Odunların çıtırtısı, şöminenin önünde battaniyeye sarılıp kitap okuduğum zamanları hatırlatmıştı bana. Okuduğum kitabın her bölümünde kalbimde oluşan heyecan artar, sayfaları çevirmekten kendimi alamazdım. Hizmetlim Madame Carol sıcak çayımı getirir, içtiğim her yudumda içim ısınıverirdi. O sıcacık, üstüme örtülen battaniyemde uyumaktan alıkoyamazdım kendimi. Ama birden yaşadığım olaylar bir film şeridi gibi zihnime dank edince, şuan da yaşadığım gerçekler tokat misali yüzüme çarptı ve gözlerimi açtım. Hemen dibimde duyduğum odunların çıtırtısını doğrulayan ateş gözüme çarptı. Hemen karşısında da uyandığımı fark edip bana bakan Zayne vardı. En son uykusuzluktan atımdan düşmek üzereyken beni tutmuştu. Daha doğrusu kucaklamıştı. Tatlı sıcacık hatıramın birden buz gibi gerçeklikle yüzleşmesi, bir an özlem duygumu bastırmıştı fakat çok fazla hissetmeden kendime gelmeye çalıştım. Artık geri dönüş yoktu. Ne olursa olsun güzel hatıralarımın kurbanı olmamalıydım.
Havanın aydınlanmasını fark edince baya bir uyuduğumu farkettim. Hakikaten baya yorulmuştum ve uyku bana ilaç gibi gelmişti fakat sert toprak zeminin üzerinde uyuyunca, sırtım bunun aksini söylüyordu.
Yerimden doğrulurken , Zayne ayaklarını uzatmış benim hareketlerimi izliyordu. Sahi nasıl hala uyanıktı?
"Hiç uyumadın mı?" dedim merakıma yenik düşerek. O ise ayağa kalktı ve ateşi söndürmeye başladı.
"Güzellik uykunuz bittiyse yola koyulmalıyız. Zaten yeterince geç kaldık."
Soruma aldırış etmemesi gıcığıma gitsede bir taraftan hak veriyordum. Yola çıkıp bir an önce bu işi halletmeliydik. Zayne ateşi söndürdükten sonra ağaca bağladığı atıma doğru yürüdüm. Aynı şekilde o da ateşin közlerinden eser kalmayınca atına bindi ve yola koyulduk.
Zelil vadisin'i geçince Gazer Orman'ı bizi karşılamıştı. Bu orman gerçekten çok büyüktü ve Mortimer'a giden tehlikeli ormandan biriydi. Vahşi hayvanlarla birlikte tefeciler ve insanları kaçırıp köle yapan adamlar da vardı. Bu yüzden bu ormana tek gelmek büyük bir riskti. Zayne'in bu ormanı iyi bildiğini düşünüyordum ve bu yüzden içim rahattı.
"Eee Blair. Nereden geliyorum demiştin?"
Zayne'in sorusuyla düşüncelerimden sıyrılıp kendime geldim.
"Videllia Krallığı'nın Calla şehrinden geliyorum." dedim yalan söyleyerek. Calla Videllia'da köylerin fazla olduğu bir şehirdi ve şuanki halime bakılırsa inanacağını düşünüyordum.
"Demek Calla'dan geliyorsun. Peki Calla'lı bir kız neden bu kadar Zyran'a kin besleyip yollara düşüyor?"
Merak etmesi normaldi. Sonuçta güçsüz ve çaresiz bir köylü kızı , tanımadığı bir adamla beraber hayatını riske atıyordu. Fakat ona gerçeği söylemeyi düşünmüyordum. Öldürmesi konusunda ona güveniyordum fakat içimden gerçeği söylemek gelmiyordu. Prenses olduğumu söylemeyip gördüklerimi anlatsam bile bana inanacağını düşünmüyordum.
"Ben küçükken abim tarlada çalışıp ekin ekerdi. Abim ne zaman tarlaya çıksa güneş tam tepede olur ona eziyet ederdi. Orada büyüyen meyve ve sebzelerle geçimimizi sağlardık. Gerçi fazla cömert değildi topraklarımız, bu yüzden dört kardeş zar zor doyurabilirdik karnımızı. Bir gün abim toprağı kazarken değerli bir taş bulmuştu. Siyah elmas."
Kafamı Zayne çevirdim. Hiçbir tepki vermiyordu. Uydurduğum hikayeyi inanmasını ummuştum çünkü Sara'nın bedenindeyken Zyran'da olan nadir siyah elmas olduğunu biliyordum. Siyah elmas bütün topraklarda kutsaldı ve onu parmağında taşıyan kişinin bir gün dünyayı fethedeceğine inanılırdı. Bense bunun uydurma olduğunu düşünüyordum fakat Zyran gibi krallar o ihtimal sebebiyle bile o taşı parmaklarında görmek istiyorlardı. Bu yüzden çok değerliydi ve kim krala sunarsa ona dilediği verilirdi.
"Abim Videllia Kral'ı yerine ticaret bakımından güçlü olan Tieran'a vermeyi tercih etti. Mortimer'a vermeyi daha çok istiyordu fakat oraya ulaşacak ulaşım ve erzak imkanımız yoktu. Bu yüzden Videllia'ya yakın olan Tieran'a gitmeye karar verdi. Biz ise yaşayacağımız lüks hayalleri sürekli konuşuyorduk. Herşey güzel gidiyordu. Kurduğumuz hayaller ve uydurduğumuz zengin hayatı bizi o kadar mutlu ediyordu ki!"
Burada oyunculuğumun hakkını vermiştim. Gözlerimi yaşlarla birden doldurdum. Bu günlerde kendime gerçekten şaşırıyordum.
"Fakat bir gün kapı çaldı ve kapıyı açtığımızda..."
Burada gözyaşlarımın akmasına izin verdim fakat bu kadar içten ağlayacağımı düşünmemiştim. Sanki gerçekten o anı yaşamışımda içimdeki bütün duygu birikmiş gibiydi. Ağlamamın arasından zar zor konuşarak.
"Tieran askerinden biri mızrağın ucunda abimin kellesini taşıyıp bize getirmişti."
Nefes aldım ve kendime gelmeye çalıştım.
"Meğerse abim Kral'a siyah elması verecekken , oğlu Zyran kralın haberi olmadan abim han'da dinlenirken onu bulmuş ve abim kral için olduğunu söyleyip vermeyince onu öldürmüştü"
Göz yaşlarım yanağımdan akınca elimle akan yaşı sildim. Şaşırmıştım bu kadar ağladığıma ama belkide içimdeki acıyı tetiklemiştim. Kendimden böyle bir performans beklemiyordum. Yalancı gözyaşlarımın yavaşça akacağını düşünmüştüm ama sanki kendim bu yalana inanmış gibi durduramıyordum kendimi.
"Demek bu yüzden" dedi Zayne.
Yavaş yavaş kendime geldiğimde Zayne'e döndüm ve tepkisiz ifadesini görünce sinirlerim bozulmuştu. Sahi o kadar şey anlatmıştım ve üstüne üstlük oyunculuğumun en üst zirvesi olduğu halde inanmaması tuhafıma gitmişti. Gerçi inanmış gibi yapması, benim için yeterliydi. Sonuçta ona kendimi inandırmak zorunda değildim. Belkide umrunda olmadığı için hiçbir tepki vermiyordu. Herneyse. Bu konuyu düşünüp daha fazla sinirlerimi bozmayacaktım.
Yoldan geçerken gövdeleri kalın olan büyük ağaçların ve çalıların arasından geçiyorduk. En sonki konuşmamızın ardından uzun bir süre geçmişti ve etraf az da olsa kararmaya başlamıştı. Hava karardıkça kuşların sesleri daha çok gelmeye başlıyor, bazen ise birden susup ortamı geriyorlardı. Bu orman gerçekten ürktücüydü ve tek başına gelmek akıl işi değildi.
Atımın aniden ürküp şaha kalkmasıyla, dizginlerine tutunup düşmekten son anda kurtuldum. Etrafta birşey vardı ve o şey atı korkutmuştu. Yüreğim korkuyla çarparken endişeyle etrafa baktım fakat koca ağaçlardan ve çalılardan başka birşey yoktu. Kafamı Zayne'e çevirdiğimde dikkatli bir şekilde az ilerideki küçük çalıya dikkatli bir şekilde baktı ve kılıcını çıkarıp atından indi.
"Neler oluyor?" dedim endişeyle.
Zayne bana işaret parmağını gösterdiğinde susman gerektiğini anladım. Etrafta tehlikeli birşey vardı ve ne olduğunu bilmemek beni korkutuyordu. Zayne gözüne kestirdiği çalıya giderken her adımında kalbim korkuyla atıyor, olduğum yerde elim kolum bağlı duruyordum. Zayne, beş altı adım kala çalıya ulaşmak üzereyken çalının hareket ettiğini gördüm ve endişeyle
"Zayne dikkat et!" diye bağırdım. Sesim çıkar çıkmaz çalıdan siyah büyük bir kurt ve ben daha ne olduğunu anlamadan Zayne'nin üzerine atladı. Gözlerim dehşet ve şaşkınlıkla açılırken Zayne, üzerine atlayan kurt yüzünden yerde onun kılıcı kadar keskin olan dişlerinden kurtulmaya çalışıyor, kurdun dişlerinin arasına kılıcını koyarak yerde koca kurttan kurtulmaya çalışıyordu. Hemen çantamdan babamın verdiği iki bıçağı çıkardım ve atımdan indim. Zayne Robert bana lazımdı ve ne olursa olsun onu kurtaracaktım. Fakat titreyen bacaklarım ve kollarım bunun aksini söylüyordu. Ama iradem onlardan daha güçlüydü.
Sessiz ve yavaşça bir iki adım attım.
"Sakın gelmeye çalışma!" Bu Zayne'nin sesiydi. Titreyen kollarım ve bacaklarıma rağmen onu kurtarmaya çalıştığım halde istemiyor muydu?
"Peki" dedim ters psikoloji uygulamaya çalışarak. Bu halde gurur yapması çok saçmaydı. Hala kurtla yerde çırpınıyordu.
"Fakat burada ölürsen kurt benim peşime düşecek. Şimdi seni yemeye çalışırken onu öldürsem de en azından birimiz canından olmasa!"
Yavaş adımlarla ilerlemeye devam ederken, Zayne birden kurdun dişlerinin arasından kılıcıyla kurdun kafasını kesti ve etrafı birden kurdun kanları şelale misali akmaya başladı. Kurt domino taşı gibi yere yığılırken Zayne yerde nefes nefese kalmıştı. Daha rahat nefes almak için üzerindeki zırhı çıkarmıştı. Olayların şokunu atlatmaya çalışırken Zayne'nin yanına gittim ve kan sıçramış yüzüne baktım.
"İyi misin?" Sesim endişeli çıkmıştı. Ama hakikaten onun için endişelenmiştim.
Zayne şaşkın bir şekilde bana baktı.
"Neden üzerine bir kurt atladıktan sonra bu cümleni tekrar kurmuyorsun?"
Sinirlenmiştim. Sanki ben demiştim kurda Zayne'in üzerine atla diye.
"Birde seni aptal gibi kurtarmaya geliyorum"
"Kurtarmak mı?" dedi kahkaha atarak.
"En son senin peşine düşmesin diye beni yemeye çalışırken öldüreceğini düşünüyordum"
Evet öyle bir cümle kullanmıştım fakat gerçekten onu kastetmemiştim. Asıl niyetim onu kurtaramazsam Zyran'dan intikam alamamaktan korkmamdı. Şimdi farkettiğimde bu niyetiminde kötü olduğunu farkettim.
Gözüm istemizce vücuduna kaydığında düşüncelerim artık bambaşka yerlere gitmişti. Beyaz teni ve karın kasları mükemmel bir uyum içinde görünüyor ve bir kaç derin yara izi vücuduna nazar misali göze çarpıyordu. Zayne yapılıydı ve kolay kolay kimsenin deviremeyeceği bir vücuda sahipti. Uzaktan birisi görse kesinlike İmparator Muhafızı bile diyebilirdi.
"Özür dilerim fakat gerçekten niyetim seni kurtarmaktı."
"Gözlerime bakarak deseydin de en azından daha inandırıcı olsaydı" Zayne'nin lafı üzerine hala karın kaslarına baktığımı farkettim ve gözlerimi üzerinden çekip atıma doğru yürüdüm. Açmasaydı canım o da orasını burasını, bizimde nefsimiz var diye düşünüp kendimi haklı çıkarmaya çalışıyordum. Zayne bir süre yattıktan sonra kalktı ve zırhını giyip yanıma yaklaştı.
"Bundan sonra daha dikkatli olmalıyız. Kurtların bu kadar yaklaşacağını düşünmemiştim. Şimdilik ateş yakıp biraz dinlenelim."
"Bana uyar" dedim ve atımın dizginlerini alıp bir ağaca bağladım. Aynı şekilde o da atını bir ağaca bağladı ve etraftaki çalıları toplamaya başladı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |