@my_lore
|
Selâm en en can içlerim. Yeni bir bölüm daha sizlerle buluştu. Keyifle okuyun. Unutmayın ne kadar çok oy ve yorum o kadar erken bölüm. 🌿🌿🌿🌿 Bir süre sonra Yaman önde Zehra arkada oturma odası olarak kullanılan yere giriş yaptılar. Seyyit Efendi, şömine tarzı ocağın köşesinde oturup avradının odun ateşinde bazlama yapışını izlerken bir yandan da ısınıyordu. Yaman, ocağın köşesinde oturan babasını eliyle işaret ederek Zehra'ya gösterdi. "Hadi Zehra, babamın elini öp!" Yeni gelinine istemez bir bakış atan Seyyit Efendi içten içe sabır diledi; başında kavak yelleri esen oğluna tahammül edebilmek adına. "Benim kendi gelen geline öptürecek elim yok." "Babam, şıhım, yapma böyle. Biliyorum sizlerden icazet almadım ama böyle icap etti. Hadi yap bir büyüklük de ver elini öpsün gelinin." Tepkisini perçinlemek isteyen Seyyit Efendi, elini uzatırken başını ters yöne çevirdi. "Sanma ki, affettim. Yaptığının affı yok amma velakin elin adamı carıslığa doymaz." Yaman, pes etmiyordu. Bu kez de Zehra'ya anasını gösterdi. Yeni gelin Zehra, başı önde kaş altından kaynanasına doğru bakarken bir bakıma nabız yokluyordu. Edibe kadın, koca yeşil gözleriyle adeta ateş püskürüyordu. İster istemez çekindi Zehra, kaynanasına yaklaşmaya ama bir günlük helali onun gözlerine uzun uzun bakınca eridi içinin yağları da özüne can geldi. Yaman'ın bakışlarından güç alan kadının çekingenliği anında kayboldu. Küçük adımlar attı, muhatabının karşısına gelince durup hafiften belini kırdı ve öne doğru eğildi. Kaynanasının elini öpmek için uzandı ama beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Edibe kadın, yeni geline elini vermek istemedi. Zehra, ikinci bir girişim daha yapıtı fakat yine eli havada kaldı. Yaman, herkesten tepki beklerdi ama anasından asla. Başına buyruk davranarak hata yapmıştı biliyordu lakin kalbine söz geçirememişti. "Sende mi ana, gözünü seveyim yapma!" Edibe kadın, bu kez de kızgın bakışlarını oğluna çevirdi. "Köpoğlusu, yaptığın büyük marifetmiş gibi bir de elimi öptürmemi mi bekliyorsun? Hade git işine, benim öptürecek elim yok!" "Kurban olduğum, olan oldu artık bunun geriye dönüşü yok, sen elini versen de vermesen de telafisi hiç yok. Sende çok iyi bilirsin ana, uzanan el geri çevrilmez." Edibe kadın, zaten oğluna dolmuş sabahı diri tutmuştu. İçindeki ağuyu kusmak için yer arıyordu. Yetmemiş gibi bir de yanı başında içi kan ağlayan akraba kızı Asiye vardı. "Toprak başıma, bir de karşıma geçmiş bana akıl öğretene bak hele. Büyüklerinden icazet almadan gelen geline öptürecek elim yok benim." Avradının açtığı yolda ilerleyen Seyyit Efendi, "Sen bize bu işin doğrusunu söyle bakalım, yoksa ananın dediği gibi kaçırdın mı elin kızını?" "Ne kaçırması baba, anama bakma sen. Allah'ın emriyle istedim, kıydım nikâhı alıp geldim." Yaman, sesinin ayarını yükselttiğini hududu aştığına anladı ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Seyyit Efendi, aklından geçeni diline dökmek isterken yüzünü buruşturarak hiddetlendi. "Yaptığına kılıf arama sakın. Senin kusursuz bir avradın var. Söyle nereden icap etti bu zamansız evlilik?" Biraz öncesine nazaran Yaman'ın gardı düşüktü. "Her şartta bana karşı çıkacağınızı bildiğimden, mecbur kaldım." Esasında bu karşılıklı dalaşın kimseye bir yarar sağlamayacağını hepsi çok iyi biliyordu fakat olayın tazeliği sağlıklı düşünmeye zaman bırakmıyordu. "Mecbur kalmışmış, kim bilir ne haltlar karıştırdın da mecbur kaldın kızı kaçırmaya?" Mecburiyet kisvesine çoğu zaman içinden çıkamadığımız anlarda bürünürüz. Edibe kadın da en bilindik yola saparak fikriyatını dile getirmişti. "Kurban olduğum, ben kimseyi kaçırmadım. Sırf karşı çıkacağınızı bildiğimden sizden habersiz gece gelmek zorunda kaldım." "Edibe kadın, bu saatten sonra yapacak bir şeyin olmadığını sende biliyorsun, ver elini öpsün de büyüklük sende kalsın." Kadın, kocasından icazet alınca mecburiyetlerin ışığı altında istemsizce uzattı elini... Zehra, kendine uzatılan eli öperken kaynanası koca yeşil gözleriyle Zehra'nın endamını tarıyordu. Bilmek istiyordu oğlu büyüklerini ayağının altına alıp çiğneyerek getirdiği kızın, neyi fazlaydı. Bir taraftan yeni gelini inceliyordu incelemesine ama diğer taraftan da öfkesini kusacak yer arıyordu. Edibe kadın, delici bakışlarını Zehra'nın üzerinden çekip bu seferde oğlunun üzerinde yoğunlaştırdı. Bakışlarını tekrardan Zehra'nın üzerinde çevirdiğinde gözlerindeki öfkeyi delici bir kurşun gibi yeni gelinin böğrüne sapladı. "Bi'şeye benzese bari içim yanmayacak. Asiye'nin eline su dökemez bu gelin." Ev ahalisi kaderlerini sorgulamakla meşgulken Güllü gelin de sabah kahvaltısını hazır etmişti. Sofra orta yerde kimsesiz çocuk gibi sahiplenilmeyi beklerken kimsenin bir lokma yiyecek iştahı yoktu. Büyükler rengini belli etmişti Asiye tarafındaydı ama olan olmuş iş işten çoktan geçmişti. Yani bu serzenişler boşuna çabaydı zira atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmişti. Seyyit Efendi, ocağın başından kalktı, tok bir ses tonuyla, "Sofra orta yerde bekletilmez, hade oturup yemeğinizi yiyin sonra da herkes işinin başına!" dedi. Sofraya önce erkekler oturdu. Erkeklerden arta kalan boş yerlere de kadınlar oturdu. Kadınlardan kastım Güllü ve Edibe kadındı. Yeni gelin, elleri önüne bağlanmış öylece ayakta duruyordu. Belli ki kabul görmediği bu evde sofraya oturmaya çekiniyordu. Yaman, göz ucuyla Zehra'ya bakıp sofrayı gösterdi ve oturmasını işaret etti. Yeni gelin, kahvaltı sofrasının başına çekinerek otururken Asiye, sessizce ağlıyordu. "Yeter Asiye! Kalkıp elini yüzünü yıka, sonra da sofraya otur!" Seyyit Efendi, öfke dolu bakışlarını oğluna doğru fırlattı. "Tengri canını ala senin, hem suçlu hem güçlüsün. Bırak kadın kendine gelsin." "Baba," diyecek oldu tekrardan sert bakışların ithamı altında kaldı. Oğlu adam olduğunu sanmış kendi başına buyruk davranarak ikinci evliliğini yapmıştı. Onun yaptığı edepsizliği kınıyordu lakin avratların önünde de küçültücü kelamlar etmekte istemiyordu. Herkes gibi Güllü gelinin de lokmalar boğazına diziliyordu, doymuş gibi yaparak sofradan kalktı. Asiye'nin yanına vardı kulağına doğru eğildi: "Hadi gel seninle dışarı çıkıp biraz hava alalım." "İstemiyorum Güllü, dışarı çıkmak falan istemiyorum. Benim içim yanarken ne hava almak ne bir yudum su içmek istiyorum. Allah, sebep olanların belasını versin." "Asiye gelin, bela okuma sabret. Sabır her dedin ilacıdır." Edibe kadın kendince ortalığı yatıştırmaya çabalıyordu lakin içine ateş düşen bizzat kendisi olmadığından yananın halinden anlamazdı. Asiye, bir hışımla ayağa kalktı ve kaynanasının karşısına demirden bir heykel gibi dikildi. "Sabır neyin ilacı olacak, üstüme gelen kumayı geri mi gönderecek. Beni hidayete mi erdirecek. Benden sabır etmememi bekleme ana, bende sabır falan kalmadı." Erkekler Asiye'den bu kadarını beklemezken Yaman, anında ayağa kalktı ve yamacına geçip koluna yapıştı. "Asiye, kendine gel, bu ne hoyratlıktır. Yüzüne çemkirdiğin kişinin anam olduğunu unutuyorsun." Sert bir hamleyle kolunu Yaman'ın pençesinden kurtaran Asiye, "Bu saatten sonra karşımdakinin kim olduğu umurumda mı sanıyorsun. Sana gelince madem gönlün benden geçti boşa beni gideyim." Asiye'nin tepkisi karşısında afallayan Yaman'ın yüzü mor pancara dönmüştü. "Boşamak yok, bunu aklından çıkar. Şimdi anamdan af dile. Sonra da kır dizini otur." "Gönlü benden geçen adamla bir dakika bile evli kalmam ben. Sen boşamazsan ben çeker giderim." İşlerin çığırından çıktığını farkı eden Yaman, avradı üzerinde otorite kurmak isterken sesini olabildiğince yükseltmişti. "Asiye, çık dışarıya. Güllü al götür şunu elini yüzünü yıkayıp kendine gelsin. Baksana ağzından çıkanı kulağı duymuyor." Uzun uzun bakıştılar... Asiye'nin bakışlarındaki öfkenin ateşi yaktı kıyıda köşede kalmış anıları. İçli bir ah çekti Asiye, helalinin omzuna çarpıp kapıya doğru yöneldiğinde. Belki de doğru olan elini yüzünü yıkayıp kendine gelmek ondan sonra ne yapacağını düşünmekti. Asiye, yeni kararların arifesinde tam dışarıya adım atmak üzereydi ki, üç el silah sesiyle inledi toprak damlı evin her bir kerpici. Öne atığı adımı gerisin geri çekerken Asiye, bakışlar aynı yöne çevrildi. "Noluyor?" diye soran ve zaten ayakta olan Yaman, hemen kapıya yöneldi. Peşinden Edibe kadın yaptı hamlesini. "Gelinler siz çıkmayın!" Ne olduğunu anlamak adına evin erkekleri oturma odasından çıkıp sofaya henüz adım atmışlardı ki, üç el silah sesiyle yeniden irkildiler. "Yaman mısın Arslan mısın adın her neyse avratların eteğinin altına saklanmada çık dışarı!" Yaman, anlamıştı anlayacağını lakin diğerlerinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Elbette yaptığının bir bedeli olacaktı. Şimdi o bedeli ödeme vaktiydi. "Sakin olun, ben buradayım saklandığım falan da yok. Eğer saklanacak olsaydım evimde kendi adresimde olmazdım." Sofanın kenarına geldiğinde silah kuşanmış üç atlı adamın baskına gelir gibi kapılarına geldiğini gördü. "Madem erkek adamsın ne diye oğlumun sözlüsünü alıp kaçırırsın o zaman?" "Ben kimsenin sözlüsünü kaçırmadım ortada verilmiş bir söz yok çünkü." "Zehra benim oğlumun sözlüsü onu almadan şuradan şuraya gitmem!" Yaman, fark etmemişti ama hane halkının hepsi dışarı çıkmıştı. Üstelik Zehra'nın korkudan eli ayağı zangır zangır titriyordu. Yaşı geçkince adam Zehra'yı görür görmez bir atmaca gibi öne atılmış basmıştı yaygarayı. "Zehra yeğenim, hadi yol yakınken dön geriye. Seni alıp tekrar evine götüreyim. Anan baban perişan oldu." "Hiç kimse sizinle bir yere gelmiyor. Şimdi defolup gidin hanemden. Bu da son sözümdür." Zehra'nın emmisi huysuzluk eden atının üstünden atlayarak indi ve elindeki silahı Yaman'a doğrulttu. Yaşı geçkin adam atından inip namluyu muhatabına doğrultunca diğerleri de atın üstünden indiler. "Sen son sözünü söyledin ama ben daha söylemedim!" Asiye baktı olacağı yok, namlunun ucu herkese dönük. Zehra'nın kolundan tuttuğu gibi öne doğru itekledi. "Alın kızınız sizin olsun." Bakışlar Asiye'nin üzerine çevrildiğinde Yaman, karşı hamleyi yaprak Zehra'yı çekip arkasına aldı. "Zehra yeğenim, çık o adamın arkasından yanımıza gel. Söz her şeyi unutacağım!" "Bire adam sen laftan sözden anlamıyor musun? Sana değil Zehra'yı kapımdaki iti bile vermem!" "Sen istedin benden günah gitti." Şaşkın bakışların gözetimi altında patlayan bir el silah sesi kasıp kavurdu ortalığı...
|
0% |