Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Masaldan Gerçeğe -19-

@my_lore

Hadi gel yolculuk başlıyooor...

Sizlerle gece boyu uzun bir yolculuğa çıkacağız.

Kimler gönüllü?

O zaman buraya okumaya başladığınızda saati yazın➜

Olur da kafanız karışırsa sormaya çekinmeyin.

Şimdi de görev zamanı ➜

Önce bölüme oy verilecek sonra satır arası yorumlar yapılacak🙈

Hatırlatma

"Gidelim mi?" diye sorunca evet anlamında başını aşağı yukarı salladı. Asya, şu an masum bir çocuk gibiydi.

Kadınların bu mahzun hali beni hep etkilemiştir, yanlış anlamayın genel konuşuyorum.

Baktım Asya, tepkisiz ben de arka koltuğa geçip yanına oturdum. Bana kalsa ellerini tutup teselli etmek isterdim ama Asya, buna izin verir miydi, bilmiyordum...

🚖🚖🚖

İkimizde sırtımızı koltuğa yaslandık ve kollarımızı birbirine dolayıp göğüs hizamızda birleştirdik. Asya, başını geriye doğru atıp koltuğa bırakırken gözlerini kapattı. Sanki kendini dinlemek istiyor gibiydi. Bende Asya'nın yaptıklarının aynısını yaparak ona eşlik ettim.

 

İnsan ruhu gezintiye çıkar mıydı? Asya'nın ruhu gezintiye değil uzun bir seyahate çıkmıştı; üstelik ne zaman sona ereceği belli olmayan bir yolculuğa.

 

Asya, çokta kısa sayılamayacak bir bekleyişin ardından nihayet masallar diyarından gerçek dünyaya geçiş yapmıştı. Aldığı soluk dudaklarında dinlenirken, "Evrim," diye seslendi.

 

Usulca başımı ondan tarafa çevirdim fakat gözlerim hâlâ kapalıydı. "Evet, Asya!"

 

"Kızım bana benziyor muydu?" diye sordu.

 

Yalan konuşmak ve bir yalanın arkasına sığınmak istemiyordum.

 

"Sende biliyorsun Asya, arka koltuk biraz karanlık oluyor. Ondan sebep kadının yüzünü net olarak göremedim."

 

Gerçeği söylemek gerekirse Asya'nın kızım dediği kadın, babasına hiç benzemiyordu. Pardon, babasına mı dedim. Yani Asya'ya...

 

Asya, "Yalancı," derken bir çocuk gibi huysuzlanmıştı.

 

"Sana yalan söylediğimi mi düşünüyorsun? Bak alındım şimdi."

 

"Evet, sen acemi bir yalancısın, çünkü yalan söylemeyi bile beceremiyorsun. Kızımın yüzü çok net olarak görünüyordu ama sen beni kırmamak için olsa gerek politik konuşmayı tercih ediyorsun. Esasında kızım benden çok annesine benziyor."

 

İyide Asya, ben senin eşini tanımıyorum ki kadının annesine bezeyip benzemediğini bileyim, diye geçirdim içimden.

 

Sonra da şaşırmış numarası yaparak, "Gerçekten kızın annesine mi benziyor?" diye sordum.

 

"Evet. Yıllar yüz hatlarını değiştirmiş ama hâlâ annesine benziyor."

 

Biraz durup soluklandı. "Evrim, sende kendi kulaklarınla duydun işte. Yani kızımın eşinin konuştuklarını."

 

Sırf merak ediyormuş görüntüsü çizmek adına heyecanlanır gibi yaptım. Ciddi olmak gerekirse adamın hangi sözüne takılı kalmıştı Asya, gerçekten bilmiyordum. "Asya, adam çok şey konuştu. Hangisini soruyorsun?"

 

"Kızım, hiç doğum günü kutlamamış."

 

"Ha, evet cidden öyle söylemişti. Sen söyleyince hatırladım şimdi."

 

Asya'nın göz kapakları aralandı ve başını benden tarafa çevirdi. Konuşmaya başlamadan önce gülümsedi belli belirsiz. Bakışları maziye doğru yol alırken, dudaklarından kelimeler ahenkle dökülmeye başladı:

 

"Kızım da tıpkı annesi gibi inatçı. Eşimde bir şeyi yapmak istemezse inat eder yapmazdı. İki cihan bir araya gelse onun inadını kıramazdı."

 

Ellerim kısa kesilmiş kahverengi saçlarımın arasında gezdirirken: "Kızın annesinin genlerine çekmiş demek ki?" dedim.

 

Gün batımının kızılına boyanmış uzun ve dalgalı saçlarını bir hamlede arkaya doğru savurdu.

 

"Eminim Evrim, bu benim kızım..." dedi.

 

Asya, kızı konusunda tereddüt yaşıyordu anlaşılan. Bunu benimle paylaşarak onu desteklememi istiyordu.

 

Bir müddet sağ elini çenesinin üzerinde tuttu zira bu kısacık döngüde çehresine düşünceli bir ifade oturmuştu.

 

"Asya, açık konuşmam gerekirse kızın olup olmadığını ben bilemem. Bunu sen benden daha iyi bilirsin." dedim.

 

Asya'nın istediği doğrultuda konuşmam hoşuna gitmişti. Kıvırdı dolgun dudaklarını tıpkı yaramaz bir çocuk gibi: "Bilirim tabii, ben bilemeyeceğim de kim bilecek. Öldüğümde o kocaman bir kızdı. Yüzünün her bir detayını daha dün gibi iyi hatırlıyorum."

 

Benden istediği cevabı alınca Asya'nın keyfi yerine gelmiş olacak ki: "Sür," dedi kararlı bir ses rengiyle.

 

Açtım kontağı bastım gaza. "Asya, biraz hıza ne dersin?"

 

"Heyecan istiyorsun yani?"

 

"Biraz adrenalin iyi gelir diye düşünüyorum."

 

"Hız sınırını aşmadığın sürece olur. Oturmaktan bende iyice kukumav kuşuna döndüm." dedi.

 

"Asya?" diye tüm içtenliğimle biraz da deli cesaretiyle sordum.

 

"Evet, Evrim!"

 

"Ön koltuğa gelmek ister misin?"

 

"Neden geleyim? Ben böyle iyiyim." cevabı verdi.

 

Hayal dünyam tozu dumana katarak yıkıldı, oysa gelir diye umutlanmıştım.

 

Medeni cesaret göstererek madem bir teklif yapmıştım bu, konuda pekâlâ da ısrarcı olabilirdim.

 

"Burada kendimi yalnız hissediyorum da," dedim ve sustum.

 

Asya'nın duygularına hükmetmiş olmalıyım ki, son serzenişim onu etkilemiş ve bana davudi bir ses tonuyla, "Olur, gelirim," diye cevap vermişti.

 

Onun gelirim cevabı bende şok etkisi yaratırken bir taraftan da kendimle gururlandım. Neden böyle bir şey istediğimi inanın bende bilmiyordum. Sanırım benimkisi anlık bir hevesti.

 

Taksiyi kenara çekip durdurdum. Niyetim dışarıya çıkıp kapısını açmaktı. Bilge ruh sanki zihnimi okumuş gibi, "Gerek yok. Ben kendim hallederim," dedi.

 

Kendi kapısını kendisi açtı ve ön koltuğa oturup emniyet kemerini bağladı. Önüne düşen bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırıp, "Gidelim." dedi.

 

Onun hemen sağ tarafımda oluşu beynimde tatlı bir uyuşukluğa neden olmuştu.

 

"Sahili yani denizi sever misin Evrim?" diye sordu.

 

"Kısmen." diye cevap verdim.

 

"Kısmen derken, pek bir şey anlamadım." dedi.

 

"Yani yüzmeyi sevmem ama deniz kıyısında oturup manzarayı seyretmeyi tercih ederim. Bir de bu seyir gece olursa daha çok hoşuma gider." dedim.

 

"Romantik erkeğim diyorsun?"

 

"Her insan gibi birazcık bende de var bu duygu." dedim.

 

"O zaman denizi seyretmeye ne dersin?"

 

"Burada karar merci sensin Asya," dedim bütün tabuları yıkarak.

 

"Gidelim o zaman," dedi muzipçe.

 

Birkaç dakika içerisinde deniz kıyısındaydık. Denizin iyot kokulu meltemi usulca yüzümüze vuruyor, sanki maharetli parmaklar gibi yanaklarımızı okşuyordu. İkimizin de gözlerinde uykunun emareleri vardı. Önce Asya, kollarını iki yana doğru kocaman açtı. Gözlerini kapatıp derin nefesler çekti ciğerlerini dolduran.

 

Bende Asya'nın yaptıklarını taklit ederek uyuşuk vücudumu biraz canlandırmak istedim.

 

Yan yana yürümeye başladık. Kalabalık caddeler ve sokaklar yavaştan boşalmaya başlamıştı. Kıyıdaki bankların bazılarında sevgili oldukları çok belli olan çiftler oturuyor bazılarında yalnızlığı dinleyen ıssızlar oturuyordu. Hanelerin camlarından yansıyan ışıltı tek tek sönüp kayboluyordu gecenin ıssız koyunda.

 

Koca şehri uyku istila etmek üzereydi..

 

Dalgaların fısıltısı kulaklarımıza doluyor ama biz bundan hiç etkilenmiyorduk.

 

Asya'nın vücut enerjisinde bir başkalık vardı. Aykırıydı onun aleme bakış açısı.

 

Birden durdu ve uzunca bir süre yüzüme baktı. Tam onun bakışlarına gizlenmiş manayı çözmeye odaklanmıştım ki, "Evrim, biliyor musun?" diye sordu.

 

 

Loading...
0%