
Üzümlü keklerim. Nasılsınız bakalım?
Kitabı beğeniyorsan bunu yorum olarak yazın. Bir arkadaşınızı kitabı okumaya davet edin. Sosyal medyada paylaşın.
Öncek bölümlerin sınırı henüz dolmadı ama bölümü hazır olunca sizleri beklemek istemedim.
Oy sınırı 30. Yorum sınırı 50. Bir önceki ve bu bölümün sınırı dolduğunda bölüm gelecektir. (^_-)
Harlı kayanın namahrem yeli ezeltene çiçeğinin kokusunu cömertçe savururken geceye. Gecenin karasına doğru iki kahrolmuş beden düşe kalka yürüyordu, birinin yüreğinde utanç, diğerinin yüreğinde hasret vardı.
Edibe kadın, utanıyordu kendi akrabasını yani kız kardeşinin torununu baba evine gönderdiği için. Ah, Yaman. Canının diğer yarısı, ne yapmıştı böyle? Sorup sual etmeden "başına buyruk" hareket ederek göz açıp kapayıncaya kadar boşamıştı, Asiye'yi. Ona reva mıydı bu? İki çocuklu kadını boşarken, hiç mi düşünmemişti bu işin sonunu. Hiç mi yüreği sızlamamıştı?
Edibe kadının, kendisi de bilmiyordu, oğlunun Asiye'yi neden boşadığını. Nedenini bilseydi belki bu iş çığırından çıkmadan önce bir hâl çaresine bakardı ama şimdi iş işten çoktan geçmişti ve elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sonuçta kendisi de bir kadındı ister miydi böyle olsun?
Üstelik Asiye ile aralarında akrabalık bağı vardı...
Biricik kız kardeşi, "torunumu neden boşadınız" diye sorduğunda ne cevap verecekti, bilmiyordu. Yüzü tutar mıydı, onların yüzüne bakmaya? Oysa kız kardeşi torunu Asiye'yi oğluna verirken, "Edibe, torunum sana emanet demişti."
Edibe, resmen iki arada bir derede kalmıştı. Hayıflandı kendi içinden. Büyükler boşuna dememişler "evlat yetir aklını yitir" diye.
İçinden, "Allah'ım sen bana yardım et. Ben bu işin içinden nasıl çıkacağım?" diye dualar ediyordu.
Hem dünü bugünü düşünüyor, hem de engebeli yolda kucağında 8 aylık torununu taşıyordu Edibe. Yorulmuştu. Biraz soluk almak için duraksadı. "Güllü gelin. Hatçe'yi kucağına al. Yorulmuştur çocuk."
Güllü hiç ses etmeden dizlerini hafifçe kırdı ve eğilip Hatçe'yi kucağına aldı. "Hatice'm kız sen büyüdün mü? Baksana baya ağırlaşmışsın? Nereye gidiyoruz söyle bakalım?"
Hatice sessizce Güllü'nün yüzüne baktı. "Seni anana götürüyorum. Göresin geldi mi ananı? Benim yıllarca görmemiş gibi göresim geldi de ananı."
Hatice ne olup bittiğini bilmediğinden yine sessiz kalırken bir önceki soruya sadece başını aşağı yukarı salladı.
"Güllü gelin. Sizin aranızdan su sızmazdı." derken Edibe yeterince soluklanmış olmalı ki, yavaştan adımlamaya başladı. "Asiye neden böyle bir şey yaptı? Üstelik iki çocuktan sonra? Benim aklım almıyor. Sen bir şey biliyor musun? Biliyorsan saklama söyle. Benden sır çıkmaz. Asiye benim akrabam. İnan utanç içindeyim. Biri kızım biri özbeöz bacımın torunu."
"Ben her şeyi biliyorum ama kimi tutarsın bilemediğim için konuşamadım ana. Benim adımı dile düşürmezsen bildiğimi anlatırım."
Yokuş yukarı engebeli yolda yürüdükleri için Edibe yeniden duraksayıp nefeslendi. "Sen gerçeği söyle. Bileyim. Kimin ne suçu var açığa çıksın."
