@my_lore
|
Selaaam, en en can içlerim. Nasılsınız bakalım! Sesiz Çığlıklar kitabı hakkında sizlerin görüşlerini öğrenmek isterim. Oyların ve yorumların çokluğu hızlı bölümleri getirir benden söylemesi. Ayrıca bizi nereden keşfettiniz öğrenebilir miyim... 🌿🌿🌿🌿 Gecenin sessiz çığlıklarını dağ taş bütün kainat duydu da katı yüreklere hükmünü geçiremedi. 🌿🌿🌿🌿 Yaman, anasına hiç tepki vermeden öfkesinin dinmesini bekliyordu. Tabi ki de nikahlı avradını geri götürmek diye bir şey olmayacaktı. "Ben senin için kanlı gözyaşı döküp uykuları gözüme haram kılarken sen gittin kız mı kaçırdın; yazıklar olsun sana!" Edibe kadın, oğlundan hesap sormaya yeltenince sesinin ayarı çığlığı andırıyordu. Yaman ise bu duruma daha fazla seyirci kalmak istememişti. "Ben kimsenin kızını zorla kaçırmadım. Sende bunu iyi belleyesin ana. Zehra, benim nikahlı avradım." Gecenin ruhuyla harmanlanmış seslere uyanan Seyyit Efendi, yatağından bir ok gibi fırlayıp bir hamlede kapı önüne dikildi. Gece dediğin şerli olurdu. Gecenin şerrinden de her zaman korkardı. "Noluyor burada, bu bağrış çağırışta neyin nesi?" Evin bir numaralı reisi kargaşanın sebebini öğrenmek amacıyla yatağından yarı çıplak kalkmıştı ama sesinin tonunda bariz çıplaklık vardı. Edibe kadın, herifinin daha iyi görmesini sağlamak için elindeki fiskeyi havaya doğru kaldırıp gözleriyle karşısında çam yarması gibi duran oğlunu ve onun heybetinin arkasına saklanmış Zehra'yı gösteri. "Oğlun evlenmiş. Bizden habersiz evlendiği yetmiyormuş gibi bir de elin kızını yanına katıp eve getirmiş." Kadının geceye çığlık gibi düşen sesinin benzetmesi ağzından alevler püskürten ejderhaya benziyordu. Seyyit Efendi, geceden de kara gözlerini sert bir tokat gibi gezdirdi oğlunun suratında. İçindeki öfkeyi kusmak isterken kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. "Tengri canını ala senin. Neyine sıkıldın da elin kızının başını yaktın?" Hüsrana uğrayan adam söyleyecek söz bulamayınca bir hışımla kalktığı yatağına geri döndü. "Ahmak yahu, bu çocuk koca bir ahmak!" derken yatağın içinde kendi kendine söyleniyordu. Seyyit Efendi'nin gür çıkan sesini bütün hane halkı duymuş ve de uyanmıştı. Yorganı üzerinden atan koşmuştu dışarıya. Tedbir amaçlı dışarıya ilk çıkan Efe, olmuştu. Efe'nin arkasında saklı gibi duranlar ise Asiye ve Güllü'ydü. Hiçbir şeyden habersiz bahtsız Asiye, önce garip garip helali Yaman'a baktı; gördüklerini hayal miydi yoksa gerçek miydi henüz uykusu açılmadığından ayırt edemedi. Sonra Yaman'ın neredeyse koynuna girecekmiş gibi kolunun altına sokulan Zehra'ya baktı; baktı ama içinden geçeni konduramadı. Gözlerini sıkıca yumdu gördüğünü hafızası silsin, diye lakin tahammül edemedi yumuk göz kapaklarını tekrar açtı. Her şey bir dakika öncesinde olduğu gibi yerli yerinde duruyordu. "Biri beni cimciklesin. Asiye, düş görüyorsun desin!" Yaman, lakayt bir tavır sergilerken sıradanlığı yakalamıştı. "Yok, bir şey Asiye, sana yardımcı getirdim." Asiye, birilerinden medet umar gibi sağına soluna bakındı. "Y-yalan olduğunu söyleyin. Y-Yaman yapmaz deyin." "Asiye gelin, sen bakma onun dediğine. Geldiği gibi geri gider." Kaynanası gelinine umut olmak istemişti sanki oğlunun dediğim dedik huyunu bilmezmiş gibi; gitmek yok dediyse yoktu. Kaynanası oğlunu ne kadar tanıyorsa Asiye de helalini o kadar tanıyordu. Getirdiğini geri göndermezdi. Yavaş yavaş zihni açılıp başına gelenleri idrak etmeye başlayınca eli ayağı boşaldı, dizleri titredi, yetmedi canı bedenine ağır geldi ve olduğu yere yığıldı kaldı. Işıklar mı sönmüştü yoksa gece hıncını almak ister gibi gök kubbeyi siyaha mı boyamıştı? Asiye'nin başına toplandı Yaman ve Zehra dışında kalan aile fertleri. Geceden bir damla aydınlık çaldılar bir yudum da su. Aydınlığı Asiye'nin yüzüne tuttular suyun tadına baktırdılar. Nefessiz kalan dudakları kupkuru olunca, içtiği bir yudum suyla can buldu. Aklına her düştüğünde helalinin ihaneti, gözlerinden yanaklarına üşüştü gecenin koyu karanlığında parlayan inci taneleri. "Asiye, aç gözlerini. Hadi Asiye, aç gözlerini." Yanaklarına ayıksın diye fersiz tokatlar atan Edibe kadındı. Oğluydu ihanetin sahibi ama kendisi de bir kadındı ve anlıyordu Asiye'yi. Kaynanası ayağa kalkmasını güçlü durmasını istiyordu lakin Asiye'nin bedenine tonlarca yük vurulmuş gibi kalkamıyordu. "Güllü gelin, Asiye'yi sizin kaldığınız odaya götür de daha fazla bu kepazeliği görmesin." Güllü, eltisinin koluna girip ayağa kaldırmak için uğraş veriyordu zira kaynanasının dediğini yapmazsa eğer biliyordu hışmına uğrayacağını. "Hadi bacı, kaynanamın sözünü dinle gel bizim odaya geçelim." "Beni kendi odama götür. Şimdiden dağdan gelip bağdakini mi kovuyorlar. Olmaz. Ben hiç kimsenin odasına gitmem." Güllü, bir taraftan Asiye'ye yardım ediyor, diğer taraftan hayaline görüntüler düşüyordu. Ya benimde başıma aynı şey gelirse; gelmezdi değil mi? Kendi kendine sorduğu soru bile bedeninin ürpermesine neden olmuşken kim bilir Asiye'nin yüreği nasıl kor ateşler içinde yanıyordu. Asiye'nin yüreğine düşen bu yangının acı çığlıklarını duymak şöyle dursun düşünmek bile istemedi... Güllü gelin, Asiye'yi dinlemeyip tam kendi odalarına götürmek üzereyken Yaman, "Bize yatak hazırlayın!" dedi. Helalinin ağzından hoyratça dökülen sözler Asiye'nin kulaklarında bomba gibi patladı. Patlayan bombanın çıkardığı yoğun ses hüzmesi kulaklarında yoğun bir çınlama yaratarak hasara yol açmış, dizlerinin bağı bir kez daha çözülmüş, ayakta duramaz hale gelmişti. Yok, bu gecenin Asiye'ye kini vardı zira öfkesini birbiri ardına kustukça kusuyordu. Asiye'nin sessiz çığlıkları geceyi tam ortadan ikiye böldü. Eğer duyurabilseydi çığlıklarını ezeltene kokan sarp dağlara; yer yerinden oynar, zelzele olur, taş taş üzerinde kalmazdı. Edibe kadın, başka çıkar yol bulamadığından tavırlı olarak, "Güllü gelin, şunlara yatak hazırla!" dedi ve çekip gitti odasına. Kaynanasından emri alan Güllü gelin, hiç ses etmedi zira karşı durmak gibi bir lüksü yoktu. Önce Asiye'yi kendi kaldıkları odaya götürdü ve kapıyı arkasından kapattı. Sonra da gidip yeni gelin Zehra'ya misafir odası olarak kullanılan odaya yer yatağı hazırladı. Bir gecede Asiye'nin her şeyi elinden alınmıştı; kocası, kocasıyla paylaştığı yatağı ve odası. Şimdiden sığıntı gibi başkasının odasına atılmıştı. Güllü gelin kendi yataklarıyla Asiye için hazırladığı yatağın arasına bir perde gererek güya mahremiyeti korumuştu. Eski bir bez parçasından medet umarak aralarındaki mahremiyeti korumak istemişlerdi ama ya insanın ar duygusu ne olacaktı? Utancından yerin dibine giriyordu Asiye, kaynıyla yana yana serilmiş yatağa kıçını devirip yatmaktan dolayı. Kendisi için duvar dibinde hazırlanan yatağa geçti ve sırtını taş duvara yasladı. Bacaklarını toplayıp dizlerini karnına doğru çekip kollarıyla bağladı. Başını dizlerinin arasın gömdü ve sabaha kadar sessizce ağladı. Gözyaşı tükenip kurduğunda kocasının başka bir kadının koynunda olduğu akılına geldikçe gözyaşları yeniden pınar olup çağladı. Gözleri ağladıkça kalbi ığıl ığıl kanadı durdu sabaha kadar. Bu gecenin bir de sabahı vardı. Sabah olunca başını kaldırıp onların yüzüne bakabilecek onların yüzünü görmeye tahammül edebilecek miydi? Sabaha kadar midesini bulandıran sorulara maruz kaldı Asiye. Bir türlü başına geleni ve kocasının ihanetini kabullenemiyordu Asiye. Elinden gelse taş taş üzerinde koymaz, içindeki yangını avazının çıktığı kadar dağlara taşlara haykırırdı. Ey, dağlar