Zayne'nin pişirdiği tavşan eti, hayatımda yediğim en iyi tavşan etiydi. Belki çok acıktığım için bana öyle gelme ihtimalini kestirip atıyordum. Çünkü bu et böyle bir cümleyi haketmiyordu bile. Bir güzel karnımızı doyurduktan sonra ateşin de beni mayıştırmasıyla bir güzel uykuya daldım. Yola çıktığımızdan beri Sara ile ilgili olan kabusları artık görmüyordum. Belki de bu doğru yolda olduğuma işaretti. Bu da rahatça uyku çekmeme sebep oluyordu.
Kuşların artık katlanılmaz sesi, ateşin çıtırtısı ve sırtımın taş gibi zemin yüzünden tutulup ağrıması. İki gündür böyle uyanıyordum. Kuş tüyüyle kaplı yatağımdan sonra, sert zeminle buluşan vücudum neye uğradığını şaşırmıştı. Bir an önce şu işi bitirip ne olacaksa olsun diyordum.
Acıyan sırtımla doğrulurken elimi belime koyup ateşin yanındaki kütükte oturan Zayne'e baktım. Kılıcını masatla özenli ve dikkatli bir şekilde biliyordu. Doğrulduğumu farkedince yeşil gözlerini bana çevirdi. Şu iki gündür nasıl uyumuyordu anlamıyordum.
"Sırtım nasıl ağrımış ya"
Elimle belimi tuttum. Gerçekten de sırtım tutulmuştu ve canım acıyordu.
"Alışık olduğunu sanıyordum."
Zayne kılıcını bilerken dediği şey kafama dank etmişti. Ben köylü fakir Blair'dım. Yumuşak yatak ne demek bilmeyen ve her gecesini beton zeminde geçirmiş kızdım ben.
"Alışığım zaten de gece biraz soğuk olunca üşüttüm heralde."
Zayne bir tepki vermedi. Bende ayağa kalktım ve acısını unutmak için biraz hareket etmeye başladım.
"Nasıl oluyor da hiç uyumuyorsun?" dedim konuyu değiştirmeye çalışırken.
"Uyumadığımı nerden çıkardın?"
" İki gündür her gözümü açtığımda seni uyanık görüyorum."
Zayne bilemeyi bıraktı ve kılıcına göz gezdirdi.
"Sadece sen geç kalkıyorsun."
Her ne kadar sırt ağrısıyla uyansamda gerçekten şu iki gündür kabussuz bir şekilde uyuyordum. Önceden de kabus gördüğüm için uykularımı tam alamıyordum ve bu yüzden şimdi onların acısını çıkarıyor olabilirdim.
"Neden beni de erken uyandırmıyorsun peki?"
Zayne yeşil gözlerini bana kilitledi ve kılıcını kınına yerleştirdi.
"Yeter bu kadar uyku muhabbeti. Güneş çoktan doğdu. Ateşi söndürüp yola koyulmalıyız."
Zayne gerçekten anlaşılmaz biriydi. Ama artık bende erken kalkmaya çalışacaktım. Amacımı unutmamam gerekiyordu ve bir an önce halletmek istiyordum. Zaten sırtım hala ağrıyordu ve erken kalkarsam daha az ağrısını çekerdim.
Ateşi söndürüp atlarımıza bindik ve yola koyulduk. Her zamanki gibi sessiz bir ortam vardı. Zayne hakkında pek çok söylenti duymuştum. Mortimer'ın önceki imparatoru için hizmet yaptığını ve daha sonrasında ayrılıp suikastçiliğe devam ettiği bunlardan biriydi. Koskoca imparator bile ona güvenmişse doğru adamı tuttuğumu düşünüyordum ama bazen de hala ona güvenesim gelmiyordu. İmparator için kimi öldürdüğünü merak ediyordum.
"Ne söyleyeceksen söyle. Sabahtan beri kıvranıp duruyorsun."
Gerçekten anlayacak kadar belli mi etmiştim?
Açıkçası söylesem bile cevap verecek mi bilmiyordum. Yine de sormaktan zarar gelmezdi.
"Mortimer'ın önceki imparatoru için hizmet ettiğini duydum."
Zayne'nin kaşları çatılmış kaskatı kesilmişti. Yüzündeki ifade gerçekten ürperticiydi ve bu kadar sinirlendirecek ne demiştim çok merak ediyordum. Belki de imparatorla bir husumeti ve yarasına tuz basmışım gibi olmuştu. Ama sonuçta ne yaşadıklarını bilemezdim.
Sorumun devamını sormamaya karar verdim veönüme döndüm. En iyisi işimizi bitirene kadar sessiz kalmaktı.
"Evet. İmparator Evan için hizmet ettim."
Zayne'e döndüğümde hala sinirli yüz ifadesi duruyordu. Bu kadar sinirlenmişken bile cevap vermesine şaşırmıştım.
"Ama sonra devam etmedim. Zaten en küçük oğlu da onun azraili oldu."
Oğlunu biliyordum. Aklıma gelince bile tüylerim ürpermişti.
"Evet oğlunu duydum. Şu meşhur aile düşmanı imparator Sirius."
"Aile düşmanı mı?"
Zayne gülmeye başladı. Gerçekten onu çözmekte zorlanıyordum. Az önceki sinirli ifadesi buhar olup uçmuştu sanki. Bu nasıl duygu değişimiydi böyle?Ayrıca neyi bu kadar komik bulmuştu anlamamıştım. Bence komiklikten çok korkunçtu.