Tekrar yürümeye başladılar...
"Asiye’nin evde yalnız olduğu bir gün Enes, bacım un istedi, diye bizim eve gelmiş, sapkın... Asiye'yi evde yalnız görünce. Birlikte olmak istediğini söylemiş. Şerefsiz. Asiye neye uğradığını bilememiş. Puştun çocuğunun yüzüne okkalı bir tokad atıp evden kovmuş."
Güllü hem konuşup hem de kucağında küçük Hatice'yi taşıdığı için nefeslenme ihtiyacı duyduğundan adımları durmuştu.
Edibe hiç konuşmadan sessizce dinliyordu Güllü 'yü.
"Ben eve geldiğimde Asiye’nin yüzü solgun eli ayağı tir tir titriyordu. Ne olduğunu sordum. Enes'in yaptıklarını anlattı. Bir daha o sapkın bu eve gelirse yemin içerim öldürürüm, dedi. Hem ekmeğimizi yiyor hem de namussumuza göz dikiyor puştun oğlu, dedi. Bende böyle olmaz. Git görümceme ifetsizin yaptıklarını anlat, dedim. Yoksa bu eve gelmeye devam eder. Yaptığıyla kalır, dedim. Gitti anlattı. Görümce gerçeği kabul etmemiş. Asiye’yi suçlamış. Çocuk yaşta birine iftira atıyorsun demiş."
"Eyvahlar olsun." diye yakınmaya başladı Edibe. "Ben bu yükün altından nasıl kalkarım? Yaman gerçeği öğrenirse. Hiç iyi şeyler olmaz. Gözü kimseyi görmez. O çocuğun katili olur. Yalan söyleyip Asiye’nin vebalini aldığı için vallahi bacısının gözünün yaşına bakmaz."
"Gerçek bu ana. Bende olacakların korkusundan sustum bu zamana kadar. Yemin içerim o çocuğu her gördüğümde yüzüne tüküresim geriliyor. Yapamıyorum. Kimse gerçeği bilmediği için. Sen gerçeği istedin ben anlattım ana. Gayrı ne yapacaksan yap. Görüyorsun halimizi. Gece gece yollara düştük. Konu komşunun gözüne görünmeyelim diye."
"Gelin, sen olsan benim yerimde ne yapardın? Biri yakın akrabam diğeri kızım."
"Ben senin yerinde olmak istemezdim, ana. İşin zor biliyorum. Ben olsaydım Asiye’nin üstüne atılan iftirayı temizlerdim. En azından bu iyiliği yapardım ona."
"Güllü gelin konuşması kolay. İki arada bir derede kalan sen değilsin çünkü. Gerçeği Yaman'a söylesem gider katil olur. Söylemesem Asiye’nin vebali ömür boyu vicdan yükü olur. Bir ana olarak oğlumu kendi elimle mahpusa gönderemem. Geldik zaten. Sen kimseye bir şey söyleme. Bir çaresine bakacağım ben... "
Öte taraftan Asiye'nin yüreğine bir haftadır hasretin kızıl ateşi düşmüştü. Geride bıraktığı kendi canıydı. Bedeni baba evindeydi ama canı, ruhu, kalbi, o evde kalmıştı. Bu ne yaman bir acıydı yüreğini kor ateşlerde yakan. Asiye'nin kalbini yakan ateşin rengi gece kadar karaydı. Oysa ateşin rengi kızıl, dumanı kurşuni olmaz mıydı?
Yürek açısı tarif edilse hangi sözlere sığardı acaba?
Üzerine kuma geldiğinde başından aşağı kaynar sular dökülmüştü, dışı kaynar suyla haşlanırken kalbi buz kesmişti. Helali, "Asiye, seni boşuyorum" dediğinde. Eli ayağı boşalmış hiçbir şey hissedemez hale gelmişti. Fakat evlattan ayrılmanın acısı tarifsizdi. Nasıl anlatılırdı, hangi kelime seçilirdi bu hissi anlatmaya? Bu acı anlatılmaz ancak yaşanırdı.
İki yorgun ve geceye kahırlı kadın, niyetlerindeki adrese gelmişlerdi. Edibe, avlu kapısı önüne gelince durdu. "Güllü, ben eve girmek istemiyorum zira benim yüzüm yoktur o insanların yüzüne bakmaya." dedi.
Güllü, bu hususta ne diyebilirdi ki, kadın haklıydı. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Hem şimdiye kadar kaynanasının kendisine karşı hiçbir kötülüğü de dokunmamıştı ama yalnız gitmek de tedirgin etmişti doğrusu.
"Sorarlarsa benim getirdiğimi söyle." Güllü olur anlamında hafifçe başını salladıktan sonra Hatice'yi kucağından indirip 8 aylık Havva bebeği kucağına aldı. Edibe başı önde akraba evinin avluya açılan kapısını itekleyerek açtı. Tahtadan yapılmış iki kanatlı kapının tek kanadı usulca açıldı.
Güllü çekinerek avluya girdiğinde, başını kaldırıp üst kata baktı. Habersiz gelmişlerdi. Evde olup olmadıklarını bilmiyorlardı. İnceden bir ışık sızıyordu taş merdivenin başına doğru. Boşuna gelmedikleri için içini bir sevinç yumağı kapladı. Belkide bu sevinç birazda Asiye'yi göreceği içindi.
Havva bebek kucağında Hatice'nin elinden tutmuş olarak merdivenin ilk basamağına adım attığı sırada Asiye’nin boşandığı gece bir anlığına hafızasının süzgecinden geçirdi. Her şeye sebep görümcesi ve puştun oğluydu.
Merdivenlerini çıkmadan önce yönünü görümcesi Fidan'ın evinden tarafa döndü. "Allah, seni bildiği gibi yapsın. İki çocuklu kadını ateşlere attın dilerim sende ateşlerde yanasın."
Gerçi bu saatten sonra görümcesi aynı ateşte yansa ne kâr ederdi ki, Asiye dönülmez bir yola girmişti artık.
Asiye’nin baba evi gecenin matemini üstüne örtmüş gibi pek sessizdi...
Nasıl karşılanacağını bilmediğinden ne yaparsa yapsın damarlarında dolaşan kanın hızını kesemiyorum Güllü. Kalbi vücuduna fazla kan pompalamaktan göğsünü yarıp çıkmak ister gibi delice çarpıyordu.
Güllü ikilem yaşarken Asiye köşesine çekilmiş sessizce gecenin sesini dinliyor için için ağlıyordu. Bir türlü hazmedemiyordu üzerine atılan iffetsizliği. Hazmedemiyordu amansızca bir tarafa atılmayı. Bir mendil değildi ki, kirlendiğinde buruşturulup bir kenara atılsın.
Bir süredir açık kapının pervazına sırtını dayamış sessizce kız kardeşinin göz yaşlarını izliyordu Cuma.
"Asiye, biliyorum çocukları özledin. Sabırla vaat ettikleri zamanı gözlüyorum. Sen iste gidip kapılarına dayanayım. Getireyim çocukları. Yeter be kızım ağlama artık. Sen ağladıkça benim yüreğim dağlanıyor."
Asiye ağlak başını Cuma'dan tarafa çevirdi. "Elimde değil. Yok yere iftiraya uğradım ona mı yanayım. Kızlarım burnumda tütüyor ona mı yanayım? Söyle Cuma hangisine yanayım?"
"Her hesabın bir zamanı var Asiye. Sen şimdi sadece çocuklarını düşün. Gerisini bana bırak."
Asiye’nin yüzüne hafif bir tebessüm oturdu. "Sakın bir delilik yapayım deme. Herkesin canı cehenneme. Sana bir şey olmasın yeter."
"Hah, şöyle yüzün gülsün biraz. Benim için sen önemlisin. Sana yüz çevren kendisi kaybeder amk."
"Küfürbaz. Babam duyacak şimdi."
"Kim duyarsa duysun. Umurumda değil. Sana ayıp olmayacağının bilsem. Bayramlık ağzımı açardım ama şimdi sana ayıp olur."
"Sana kaç gün dediler?"
Cuma üst dudağını alt dudağını üstüne bindirip hafifçe dışa doğru kıvırdı, "Bilmem. Gün vermediler. Olayın ateşi düşsün. Biz getiririz dediler."
Onlar birbirini teselli ederken Güllü taş merdivenleri çıktı ve tahta döşemeli sofayı geçti. Tahta kapının aralığından sofaya doğru ince bir ışık sızıyordu. Önce durup soluklandı sonra," Ev sahipleri, diye seslendi.
Cuma zaten kapı aralığında duruyordu. Sesi duyunca başını sofradan tarafa doğru çevirdi. Karartı şeklinde gördüğü simalar adeta nefesini kesmişti. "Asiye, " dedi "seninkiler geldi."
Asiye yayından fırlamış bir ok gibi bir hışımla oturduğu sedirin üzerinden kalktı Cuma'yı kapı önünden çekti ve sofaya ulaştı.
"Canlarım. Gözlerime inanamıyorum. Cuma bak gelmişler."
Hasretin koynunda günlerdir ıstırap çeken Asiye, sonunda dayanamayıp iki kızını kollarının altına aldığında hıçkırarak ağlamaya başladı.
Eskiden olsa göz yaşı dökmeyi zayıflık sayar soğukkanlı duruşunu bozmadı ama durum değişmiş yaşadıklarının gölgesinde özünü tutamaz olmuştu.
Önce küçük kızını bağrına bastı. Kokusunu içine doyasıya içine çekti. Öptü. Öptü. Öptü. Ne kadar öpüp koklasa yetmiyordu. Sonra büyük kızı Hatice'yi bastırdı göğüs kafesinin üstüne. Siyah saçlarını okşadı. Yanaklarından defalarca öptü. "Güllü. İyi ki getirdin kızlarımı. Yoksa onlarsız kafayı yiyecektim."
"Kaynanam Yaman ağamla konuştu. Böyle olmaz, dedi. Asiye'yi çocuklarından mahrum edemezsin, dedi. Sen ister izin ver ister verme. Ben bu gece çocukları anasına götüreceğim, dedi."
"Kaynanam yani eski kaynanam da mı seninle geldi?"
"Geldi. Kapının önünde bekliyor."
"Yüzü yok tabi yüzümüze bakmaya."
"Kaynanam da öyle dedi zaten. Benim onların yüzüne bakmaya yüzüm tutmaz, dedi. Bir de... Asiye her şeyi gelirken anlattım. Kaynanam gerçeği bilsin. Enes denen o ırz düşmanı yaptığının cezasını çeksin. Görümcem kendi kıçını kurtarmak için her şeyi senin üzerine yıktı. Onların yatacak yeri yok. Toprak bile kabul etmez vicdansızları."
"Eyi etmişsin Güllü'de iş işten geçtikten sonra gerçeği bilse ne olur. Olan bana oldu. Kızlarıma oldu. Hiç yoktan adıma kara çalındı."
"Haklısın Asiye de... En azından adını temize çıkarsın. Köylük yerde adın dillere düşmesin."
Asiye derinden bir nefes çekti oflayarak geri verdi. "Gülü kızları geri götürecek misin? Bir şey demedin?"
"Yok. Asiye bacı. Kaynanam bir hafta kalsın, dedi. Kızlarıyla hasret gidersin, dedi. Sonra gelir alırız, dedi."
"Hangi dağda kurt öldü de kaynanamın iyiliği tuttu?"
"Bakma sen kaynanam çok üzgün. İşin içinde akrabalık varya ondan olmalı."
"Onların akrabalığı batsın. Boşa dememişler akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmezmiş, diye. Bana yaptıklarından sonra onlar için bir gıdım üzülürsem benim adım Asiye, değil. O nemrut suratlarını şeytan görsün. Benden uzak olsunlar başka bir şey istemem."
Cuma sırtını duvara yaslamış iki kadını sessizce dinliyordu. Kız kardeşi çocuklarına kavuşmuş ve mutluydu. Onun mutluluğu anında evin havasını değiştirmişti. Geriye bir tek sorun kalmıştı. Babaları Ömer. Torunlarını evinde istemiyordu. Bakalım onları karşısında gördüğünde ne diyecekti?
"Ben gideyim o zaman," dedi Gülü.
Tam o sırada sesleri duyan Ömer diğer odanın kapısında görünmüştü. Cuma babasını görünce ister istemez gerilmişti. Sustu. Önce babasının tepkisini ölçmek istedi.
"Hayırdır çocuklar neden dışarıda duruyorsunuz?"
Asiye’nin ağzından tek kelam çıkmazken anaç bir kartal gibi kızlarını kanatları altına almıştı.
"Yok bir şey baba. Güllü gelin çocukları getirmiş. Asye görsün, diye. O da şimdi gidiyordu zaten."
Ömer, hiçbir şey söylemeden geldiği gibi tekrardan odasına döndü. Bu arada Cuma derin bir nefes almıştı. Babasının anlayışlı davranması iki kardeşi de rahatlamıştı çünkü.
Güllü gitmiş Asiye çocuklarıyla birlikte ortak kullandıkları odaya gelmişti. Kızların biri kucağında diğeri eteğinin dibindeydi.
Önce anası seslendi Hatice'ye. "Kuzum, sen bizi görmeye mi geldin? Koş bakalım kucağıma. Sarılayım sana."
Ömer süzgün bakışlara bir torunlarına sahip çıkan avradına bir Asiye'ye bakıyordu. Bu arada dişleriyle yanağının içini dişliyordu. Bir şeylere kızgın olduğu gün gibi ortadaydı.
Bunu fark eden Cuma bir adım öne atarak 'baba' diyecek oldu fakat Ömer eliyle işaret vererek oğlunu durdurdu.
"Her şeyi duyup işittim. Kızımın namusuna dil uzatan o piç-oğlu piçi gider öldürürüm ben. Benim arlı namuslu kızıma nasıl iftira atılırmış görsünler. Bu köyde benim bir haysiyetim, şerefim var. Bundan sonra el âlemin yüzüne nasıl bakarım, heç düşünmezler mi bunlar?"
Ömer’in ettiği kelamlar avradını o kadar çok germişti ki, yine baş ağrısı tutmuştu. Bu öyle böyle bir baş ağrısı değildi. Bir kere tuttu mu, kadının sesi mahallede yankılanırdı.
O gece Asiye’nin sevinci kursağında kalmış anasının derdi kendi derdini bastırmıştı,
Kadının ahı figanı yeri göğü inletirken, gece sırların üstünü bir yorgan gibi örterek her bir şeyleri gizlemişti. Kadın üç gün üç gece saçlarını yolmuştu çektiği acıların şiddetinden. Tabi aradan üç gün geçince haliyle olaylarda seyrini değiştirtmişti.
Emine kadın, yeğeninin rahatsızlığını bahane ederek, ziyarete gelmiş minnet rica onları sakinleştirmeyi başarmıştı. Hem kızların varlığı da Asiye'nin hasretini birazcık indirmiş öncesine nazaran daha sakindi.
---
İçinden geçtiğimiz zaman mıdır her derde ilaç olan, yoksa insan mıdır zamana ayak uyduran?
Asiye'nin ailesi sakinleşmiş daha doğrusu sakinleşmek zorunda kalmıştı. Başka da çareleri yoktu sanki. İster istemez anasının acı çekerken amansız çığlığını duymak yerine kendisi acı çekmeyi yeğlerdi. Bir yerden sonra kendisi için üzülmeyi bırakıp anası için üzülmeyi seçti Asiye... Hem kızlarını da sık sık getiriyorlar istediği kadar yanında kalıyordu. Gerisi cehennem ateşine düşse umurunda olmazdı...
Lütfen Oy verip yorum bırakmayı unutmayın. Biliyorsunuz biz yazar adaylarının ödülü kitaba olan ilgi ve sizlerin kitabı sahiplenmesi oluyor. Koocaman seviliyorsunuz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.82k Okunma |
985 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |