@my_lore
|
Selam... Bölümler hız kesmeden gelmeye devam ediyor. Satır arası yorumlarınızı görmek istiyordum. Okumaya başlamadan önce ışıkları yakın 🚖🚖🚖 Hatırlatma Taksinin kaputu üzerinden kalktı ve başını öne eğerek yürümeye başladı. Birkaç adım sonra geri dönüp bana iyice yaklaştı. İki elini ceplerine koydu; belli ki üşümüştü. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. Siyahın asaletinden kopyalanmış gözlerini gözlerime dikti. Yalanım yok, korkuyordum gözlerine esir düşmekten. "Evrim, biliyor musun?" diye söze başladı. 🚖🚖🚖 Aşk... Günlük yaşamda ne çok kullanılır, öyle değil mi? Aşkım, biriciğim, canım, hayatım, daha buna benzer bir sürü iddialı sözcükler. Peki, bütün bunlar günlük hayatımızda sadece dilimize dolanan süslü dokunuşlardan ibaret mi?
Mesela; aşkınızın uğruna ölür müsünüz? Yoksa ölüm dediğin nedir ki, ben senin için yaşamayı göze almışım mı dersiniz? Bizim düşüncemiz yaşarken sevip sevilmek yönünde. Mühim olan sevgi ve aşk sözcüğünün içi dolu olsun altı kof olmasın.
Asya, süre geldiği gibi yine aynı repliği kullanarak konuyu bağlamıştı. "Evrim biliyor musun?" diyerek.
Onu bozmamak adına, "Neyi Asya?" diye sordum.
Kara gözlerini gözlerimden ayırmadan konuşmuştu, "Aşkın tanımını Evrim."
Bu konuda fazla bilgim yoktu ama kendimce bir fikrim vardı. Bana göre aşk, bireyseldi ve kişiye göre anlamı değişirdi.
"Aşkı doğru tanımlamak için önce aşık olmak gerekmez mi Asya."
Esasında ne aşk muhabbetine girmek istiyordum ne de aşkın adını duymak. Onun için konuyu geçiştirmek en iyisiydi.
"Evrim, zannımca aşka inanıyorsun ama benden uzak dursun diyorsun."
Bilinmezliği kendi terazisinde tartarken akıl terazim, şaşkınlıkla kaşlarım birbirine paralel doğrultuda birleşti. "Ne demek istediğini anlayamadım Asya?"
"Yapma Evrim, ne demek istediğimi bal gibi de anladın."
Ben Asya'nın sözü nereye getireceğini çok merak ediyordum doğrusu, nedense lafı dolandırıp duruyordu. Benden bir adım uzağa gerilerken işaret parmağını bana doğru salladı. "Pekâlâ, madem bana numara çekiyorsun, soruyu değiştiriyorum o zaman. Söyle bakalım gerçek aşka inanır mısın?"
"Asya, aşkın gerçeği sahtesi de mi var?" diye sorusuna soruyla cevap verdim.
Saattin tik takları birbiri ardına durmaksızın vuruyor zaman çizelgesi çoktan gece yarısını çeyrek geçiyor ve biz ayaz gecede aşktan söz ediyorduk. "Olmaz olur mu Evrim. Aşk vardır teğet geçer, aşk vardır can alır, can yakar."
"Aşk dediğin yaşarken lazım Asya, can alan aşkı kim ne yapsın."
"Ölümüne seversen Evrim, o aşk iliklerine işler. İşte o zaman ölüm vız gelir tırıs gider."
Öyle hevesle anlatıyordu ki, görende böyle bir aşkı kendisi yaşamış zannederdi.
Bir dakika yoksa yaşamış mıydı? Eğer ruhunun asırlık yaşı varsa yaşaması muhtemeldi.
Karanlığın gölgesi düşmüştü göz bebeklerine ama geceye inat çoban yıldızı gibi parlıyordu bir çift kara göz. Bu kez hiç çekinmeden sordum. "Böyle bir aşkı yaşamış gibi konuşuyorsun Asya?"
Başını evet anlamında sessizce aşağı yukarı sallarken, "Evet, asırlar önce!" diye mırıldandı.
"Nasıl, asırlar önce mi?" diye sordum.
Ne yalan söyleyeyim Asya'nın aşkı asırlar öncesi yaşamasına nedensizce sevinmiştim.
Ben kendi içimde nedensiz sevincimi yaşamaya başlamıştım lakin Asya'nın bakışları gecenin en uzak noktasına sabitlenmiş ve orada kilitli kalmıştı.
Bakışları farklı noktada kilitli kalmıştı lakin aklı hâlâ benim sorduğum sorudaydı. "Evet, asırlar öncesi Evrim."
Yine doğunun esrarlı kızı tarihin küf kokan sayfaları arasında gezinmeye gitmişti. Bulduk kayıp etmezsek, diye geçirdim içimden. Kim bilir yine ne akıl almaz şeyler anlatacaktı bana ama benim uykuya meftun gözlerim ve buna eş değer olarak belleğim algılama sorunu yaşayabilirdi.
"Hatırlıyor musun Evrim, hani Zümrüdü Anka Kuşu iken öldürüldüğümde ödüllendirildim demiştim?"
Asya'nın açığını bulduğumda nedensizce mutlu oluyordum. "Affedersin, ruhumun diyecektin sanırım."
Kıkırtıyla gülümsedi. "Evet, ruhum. Beden ruhun başına her zaman yük olmuştur Evrim."
"Yük mü, o nasıl oluyor Asya?" diye sorarken kendi kendime hayıflandım, zira benim naçiz bedenimi kim bilir hangi hikayenin tozlu sayfaları arasına çekiyordu bilmiyordum.
"Zümrüdü Anka Kuşunun cansız bedeni toprak olurken, ruhu Olympos dağının eteklerinde kurulu bir yerleşkede doğan kız bebeğin bedenine can verdi." dedi.
Yine ve yeniden gidiyoruz uzak diyarlara. Bakalım nelere gebe gecenin iz düşümü. Bir yanım merak içinde can çekişiyor, diğer yanım sabahlar olmuyor diye çığlık çığlığa feryat ediyordu.
"Olympos mu orası da neresi Asya?" diye sordum.
Asya, benden birkaç adım uzaklaştı ve kendi etrafında bir tur döndü. Kollarını yanlara doğru açtı, sanki asırlar ötesine kanat çırpıyor gibiydi. "Olympos dağlarının ulu tepeleri göklere ulaşır ve Tanrılara ev sahipliği yapar Evrim."
Tanrı'lar, diye sızlandım. Her şey onların başının altından çıkıyor zaten.
"Güzel yermiş!" Sözcükler birbirini tamamlarken biraz yavan çıkmıştı ağız boşluğumdan.
Asya, transa geçmiş gibi kesintisiz olarak anlatmaya devam ediyordu. "Hera, yıllardır çocukları olmayan bir aileye müjdeyi vermiş ve aylar sonra benim ruhumu bu çiftin kız bebeğine armağan etmişti."
"Nasıl yani, Anka Kuşunun ruhu bir insana mı verildi? Hem de bir kız bebeğe, öyle mi?" diye sordum.
Neden soruyorsam bende anlamış değildim. Şimdiye kadar Asya'nın geçişlerine çoktan alışmış olmam gerekmez miydi? Maalesef alışamıyor insan. Benim yerimde siz olsanız alışır mıydınız?
Ben düşünce geçişleri yaşarken Asya soruma cevaben, "Evet, hem de ay parçası gibi bir kız bebek olarak doğmuşum. Evlilik ve bereket Tanrıçası Hera, kendi elleriyle kutsamış beni." dedi.
"Hera, hem bereket hem evlilik Tanrıçası öyle mi? İlk defa duyuyorum."
Asya, kendinden emin bir şekilde, "Tabii," diye cevap verdi.
Sormak istediğim şey delice bir meraktan ibaretti...
|
0% |