
Selaaam!
Yeni bir bölüm, yeni bir kuma haberiyle ben geldim.
Bölüm sınırı. Oy 20. Yorum 20.
Sizlere keyifli okumalar diliyorum.
🌿🌿🌿🌿
Yaman'da Hediye kıza, muhabbet duyuyordu ama ne yapsa ne etse bu hisleri bir kaba sığdıramıyordu. Hem evli oluşu hem de gençliğin hoyrat hislerinin rafa kalkmış oluşu Hediye'ye karşı hissettiği duyguları bastırıyordu. Tek kızdı. Kendisinden yaşça küçüktü. Sonra Asiye ile yaşadıkları düştü aklına. Aynı şeyleri bir daha yaşamak hiç istemiyordu.
Üstelik kızın babasıyla bir dostluğu vardı; aynı şeylerin bir benzerini Zehra'nın babasıyla da yaşamıştı. Evet, bu doğruydu ama Zehra'nın babasıyla aralarında gelişen bağ çıkar ilişkisine dayalı bir şeydi.
Yaman onların evine para karşılığı kaçak mallarını emanet ediyordu. Onlar da kaçak malları evlerinin samanlığında koruyorlardı.
Hediye'nin babası ile aralarında gelişen olay daha farklıydı. Onları birbirine bağlayan dostluk ve arkadaşlık bağı idi. Kalkıp da Hediye'nin babasına bu konuyu açsa yakışıkalmazdı. Hem de hiç yakışıkalmazdı. Birçok zaman adamın evine konuk olmuş aşını ekmeğini yemişti. Kızını istemeye kalksa yanlış anlaşılmalara neden olabilirdi. Kesinlikle yanlış anlaşılırdı.
Esasında Yaman ince eleyip sık dokuyan bir karakter değildi ama bu kez konuyu enine boyuna düşünüp duruyordu. Bu kadar düşünmesine neden olarak göstereceğimiz iki şey vardı.
Birincisi neden; gençliğin toyluğunu arkasında bıraktığı için artık fikirleri olgunlaşmaya başlamış olma ihtimali, ikinci neden ise siyasi kariyeri. Siyasetle uğraşmak zor iştir. İnsanların üzerinde kötü intiba bırakırsanız sizi alaşağı ederler.
Yaman, mecburen bu konuyu bir müddet rafa kaldırmıştı. Olmayacak duaya amin demenin anlamı yoktu. İşine gücüne bakıp Hediye'nin gözlerinde gördüğü davetkar bakışları görmezden daha doğru olacaktı. Belki de kız onun evli olduğunu bilmiyordu. Eğer evli olduğunu bilseydi muhtemelen kendisine yakınlık göstermezdi. Yaman bu altarnatifi de aldı cebine koydu...
🌿🌿🌿
Gün döndü devran döndü konunun üzerinden aylar geçti. Günlerden bir gün Yaman ve hoca efendinin yolu yine camide kesişti. Selamlaştılar. Kucaklaştılar. Birbirlerini çok özledikleri keyifli sohbetlerinden belli oluyordu. "Beyim nerelerdeydin, çoktandır yolunu gözler dururduk? Şöyle buyur hele ayakta kaldın!" deyip cami avlusunda bulunan tahta sediri gösterdi.
İki arkadaş sedirin üzerine geçip oturdular. "Ee, anlat bakalım, görüşmeyeli ne yapar ne edersin?"
"Ne olsun hocam, iş güç uğraşıp duruyoruz işte!" Yalnız Yaman hocanın yakın alakasından pek memnun kalmıştı.
"Evvela Allah sağlık sıhhat versin. Ondan sonra her iş hallolur!"
"Haklısın hocam!" dedi Yaman.
Hoca Efendi, samimi bir üslupla, "İstersen buyur bizim haneye gidelim, çoktandır aşımız geçmedi boğazından?" diyerek yemeğe davet etti.
"Eyvallah hocam, biraz önce yemek yedim. Tokum yani."
Hoca efendi, elindeki bastonu "tık tık" diye yere vurup duruyordu. Belki ki, canı bir şeylere sıkkındı hem düşünceli bir hali vardı.
Bastonu önüne doğru çektikten sonra iki kolunu bastonun tepesinde birleştirdi. Elleri bastonun tepesinde birleşince bedeniyle baston arasında bir boşluk oluştu. Başını o boşluğa doğru eğdi ve Yaman’ın yüzüne bakmadan konuşmaya başladı.
