3. Bölüm

3.Bölüm

Bayan Medusa
mrs.rose

Zyran, her telinden tiksindiğim altın sarısı sarı saçlarıyla tam net görebileceğim şekilde, ziyafetlerle dolu olan yemek masasının baş köşesinde, ben ise karşısındaydım. Ellerim , kollarım ve ağzım bağlı bir şekilde süslü sandalyesine oturmuş, onu yemek yerken izliyordum. Gözlerimden yaşlar usulca yanağıma akıyor, umutsuzca kurtulmak için kıvranıyordum. O ise aldırış etmeden keyifle yemeğini yemeye devam ediyordu. Korkuyordum. Tek istediğim sıcacık, küçücük yuvamda annem ve küçük kardeşimle beraber oturup, yanlarında olmaktı. Ancak karşımda duran bu çocuk, masumca söylediğim hissimden dolayı bana işkence etmekten zevk alıyordu. Bunca zamandır beraber oynadığım Zyran'ı tanımaz hale gelmiştim. Acımasızdı fakat bana karşı bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmemiştim.

 

Alaycı gözlerle bana baktı ve o yüzüne yayılan sinsi gülüşünü yapıp, kollarını kaldırarak elini şıklattı. Ne yapmaya çalıştığına anlam veremezken uşağının üstü kapalı bir tepsi getirmesiyle endişeli bir şekilde ona döndüm. Elindeki tepsiyi özenle masaya koydu ve oradan uzaklaştı. Zyran'ın yüzüne yayılan sinsi gülümsemesi devam ediyordu. Korkmuştum. Çünkü bu gülümsemesi insanlara eziyet ederkenki gülümsemesiyle aynıydı. Gözlerim yaşlı tepsiye bakarken, Zyran tepsinin kapağını tutarken bana psikopatça bakıyor, şu anki korkumdan inanılmaz keyif alıyordu. Bense tepsinin içindekinin bana işkence edecek birşey olduğunu biliyordum. Zyran tepsinin kapağını kaldırır kaldırmaz içinde anne ve küçük kardeşimin kafasını görmemle gözlerimin kararması bir oldu. Lütfen dedim kendi kendime. Lütfen sıcacık yatağımda uyuduğum, yalan bir kabus olsun.

 

Atı saatlerce sürerkenki azcık yüreğimin tutması, beni Sara'da olamayan bir kabusa sokmuştu. Yalvarmıştı Sara gördüklerim kabus olsun diye. Yalvarmıştım ben gördüklerim kabus olsun diye. Değildi. Yaşadığım, hissettiğim acıların hiçbiri kabus değildi. Zyran'ın bana yaptığı eziyetler asla affedilemezdi. Tepsideki kafaları mızrağa batırıp yiyormuş gibi yapışı. Gözlerimi kapatırsam eğer gözlerimi oyacağını söylemesi affedilemezdi.Aklımda buna benzer gördüğüm kabuslar gelince, unutmak için kafamı iki yana salladım. Bitecekti. Zyran'dan intikamımı alınca bitecekti.

 

Zelil vadisini gördüğümde kafamdaki düşüncelerden sıyrılmış, içime bir rahatlama gelmişti. Artık hava kararmaya başlamıştı ve eğer geceyi tek başıma ormanda geçirirsem, başıma neler geleceğini bilemezdim. Vadiye daha da yaklaşınca kasabadan gelen ışıklar daha da büyüyordu. Atımı kasabanın içine doğru sürdüğümde, küçük ve tahtadan yapılmış evlerin sayısı çokta olmasa da beklediğimin üstündeydi. Oldukça işlek bir kasabaya benziyordu ve insanların çoğu hala dışardaydı.

 

Her ne kadar garibime gitsede kafama takmayıp atımı Han'a doğru sürmeye karar verdim. Orada aradığım cevabı bulacağımı düşünüyordum. Ne de olsa işlek bir yerdi ve Zayne hakkında bilgi alabileceğimi umuyordum. İnsanların meraklı bakışlarının arasından akıp geçerken Han'ın karşısına vardım ve atımdan aşağı inip, çitlerden birine bağladım. Kaymış kapşonumu biraz daha öne çektikten sonra odundan yapılmış tek halka kulplu kapısına vardım ve içeriye girdim. İçeriye girer girmezki iğrenç alkol kokusu burnumu titretirken bir sürü erkeğin konuşup kahkaha attığı gürültü kirliliği beni rahatsız etmişti. Bazı erkeklerin dizlerinin üstünde mini, göğüs dekolteli elbise giymiş güzel kızlar varken, bazı köylü masum kızlar, o pis sırıtışlı erkekler için içki dağıtıyordu. Garibime gitmişti çünkü böyle bir görüntüyle ilk kez karşılaşıyordum. Bunlar alışık olmadığım şeylerdi ve nasıl davranmam gerektiğini bilmemek canımı sıkıyordu. Daha fazla göze batmadan kalabalığın arasından geçip Hancının yanına doğru yol aldım. Aralardan geçerken sarhoş erkeklerin cüsseli bedenleri bana çarpıyor ve sarsılıyordum fakat onlar bana çarptıklarının farkında bile değillerdi. Halbuki çarptıkları yer canımı acıtıyordu. Nasıl bir duruma düştüğümü düşünürken hancının masasını görmemle kendimi oraya doğru fırlattım. Sonunda o işkence gibi olan kalabalıktan kurtulmuştum. Boyu benden kat kat uzun ve vücudu iri yarı olan Hancı beni farketti ve elindeki temizlediği bardağı bir kenara koydu. Yapılı cüssesinden tırssamda,suratındaki güler yüzü beni kendime getirmişti. Yüzümü dikkatle süzerken farketmesin diye başka yerlere bakıyormuş gibi yaptım. Hancı çok dikkatliydi fakat görse bile benim prenses olduğumu anlayacağını sanmıyordum. Sonuçta buraya ilk kez gelmiştim ve yüzümdeki çamur az da olsa gitse de yüzümü hala belli ettirmiyordu.

 

Hancı dikkatle süzdükten sonra pes edip boğazını temizledi.

 

"Hoşgeldiniz Madame. Sizi ilk defa görüyorum. Mahsuru yoksa adınızı öğrenebilir miyim?"

 

Hancıların meraklı ve dedikoducu olduğunu duymuştum. Artık duyduğum herşeyi gerçek hayatta daha iyi görebiliyordum. Hancıya daha fazla şüphe düşürmeden yine yalan yeteneğimi kullandım.

 

"İsmim Blair. Buraya Videllia'dan geldim. Rica etsem size birşey sorabilir miyim?"

 

Hancının yalanımı yuttuğunu tam anlamadım. Mimiklerini çok iyi saklıyordu.

 

"Tabiki sorabilirsiniz. Ama bir şartım var."

 

Hancıya anlamamış gözlerle bakarken, o göz işareti yaparak çantamı gösterdi. O anda kafamda bir ampul yandı ve rüşvet istediğini anladım. Hancılarda az rüşvetçi değilmiş diye içimden geçirirken kesemdeki üç altını ona uzattım. Onlar için bir altın bile fazlaydı. Bu onun konuşmasına yeterdi.

 

Hancı parayı aldıktan sonra memnun olmuş bir şekilde bana baktı. Soracağım soruyu bekliyordu.

 

"Zayne Robert'ı arıyorum nerde bulabilirim."

 

Soruyu sorar sormaz Hancının donakalması ve ardından Handaki gürültü kirliliğinin yok olması neye uğradığımı şaşırtmıştı. Odadaki herkesin sorduğum soruyu nasıl duyduklarını ve ardından neden birden sustuklarını merak etmiştim. Yanlış bir şey mi söylemiştim diye endişeye kapılmışken birden Hancı'nın donuk ifadesinden kahkahaya dönüşmesi hem şaşkınlığımı artırmış hem de gerilen atmosferi değişik bir havaya sokmuştu. Ardından herkesin kahkaha atması. Bu insanlar gereğinden fazla içip kafayı mı yemişti acaba?Ben anlam veremez gözlerle bakarken Hancı atan kahkasında zar zor konuşarak,

 

"Zayne Robert ha! Han'ın arka tarafında onu bulabilirsin. Tabi hala nefes alıyorsa" dedi ve ardından tekrar kahkahalar yükseldi.