taşlar duyun beni, kor ateş düştü yüreğime, gelin yoldaş olun kilit vurulmuş dilime, yoldaş olun güneşsiz kalmış göğüme, diye ama şimdilik susuyordu. Sesiz çığlıklar zaten insanın yüreğinden kopan kimsenin duymadığı isyanlar değil miydi? Gece ihanetini şafak vaktinin üzerine atmış işin içinden kolayca sıyrılmıştı. Bu arada sabah ezanı da okunmuştu. Geceye ağıt yakan yürekler sıcak yatağını terk etti duaya durmak için. Belki gecenin üzerlerine yıktığı şerri dualarla def edebilirlerdi. Olmadı gündüz gözüyle bir çaresine bakarlardı. Edibe kadın, sükut içinde abdestini adlı ve sabah namazını eda etti. Evin genişçe sofasının bir köşesine özenle dizilmiş odunlardan üç-beş tane kucağına aldı ve oğlu Efe ile gelinlerin kaldığı normalde oturma odası olarak kullanılan odanın tahta kapısını itekleyerek açtı. Kapıyı tıklatma gereği duymadı çünkü oda ortak kullanılan bir oda idi. Hem eli kolu odunlarla doluydu kapıyı istese de tıklatamazdı zaten. Edibe kadın, içeriye girdiğinde Asiye, hariç herkes ayaktaydı. Asiye, zaten uyumadığı için hâlâ yatağın içinde sırtı duvara dayalı olarak oturuyordu. Yalnız gözlerini kapatmış uyuyor numarası çekiyordu. Özellikle kaynanasının yüzünü görmek istemiyordu, çünkü onun oğluydu üzerine kuma getiren. Gerçi şu an hiç kimsenin yüzünü görmek istemiyordu o ayrı meseleydi.. Asiye'yi duvar dibinde oturur vaziyette gözleri yumuk gören kaynana kollarıyla sardığı odunları eğilmeden yere pat diye bıraktı. Bu bir uyarıydı Asiye'ye. Ben geldim kendini toparla demek istiyordu. Asiye irkilerek gözlerini açtı fakat hiç tereddüt etmeden tekrar kapadı. Bu saatten sonra hiçbir şeyin değeri yoktu gözünde. Umursamıyordu dünyayı ve onun içinde yaşayan ihanete meyilli insanları. Edibe kadın, sofadan getirdiği odunları ocağa çatıp güçlü bir ateş yaktı. Asiye'nin saygısızlığına da bugünlük anlayış gösterip ses etmedi. Güllü, akşamdan maharetli elleriyle yoğurup mayaladığı hamuru getirdi ve ocağın kıyısına koydu; defne ve palamut ağacıyla harmanlanmış odunlar çıtırdayarak büyük bir iştahla yanıyor, odanın içerisine hoş bir koku bırakıyordu. Yanan odunlar köze dönmeye başlayınca közün üzerine üçayaklı ocak demiri kondu ve üzerine odun külüyle sıvanmış saç kapatıldı. Mayalı bazlama ekmeği yapmak için her şey hazırdı. Edibe kadın, otoriter çıkan bir ses tonlamasıyla, "Güllü gelin, ben ekmeği yapayım sende ibrikleri doldur ocağın kıyısına koy. Erkekler yıkanmak isterse sıcak su hazır olsun," dedi. Güllü, hiç itiraz etmeden ortalıkta fırıldak gibi dönüyor kaynanasının bir dediğini iki etmiyordu. Asiye, arada bir göz kapaklarını aralıyor derin bir iç çekiyor sonra da tekrar kapatıyordu. Her daim olduğu gibi zaman su misali akıp gitmiş ve dakikalar saatlere dem vurmuştu. Bu arada zamanın kıyısından dönen Yaman' da uyanmıştı. Çizgili pijamaları üzerinde ortak kullanılan odanın kapısında belirdi. Mutluluğun izdüşümü gözlerine vurmuş oradan yol bulup yüzünde otağını kurmuştu. "Bize sıcak su hazırlayın!" diye sert ve otoriter çıkan bir ses tonlamasıyla buyurdu. İşte bu istek odanın duvarların çarptı ve buz gibi dondurdu yürekleri. Odanın duvarlarına çarparak ortalığı kuzey kutbuna çeviren soğuğu ilk tadan tabii ki Asiye idi. Bu istek Asiye'nin efkârına efkâr eklendi. Geceden beri sessiz çığlıklarını içine hapsetmişti ama şimdi esaret altındaki sesi isyana kalkışmış dur durak bilmiyordu. Kollarının bacaklarını dövünmesine engel olamıyordu. Kolay değildi elbette bu kadar kısa sürede yaşadığı şoku üzerinden atabilmek. Asiye, mizacı gereği zaten hırçın bir tabiata sahipti. Yani o kadar kolay değildi bu olayı hazmetmesi. "Allah topunuzun belasını versin!" derken yine içine akıtmıştı sesini de kimsecikler duymamıştı.
|
0% |