"Yaman bey oğlum, seninle bir mesele hakkında konuşmak isterim. Konuşacağım bu mesele çoktandır beni düşündürür."
Yaman, başını usulca hoca efendiye doğru çevirdi. Söyleyeceği şey mühim olmalıydı. Yoksa adamın mühim bir derdi mi vardı? Onu ilk defa böyle gergin görüyordu. "Hayırdır hocam, bir sıkıntın falan mı var?"
Hoca efendi, yarım ağız gülümsedi. Gülümseyince tombul yanakları hafifçe kızardı. "Hayır mı, yoksa şer mi, buna senin karar vermen gerekiyor..."
Hoca, üstü kapalı ve gizemli konuşuyordu. Onu bu kadar gizeme iten sebep neydi acaba? Mesele her neyse neden kendisinin tercihine göre şekillenecekti? Konu hakkında fikirler yürüteyim derken kafası iyice karışmıştı Yaman’ın. Yoksa kendisiyle ilgili bir sorun mu vardı?
"Hocam, sorun her neyse söylemen yeter. Elimizden geleni yaparız. Şükür sözümüz her yere geçer."
Hoca efendi, derin bir nefes aldı ve aldığı nefesi uzatarak geri verdi. Ciğerlerine nefes takviyesi yaparak rahatlamak istediği belliydi. "Yaman beyim, cok doğru söylenmiş bir söz vardır bilir misin? Oğluna kız arar gibi kızına damat ara!" diye.
Yaman, önce bu sözden bir şey anlamadı ise de sonradan hoca efendinin konuyu nereye getirmek istediğini anlar gibi oldu. "Hayırdır hocam, yoksa senin kıza birini mi buldun?"
Hoca başını olumlu anlamında aşağı yukarı salladı. "Bizim toplum bu sözü hep yanlış değerlendirir. Böyle bir şeyi ayıp sayarlar. Kızlarını ne çıkarsa bahtına deyip kaderine terk ederler. Esasında doğru olan, kim ne derse desin kulak asmamaktır ama..." dedi ve durup soluklandı. Biraz da utanıyormuş gibi yüzü kızarmıştı.
"Hocam, yoksa bulduğun damat adayına bu meseleyi söylemeye çekiniyor musunuz? Sen bu işi bana bırak, her kimse bulduğun aday istersen birlikte gider söyleriz. Bunu kendine dert etme!" dedi ama içine de bir yangın düştü.
Hoca efendi, başını yerden kaldırdı ve muhatabının yüzüne bakmaya başladı. "Yaman bey oğlum benim bulduğum adam sensin..."
Ciddi ciddi hoca kızına damat diye kendisini seçmişti ve böyle bir şeyi hiç beklemiyordu. İyi de adam kendisini çok iyi tanıyordu evli olduğunu biliyordu. Biricik kızını kendisine vermek isteyeceğini aklının ucundan dahi geçmemişti. Başından aşağıya bir sıcaklık yayıldı. Bedenine sıcaklık yayılınca beyaz olan teni kızarıp bozarmaya başladı.
Tamam, kendi aklında vardı bu mesele ama birçok sebepten dolayı kızı istemeye cesareti yoktu. Şimdi her şey tam tersine dönmüş ve Hediye, kendisine gümüş tepside sunulmuştu. Kalbine düşen ateş yerini garip bir sevince bırakmıştı.
İçindeki sevinç garipti çünkü hâlâ söylenmesi gereken şeyler vardı. Bakalım o zaman da bu kadar rahat konuşabilecek miydi bir kız babası olarak.
"Hocam, öncelikle beni kendinize damat olarak seçmiş olmanız beni onurlandırdı. Fakat beni yeterince tanıdığınızdan emin misiniz?
"Kızımı verecek kadar tanıyorum!"
"Tamam, beni uzun süredir tanıyorsunuz amenna. Benim evli biri olduğumu da biliyorsunuz buna da eyvallah, ama benim hakkımda bilmediğiniz şeyler de var. Mesela, ben iki evliydim birinden ayrıldım. Büyüklerime aynı evde yaşıyorum. Beş çocuğum var. Benim gelenim gidenim çok olur. Üstelik evimin işi gücü de çok olur. Senin biricik kızın, belli ki nazlı yetişmiş. Bunca yük ona ağır gelmez mi?" diye sordu peş peşe açıklamalar yaparak.
Bütün bunları açıklıyordu açıklamasına ama içinden de hocanın bu işten vazgeçmemesi için dualar ediyordu.
Yaman, açıklama yaptıkça hoca efendi, ne kadar doğru bir karar verdiğini bir kez daha anlıyordu. Kendisine damat, kızına koca, diye seçtiği adam mert bir adamdı. Hiçbir şeyi saklayıp gizlemiyordu. Her bir şeyi yalansız, dolansız, dürüstçe anlatıyordu. Bu zamanda böyle adam zor bulunurdu. Mertlikte, dürüstlükte, babayiğitlikte, üstüne yoktu.
Hoca efendi, başı önde dinlemişti her bir ayrıntıyı. Başını yerden kaldırdı elindeki bastonu kuvvetlice "tak tak tak" diye üç kez toprak zemine vurdu. "Ben kızımı sana vermeye razıyım, ya sen almaya razı mısın?"
Yaman'ın canına minnetti. Kızın babası her şeye rağmen kızını kuma olarak vermeye razı geliyorsa o dünden razıydı bu işe. Hemen ayağa kalktı bedenini tam olarak hoca efendiye doğru döndü. Müstakbel kayın-babasının önünde belini hafiften bükerek eğildi. "Siz vermeye razıysanız, bende almaya razıyım, verin elinizi öpeyim!" dedi.
Müstakbel damadına elini gururla öptürdü adam. Geleceğin ne getireceğini bilmeden, çünkü gelecek bir gaipti. Her şeye rağmen mutluydu adam... Her şeye rağmen gururluydu adam... Yaman gibi bir damada sahip olacağı için; amma velakin bu işe oldu-bitti demek için çıkmaları gereken bir basamak daha vardı. Kız ve annesi.
Elli yaşlarındaki hoca efendi biraz tedirgin gibi görünse de dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm yerleşti. Gülümserken hepsi ayın hizada birer inci gibi dizilmiş takma dişleri kendini gösterdi.
"Yaman bey oğlum, aşmamız gereken bir engel daha var..."
Meseleyi anlamak niyetli Yaman kaşlarını çatınca yüzüne endişenin gölgesi düşmüştü. "Ne gibi bir engel?" diye sordu.
"Kızım ve anasının rızasını almak. Onların benim sözümü çiğneyeceğini düşünmüyorum amma yine de sorup rızalarını almak icap eder. En iyisi gel birlikte gidip onlara da danışalım bu işi..." dedi.
Kim bilir belki de hoca efendi kızının rızasını çoktan almıştı. İşi oldubittiye getirmiş gibi görünmek istemediği için bu yola başvurmuş olabilirdi. İnsanoğlu bu, her şey mümkündü tabii...
Müstakbel damat sol kolunu önüne doğru bükerek gömleğinin kolunu yukarıya doğru hafifçe sıyırdı. Kolundaki siyah kordonlu saat ortaya çıkınca, zamanı gösteren rakamlara baktı. Bugün eve geri dönmekti niyeti. Kafasından bir hesap yaptı aniden ayağa kalkarak, "Gidelim o zaman." dedi.
Yürüme mesafesinde olunca hocanın evi beş dakikada vardılar. Merdivenleri çıkıp ikinci kattın balkonunda gelince hoca efendi, "Hanım!" diye seslendi. Üst kat iki oda bir mutfaktan oluşuyordu. Mutfak kapısında Hediye, göründü. Hediye, kalbinin efendisini karşısında görünce pek şaşırdı. Hiç mi beklemiyordu. Onun kayıplara karışır gibi gidişi hep kafasında soru işareti olarak kalmıştı.
"Buyur baba, anam yoktur evde," dedi ve göz ucuyla Yaman’a baktı. Kalbinin tamtamları göğüs kafesini yarıp firar etmek üzereydi. Hemen bakışlarını geri çekip başını öne eğdi. Babasından önünde helali olmayan bir erkeğe baktığı için utanmıştı. "Hediye kızım, anan nereye gitti?"
"Komşuya kadar gitmişti baba, istersen ben bir koşu gidip çağırayım?"
"Biz içeriye geçelim sen git haber et. Misafir var de acele gelsin."
"Tamam, baba," diyen Hediye, merdivenlerden sekerek indi.
Yıldızı parlatıp bölüm hakkında yorum yapmayı unutmayın lütfen
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.82k Okunma |
985 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |