsızlanıyorum. Hadi, hadi!
Ona en başından olayı anlatmaya başladım. Ama işin kötü yanı, Korkut’u öptüğümü duyunca Özlem’in elindeki çekirdek kasesi yere düştü.
"Kardelen, canım arkadaşım," dedi, gözleri büyüyerek. "Empati yapması için Korkut’u öpmen gerekmiyordu. Bu biraz fazla olmadı mı sence?"
"Fazla mı oldu, Özlem?" dedim, kafam karışmış bir halde.
"Yani, Kardelen, adama 'Seni umursamıyorum' diyip öpümüşsün dudaklarından! Bu dengesizlik, mallık, biraz da beyin yoksunluğu!" Özlem'in söyledikleri mantık çerçevesinde doğruydu. Ne yaptığımı sorgulamaya başladım.
"Off, ne bileyim, Özlem!" dedim, elimle yüzümü kapatarak. Gerçekten ne düşündüğümü bilmiyordum. Bu olanlar içimdeki karmaşayı iyice artırıyordu

- Özlem ise bana moral vermeye çalışıyordu ama tabii ki canım arkadaşımın şeytani tarafını unutmuştum. "Üzülme, Kardelen," dedi, hafif bir gülümsemeyle. "Sonuçta empati bahnesi kullanarak adamın dudaklarına yapıştın. Merak etme, Korkut yanlış anlamaz."

"Özlem, varya sen bittin!" dedim, sinirli bir tonla. "Ben ona empati duygusunu kazandırmaya çalıştım, o kadar!"

"Kardelen, iyi ki empati duygusunu kazandırmışsın. Yoksa başka duygular olsaydı, yandık!" dedi, alaycı bir gülümsemeyle.

"Özlem, dua et! Tüm enerjimi Korkut bitirdi," dedim, içimdeki yorgunluğu hissederek.

"Belli canım, fazla tüketmiş hem de," diye yanıtladı.

Özlem haklıydı. İçimde bir boşluk hissi vardı. "Keşke öpmeseydim," dedim, pişmanlığımın ağırlığıyla başımı öne eğerek. O an kontrolümü kaybetmiştim ve ne yaptığımı tam olarak bilmiyordu

Özlem uyumaya giderken ben de odama geçtim ama uykum bir türlü gelmiyordu. Korkut’un beni öptüğü an,Şu an bile yanaklarımın yanışını hissedebiliyordum. Korkut’un beni öpmesi beklenmedik bir olaydı, ama bu durumun altında yatan bir sorun vardı.
Neden bu kadar üzgün hissediyordum? Korkut’a söylediklerim yüzünden mi? “Neden pişman olacağın sözler söyleme,” diyordu. Korkut, kapalı bir kutu gibiydi ve ben onun sırlarını çözmeye çalışan bir çilingir değildim
Artık kendi duygularımı önemsemem gerektiğini fark ettim. İnsanların gidişi beni etkilememeliydi. Gerekirse kendime bir yalnızlık kalkanı oluşturacaktım hislerimin beni ele geçirmesine izin veremezdim
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-Sabah, kapı zilinin ısrarlı sesiyle uyandım. Saat altıydı ve merakla kapı deliğinden bakınca Alparslan’ı gördüm. Senadan öğrendiğim kadarıyla, timin sınır dışı görevleri uzamıştı.

Kapıyı açtığımda, üzerinde hâlâ askeri üniforması vardı. Ne olduğunu anlamadan, bana sarıldı. “Alparslan, dur, nefes alamıyorum,” dedim, boğazımda bir düğüm hissettim. Sarılışı, beklediğimden çok daha sıcak ve samimiydi.
“Senadan olanları duydum. Bizim küçük cadı nerede?” diye sordu, sesi endişeli bir tınıyla.

“Uyuyor, Alparslan,”
“Bu saate gelmene gerek yoktu, evine gitseydin,” dedim, onun bu kadar erken saatte gelmesini yadırgayarak.

“Senin abininim ben. Gerek var, hâlâ anlamadın mı?” dedi, gözlerindeki kararlılıkla.

“Abim değilsin,” demek istedim ama onun şefkatle bakan gözleri karşısında kelimeler dilimde düğümlendi.
“Eve geç istersen,”
“Yok, sadece sizin iyi olup olmadığınızı görmek istedim. Şimdi Korkut’un yanına gideceğim,”
“Keşke ilk önce Korkut’un yanına gitseydin,” dedim, içimdeki kaygıyı saklamaya çalışarak. Sesim, düşündüğümden daha zayıf çıktı
“Boş ver, Korkut’a bir şey olmaz, Kardelen,” diye yanıtladı Alparslan, ama ben onun bu rahat tavrına katılmıyordum. Korkut yalnızdı; hastanede kimse onu ziyaret etmemişti. İçimde derin bir üzüntü duydum, onun yalnızlığı beni yaralıyordu. Korkut’un yalnızlığının çaresi neydi ki? Gözlerimdeki endişe Alparslan’ın dikkatini çekse de, dile getirmeye cesaret edemiyordum.
“Alparslan, Korkut’un yanına git,” dedim tekrar ederek, kelimelerimi zorla ağzımdan çıkarıyormuşum gibi hissettim.
“Kızım, ne çemkiryorsun? Duyanda Korkut üzülüyor sanacak,” bu sözler beni daha da gerdi. İçimde bir yerlerde, Korkut’un acı çektiğini bilmek, kalbimdeki yükü daha da ağırlaştırıyordu.
“Sen dediğimi yap, Alparslan. Korkut’u yalnız bırakma,” dedim, sesimdeki acıyı gizlemeye çalışarak. Korkut’un yanında olmayı, ona destek olmayı ne kadar çok isterdim; ama şu an elimde yalnızca kelimeler vardı.
Alparslan, Mihri uyuduğu için onu rahatsız etmek istemediğini söyledi. Sonrasında gitmişti. Ben de evdeki sessizliğe ayak uydurup odama geçtim. Kapıyı kapatırken, içimdeki kaygı ve endişe sarmalanmıştı. Uykum kaçmıştı; düşüncelerim Korkut’un yalnızlığına takılı kalmıştı.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sena her zamanki gibi sakin ve rahat tavrını koruyarak, "Kardelen, kendimi iyi hissediyorum, lütfen! Hem evime daha önce gelmedin, fena mı alınıyorum ama? Lütfen..." dedi. Sözlerinin sonuna doğru sesinde hafif bir kırıklık sezdim, ama o inatçı biriydi. Ona karşı çıkmanın anlamsız olduğunu bilsem de yine de bir kez daha deneyecektim.

