@my_lore
|
Canımın en en içleri, nasılsınız bakalım? Bir bölüm daha sizlerle. Oy verip yorum bırakmayı unutmayın. Unutmayın ne kadar çok oy ve yorum gelirse bölümler o kadar erken gelir. Baaayy... 🌿🌿🌿🌿 Tarih 1950'li yıllar... Ezeltene çiçeği kokardı dağları, karalar bağlardı bağrı yanık kadınları. Her bir kayanın dibinde gözyaşı saklardı gelin kızları. Zordu bu coğrafyada yaşamak ve yaşatmak insanı. 🌿🌿🌿🌿 Yerleşkenin gençleri arasında ateşi görünmeyen ama dumanı tüten garip şeyler yaşanıyordu. Bu ateşin dumanı hemen hemen hayatlarının her evresinde kendini bariz bir şekilde göstermeye başlamıştı. Yerleşkenin insanlarının çoğu sefalet içindeyken bilhassa gençlerinin cepleri para görmeye başlamıştı. Tabii söz konusu paraysa her denge değişmeye mahkûmdur biraz... Gençlerin cebi para gördüğü için paranın hükmü yaşamlarına da sirayet etmeye başlamıştı. Küçücük bir dağ köyünde paranın ne işi olurdu? Yerleşke insanının çoğu yazı yaban işlerinde çalışır yaşamlarını öyle idame ettirirlerdi. Ee, o zaman bu gençlerin cebindeki paranın kaynağı nereden geliyordu? Oldum olası köy yaşamını sevmeyen, aklı fikri bu yerleşkeden çıkıp gitmek olan Yaman, doğrusu bu paranın kaynağını merak etmişti. Kendisinin de elinde parası olsaydı şehre gider orada iş kurardı. El altından bu işin aslını astarını soruşturmaya başladı bizim Yaman Arslan... "Selamünaleyküm arkadaşlar," deyip oturdu masa başına. "Eyvallah Yaman'ım aleykümselam," diye cevap verdi amcaoğlu İsa. Yaman, araştırmaya nahiye de ki kahvehaneden başlamıştı. "Nasılsın İsa?" diye hal hatır sorarak söze giriş yaptı. İsa, gizli saklı işlerde pek mahirdi. "Ne olsun Yaman'ım sağda solda takılıyorum işte!" Yaman, altındaki tahta sandalyeyi İsa'ya doğru çekerek yakınlaştırdı. "Anladık takılıyorsun da bu ne iş?" diye sorarken göz kırptı. İsa, "Hangi işi soruyorsun Yaman'ım?" diye cevap verdi hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi numara yaprak. Oysa kılık kıyafeti hiç de öyle demiyordu; çekmişti üstüne köylük yerde takım elbiseyi. "Selamünaleyküm, hemşerim!" diyerek bir sandalyede İbrahim çekti masa başına. Yaman, "ıhım" diye genizden gelen bir ses çıkararak boğazını temizler gibi yaptı. "İbrahim, bizim İsa, ser verip sır vermiyor. Sen söyle bari neler dönüyor ortalıkta?" İbrahim, hafifçe Yaman'ın kulağına doğru eğildi ve fısıltıyla konuşmaya başladı: "Benden duymuş olma ama kaçakçılık yapıyorlar bunlar, başka ne olacak Arslan'ım?" İbrahim, mühim bir iş yapmış olmanın getirisiyle böbürlenirken bir kabadayı edasıyla omzunu geriye doğru atıp bir fırt burnunu çekti. Omzunu geriye doğru atınca sırtındaki ceket kaydı, kayan ceketi parmak uçlarıyla yakasından tutup omuzlarına tekrar yerleştirdi... Yazı yaban işlerinden bıkan yerleşkenin gençleri kısa yoldan çok para kazanmayı keşfetmişlerdi. Yaman, para kazanmayı istiyordu istemesine ama bu yolla değil. Çok uğraştı yerleşkenin gençlerini yanlış yoldan geri döndürmek için ama nafile, salgın bir hastalık gibi kendi köyünü bırak civar köylerde bile hızla yayılıyordu bu illet. Kaçakçılık tıpkı hayatınla kumar oynamak gibiydi. Bir el oynar bütün parayı kazanırsın, kazandım sanır hevesle ikinci eli oynamak istersin ama bir de bakmışsın hop dibe vurmuşsun; dibe vurduğunla kalmaz hatta diyetini canınla bile ödersin. Yasa dışı işler, çölde gözle görülen ama elle tutulamayan serap gibi aldatıcı olurdu. Yaman, geceleri Asiye'nin koynunda her şeyi unutuyordu ama gündüzleri gençleri bu yolundan döndürmek için uğraş verirken farkına bile varmadan bir ahtapotun kolları gibi kendisini de yakalamıştı kaçakçılık iletti. Öyle bir hale gelmişti ki gençler, kimsenin kimseye eyvallahı kalmamıştı. Aralarındaki küçücük bir husumet yeterliydi birbirini askere ihbar edip pusuya düşürmeye. Kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyordu, çünkü büyük paralar dönüyordu ortada. Bu uğurda nice canlar yitip gidiyor, çilekeş kadınların acısına bir acı daha ekleniyordu... Yaman'da katılmıştı yolda düzülen kervana lakin onun derdi başkaydı. Yazı yaban işleri ona göre değildi. Onun tek derdi çok para kazanıp kendi kabuğunu kırarak bu yerleşkeden bir an önce çekip gitmekti. Kafasında kurduğu düşleri gerçekleştirmek adına babasından gizli kaçakçılık işlerine devam ediyordu. Yaman, kendi kaderini yazmak için uğraş verirken kaderin ona oynayacağı oyunlardan bi 'haberdi. Yaman, kolay yoldan çok para kazandıkça Asiye, ister istemez ikinci planda kalmaya başlamıştı. Yetmez olmuştu Asiye'nin koynunda sabahlamalar. Yetmez olmuştu ateşli sevişmeler. Yetmez olmuştu çünkü paranın ateşi daha yüksekti ve girdiği her haneyi kendine esir ederdi. Yaman'ın soğuk duvarlarına çarpan Asiye, iyiden iyiye kaynanasının güdümüne girmişti. Asiye, git dağdan çalı çırpı topla. Asiye, akşam oturması için gelen misafirleri ağırla. Asiye, yemek yap. Asiye, dağ gibi yığılmış çamaşırları yıka. Asiye aşağı Asiye yukarı; bitip tükenmek bilmeyen istekler. Bu arada Asiye'nin bir de bebeği vardı, Hatice. Onu arada sırada bütün bu işlerden vakit bulabilirse emzirmek için görüyordu. Ne kucağına alabiliyor ne de doyasıya bebek kokusunun içine çekebiliyordu. Esasında geline hizmetçi muamelesi yapılan yerleşkede durum herkes için aydıydı; herkesten kastım bütün gelinler. Maalesef kurulu düzenin çarkları böyle dönüyor bu dönen çarkların arsında genellikle gelin kızlar eziliyordu. Bir bakıma saygı çerçevesi altına büyükler küçüklerin emeğini sömürüyordu. ---- Yaman ve akranları komşu ülkeye kaçak yollardan geçerek gidiyorlar oradan çeşitli malları daha ucuza satın alıp kendi ülkelerinde yüksek fiyata satıyorlardı. Tabii bütün bunları yaparken çeşitli evrelerden geçiyorlardı. Öyle al malı götür sat diye bir şey yoktu. İşler sanıldığı kadar kolay yürümüyordu. Önce malları komşu ülkeden kaçak yolları kullanarak geçiriyorlar. Bir sonra ki aşamada bu mallar sınıra yakın köylerde saklanıyordu. Ortalık yatışınca da kaçak mallar saklanılan yerlerden azar azar alınarak pazarlanıyordu... Sizin anlayacağınız malı elden çıkarmayı başarırlarsa paraya para demiyorlardı. Bir gecede zengin olanlar da vardı. Bir gecede elinde avucunda ne varsa kaybedenler de vardı. Hikâyenin bizi ilgilendiren kısmı elbette kaçakçılığın ayrıntıları değil... Yaman'ın bu yolda ilerlerken yaşadıkları ve sonrası... Yaman, komşu ülkeden kaçak malları alıyor sonra da sınıra yakın köylerden birinde yoksul bir adamın evinde depoluyordu. Tabii bunu yoksul köylü para karşılığı yapıyordu, zaten sınır köyleri bu işi gelir kapısı haline getirmişlerdi. Genelde kaçak mallar gece getirilir ev sahipleriyle fazla muhatap olunmazdı. Yaman'da uzun zamandır aynı eve depo ediyordu mallarını. Yine zifiri karanlığın hüküm sürdüğü bir gecede zemheri ayazı yorgun bedenine vurdukça her duyusu buz tutmuştu, işte tam o gece soğuyan yüreğine dokundu sıcacık bir el. Bir çift gözün esiri oldu Yaman. Gece karanlık, gece ayaza kesmiş, gecenin esareti yorgun bir bedeni üşütmüş titriyordu adam. "Beyim bu halde hiçbir yere gidemezsiniz, zaten asker pusu atmış kuş sektirmiyorlar dışarıda," dedi yoksul köylü. "Kalamam, benim gitmem lazım, zaten tek göze eviniz var beni nerede yatıracaksınız?" Yoksul köylü, "Çok ekmeğinizi yedim beyim, yerin lafı mı olur? Atarız yere bir döşek yatarsınız. Hem bu halde nasıl gideceksiniz? Baksanıza tir tir titriyorsunuz, vallahi bu halde köyünüze yetişemez Allah, korusun yolda ölürsünüz!" dedi. Yaman'ın köyü ile kaçak malları depoladığı köyün arasında tam üç köy vardı. Yoksul köylü doğru söylüyordu, bu şekilde yola düşerse kesin bir köşeden can verirdi. Tahta kapı ardına kadar açıldı Yaman için... Yoksul köylü, "Kızım Zehra, yere bir döşek ser. Bey oğlumuz çok hasta. Bir de ıhlamur kaynat. Ihlamur çayının yanına yiyecek bir şeyler de koy!" dedi. Zehra, babasının telaşını görünce merak ederek yere eğik başını kaldırıp ateşler içinde yanan adama baktı. İşte o gece orada iki kalp aynı anda atmaya başladı ve bakışlar birbirine düğümlendi. İki beden aşkın sarmaşığına tırmanırken Asiye'nin kaderi yeniden yazılıyordu. 🌿🌿🌿 Kitabı beğendiysen paylaşmayı unutma.
|
0% |