@my_lore
|
Hoş geldiniz ballarım Oylar atıldıysa hemen yorumlara geçelim... ∆∆∆∆ Kafamda deli sorular vardı ve ben kutlama yemeğine hazırlanıyordum. Heyecan desen zaten tavan ama sakin olmaya ve bahtıma ne çıkarsa görmeye gidiyordum. Hande'yi görecek olmanın heyecanı beynimi yakarken Şehmuz kodamanı benim için nasıl bir sürpriz hazırlamıştı cidden merak ediyordum. Belki seninki boş bir kuruntu diyeceksiniz ama ben hislerimin analizi sonucu bu yargıya varıyordum. Şehmuz Babaoğlu yaptığı şovla alenen meydan okumuştu bana. Kasıntı herif, altındaki koltuğa ve babasının parasına güveniyor olmalıydı. Baba parasıyla herkes adam olur. Önemli olan verilen emek. Gerçi bu tipler ağzında gümüş kaşıkla doğuyor; armut piş ağzıma düş hesabı. Her neyse yine konuyu dağıttım. Benim acilen ne giyeceğimi düşünmem ve hemen giymem gerekiyordu. Gardırobumun kapağını açtım sınırlı sayıdaki elbiselerimi karıştırmaya başladım. Spor giyinmeyi seviyordum ama bu bir kutlama yemeğiydi ve benim birazcık resmi giyinmem yerinde olurdu. Hiç düşünmeden böyle günler için hazırda tuttuğum takım elbiseyi dolaptan çıkardım. Koyu renk elbisenin içine ne giysem olur diye düşünüp dururken gömlek vari şeyler yerine biraz spora kaçsın diye yakasız gri bir tişört seçtim. Zaten saçlarım kısa kesimdi fazla uğraştırmadı. Gardırobun kapağına monteli aynada kendime baktım. Çok da beğendim. Heyt be yakışıklıya bak sen... Gerçi Şehmuz kısıntısının yanında benim fiyakam sönük kalıyordu ama olsun. Ben kendimle barışık bir adamdım. Zamanın çarkları fırıldak gibi dönüyor yemek saati git gide yaklaşıyordu. Geriye kalan zamanı iyi kullanıp kutlama yapacağımız mekâna vaktinde varmak amacı güderek ikamet ettiğim dairemden çıktım ve doğruca merdivenlere yöneldim. Zira asansör kullanmayı oldum olası sevmezdim. O çelik kutunun içinde nefessiz kalıp öleceğimi falan düşünürdüm. Bu bir fobi olabilirdi çünkü olabilitesi çok yüksekti. Üç kat aşağı inmek için belki biraz terleyip yorulacaktım ama yapacak bir şey yoktu. Yaşıyor olduğum heyecanın üstüne bir de asansör heyecanın kaldıracak gücü kendimde bulamamıştım. Çok geçmeden apartmanın kapısından çıktım ve kendi aracımın kapısını uzaktan kumandayla açtım. Açık havanın bakir havasını teneffüs etmek isterken gözlerimin perdesi kapanıp açıldı. Hayat güzeldi ve ben bu hayatın içindeydim. Aracıma binip kontağı çevirdim ve motor büyük bir homurtuyla çalışmaya başladı. İkinci el araç olunca homurtular çıkararak çalışması kadar doğal ne olabilirdi ki? Emniyet kemerimi bağladım ve gaza bastım. Yol almaya başlamıştım ama anlamadığım bir şekilde duygularım değişmeye başlamıştı. Kaygı ve korkularımın yerini mink kalp çarpıntıları almıştı; gerginlikten uzak tatlı bir düş gibi... Sonunda kutlama yemeğinin verildiği mekana gelebilmiştim. Sadelikten uzak görkemli bir yerdi burası. Zannımca mekan seçme işini Şehmuz Babaoğlu üstlenmişti çünkü seçtiği mekân tam da onun kalemiydi. Şaşalı bir mekan seçerek sizi havamla bile ezerim mesajı vermek istiyor olabilirdi. Kodaman olmak böyle bir şeydi demek ki? Herkesten bir tık yukarıda olmak ve bunu karşısındakinin gözüne soka soka göstermek. Gerçi herkesi aynı kefeye koymamak lazım gayret mütevazı zenginler de yok mu, elbette var. Genellikle üst perdeden takılanlar sonradan görmeler oluyor. Biz sonradan da görmedik o ayrı bir hikâye... Bir süre mekânın önünde durup hayatı sorguladım. Ben aptala bağlamış avellik yaparken, birileri koşuşturmaya başladı. Tahmin edeceğiniz üzere Hande geliyordu. Kapı önünde yığılan haberciler önden yer kapmak için birbirleriyle yarış halindeydi. Ellerim ceplerimde her zaman olduğu gibi uzaktan bakmakla yetinmeye çalışıyordum. Siyah minibüs mekânın önüne havalı bir şekilde gelip durdu. Önce korumalar sonra Şehmuz Babaoğlu indi. Kalbim patlayacak gibi atarken avuç içlerim terden sırılsıklamdı. Yüksek ölçekli siyah stiletto giymiş bir çift uzun bacak girdi görüş alanıma. Şehmuz tam karşısında durup inmesine yardım etmek maksadıyla elini uzattı. İnce uzun parmaklı zarif bir el Şehmuz'un uzanan avucuna bırakıldı. Onları el ele görünce kıskançlık yakıcı bir zehir gibi damarlarıma sızarken zihnimin arka fonunda 'batsın bu dünya' şarkısı çalıyor ve ben yerin dibine batıp batıp çıkıyorum. Bu kez görüş alanıma giren eteği yerlere kadar uzanan ve sol bacağının bir kısmını açıkta bırakan derin yırtmaçlı bir elbiseydi. Kuruyan dudaklarımı yalayarak ıslattım ve ağzımdaki acımsı tadı güçlükle yutkundum. Boğazımdan geçmek bilmeyen tıkanıklığın sebebi Hande'nin kırmızı bir elbise giymiş olmasıydı. Benim en sevdiğim ve Hande'ye en çok yakıştırdığım renkti. Haberciler sıraya dizilmiş basın açıklaması beklerken kayda değer bir açıklama yapılmamıştı, çünkü bizim ajans bu ve benzeri durumlarda genelde basın toplantısı düzenlemeyi tercih ederdi, ayaküstü açıklama yapmayı tercih etmezdi. Yani bu bir prestij meselesiydi... Sonunda mekana girip bize ayrılan masaya geçip oturmuştuk...
|
0% |