Buna bu kadar gülmelerini saçma bulurken hala nefes alıyorsa dediği kısım kafama dank etti ve hemen kalabalığı nasıl yardığımı bilmeyerek, Hanın kapısından çıkıp arka tarafına koştum. Bugün olmazdı. Bugün Zayne Robert ölemezdi ve bana yardım etmek zorundaydı. Bugün Sara'nın umuduna veda edemezdim.

 

Koşar adımlarla ilerlerken bir adam sesinin çığlığını duymamla bedenimi saran korku bir oldu. Çığlık, hanın arkasındaki, ilerideki ağacın altından geliyordu. Bacaklarım titriyor napacağımı bilemez halde olduğum yerde donakalmıştım. Orada neler olup bittiğini bilmiyorum fakat birinin öldüğünden kesinlikle emindim. Çünkü az önce ki duyduğum çığlık, ölünün ruhunu teslim ederkenki son çaresiz haykırışlarıydı.

 

Daha fazla bekleyemezdim. Buraya kadar yolu korkup kaçmak için gelmemiştim. Cesaretimi topladım ve çantamdaki babamın verdiği iki keskin bıçağı elime aldım. Eğer panik yaparsam hayatıma mal olabilirdi. Bu yüzden sessiz ve yavaş adımlarla ilerleyip içimdeki korkuyu bastırmaya çalıştım. Ağaca sessiz adımlarla dikkatli bir şekilde yaklaştığımda etrafta kimsenin olmadığını gördüm. Az önce çığlık duyduğuma yemin edebilirdim fakat şimdi hiç birşey yok gibiydi. Gözlerim yerle buluştuğunda kan izleri olduğunu fark etmemle bedenimi tekrar korku sardı. Nefes alışverişlerim hızlanmaya başlamıştı fakat kendimi sakinleştirmeliydim. Kan izlerini gözlerimle takip ederken birden karşıma yerde kanlar içinde yatmış bir cesedin çıkmasıyla olduğum yerde kalakaldım. Korku içinde çığlık atmak için ağzımı açacakken birden güçlü ve sert bir elin ağzımı tutmasıyla bedenimi aniden korku saldı. Dehşet içinde ağzımı kapatan eli çekmeye çalışmıştım fakat iki elimi , diğer eliyle arkadan güçlü ve sıkı bir şekilde tutmuş kaçmamı engellemişti. Gözlerimden yaşlar akarken herşey buraya kadar mıydı diye düşünüyordum. Ölmek istemiyordum. Tekrar ölmek istemiyordum. Çığlığımı iri ve güçlü parmaklar engellemiş, ölümün soğuk nefesini ensemde hissetmiştim.

"Şşş" diyordu bana.

"Sessiz ol"

Benimse onu dinlemekten başka çarem yoktu.

"Seni bırakacağım. Eğer kaçmaya çalışırsan veya çığlık atarsan ölürsün. Gerçi çığlık atsan bile burada kimse sana yardım etmez. Bu yüzden uslu bir kız ol ve sözümü dinle"

 

Umudun bana sunduğu imkanı fırsat bilerek hemen kafamı onaylar anlamında salladım. Daha az önce elimde olan bıçaklarımın yokluğunu fark etmem uzun sürmüştü. Belki bir umut bıçaklarımı boğazına geçiririm diye düşünmüştüm.

 

"Aferin uslu kız"

 

Güçlü parmaklarını ellerimden ve ağzımdan bırakır bırakmaz hemen ondan uzaklaştım ve az önce yerde düşürtdüğü bıçağımın bir tanesini alarak ona doğru tuttum. Karşımda beni şaşırtan derecede yüzü güzel ve vücudu yapılı bir adam duruyordu. Üstüne giydiği siyah zırh ve belindeki uzun kılıç onu sanki bir muhafız olduğunu gösterir gibiydi. Başında kask yoktu. Bu yüzden yüzüne kan bulaşmış ve uzun dalgalı siyah saçları yüzüne düşmüştü. Yeşil gözleri bedenimi baştan aşağı süzerken titrek elimle bıçağımı ona doğru tutmaya devam ettim. Ondan deli gibi korkuyordum ve o da bunun farkındaydı. Biraz daha onu inceledikten sonra zırhındaki Mortimer İmparatorluğu'na ait arma dikkatimi çekti. Bu oydu. Zayne Robert karşımdaydı. Onu bulmuş olabilirdim fakat yinede emin olmalıydım.

 

"B-ben Zayne Robert'ı arıyorum"

 

dedim titrek sesimle.

 

Karşımdaki adam hiç istifini bozmadan ciddi bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.

 

"Neden?"

 

dedi tek kaşını havaya kaldırıp. Hala elimdeki bıçağı ona doğru tutuyordum. Birşey olsa kazanma ihtimalim yüzde sıfırdı fakat ölmeye de niyetim yoktu.

 

"Yardımına ihtiyacım var. "

Artık sesim az da olsa titremeyi kesmişti. Karşımdaki adamın yarattığı gergin atmosfer kalbimi şiddetli bir gümbürtüyle attırıyordu.

 

"Zayne Robert benim."

 

İçim az da olsa rahatlamıştı fakat tam tatmin olamamıştım. Yalan söylüyorda olabilirdi.

 

"Sana nasıl inananilirim?"

 

Heralde canıma susamıştım. Adam beni şuracıkta öldürse kimsenin ruhu duymazdı ve ben kaşınmaya devam ediyordum. Karşımdaki adam bana yaklaştı ve elimdeki bıçağı umursamadan tam dibine sokuldu.

 

"Adımı lekeleme köylü kız. Zayne Robert olmasam sence o yatan ceset ben mi olurdum?"

 

Zayne Robert her zaman kazanırdı. Mortimer da dahil her yerde meşhur olan bir suikastçiydi. Mortimer armalı zırhıda oradan geldiğini gösteriyor olabilirdi. Ona inanıp güvenmekten başka çarem yoktu. Yardıma ihtiyacım vardı ve bu adamın yerde yatan cesetten daha kullanışlı olacağına emindim. Elimdeki bıçağı indirdim ve çantamın içinden dört altın keseyi ona doğru fırlattım. Artık omuzlarımı dikmiştim ve korkumu gidermiştim. Zayne şaşırmış olacakki bana baktı.

 

"Devamını işini bitirdikten sonra vereceğim."

 

Zayne bana bakıp ukalaca güldü.

"Bak seeeen. Az önce korkudan altına yapacak olan köylü kızına özgüven gelmiş."

 

Seni aptal diye geçirdim. Karşında prenses olduğunun bile farkında değilsin. Babam bu yaptıklarını öğrenseydi peşine bir ordu yollardı. Ama Zayne'e asla bir prenses olduğumu söylemeyecektim. Babam kesin kaçtığımı öğrenip çoktan peşime beni bulana ödül koymuştur bile. Ona söylersem kesin o da beni geri babama götürürdü.Elimi Zayne'e uzattım.

 

"Anlaştık mı o zaman?"

 

Zayne yeşil gözlerini mavi gözlerime kilitlemişti. Bana şüpheci bakışlar atarken elim havada onun sıkmasını bekliyordum. Sonunda Zayne eliyle elimi sıktı ve aklıma o parmaklarıyla ağzımı kapattığı geldi. Bu düşünceden sıyrılıp şu anki Zayne'e odaklandım.

 

"Pekala köylü kızı. Kimi öldürüyoruz?"

Bölüm : 26.12.2024 18:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...