"Sena, kutlama abartı değil mi? Yani sonuçta her an doğurabilirsin!" Sesim yükselmişti, ama haklıydım. Bu kadar sorumsuz olmasını aklım almıyordu.

Sena, yine o hafif alaycı ve tatlı tonuyla karşılık verdi, "Ama canım, kocam üstün hizmet madalyası aldı! Kutlamayalım mı?"

Gözlerimi devirdim, ama içimdeki endişe gitmiyordu. "Kutla ama şimdi zamanı değil. Sen her an doğurabilirsin, bunu unutmamalısın!" diye uyardım onu. Bedeninin sinyallerini bu kadar göz ardı ediyor olmasına tahammül edemiyordum.

"Kardelen, ben anneyim!" dedi, sesi daha ciddi bir hâl almıştı. "Çocuğumun doğacağı anı hissederim. Bu yüzden kutlama yapmak istiyorum."

İçimde derin bir iç çekişle başımı iki yana salladım. "İnşallah hissediyorsundur," dedim, sesim artık daha yumuşaktı ama hâlâ endişeliydi, "Ama sonra seni doğumhaneye yetiştirmekle uğraşmak zorunda kalmayız umarım Lütfen dikkat et!"

Bir kahkaha attı, sanki söylediklerim hiç önemli değilmiş gibi. "Kardelen, bana güven!" dedi neşeyle, "Ayrıca sen erkenden gel, bana yardım et."

Artık Sena'yla tartışmanın bir anlamı olmadığını biliyordum. Onu ikna etmek zor olacaktı, bu yüzden pes ettim. "Tamam, Mihri’yi Özlem’e bırakıp erkenden gelirim. Ama sen kendine dikkat et, tamam mı?"

"Tamam!" dedi, sesi bu sefer daha şen ve alaycıydı. "Dikkatli olacağım, anne! Hadi, çabuk gel." Telefonun ucundan gelen kahkahasıyla konuşmayı sonlandırdı.

Telefonumu kapatıp zil sesini duyunca hızla harekete geçtim ve aceleyle derse girmeye hazırlandım. Zihnimdeki düşünceler birbiri ardına sıralanırken, sınıfın kapısını açtım. İçeri girdiğimde, dikkatimi vermek için kendimi zorladım .

Okuldan sonra Mihri'yi Özlem’in iş yerine bıraktım. Özlem’in benim için yaptığı her şey aklımda dönerken, ona en kısa zamanda bir teşekkür hediyesi almalıydım. Gerçekten de bana çok destek oluyordu

Sonrasında, Senalara geçtim yardım etmek için mutfağa girdim. Daha çok ben yemek yapıyordum, Sena oturmuş, ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Ama Korkut hakkında daha fazla konuşmak istemiyordum; kelimelerim tükenmişti

Nihayet yemekler hazır olmuştu, ama ben de tükenmiştim. Üzerimdeki mutfak önlüğünü çıkardım. Sena, sarma işini tamamlamıştı ve üzerine bir tabak koyup ocağı açmıştı.

- "Sena, her şey hazır. Ben artık gitsem,"

- "Kardelen, beni delirtme! Otur, oturduğun yerde sen de katıl," diye çıkıştı

"Tanımadığım insanların yanında rahat olamam ki," dedim, durumu yumuşatmaya çalışarak.

"Yarabbim, sabır ver!" dedi derin bir nefes alarak. "Gitmeyeceksin, nokta! İyice huysuz bir nine oldun, başımıza çıktın!"

"Ayy tamam, Sena, kabul," dedim, hafif bir gülümsemeyle. "Yeter ki yeni sıfatlar bulma, beni zorbalamaktan vazgeç.".

Tam o sırada zil çaldı. Sena kapıyı açtı ve Alparslan içeri girdi. Hemen ona sarıldı, ardından Sena'nın karnına bir öpücük kondurdu. Uzun süreli görevinden döndüğünden beri yüzündeki yorgunluk hemen dikkatimi çekti; Alparslan ne yaşamıştı acaba
- Bana döndü ve hafif bir gülümsemeyle, "Ooo Kardelen hanım, siz buralara gelir miydiniz?" diye sordu.
Sena hemen devreye girdi. "Alparslan, hiç Kardelen’le buluşma, bana yardım et!" dedi,

- "Tamam, susuyorum," dedi Alparslan,
Sonrasında, Alparslan masayı hazırlamamıza yardımcı oldu. O an, bu adamda ne olduğunu gerçekten anlayamıyordum. Benimle uğraşmayı bırakmıştı, Alparslan neden . Sanki zihni başka bir yerlerdeydi, her şeyini kaybetmiş gibi.
Sena Alparslan’a baktı. “Alparslan, bardakları masaya koyabilir misin ?” diye sordu.

Ama Alparslan, kafasını hiç kaldırmadan sadece derin bir nefes aldı ve “Güzelim, ne oldu?” dedi. , sanki kafası başka bir dünyadaymış gibi.

Sena tekrar yüksek sesle, biraz sinirli bir şekilde söyledi: “Alparslan, sana diyorum! Bardaklar! Masaya koyabilir misin ?”

Alparslan bir şey söylemeden bardakları alıp gitti Sena ile ben arkasından baktık.

Sena, kaşlarını çatmıştı. Gözlerinde endişe vardı, sanki bir şeyler yapmaya kararlıydı. "Kesin beni aldatıyor," diye fısıldadı, ama sesinde belirsizlik vardı. Bir yandan da inanmak istemiyordu.

Yüzüne baktım, . "Saçmalama," dedim ama kendi içimde de bir huzursuzluk vardı.
Sena bir an sessiz kaldık sesizliği bozdum
, “Evliliğinizle alakalı olduğunu sanmıyorum. “Ama şu görevle... Belki onunla bir bağlantısı olabilir mi?”
Sena morali bozuk şekilde yemekeleri kontrol ediyordu "Bilmiyorum
, “Ama sanırım, konuşmamız gerekecek. Alparslan’la... . .”
derin bir nefes aldım. “Evet, konuşmalısınız,” Kapı zili çaldığında içimde
e bir heyecan dalgası yükseldi. Sanırım Alparslan’ın timdeki arkadaşları gelmişti.
misafirleri karşılamaya gittik
Alparslan, bana döndü ve “Seni anlatmıştım. Yıldırer’i tanıyorlar. Tabii ki de seni çok merak ediyorlar,” Abimin adı geçince üzümde hafif bir tebessüm belirdi.
Elim ayağım birbirine dolaştı. Biraz da çekingenlik vardı üzerimde. Dört aydır o kadar kendimi izole etmiştim ki, insanlarla bir araya gelmek düşüncesi bile beni endişelendiriyordu. İnşallah suskunluğumu yanlış anlamazlardı.
Alparslan ve Sena, timdekileri karşılamak için önden gittiler; ben de peşlerinden yavaş adımlarla takip ettim.
Kapıyı açtığımızda , dört erkek ve bir kadın duruyordu. Önce hepsi, samimi bir şekilde Sena’ya selam verdiler

Sonrasında, kumral, uzun boylu bir adam elini uzattı. Bakışları ciddiydi; robot gibi duruyordu. "Ben Kenan," dedi, elimi uzattığımda. Elinin sıcaklığı güven vericiydi "Tanıştığımıza memnun oldum," dedim, içimde bir nebze de olsa kaygı vardı ama bu ilk izlenim hoşuma gitmişti.

Ardından yanındaki kadın elini uzattı. "Ben Açelya," dedi. Siyah, uzun saçlarını omuzlarının üzerinden sallarken mavi gözleri ona güzel bir hava katmıştı. Onun enerjisi bana kendimi daha rahat hissettirdi. Gülümsemek istedim ama heyecanım yüzümdeki gülümsemeyi engelliyordu.
Kızıl saçlı adama doğru elimi uzatacakken kafalarımız tokuşturdu . Bu beklenmedik temas, canımı biraz acıtsa da o kadar komik biriydi ki gülmeden edemedim. "İhsan ben," dedi, gülümseyerek.
İhsan’ın yanında duran adam ise daha sessizdi. O, beni dikkatlice süzüyor gibiydi. Mert," dedi, kısa bir şekilde
En sonunda, kalıplı bir adam elimi sıktı. "Zafer," sesi kalın ve gürdü
Sonrasında yemeğe geçtik. Yemekte koyu bir sohbete daldık; Açelya ve Kenan’ın sevgili olduklarını öğrenmek benim için sürpriz oldu. Açelya’nın savunma sanayisinde mekatronik mühendisliği yaptığına duyduğum ona olan hayranlığımı katbekat artırmıştı.
Yemekten sonra salona geçtik. Çay servisi yapıldıktan sonra, Açelya, Sena ve ben erkeklerden ayrı bir köşeye geçip sohbete daldık. Konumuz, Sena’nın hamileliği nedeniyle boyatamadığı saçlarıydı. Sena durmadan konuşuyordu, biz de Açelya ile sessizce dinliyorduk.
Tam bu sırada kapı zili çaldı. Sena, Alparslan’a döndü. "Bir misafirimiz daha mı var?" dedi, sesi merak doluydu. Alparslan, başıyla onayladı. kapıyı açtı Çok geçmeden, bu akşamın zor geçeceğinin habercisi olan kişiyi gördüm; Korkut gelmişti. Göz göze geldiğimizde, ikimiz de adeta donmuş gibiydik. yakınlaştığımız anlar bir anda gözlerimin önüne geldi; kalbim hızla çarpmaya başladı.
O an herkesin gözlerinin üzerimizde olduğunu hissettim. Timdekiler neden ikimizi kıyamet alameti gibi izliyorlardı? Sanki bir şey biliyorlardı.

Zafer, Korkut'a doğru yöneldi "Geçmiş olsun," dedi. Mert ise sadece selam verdi; Korkut’un yüzüne bile bakmadı. Neden Korkut’un yüzüne bakmadığını merak ettim.
Kenan, soğukça başıyla selam verdi, sıcak bir yaklaşımda bulunmadı.
İhsan ise Korkut'a direkt sarılarak, "Komutanım, özletiniz kendinizi," dedi, samimi bir ifadeyle.
"Korkut, ben senin komutanın değilim artık,ihsan " sesi soğuktu "Artık Alparslan'dan emir alıyorsun, alışamadın mı hâlâ?"
İhsan ise umursamaz bir tavırla tekrar Korkut'a sarıldı. "Alparslan, komutanım, fazla gergin," dedi, alaycı bir ses tonuyla. "Sanki Sena yenge yerine o hamile."
- Alparslan, İhsan’ın bu sözlerine sinirlenmiş gibiydi. "İhsan, sanırım yarın senin için güzel bir görevim var," dedi, sesi sert bir tonla. "Askeriyenin bahçesindeki otlar baya uzamış, yolsan güzel olur."
"Komutanım," diye yanıtladı İhsan, ama Alparslan'ın yüzündeki ifade ciddiyetini koruyordu.
"İhsan, ben bir lafımı ikinci kez söylemem," dedi Alparslan, sesi daha da sertleşerek. herkes birbirine bakarak gergin bir sessizliğe gömüldü. "Diğer seferin aksine, bu sefer işini baştan savma yapma .sana son uyarım."
"Komutanım, tankı temizledim," dedi İhsan kendine güvenen bir ifade ile
Zafer, oradan hemen devreye girdi. "Nası temizledin lan? Eğitim sırasında tank bozuldu,

Mert de hemen sohbette dahil oldu "Neyse ki Alparslan, o komutanım, iyi ceza verdi. Önce yerde süründürdü, sonra tanktan özür diletti."Mert sanki bu durumdan zevk almış gibi ihsana bakıp alaycılıkla anlatıyordu

İhsan, kollarını ovuşturup, “Hâlâ kollarım acıyor, komutanım,Korkut komutanım, sizin kıyametinizi bilemedim,” .

Korkut, ona tebessüm etti ve elini İhsan’ın sırtına vurarak, “İşini iyi yap, İhsan,” dedi. Korkut sanki arkadaşalrına derin bir özlem duyuyordu
Kenan, sohbete dahil olarak, “Bence yarın kozalak da toplasın, Alparslan komutanım,”
Açelya ise Kenan’ın elini tutarak, “Uğraşmayın ya İhsan’la, zaten aylardır görevde, yarın ot mu yolsun?”
- "Konuş be, Açelya baba!" dedi İhsan coşkuyla
Zafer İhsan’ın ensesine tokadı indirdi. "Ağlama, İhsan!" dedi
-“Ahh, , rütbem düşük diye beni ezikliyorlar,” dedi İhsan, bu sözleriyle gülüşmelere neden oldu.
-
Eskilerden, geçmişten bahsetmeye başladılar. Onların kahkahaları arasında ben sadece izleyici kalıyordum
Korkut, ağır adımlarla sigara paketini cebinden çıkararak balkona yöneldi. Onun ardından Mert’in de peşinden gitmesi dikkatimi çekti. Mert’in, Korkut’u görmezden gelen tavırları kafamı kurcalıyordu. Bu durumun altında ne yattığını bilmiyordum, ama aralarında bir şey olduğu kesindi.

Salonda herkes kendi sohbetine dönmüşken, ben sessizce mutfağa gidip çayımı tazeledim. Ancak mutfağa girdiğim an balkon tarafından gelen sesler dikkatimi çekti. İstemeden de olsa Korkut'un, Mert’e oldukça sert bir şekilde küfür ettiğini duydum. Şok olmuştum. Hemen ardından Mert’in sakin ama tehditkâr bir sesle, "Er ya da geç gerçekler açığa çıkacak, Korkut," dediğini işittim. Bahsettikleri şeyin ne olduğunu anlayamıyordum, ama aralarındaki tansiyon beni rahatsız etmişti.

Elim ayağıma dolaşmış bir şekilde hızla salona döndüm. İçimde bir huzursuzluk vardı, ne yapacağımı bilemez haldeydim. Çok geçmeden Korkut ve Mert de odaya geri döndü. İkisi de yüzlerinde sert ifadelerle, gergin bir enerji yayıyorlardı. Korkut’un gözleri öfkeyle doluydu, Salondaki herkes sohbetine devam etse de, ortamın havası değişmişti
Sena, Korkut’a dönüp merakla “Yemek yedin mi, sen?” diye sordu. Korkut başını olumsuz anlamda sallarken, Sena hemen araya girdi. “Korkut, mutfağa geç,” dedi, sesi otoriterdi. Sonra bana dönüp yüzüne o alaycı gülümsemeyi yerleştirdi.
Bu kadın neyin peşinde? Neden bana böyle gülümsüyor?
“Kardelenciğim, sen Korkut’a mutfakta kalan yemekleri ısıtır mısın? Malum, hamileyim. Her an doğrabilirm ,” abartılı ses tonuyla
İçimden küfür ettim. "İyi ki bir hamile kaldın," diye düşündüm.
sürekli hamileliği üzerinden ön plana çıkarıyor, her fırsatta bunu kullanıyordu. Hayır desem, herkesin gözü üzerime çevrilecekti. O yüzden sadece başımla onayladım.

Korkut’un arkasından ağır adımlarla mutfağa doğru yürüdüm. Aramızda sessiz bir gerginlik vardı, sanki görünmez bir duvar örülmüştü ikimizin arasına. Korkut her adım attığında kalbim daha hızlı atıyordu ama ne konuşabiliyor ne de ona gerçekten yaklaşabiliyordum. Bir boşluk hissi vardı, onun varlığı beni alt üst ederken, aynı zamanda aramızdaki mesafe her geçen saniye daha da büyüyordu.
Korkut mutfak masasına oturmuş, beni sessizce izliyordu. O bakışlarını hissetmemek mümkün değildi. Gözleri üzerimdeydi, derin ve sorgulayıcıydı. Kalbimde garip bir huzursuzluk belirdi. "Neden böyle bakıyor?" diye düşündüm. Ama o bakışların ardındaki cevabı bulacak cesaretim yoktu. Kalan yemekleri ısıtıyordum, ama elim ayağım birbirine dolaşıyordu. İçimde bir sıkışma... Sanki göğsümde bir taş vardı, ne nefes alabiliyordum ne de sakinleşebiliyordum.

“Neden geldin, Korkut?” diye sordum, sesimin titremesini engelleyememiştim. .
“Alparslan çağırdı, geldim,” dedi Korkut, her zamanki o soğukkanlı, ifadesiz haliyle. Sanki söyledikleri tartışılmaz bir gerçekmiş gibi. Ama onun bu ifadesine ve söylediklerine inanmıyordum.

“Nedense inanasım gelmiyor,” dedim, gözlerimi ona dikip. “Sen kalabalıkları seven bir adam değilsin. Ayrıca timdeki arkadaşların arasında da pek sevilmediğini duydum. Kim bilir onlara ne yaptın? Abim de senden nefret ediyor muydu acaba? Çok merak ettim.”

Sözlerim karşısında Korkut’un yüzü aniden değişti, kaşlarını çatıp sert bir ifadeyle bana baktı. Sanki tam da yarasına dokunmuştum. Ses tonu karanlık bir gölge gibi üzerime çöktü.

“Kardelen, ne saçmalıyorsun? Bir daha askerlik ya da timimle ilgili tek kelime duymak istemiyorum. Aksi takdirde…” dedi, ama cümlesini bitirmedi.

Elimi belime koyup meydan okurcasına ona yaklaştım. “Aksi takdirde ne olur, Korkut?” dedim. Sözlerimin onu kışkırtmasını umursamıyordum.

Korkut’un gözleri karardı, sesi buz gibi keskin bir soğuklukla yankılandı. “Seninle kavga etmek, benden nefret etmek için bahaneler bulmak egonu mu tatmin ediyor? Hâlâ büyümemişsin.” Her kelimesi bir ok gibi kalbime saplanıyordu.

Sonra bir adım daha attı. Artık aramızdaki mesafe neredeyse yoktu. Gözleri gözlerime kilitlendi, sesi alaycı bir tınıyla devam etti.

“Sana bir sır vereyim,” dedi. “Abin senden hiç bahsetmedi. Seni hayatından tamamen silmiş. Sen onun için hiç var olmamış gibiydin. Söylesene, abin neden senden bahsetmedi ? Ona ne yaptın? Ya da ne yaptınız, demeliyim…”

Kelimeler boğazımda düğümlendi. Cevap veremiyordum. Annem gibi davrandığımı itiraf edemezdim. Onu yalnız bırakmıştım, yapayalnız. Bu gerçeği kabul etmek bile canımı yakıyordu. Korkut’un gözlerine bakmaya cesaret edemedim.

İçimdeki vicdan azabı her şeyi bana söylüyordu .
zihnim deki düşünceler ruhumu yoruyordu içimdeki ses her şeyi itiraf etmişti belki de vicdan azabını sesiydi “Onu yalnız bıraktın “Tıpkı annen gibi davrandım… Kendi acılarım yüzünden onu görmezden geldin. O zaman farkında değildin ama… onu yapayalnız bıraktın. Şimdi her şeyi düzeltmek istesem de artık çok geç. Kendimi affedemiyorum Vicdan azabı beni öldürüyor.”
vicdan azabım canımı acıtıyordu ağlamamak için dişlerimi sıktım. Haklıydı. Biliyordum. Ama bu gerçeği bilmek, içimdeki acıyı hafifletmiyordu.Duyduklarım kalbimi sıkıştırırken
, Korkut’un sesi daha da sertleşti.-
- belki de bu yüzden Mihri’nin varlığına tutundun. Belki onunla ilgilenmek seni kendi vicdan azabından kurtarıyordur. Ama dürüst ol, Kardelen. Eğer abin hayatta olsaydı Mihri’nin varlığından bile haberin olmayacaktı.

içimde bir şey koptu. Söyledikleri ne kadar acımasız olsa da, gerçekliğini inkâr edemiyordum. Abim hayatta olsaydı… Mihri’yi gerçekten görebilir miydim? Hayatımda bir parçası olur muydu? Bunu düşünmek bile canımı yakıyordu. Sanırım Korkut haklıydı. Ömrüm boyunca onun varlığından haberim bile olmayabilirdi.
. Korkut insanların zayıf noktalarını iyi gözlemliyordu. En derin yaraları buluyordu ve canı acırsa aynısını yapmaktan çekinmiyordu
Canımı acıtsa da haklıydı işte… Söylediklerinin doğruluğu, içimde fırtınalar koparıyordu. Derin bir nefes aldım, . Zayıf yanımı onun önünde açık etmek ....Bunu yapamazdım.
Ona belli etmeyecektim… ne kadar kırıldığımı, ne kadar haklı olduğunu. Kendimi toparlamış gibi görünmeliydim, ne kadar zor olursa olsun. Ama öfkemi bastıramadım, “Sen ne cüretle böyle konuşuyorsun?”

Korkut bir adım daha yaklaştı. Gözlerindeki keskin bakış beni delip geçerken, “Sen benim hassas noktalarıma dokunamazsın sınırlardan bahsetmiştin değil mi . Seni daha önce uyarmıştım,inan acımasız tarafımla tanışmadın bile ” dedi.

“Umurumda değilsin, Korkut,” dedim dişlerimin arasından, oysa ki elim ayağım titriyordu. geri adım atacak değildim.

- söylesene, derdin ne senin? kaçak dövüşme,” dedi. Sesi alaycıydı
-“Hala anlamazlıktan geliyorsun korkut
Artık patlama noktasındaydım.

“Ne duymak istiyorsun, açık konuş!” diye sesini yükseltti bu kez meydan okuyan bir tavırla.

“Bağırma, rezil olacağız!” dedim, sesim hışımla çıkmıştı. “Açık konuşayım o zaman: Uzak durmanı istiyorum.”

Korkut alayla başını yana eğdi, yüzünde o tanıdık kendinden emin ifadeyle, “Artık bu mümkün görünmüyor,” dedi. Sesindeki soğukkanlılık, içimdeki tüm dengeleri altüst etti.
Sinirlendim. Elimdeki bıçağı daha sıkı tuttum. “Neden?” dedim, sesim titriyordu.
İç çekti ve bana o alaycı bakışlarından birini attı. “İnatçı bir keçinin yokluğumda çok acı çektiğini duydum. Acısını dindirmek istiyorum, yardımsever bir adamım ben
O an ne hissedeceğimi bilemedim.
Biliyordu ...... Yüreğim sıkıştı. Güney in konuştuğunu anlamıştım. Küfür edemedim ama içimden ne geçtiğini bir Allah bir ben biliyordu.
-Keçiler üzülmez. Yanlış anlamışsın,” dedim soğuk bir sesle.

Gözlerimin içine baktı. “Keçilerin üzülmediğini nereden biliyorsun?” diye sordu, alayla.
“Şey…” diye başladım ama kelimeler boğazımda düğümlendi. “Keçiler hakkında bir makale okudum, .
Yüzündeki gülümsemeyi gördüğümde öfkem iyice kabardı. “Rezalet,” dedim içimden . “Kaç yaşındasın, Kardelen? Keçilerle ilgili makale mi daha iyi yalan söyleme tekniklerini öğrensem fena olmazdı
Korkut alaycı bir gülümsemeyle bana baktı. "Makalende keçilerin çok tatlı öpüştüklerini de okudun mu? Tabi, bir de sevdikleri adamın dudaklarını ısırma özellikleri varmış. Eminim, o da yazıyordur," dedi. Sesindeki alay ve rahatlık beni iyice sinirlendirdi.

Gözlerimi devirip derin bir nefes aldım. Ona cevap vermek istemiyordum; çünkü ne dersem diyeyim, lafı eğip büküp dalga geçmeye devam edecekti. Sinirden ellerim titriyordu ama daha fazla muhatap olmamaya kararlıydım.

"Ne oldu, susuyor musun? Benim tanıdığım inatçı keçim cevap verirdi," dedi yine o alaycı tonu bırakmadan.

Bu sefer sadece ağzımı fermuarla kapatıyormuş gibi bir hareket yaptım. Onunla konuşmayarak tepki göstermeye çalışıyordum. Ama bu, Korkut için başka bir oyun alanıydı.

"Demek konuşmuyoruz," dedi, başını hafifçe sallayarak. "Tamam, birlikte susarız o zaman."

Sesi o kadar sakindi ki sanki gerçekten buna razıydı. Ama tabii ki razı olmayacağını biliyordum. Mutfakta tabakları çıkarırken bile o bakışlarını üzerimden ayırmıyordu. Sessizlikte bile beni delirtmenin bir yolunu bulmuştu.

"Bakma bana," dedim sonunda, daha fazla dayanamayarak.

"Bakmamı istemiyorsan, yaptığın işe odaklan," dedi sanki bu en mantıklı açıklamaymış gibi.

"Ne alakası var?" dedim, kaşlarımı çatarak.

Omuzlarını silkti ve yüzünde o sinir bozucu gülümsemeyle, "Anladım," dedi.

"Ne anladın?" diye sordum sinirle.

"Hâlâ fazla konuşuyorsun," dedi ve yüzündeki alaycı ifadeyi hiç bozmadı.

Isıttığım yemekleri masaya bırakırken Korkut aniden sessizliği bozdu: "Mihri’yi uzaktan görme şansım var mı?" Bu sorusu içime bir bıçak gibi saplandı. Her şeyin özeti gibiydi—onun Mihri’ye olan hasreti, benim çaresizliğim.

Yemek tabağını masaya bırakırken, gözlerimden kaçırarak cevap verdim, "Yarın onu psikoloğa götüreceğim, müsait değilim... Ertesi gün Cuma, saat dört gibi görebilirsin." Sözlerim donuk ve mesafeliydi, ama içimde fırtınalar kopuyordu.

"Tamam," dedi Korkut, sesi hüzün doluydu. O hüzün bana daha da ağır geliyordu,

Korkut, sessizce yemeğini yerken ben de tatlı tabaklarını bulmaya çalışıyordumAllah aşkına bu mutfağın mimarı selim bey miydi mutfak dolapları yüksekteydi
. Üst raflarda duran tabaklara ulaşmak için bir sandalye çekip üzerine çıktım. Sandalyenin dengesizliğinden endişeliydim ama başka bir çare yoktu. Korkut, oturduğu yerden beni izliyordu. "İstersen yardım edebilirim," dedi, ama gururumla hareket ederek, "Gerek yok," dedim.
Tam tabaklara uzanırken ayağım kaydı dengemi sağlamayackken . O an her şey çok hızlı oldu, ama Korkut’un güçlü kolları beni havada yakaladı. Kucağında, ona bu kadar yakın olmak istemediğim bir an yaşıyordum ama kalbim hızla çarpıyordu. Gözlerimiz birbirine kilitlenmişti. O an aramızda başka bir şey vardı, farkında olmadan soluklarımız hızlandı.

Korkut, beni yavaşça mutfak tezgahına oturttu, ama bakışları bir an olsun benden ayrılmadı. Ellerini çekmiyor, belimi hâlâ kavrıyordu. Gözlerinin derinlerinde saklı bir arzu vardı, bu kadar yakın olmak, sanki bambaşka duyguların kapısını aralamıştı.

“İyi misin?” diye fısıldadı, sesi düşük ama içinde yakıcı bir ton vardı.
Başımı onaylamak için salladım ama nefesim düzensizdi.

-“İnadın yüzünden zarar görüyorsun
Korkut’un sesi alaycıydı, ama gözlerinde bambaşka bir ifade vardı, bana yaklaşırken gözlerini benden ayırmıyordu.

Derin bir nefes aldım, ona karşı durmam gerekiyordu. “Korkut, tekrar söylüyorum, ben inatçı değilim. Ayrıca, benden uzak dur,” dedim, ama sesim kararlı olmasına rağmen içimde bir şeyler kıpırdanıyordu.
“"Benden etkileniyor musun yoksa, iradenin dışına mı çıkıyorsun ?" diye sordu, bakışlarında o tanıdık meydan okuma vardı. Bu soruyu sormasıyla içimde bir şeylerin yerinden oynadığını hissettim, ama bunu belli etmeyecektim. Dudaklarımı büzüp, küçük bir kahkaha atmaya çalışarak cevap verdim.
"Ben mi? Senden etkileniyorum?" dedim, dudaklarımda alaycı bir gülümseme belirmişti. Kendimi sakin göstermeye çalışıyordum ama içim adeta kaynıyordu. Biraz daha ileri giderek ekledim:
"Komikmiş. Sokakta geçen herhangi birinden bile daha fazla etkilenirim."
Külliyen yalan söylüyordum. Hayvan gibi etkileniyordum aslında. Ama bunu ona belli etmemek için elimden geleni yapıyordum.
Ama Korkut, bu sözlerime aldırmadı. kullağıma yaklaşarak fısladığı sözler yüzünden yanaklarım domatese dönmüştü
“Şu an kollarımda titrerken, dokunuşlarımla kendinden geçmişken, dudakların benim tarafımdan sahiplenilmeyi beklerken, söylediklerin bana masal gibi geliyor ” , sesi düşük ama kışkırtıcı bir tondaydı
"Hadsiz," kelimeler boğazımdan güçlükle çıkıyordu. "Senden etkilenmiyorum ben."
korkut’un elleri yavaşça belime dokunduğunda, tüm savunmalarım birer birer yıkılmaya başlamıştı.

Korkut başını yana eğip, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle yaklaştı. “Deneyelim mi?” dedi, sesi alçak ve meydan okurcasına.

“Deneyelim mi?” diye tekrarladım, kaşlarımı çatarak. “Neyi?”

“Etkilenip etkilenmediğini...” dedi, bakışları dudaklarıma kayarken. Bu yakınlık beni allak bullak etmişti; kalbim hızla atıyordu ama ona ne kadar karşı koyabilirdim, bilmiyordum.
-“Korkut, sen beni dinlemedin mi? Benden uzak duracaktın, şu an nefesini çok yakından hissediyorum. Gururun yok mu senin hiç ? Yaklaşma bana,” dedim, sesim öfkeliydi.
O ise hiç istifini bozmadı. Gözlerini gözlerime dikti, yüzünde o tanıdık inatçı ifade vardı. "Şu an gururumu düşündüğüm söylenemez, " diye karşılık verdi,
-Gurursuzsun yani
dedim, öfkemi saklayamadan.
“Kaybettiklerimin yanında, gurur benim neyime ?”
Bu adam, tanıdığım Korkut değildi. Neden bu kadar sakindi? Beni çıldırtmak için yeni taktikler mi bulmuştu?
Neden bu kadar sakinsin? Beni delirtmek mi istiyorsun?” dedim, artık sabrım tükenmişti.
korkut sinirlenmişti kolumuı tutumuştu tutuşu serti ve farkında değidi o kadar sinirli bakıyordu ki sanırım sınırlarında dolaşıyorum
“Kardelen, sen ne istiyorsun? Gerçekten anlamıyorum
-"Seni incitmek istemiyorum ama anlamıyorsun... Herkese karşı sakinsin ama bana gelince hemen tırnaklarını çıkarıyorsun. Ufak bir hareketimle kavgaya hazır hale geliyorsun. Ben sakin kalmaya çalışınca da, ‘Neden sakinsin?’ diyorsun, yine kavga çıkarıyorsun. İnan, artık tartışacak gücüm kalmadı.Ama bak, toparlanmaya karar verdim. Sakinim ve kendime yeni bir yol çizeceğim. Hayatımın kıymetini, yaşamanın değerini fark ettim. Gerçekten yaşamaya değer şeyler varmış. Yarım bıraktığım ne varsa, hepsini tamamlamak istiyorum.". Gözlerimin içine bakarak bu kadar açık konuşması, içimde tuhaf bir huzursuzluk yarattı. Kalbim hızlanmış, kafamda sorular dönmeye başlamıştı. Korkut’un söylediklerinden bir anlam çıkarmam gerekiyordu, ama bu sözlerin benimle alakalı olmadığını kendime inandırmaya çalışıyordum.
-Korkut, seni tebrik ediyorum kendine yeni bir yol çizmen taktire şayan umarım yarım bıraktığın her şey tamamlanır ama artık aramıza mesafe koysak sözde uzak duracktın benim hayatımdan bir daha aynı olayları yaşamak istemiyorum ”
Korkut, gözlerini bana dikti ve derin bir nefes aldı. "Yani, aramıza bir mesafe koymak istiyorsun," dedi, biraz şaşkın bir şekilde ama bir o kadar da sakin.

"Evet," dedim, kararlı bir şekilde, gözlerimdeki hüzünle. Senin de dediğin gibi, yarım kalmış her şeyi tamamlayabirisin ama benden uzakta belli bir sınırda yarım kalmışlıklarını tamamla
Korkut gülümsedi. "Bakalım bu sınırı kaç dakikada aşabilirim," dedi, alaycı bir şekilde.

Derin bir nefes aldım, içimi çeken acıyı hafifletmeye çalışarak. "Aramızdaki sınır, saatler, dakikalarla kapanacak bir şey değil, Korkut. O kadar uzak ki bu mesafe, ne zaman geçileceğini biz de bilemeyiz."

"Denemeden bilemeyiz ki,"gözlerinde bir belirsizlik vardı
Korkut'un bakışları üzerimde dolaşırken, vücuduma yayılan bir sıcaklık hissettim. Ellerinin sıkıca belimde olmasına rağmen, daha fazlasını istiyormuş gibi yaklaşıyordu.
. Dudaklarını boynuma yaklaştırdığında, bütün vücudumun kasıldığını hissettim. Nefesi boynuma değdiği anda, içimdeki tüm direnci kaybettim. Sıcak dudakları tenime dokunduğunda, dünyam sarsıldı.
Korkut’un dudakları boynumdan çeneme doğru yavaşça yükseldi. Her bir öpücük, içimdeki kıvılcımları daha da alevlendiriyor, beni adeta kendine çekiyordu. Ellerim istemsizce onun göğsüne kaydı, kalbinin hızlı atışlarını hissedebiliyordum. O an zaman duruyordu, sadece ikimiz vardık; derin nefesler, vücutlarımızın uyumlu hareketi ve birbirimize duyduğumuz o tarifsiz çekim.
Korkut boynuma yakın bir yerden, çeneme doğru yavaşça öpücüklerle ilerliyordu. Her bir dokunuşu, içimde fırtınalar koparıyor, sinirlerimle duygularım arasında gidip gelmeme neden oluyordu. "Kiraz çiçeği gibi kokuyorsun," dedi, sesi her zamankinden daha yumuşak ve titrek bir tonda. Sözleri, içimde bir sıcaklık yaratırken bir yandan da sinirimi harlayacak bir kıvılcım bırakıyordu.

Ellerini belimde hissettim, sımsıkı tutuyordu. Sanki beni bırakmak istemez gibiydi. Ama o sıcaklığa rağmen, aklımdaki düşünceler öfkeme engel olamıyordu.
"Korkut, şaka mı bu? Şu an konumuz kiraz çiçeği mi gerçekten? Mihri paramparça olmuşken, onca sorun varken... Biz bu haldeyken sen nasıl böyle konuşabiliyorsun?" dedim, sesim öfkeyle titrerken.

Korkut, yüzüne o tanıdık alaycı ifadeyi yerleştirerek, gözlerini kısmadan üzerime doğru eğildi. "Demek somut bir şekilde hissettirmem gerekiyor ? Sana bir şeyleri anlatmam imkânsız çünkü inatçılığın beyninin önüne geçiyor," dedi.

"Sen... Sen bana hakaret mi ediyorsun?"
"Yine yanlış anladın, Kardelen’im," dedi. O son ek, o sesindeki rahatlık... Sinirlerimi büsbütün bozmaya yetti.

"İyelik ekini kaldır , dişlerimin arasından sözcükleri tükürür gibi. Korkut’un dudaklarında bir tebessüm belirdi.
tekrar dudakları boynuma deyince dilim mühürlenmişti sanki
İçimdeki ateşi ne kadar hissetsem de, kendimi bırakmaya cesaret edemiyordum. Her öpücükle, her dokunuşla, bir adım daha fazla ona yaklaşıyordum, fakat bir o kadar da geriliyordum. Kendimi kaybetmek, onunla olmak istiyordum ama aynı zamanda tedirgindim
"Korkut..." dedim ama kelimelerim boğazımda düğümlendi. Söylemek istediğim onca şey vardı, ama hangisinden başlayacağımı bilmiyordum. . Gözlerimi kapatmış, onun her hareketini hissediyordum; nefesi, sıcaklığı, varlığı…
Sesini alçaltarak, neredeyse bir fısıltıyla konuştu: "Sana karşı koyamıyorum. Sesin, gülüşün... Sinirliyken bile sesin beni rahatlatıyor." .

O an her şeyin kontrolümden çıkmak üzere olduğunu fark ettim. Ama bu duygular, bu karmaşa... Bu kadar yakında olmanın ağırlığı beni ne kadar altüst ederse etsin, kendimi tamamen koparmak da imkansızdı. "Dur," demek istiyordum, ama durdurabilecek cesaretim yoktu

Tam o sırada, arkamızdan gelen bir sesle irkildik.

"Yuh yavaş olun lan !" İhsan, şokla bize bakıyordu. Rezil olmuştuk.

Hemen toparlanmaya çalıştım, panikle. "Biz... şey yapıyorduk, korkuta baktım
şey ney yapıyorduk nefes kontrol şeysi " diye açıklama yapmaya çalıştım ama İhsan beni sözümü kesti.
- sadece arkadaşız diyeceksen hiç konuşma burada magazin muhabiri gibi mi duruyorum dedi ihsan
- ihsan çık burdan dedi korkut

"Anladım komutanım , siz Bihter-Behlülcülük oynuyorsunuz!" dedi dalga geçerek. Utanç içindeydim
Korkut’un yüzü ise aniden sinirle gerildi. İlk kez Korkut’un böyle sinirlenmesine ihtiyaç duyuyordum. Tam zamanıydı.

"İhsan," dedi Korkut, sesi soğuk ve kararlıydı. "Bana ceza mısın oğlum? Çık git buradan, yoksa..." dedi, tehditkar bir ses tonuyla.

İhsan alaycı bir şekilde geri çekildi ama hala gülüyordu. "Gitmem!

Korkut, sinirle İhsan’a diktiği gözlerini kısmıştı. "Bana bak, havuç kafa," dedi, sesi giderek sertleşiyordu. "Eğer ağzından bir şey kaçırırsan..."

İhsan alaycı bir şekilde gülümsedi, umursamaz bir tavırla omuzlarını silkti. "Ne yapabilirsiniz ki?" dedi, küçümsercesine. Korkut’un yüzündeki sinir gittikçe belirginleşti, gözlerindeki öfke artıyordu

"Bana bak, seni..." dedi Korkut, dişlerinin arasından. İhsan Korkut’u sinir etmek için elinden geleni yapıyordu.

İhsan alaycı bir tavırla, "Eskiden sevdiğim komutanımdınız, ama o devir bitti," dedi. Ardından bir kahkaha patlattı ve ekledi, "Artık yalnızca Alparslan komutanımdan emir alıyorum!"

Korkut’un yüzündeki öfke artık taşma noktasına gelmişti. " resmen sınanıyorum !" diye söylendi

"Ihsan, siktir git buradan!" diye bağırdı sonunda Korkut, sabrının sonuna geldiği belli oluyordu.

İhsan ise bu sinir patlamasından hiç etkilenmemiş gibi, mutfak masasındaki şekerliği alıp bize göz kırptı. "Hayırlı işler, komutanım," dedi alaycı bir şekilde, ardından kapıya doğru ilerleyip salona gitti

Korkut’un nefesleri düzensizdi, sinirle yumruklarını sıktığını gördüm.
- Korkut, İhsan’ın gidişiyle bana dönüp gözlerime baktı. “Nerede kalmıştık ?” dedi, sanki az önce olan hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi.

"Biz mi?" dedim, şaşkınlıkla. Bu adam resmen şaka yapıyordu! Beni mutfakta sıkıştırmış, öpmüş ve şimdi de kaldığı yerden devam etmek istiyordu.

Bir kez daha boynuma doğru eğildi. Kalbim göğsümde çılgınca çarparken düşüncelerim birbirine karışmıştı.
Ne yapıyorduk biz? İçeride onca insan varken, burada kendimizi kaybetmiştik. Üstelik aramızda konuşulmamış, çözülmemiş onca mesele vardı. Kendi kendime ne yaptığımı sorgularken, göğsüne ellerimi koyup hafifçe ittirdim.
“Dur,” dedim nefes nefese, sesim o kadar titrek ve kırılgandı ki ben bile kendimi güçsüz hissettim. Korkut’un gözleri gözlerime kilitlendi, ama içinde sakladığı bir şey vardı, dışarı çıkarmaya cesaret edemediği bir duygu ya da düşünce. Onun bu suskunluğu, bende sadece daha fazla belirsizlik yaratıyordu.

“Bu doğru değil,” diye ekledim, kelimeler ağzımdan dökülürken içimdeki karmaşa daha da büyüyordu. Korkut’un bakışlarındaki duyguyu çözmeye çalıştım. Ama o sessizlik beni çıldırtıyordu.

Korkut kaşlarını hafifçe çattı ama konuşmadı. Bense içimdeki her şeyi o anda bir anda dile döktüm:
“Kendimi senin dokunuşlarında iyi hissetmiyorum... yapma. Tükendiğimi görmüyor musun?”

Korkut derin bir nefes aldı, gözlerindeki karanlık daha da derinleşti. "Olaylara hep tek taraflı bakıyorsun," dedi. Sesi yorgundu ama yine de bir açıklama çabası vardı içinde. "Seni beni anlamaya zorlamıyorum, ama..."

Daha fazla dinlemeye dayanamadım. Sözünü kestim, sinirle:
"Anlamak mı? Sen... Sen kapalı bir kutusun! Seni anlamam için önce seni tanımam gerekiyor, ama sen her seferinde farklı bir maske takıyorsun. İlk tanıştığımız günleri hatırlıyor musun? Beni hiç umursamıyordun. Sana her yaklaştığımda ya alayla, ya öfkeyle, ya da kırgınlıkla karşılaştım!"

Kelimeler bir anda dökülmeye başladı, kontrol edemiyordum.
"Şimdi... Şimdi sen bana ilgin duyduğunu ima ediyorsun ? Korkut, sana tam anlamıyla güvenemem! "Sana olan duygularımı bir sözünle, bir bakışınla paramparça ediyorsun, . Sana karşı hisslerim bir kelebeğe dönüştü her an yok olabilecek kadar kısa ömürlü..."

Korkut derin bir nefes aldı, ama bu kez bir şey söylemedi. Gözleri gözlerimdeydi, o bakışlarında bir sitem, bir kabulleniş vardı. Ama yine de konuşmadı.
Sonunda dudaklarını hafifçe kıpırdatarak, "Kelebek hâlâ ölmediyse umut da vardır, değil mi?" . "Kaç saat yaşar, kaç yıl sürer bilmiyorum. Ama gözlerinde o umudu görüyorum. Ve o umut için gerekirse savaşırım
konuşamadım. Çünkü hislerim beni ona daha yakın olmaya itiyordu, ama aynı zamanda bu yakınlıktan korkuyordum
. gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. Hızla tezgâhın üzerinden indim, vücudumun titremesine aldırmadan. Ani bir kararla salona doğru yürüdüm, nefesim daralmış, kalbim hızla atıyordu. Onun yakınlaşmasının bıraktığı iz hâlâ üzerimdeydi, bedenim sarsılmıştı, ama zihnim... Zihnim bu ilişkiye dair bir netlik arıyordu.

Salona geçtiğimde bir an önce buradan uzaklaşmam gerektiğini hissettim. Hemen bir bahane bulup çıkmalıydım.

"Mihrinin ateşi çıkmış, gitmem gerekiyor," dedim, sesim titriyordu
-İhsan, kahvesini höpürdeterek içiyor ve her yudumda bana imalı bir şekilde bakıyordu . İçimdeki huzursuzluk iyice artıyordu buradan kaçamazsam, utançtan geberip giderdim!
Hızla çantamı aldım. Alparslan arkamdan, "Mihrinin durumu ciddileşirse beni ara," dedi. Başımı hafifçe onaylarcasına salladım . Vedalaşmadan çıkmam ayıp olmuştu, biliyordum, fakat burada daha fazla kalamazdım. Hızla kapıdan çıktım, içimdeki sıkışıklığı bastırmaya çalışarak. Uzaklaşmalıydım...
Uzak duracağım derken, Korkut’la beklenmedik bir şekilde daha da yakınlaşmıştım. O, çok farklıydı; yani, daha sakindi. Bana karşı olan sert tutumu kırılmış gibiydi, ama yine de aramızda eksik parçalar vardı.
Eve dönüş yolunda, düşüncelerim bir girdap gibi zihnimde dönerken, içimdeki huzursuzluk büyüyordu.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bölüm : 26.12.2024 23:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...