Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Çöl Ateşi -11-

@my_lore

Merhabalar!

Nasılız bakalım can içlerim.

Şimdilik konuyu ilerletmek adına bölümler sık geliyor.

Oyların ve yorumların çokluğuna göre daha sonra bölüm günleri belirleyeceğim.

Etkileşim için bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Kitabın listelerde yükselmesi adına bu gerekli.

Etkileşim ne kadar yüksek olursa bölümler o kadar hızlı gelir.

🌿🌿🌿🌿

Sessiz çığlıkları kimsecikler duymaz ama insanın içinde gün gün büyüyerek koca bir ateş topu olur. Fırtına olur. Boran olur. Yakıcı bir çöl esintisi olur. Kasıp kavurur dokunduğu her bir yeri de intikam ister. Yüreğini yakanların yüreği misliyle yansın ister. Koynunda büyüttüğü yangınları sönsün ister. En azından ilahi adalet ister.

 

🌿🌿🌿🌿

 

Seyyit Efendi, önde akranı aynı zamanda askerlik arkadaşı Sıhhiye Çavuş arkada toprak dolgulu merdivenleri evecen adımlarla çıkıp önce sekmele sonra evin geniş avlusuna geldiler. Onları ilk etapta karşılayan Zehra'yı almak için gelen akrabaları oldu.

 

Seyyit Efendi, üç adamın yüzüne pis pis baktıktan sonra yüzlerine tükürür gibi konuştu. "Şimdi oğlumun yarasına bakmaya gidiyoruz. Eğer iyileşmez bir yara açtıysanız vücudunda bilin ki, aynı yarayı bende sizin bedenlerinizde açarım." Esasında şiddete meyilli bir adam değildi kendisi lakin onların karşısında ne olursa olsun yüreği yaralı bir baba vardı.

 

Bir babanın ruhlarına saldığı korku üç adamı da tedirgin etmeye başlamış elleri yüreklerinde akıbetlerini bekler olmuşlardı. Seyyit Efendinin dediğini yapacağını onun alev saçan gözlerinde görmüşlerdi çünkü.

 

Ahşap merdivenleri hızla çıkıp hemen Yaman'ın yanına vardılar. Ne olur ne olmaz endişesi güderek Yaman'ı yerinden kaldırmamışlardı. Yediği merminin şiddetiyle önce arkaya doğru sendelemiş sonra sırtını duvara çarparak durmuş daha sonra da olduğu yere yığılmıştı Yaman. Şimdi sırtı duvara yaslı oturur vaziyette yarı baygın fakat arada bir kendine gelip. "Benim bir şeyim yok, korkmayın," diyerek etrafındakileri sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

Sıhhiye Çavuş, gelir gelmez herkesi hastanın başından uzaklaştırdı ve Yaman'ın avuçlarına dolan kanın kaynağına bakmak için makas istedi. Orta direkte asılı adına ceplik denilen ıvır zıvır eşyaların konulduğu kadınların kendi el marifeti ile diktiği sanat eserinin en alt cebinden makası alan Asiye, koşar adımlarla sofaya çıkıp makası adama uzattı.

 

Gömleğin kolunu bir çırpıda kesip kolu açıkta bırakan adam yaraya bakınca üfledi. Yaman'ı hemen içeri taşımamız lazım. Yara çok derin değil ama kurşun içeride kalmış. Eğer kurşunu çıkarmasak çok fazla kan kaybedecek."

 

Edibe kadının bakışları herifi Seyyit Efendi ile çakıştı. İkisinin de gözlerinde korku ve panik vardı. "Kurşunu oradan çıkarmak deyince bunu yapabilecek tecrüben var mı tertip? Benim gördüğüm yara baya derin."

 

İster istemez kaygı duyuyordu adam, biliyordu askerlik arkadaşından başka kimse yardım edemezdi onlara ama yine de korkusu diline vuruyordu. Şehre at sırtında götürmek oğlunu örseler ve daha çok kan kaybına neden olurdu hem de zaman kaybıydı.

 

"Seyyit, kaygını anlıyorum ama sende biliyorsun askerde çok karşılaştım buna benzer yarayla. Hiç korkma. Hallederiz. Siz şimdi benim istediklerimi acil tedarik edin gerisini bana bırakın."

 

Önce Yaman'ı sarsmadan içeri taşıdılar sonra; sonrası cidden takdire şayandı. Yaman'ın dişlerinin arasına tahta kaşık verip bildiğin ilkel şartlarda kurşunu çıkarmışlardı lakin Yaman'ın dişini sıkmaktan öteye gitmeyen tepkisiyle karşılaşmışlardı. İşi bitince rahat bir nefes alan Sıhhiye Çavuş, "Seyyit, senin oğlan adı gibi Yaman çıktı. Ben bu yaşıma kadar böyle dayanıklı birini hiç görmedim," demişti.

 

"Kendi düşen ağlamaz tertip. Kendi başına getirdi ne getirdiyse."

 

Her şeye rağmen oğluna toz kondurmayan kadın, hemen savunmaya geçmişti. "Şimdi bari yapma herif. Görmüyor musun çocuğun halini?"

 

"Uzatma kadın, işin aslını sende biliyorsun; su testisi suyolunda kırılır." Herifinin haklı olduğunu biliyordu kadın ama analık duygusu ağır basıyordu. Ondandı serzenişleri. Ondandı bir atmaca gibi herifine bile başkaldırışı. Ondandı oğlunun her suçunu örtbas etmek isteyerek şahlanışı.

 

Bir ara kendine gelerek gözlerini açan Yaman, "Beni vuran adamlara ne oldu, gittiler mi?" diye sordu ve tekrar kapandı perde.

 

Seyyit Efendi başını olumsuzca sağa sola salladı. "Tengri canı almaya... Sen kendi derdin yan, adamlar bekliyor kapıda."

 

"Çağırın jandarmayı alsınlar götürsünler," dedi Edibe kadın. "Gündüz gözüyle adam vurmak nasıl oluyormuş öğrensinler de akılları başlarına gelsin." Kadın hem konuşuyor hem de sözlerinin bıraktığı intibaı görmek için asıl muhatabı yeni gelini süzüyordu. Kızım sana diyorum gelinim sen işit babında.

 

"Her şey bu uğursuzun yüzünden geldi başımıza. Olmadı alsınlar kızlarını gitsinler. Bunların gözü dönmüş laftan sözden anlayacakları yok." Asiye kaynanasından cesareti alınca açtı ağzını yumdu gözünü. "Baksana ana, sende var bende yok. Başımıza bela oldu çıktı haspam."

 

Yaman'ın gözleri kapalıydı ama şuuru yerinde olduğundan konuşanları duyuyordu. Asiye'nin serzenişleri ve arabozucu çıkışlarının şimdi ne yeri ne de zamanıydı. İniltiye benzerdi ağız boşluğundan çıkan sesi. "Asiye!"

 

Asiye, herifinden yediği zılgıt üzerine bakışlarını devirip başını başka yöne çevirdi. Başını çevirdiği yönde kaynanası vardı. "Yalan mı söylüyorum. İlk günden başımıza olmadık işler açmadı mı? Sünepeye bak hele, bir de gitmiş herifinin başucuna oturmuş. Gönder gitsin ana, eli silahlı hısımları hâlâ kapımızın önünde bekliyor."

 

Yaman, ikinci kez uyarma yoluna gitmişti. "Asiye, ateşe körükle gitme."

 

İkinci kez uyarılmasının ardından aynı tavırla gözlerini devirdi Asiye.

 

İçinden bu sizin daha iyi günleriniz diye geçirdi. Madem kendi ellerinizle belayı çağırdınız bundan sonra elimden çekeceğiniz var. Ya boşarsınız babamın evine giderim ya da başınıza bela olurum.

 

"Efe nerede," diye kımıldandı Yaman.

 

"Nerede olacak köpoğlusu, avradının hısımlarının başında saatlerdir silahla nöbet tutuyor."

 

Konuşmak isterken kuruyan dudaklarını diliyle yalayarak ıslattı ve yutkundu. "Gidin söyleyin Efe'ye ayarı versin sonra da bıraksın adamları. İnatlaşmaya kalkışırlarsa da jandarmaya haber salsın. Şerefsizler gözü dönmüş bunların." Yaman, kelimeleri bir araya toplayıp cümleler oluştururken zorlanıyor arada bir ahlayıp sızlanıyordu.

 

Seyit Efendi, akranı Sıhhiye Çavuşu uğurlayıp yeni geçmişti içeriye. Oğlunun tembihini ayakta dinledi sonra da girdiği kapıdan geri çıktı.

 

Efe'nin üzerlerine silah tuttuğu üç kişinin dışında konu komşudan oluşan 10-15 kişilik erkek grubu vardı. Çoğu hısım akrabadan oluşan bu grup kendi köylerinden olmayan eli silahlı üç adamı çepeçevre kuşatıp abluka altına almışlardı.

 

Sofanın kenarında Seyit Efendiyi görünce başlar yukarı kalktı gözler muhatabına odaklandı. "Şimdi beni iyi dinleyin. Oğlumun omzuna saplanan kurşunu çıkardık yarasını sardık. Şükredin ki oğlum sizi serbest bırakmamızı istiyor. Bana kalsa jandarmayı çağırır kendi ellerimle teslim ederdim sizi. Hadi varın gidin köyünüze. Bir daha da boynuzdan büyük işlere kalkışmayın."

 

Zehra'nın emmisi yaralı bir aslan gibi kükremeye başladı. Sen ne diyorsun hemşerim. Buradan oğlumun sözünü almadan bir adım dahi atmam. Hadi bakalım hodri meydan. Siz bizi sefil bellediniz her hal?"

 

Yaşı geçkince adam işlediği cürümden bi' haber olarak başkaldırıp isyan bayrağını çekmişti. "Enişte gözünü seveyim yapma. Görmüyor musun etrafımızı çevirmiş. Bir taraftan da üstümüze doğrultulmuş bir silah varken neyine güveniyorsun sen?"

 

"Sus az biraz. Şimdi istediğimizi almak için ayak diretmezsek iyice zelil bellerler bizi."

 

"Belki sen farkında değilsin ama zaten yeterince zelil duruma düştük. İşin içine jandarma girerse hepten zelil oluruz. Gel söz dinle gidelim ne yapacaksan daha sonra yaparsın enişte."

 

Zehra'nın hısımları eli boş dönmek istediklerinden sulha rıza göstermiyorlar daha doğrusu sadece emmisi rıza göstermiyordu diğerler anlaşmaya çoktan razıydı. Kendi aralarında müzakere ederken ayaklarının dibine üç kurşun daha sıkıldı. Neye uğradıklarını şaşırarak bir adım geriye zıplamışlardı.

 

"Babamı duyduğunuz halde hâlâ ne diye ayak diretiyorsunuz. Size son bir şans veriyorum. Geldiğiniz yoldan arkanıza bakmadan çekip gidin. Ola ki bir delilik yapar, bu aileden ve kendi akrabalarınızdan birinin kılına zarar gelirse gözünüzün yaşına bakmam. Jandarmayı yığarım kapınıza. Şunu da unutmayın bundan sonra yaprak kımıldasa sizden bilirim."

 

"Oğlumun sözlüsünü aldınız elimizden, bunun bir diyeti olmalı. Hak hukuk gözetiyorsanız bize borçlusunuz. Ödeyin diyeti gidelim."

 

Üç kurşun daha patladı ayaklarını dibinde de bu kez hazırlıklı olduklarından yüreklerine korku salmamıştı. "Yüzsüzlük yapmayın. Size bir şans verdik geri caymadan gidin." Efe'nin sesi doygun ve gür çıkmıştı.

 

"Ben kızın emmisiyim. Oğlunuz saf kardeşimi kandırmış olabilir ama ben kanmam. Madem kızı geri vermiyorsunuz diyetini ödemeden şuradan şuraya gitmem."

 

Sırnaşık adam iyice çirkefleşmişti. Seyyit Efendi adamın bir nevi haklı olduğunu da biliyordu. Buraların geleneği göreneği vardı. Kız alırken başlık parası ödenirdi.

 

"Efe oğlum bunların niyeti belli oldu. El carıslığa doymaz. Bütün köy başımıza toplanmadan sen bunları oyala ben üç beş ne çıkarabilirsem ellerine sıkıştırayım da defolup gitsinler."

 

Seyyit Efendi, dediğini yapmış adamlara başlık parası vererek yollamıştı. Tam rahat bir nefes alacakları sırada gür bir ses yoklamıştı kapılarını. "Bu yaptığınızı düşman düşmanına yapmaz."

 

 

Loading...
0%