Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Bu Gece Ölüler -10-

@my_lore

Taksi gecenin inine doğru yol almaya devam ediyor.

Bakalım Evrim, bizlere neler anlatacak.

Buraya okumaya başladığınız saati yazın.

Yıldızı⭐sönük satırları yorumsuz bırakmayın

🚖🚖🚖

Allah'ım sen aklıma mukayyet ol. Öldüm, demek de ne demek oluyor? Yoksa şimdiye kadar ben ete kemiğe bürünmüş bir ruhla mı konuşuyordum?

Ani fren yapmamla birlikte, ben göğsümü direksiyona Asya ise başını cama çarpmıştı. Göğsüme aldığım darbenin etkisi nefes alıp vermemi zorlaştırsa da kendi kapımı açıp taksiden dışarıya çıktım. Çıkar çıkmaz da hemen arka kapıya yöneldim. Kapıyı endişe içinde açtım ve "Asya Hanım, iyi misiniz?" diye sordum.

Asya, cama çarpan başını ovalayarak bir şeyler mırıldanır gibi konuşmuştu. "Bu gece ruhum tekrar çağrılıyor anlaşılan." Kulağıma dolan mırıltılı sesler kelimelere dönüştüğünde kanımın damarlarımdan çekildiğini hissetmiştim.

Yüzünde acının emareleri okunuyordu ve bu onun ciddi olduğunu gösteriyordu.

Ben boş gözlerle Asya'ya bakarken saniyeliğine göz göze geldik. Bakışları milyonlarca soru sorarken ruhum alımlı bakışların yağmurunda ıslandı. Kabul ediyorum ani frene basarak tepki vermemem gerekiyordu. Bu davranışım muhtemel kazalara sebep olabilirdi ama bende aciz bir kulum sonuçta. Tepkim de normal insanlara has normal bir tepkiydi. Onun gece gece "öldüm" dediğini kim duysa bir kere ruhu tahtalıköye gider gelirdi yani...

Kendi iç hesaplaşmamı bitirip hemen Asya'ya müdahale etmek ve iyi olup olmadığını öğrenmek istemiştim. "Asya Hanım, öncelikle özür dilerim. İstemeden oldu. Siz bu gece "öldüm" deyince bende ister istemez ani tepki verdim. Şaşkınlığıma verin lütfen. İyi misiniz, bir şeyiniz yoktur umarım?"

Kolundan tutup taksiden çıkarmak istiyordum ama nasıl karşılık vereceğini bilmediğim için çekiniyordum. Onun neye nasıl tepki vereceğini kestirmek güçtü çünkü...

Bir bakıyorsun insanı cevapsız soruların kucağına atıyor. Bir bakıyorsunuz oradan alıp gecenin esrarlı koynuna salıveriyordu. Kısacası ne zaman ne yapacağını belli olmuyordu.

Yine de bir beyefendi nezaketiyle mülayimce sordum: "Asya Hanım, dışarıya çıkmak ister misiniz? Eğer çıkmak isterseniz sana yardımcı olabilirim."

Hayret edilecek bir şekilde isteğime karşı koymadan, ince uzun parmaklı narin elini uzattı tutmam için. Elimi uzattım elini avuçlarıma bıraktı. Nazende parmakları buz gibi soğuktu.

Sanırım benim ani tepkim onun korkmasına neden olmuştu, yoksa neden buz gibi soğuk olsun elleri? Tahmin yürütene kadar en iyisi ona sorup nedenini öğrenmekti...

"Neden bu kadar soğuk?"

"Hava mı?"

"Hayır, ellerin!"

"Bu gece ölüler de ondan." dedi.

Ne yapmaya çalışıyordu? Bu bir şaka mıydı? Bu, bir şakaysa nasıl bir şakaydı? Böyle bir durum yoksa eğer cidden tırlatmak üzereydim. Elleri ellerimdeydi ve ben kora dokunuyor gibi yanıyordum.

İlk refleks belirtisi olarak da ellerimi ellerinden çekmek istemiştim.

Ben ellerimi çekmek isteyince Asya, yüzüne ciddi bir anlam yüklemişti. "Evrim, sen benden korkuyor musun?"

"Ne-ne korkması? Güldürme beni?"

Korkuyor muydum, bilmiyorum. Yaşadığım hissin ne olduğundan henüz emin değildim çünkü.

"Neden çekingen davranıyorsun o zaman? Utanmasan ellerimi bırakacaksın?"

Allah'ım bu gece beni neyle sınıyorsun, diye geçirdim aklımın ücra köşelerinden ve cevaplar aradım. Peki, aradığım cevabı buldum mu, doğruyu konuşmak gerekirse bulduğum söylenemez.

İşlevsiz iç muhasebemi yarıda kesip kendimi aklama peşine düştüm çünkü bana korkak demişti. "Sana öyle gelmiş. Benim geri çekildiğim falan yok.".

"Beden dilin hiç de öyle söylemiyor?" dedi.

Yoksa Asya, müneccim falan mıydı? Baksanıza içimden geçeni okuyordu neredeyse.

"Ne münasebet!" dedim.

"Hım..." dedi kendi kendine konuşur gibi.

Tekrar konuşmak için alt dudağı üst dudağından ayrıldığında biraz öncesine kıyasla daha ılımlıydı sesine düşen cemre. "Merak etmeyin iyiyim ben, çarpmanın etkisiyle biraz başım ağrıyor, o da geçer birazdan."

Bu açıklayıcı konuşmayı yaptıktan sonra, kaldırım kenarındaki yer yer sıvası dökülmüş yıllara meydan okuyan taş duvara gidip sırtını dayadı. Sağ bacağını sol bacağının önüne koyup bacaklarını çapraz yaptı. Siyah deri çantasından bir dal sigara çıkarttı. Sigarasını vişneçürüğü rengindeki solmaya yüz tutmuş rujlu dudakları arasına kıstırıp bu kez kendisi yakmıştı. Yaktığı sigarasından nefesler çekip dışarı salarken ciğerlerini ateşe vermek istiyor gibiydi.

Sessizlik hüküm sürerken aramızda tekrara düşmüş gibi biraz önceki meseleyi gündeme getirmişti. "Korkuyorsun, bu çok belli."

Onun üstüme geliyor olmasına aldırış etmedim ve tam karşısına geçip durdum. Neden bu konu üzerinde duruyordu bilmiyordum ama deli gibi öğrenmek istiyordum. Bazen susmak meseleleri kendiliğinden çözerdi bende sustum ve beklemeye başladım. Sesiz kalmayı yeğlerken kendimi oyalamak adına ayakkabımın burnunu kaldırım taşlarının üzerinde ileri geri sürterek gezdirip duruyordum. Benden olumlu veya olumsuz bir cevap gelmeyince bakışlarını yüzüme sabitledi ve sigarasından derin bir nefes daha çekip gecenin koynuna üfledi. "Haksız da sayılmazsın hani?"

Bakışlarındaki oklar yağmur gibi yağarken üzerime milim kımıldamadım yerimden fakat içimden geçeni dilime dökmekten bu kez geri durmadım. "Kabul edersiniz ki, siz de beni sınıyor gibisiniz."

"Sınamak mı?" diye sorarken gürültülü bir kahkaha patlattı. Kahkaha atarken gecenin en karanlık noktasında parlayan inci taneleri gibiydi; dolgun dudakları arasına gizlenmiş beyaz dişleri. "Ben sizi neden sınamak isteyeyim ki, bunun yaptığıma dair geçerli bir neden gösterin bana?"

"Neden yapıyorsunuz bilmiyorum ama durduk yere öyle şeyler söylüyorsunuz ki, açıkçası nevrim dönüyor. Bu sınamak değil de ne?

Saniyelik bir zaman diliminde narin parmaklarını koyu kızıl saçları arasında gezdirdi ve bir baş hareketiyle geriye doğru savurdu.

"Evrim, bu arada size adınızla hitap etmemede bir sakınca var mı?"

"Benim için bir sakıncası yok, istediğiniz gibi hitap edebilirsiniz. "

"Böylesi daha samimi oluyor. Siz de bana adımla hitap edebilirsiniz."

"Olur, ederim." dedim.

"Gelelim sınamak konusuna. Sen benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun Evrim. Ben de seni sınamıyorum. Eğer benim hakkımdaki bildiklerini yüzdeye vuracak olursak; yüzde sıfır virgül sıfır eder..."

Asya'dan baş döndürücü bir açıklama daha gelmişti ve ben sadece başımı öne eğdim ve gecenin sarmalında öylece kalakaldım. Sıkkındım ve sıkıntıdan soğuk sayılabilecek havada buğul buğul terliyordum. Her şey bir yana benim aklım şu yüzdeye takılı kalmıştı; ne demekti yüzde sıfır virgül sıfır. Yani Asya, bana neyi ima etmeye çalışıyordu. Zaten bu gece yeterince bedenimi ürpertip tüylerimi diken diken etmemiş miydi?

 

 

Loading...
0%