İmparator Sirius bütün üvey abisini ve annelerini öldürmüştü. Daha sonra da babasını öldürüp tahta geçmişti. Tahta geçtiğinde daha on beş yaşında olduğu söylentileri vardı ve gerçekten de çok ürperticiydi. Nasıl o yaştaki bir çocuk ailesini katledebiliyordu aklım almıyordu.
Zayne gülmeyi kestiğinde bana döndü.
"Bu lafları sen mi uyduruyorsun yoksa gerçekten imparator hakkında böyle lakap mı takıyorlar?"
"Ben uydurdum." dedim ona dönerek.
"Tahmin ettim."dedi o da bana dönerek.
"Mortimer'da kimse imparatora lakap takmaya bile cesaret edemez."
Demekki herkes imparatorun ne yaptığının farkındaydı ve ondan korkuyorlardı. Gerçi bu kadar şey yaptıktan sonra korkmaları normaldi.
Tieran Krallığı'nın ilk başta imparatoru kabul etmediğini duymuştum fakat sonra ne olduysa onlarda sadakat yemini etmişti. Bütün krallıklar bile imparatora sadıktı ve imparator ne derse yapmaya hazırlardı. Babam bile İmparator Sirius tahta ilk çıktığı zaman sadakat yemini etmişti. Ben küçük olduğum için imparatorun yüzünü hatırlamıyordum. Üstünden yaklaşık on iki yıl geçmişti ve ondan sonra da Mortimer'a zaten gitmemiştim. Tek bildiğim Mortimer'ın üç krallığa bedel kuzeydeki en güçlü İmparatorluk olduğuydu. Orayı uzun zaman sonra tekrar görmek için sabırsızlanıyordum.
"Mortimer nasıl bir yer Zayne?"
Kafamı Zayne'e çevirdim.
"Gidince görürsün."
Anlatsan ölürsün zaten! Bu adamın beni takmamasına katlanamaz olmuştum. Birdaha bir şey sorarsa bende cevaplamayacaktım. Ortamdaki taş duvarları yıkmaya çalıştıkça Zayne tekrar inşa ediyordu. Sanırım gidene kadar odun gibi sessiz kalmamızı ve sadece işimiz gereği beraber olduğumuzu net bir şekilde tavırlarıyla gösteriyordu. Bende çok meraklıymışım gibi davranmayacaktım.
Kaşlarımı çatıp önüme döndüm. İçimden Zayne saydırmaya devam ediyordum. Ama sonra derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya devam ettim. Bir daha kurt bile üstüne atlasa kurtarmayacaktım onu. Ben takılmayacak kız mıydım ya!
Her zamanki gibi sessiz bir şekilde ilerliyorduk. En sonki konuşmamızın ardından iki üç saat geçmişti belkide ve ben çok sıkılmıştım. Güneş tam tepede sıcaklığıyla ısıtmaya çalışıyordu fakat yavaş yavaş kuzeyin soğukluğu yaz mevsimi olduğu halde hissedilmeye başlamıştı. Bu kadar soğuk olduğunu bilmiyordum ve üstümdeki kapşonlu pelerin şimdilik idare etsede, yola devam edip soğukluk artınca nafile gelecekti. Eğer yakınlarda bir köy veya kasaba felan varsa oraya uğrayıp kışlık birşeyler alabilirdim. Zayne döndüğümde aklıma zırhını çıkarıp karın kaslı vücudunu gördüğüm geldi. O mortimer'ın havasını biliyordu ve nasıl üşüyeceğini bildiği halde birşey giymemişti. Belki de havasına alışmıştı ve üşümüyordu.
Zayne, onu düşüncelere dalmış süzerken bakışlarını bana çevirdi. Baktığını anladığım anda gözlerimi ona çevirdim ve hemen önüme döndüm. Şu düşüncelere dalınca illa bir yakalanıyordum. Şimdi beni sapık felan sanacaktı. Halbuki art niyetle bakmıyordum. Her neyse sonuçta konuşmamı istese niyetimi söylerdim. Ben masum bir kızdım ve böyle düşüncelerle işim olmazdı.
Göz yanımla bana hala bakıyor mu diye bakınca baktığını farkettim.
"Sapık mısın bakıp duruyorsun?" dedim ona dönüp. Sonuçta ben art niyetle bakmamıştım ama onun niyetini bilemezdim.
Zayne atını durdurdu ve tedirgin bir şekilde benim olduğum tarafa baktı. Hala bana mı bakıyor diye düşünürken bana atımı durdurmam için el işareti yaptı. Neler oluduğunu anlamamıştım ama endişe tüm vücudumu çoktan sarmıştı. Zayne'in yavaşça atından inmesiyle bende atımdan indim. Sessiz bir şekilde
"Neler oluyor?" diye sordum.
O da sessiz bir şekilde
"Mortimer askerleri burada. Onlardan kurtulmamız lazım"
Anlamamıştım. Mortimer askerleri bize napabilirdi?
"Neden onlardan kurtulmamız lazım? Onlar bize napabilir ki?"
"İnan bana asker bile olsa erkeklerin neler yapabileceğini bilmiyorsun. Birde köylü ve güzel bir kadınsan"
Tüylerim diken diken olmuştu. İnsanlık ne kadar iğrençleşmişti böyle. Sarayda olduğum için herşey bana toz pembe gözüküyordu ama hayat bildiğin kömür kadar kapkara bir cehennem odunuydu. Ne yapıp edip onlardan kurtulup yolumuza devam etmemiz gerekiyordu ve atlarımız yüzünde bu zor olacaktı. Zayne birşeyler düşünüyordu ve umarım sağ salim onlardan kurtulabilirdik.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |