@my_lore
|
Hatırlatma Şimdiyse aklıma düşüp içimi acıtan soruyu sormaya hicap duyuyordum. "Hadi Evrim, sor ne sormak istiyorsan," dedi. Ne yani alnımda mı yazıyordu içimden geçenler. "Yok, yüzüne yansıyor!" dedi geceye bir iz daha bırakarak.
Madem sormamı istiyordu o halde sorabilirdim. "Asya, biliyor musun?" dedim.
"Neyi!" diye sordu.
Ne dersiniz dengeler değişiyor gibi size de öyle gelmiyor mu? 🚖🚖🚖 Soracağım sorunun önce üzerinden geçtim. Asya, buradaysa kuş asırlar önce öldü demektir.; ya da başka bir bedende doğdu.
Bazen cevabını bildiğiniz soruyu bile sorma gereği duyarsınız, çünkü cevabı sahibinin ağzından duymak istersiniz. Bu sizi bir bakıma rahatlatır...
"Sonu?" diye sordum "Yani Anka Kuşunun sonu. Ona ne oldu?"
"Masal anlatıcısı var olduğu sürece Anka Kuşu, ölümsüzdür Evrim. Onun ruhunu yaşatan masallardır." dedi.
"Yani onu yaşatan insanlar ve masallar, öyle mi?" diye sordum. Muğlakta kalmış inancımı harlayan birbirine bastırıp dışa doğru kıvırdığım dudaklarımdı.
"Zümrüdü Anka Kuşu," dedi ve yüzünde bir tebessüm oluştu. "Her uçuşa kalktığında, bitkilerin yaprakları titreyip tohumlarının dökülmesine sebep olur. Yeryüzüne dökülen her tohum toprağa kök salar. İşte bu bitkilerin sayesinde insanoğlu tüm hastalıklarını tedavi eder."
Gözlerimin önünde beliriverdi görüntü. "Asya, duyup bildiğim o kadar çok şifalı bitki var ki. Bütün o bitkilerinin tohumlarını Anka Kuşu mu ekiyor yeryüzüne?"
Sorunun cevabını beklerken zamanı kendi çarkları arasında eritmek amacıyla kahve tonundaki saçlarımı karıştırmaya başlamıştım.
"Evrim, o kadar çok varlar ki saymakla bitmez. Sanırım birçoğu daha keşfedilmemiş bile." dedi.
Asya yaşlı bir bilge gibi konuşurken onu doğrulamak adına başımı aşağı yukarı salladım. Gerçekten de Anka Kuşunun hikayesi beni büyülemiş alıp Kaf Dağının ardına götürmüştü.
"Keşke," dedim "keşke günümüzde de bir Anka Kuşumuz olsa; kötülere ateş püskürtüp iyileri o masallar diyarına götürüp saklasa."
Kendime inanmıyordum. Bana neler oluyordu böyle? Asya'nın ne tür bir varlık olduğunu tam olarak anlayamamışken, oturup onun anlattığı masalları dinliyordum.
Yok, delikanlı adamı bozar bu tür duygusallıklar. Asya, kesin ruh bükücüydü. Eğer öyle olmasaydı ruhumu bu kadar derdinden etkileyip esaret altına alabilir miydi?"
Ben düşüncelerimi analiz altına alıp ayrıştırma peşinde iç dünyamla hemhalken Asya'nın ruj rengi solmaya yüz tutmuş dudaklarını gereğinden fazla yayarak kıkırtıyla güldüğünü fark ettim. Gülüşünün tınısı adeta hücrelerime işlemişti. "Korkma Evrim, Anka Kuşu sadece senin içindeki masal çocuğunu ortaya çıkardı."
Of ya, yine aklımdan geçenleri mi okumuştu Asya?
"Yok," dedi "zihin okuyucusu veya ruh bükücüsü de değilim."
Yine tepetaklak olmuştu teorilerim. Peki, ama henüz dilimden dökülmemiş sadece zihnimden geçen bunca şeyi nasıl bilebiliyordu?
Kara gözlerini bir müddet kahvelerimde rehin tuttu. "Yüzünün aldığı şekilden içinden geçenleri okumak hiç de zor değil Evrim. Bunu sana daha önce de söyledim, insanların beden dili vardır ben de bunu okuyorum. Hem unutuyorsun galiba ruhumun asırlık yaşı var bu, artı tecrübe demek."
İçsel dünyamdan uzaklaşıp, "Sen, yani Anka Kuşu ölümsüzse ruhun nasıl oldu da başka bedene göç etti?"
Süper saçmalıyordum. Üstelik sorduğum soruya bak. Sen iflah olmasın diye geçirdim ruhumun her zerresinden.
Asya, bana iyice yaklaşıp narin parmaklarıyla gamzeli çeneme dokundu ve başımı yukarıya doğru hafifçe kaldırdı. Gözlerimin içine alaycı bir bakış attı ya da bana öyle geldi. "Alışıyorsun!" dedi.
Gözlerine ruhum hapsolurken boş bulunup, "Neye?" diye sordum.
"Anka Kuşuna!" dedi.
Bir an bana diyecek sandım, kalbim titredi. Gerçekten ona alışıyor muydum? "Hani sen ruhum göç halinde demiştin ya?" dedim yutkunarak. Onun için sordum bir önceki soruyu, yani Anka Kuşunun sonunu..."
"Evet, dedim. Şimdiye kadar aksi bir şey de söylemedim." dedi.
Kesinlikle doğru söylüyordu. Ben neden böyle bir şey sorduysam durduk yere hiç anlamış değildim.
Hava ayaza kesmiş dışarısı dondurucu soğuğa teslim olmak üzereydi. Asya'nın üşüyüp üşümediğini açıkçası merak ediyordum. Sorsa mıydım acaba. Bu defa bencillik edip sormaktan vazgeçtim. Üşüse söylerdi her halde. Tanıştığımız andan itibaren hiç bir konuda çekinceli davranmamış bilakis her konuda açık olmuştu.
İnsancıl tarafım ağır basarak boş vermişliği bir tarafa itip biraz önceki düşüncelerimi bertaraf etti. "Taksiye dönelim mi?" diye sordum üşüyen ellerimi ısıtmak için birbirine sürterken. "Ben üşümeye başladım da..."
"Hep böyle oluyor!" dedi.
'Hep böyle oluyor' diyerek Asya neyi ima etmişti pek bir şey anlayamamıştım. İster istemez ödlek çıkan bir ses tonuyla konuya açıklık getirme çabası içine girdim. "Sorun nedir Asya?"
Sanırım yeni bir macera bizleri bekliyordu. Kim bilir belki de kapkaranlık bir korku tüneline giriyorduk.
Her şey gönlünüzce olsun, aman dikkat, okurken aklınız karışmasın...
|
0% |