@my_lore
|
Selam can içlerim. Yeni bölüm geldi hadi gözünüz aydın. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Ne kadar çok oy ve yorum gelirse bölümler o kadar erken gelir:D 🌿🌿🌿🌿 Ezeltene çiçeklerini ayaz gecelerin kırağısı çalmış, eflatun çiçekleri sararıp solmuştu. Oysa dayanıklıydı kara kışa ve ayaz gecelere. Kış mevsiminde bile yemyeşil kalırdı yaprakları da bana mısın demezdi. Yüzyılın kışı diyorlardı o sene-ki kışa. Yabani bir kısrak gibi kişneyerek şahlanmış da şahlanmış alabildiğine hoyratça esiyordu poyraz yeli... Buzdan geceler hüküm sürerken, biri vardı yatağında ter döken. Onun adı anaydı... Yüreğine matem çökmüştü oğlu, her anacığım dediğinde. Ayağı taşa takılsa oğulların ve kızların, ne zaman anacığım deseler; her bir kelimenin hecesi kanatlanıp yol bulur ve anaların yüreğine konardı... Uyku tutmamıştı sabaha kadar da yasa bürünmüştü Edibe kadının yeşil gözleri. Yaman, ateşler içinde "anacığım" diye sayıkladıkça anasının yüreğine kızıl oklar saplanmıştı. Biri daha vardı gözünü uyku tutmayan. Bölük pörçük uykuya daldığında gerçeğe yakın düşler gören. Helali, canının en içi, neden sürekli kendisinden kaçıyordu? Sabah olup uyandığında bedeninin üstünde tonlarca ağırlık var gibi yorgun ve bitkindi. Canı yataktan hiç çıkmak istemedi. Elinde olsa kendisini yatağa bağlar günlerce aç susuz yatıp uyurdu lakin bu bir düşünceden öteye geçmezdi. Emektar elleriyle gözlerini yokladığında kirpiklerinin hâlâ ıslak olduğunu fark etti. Neden kirpik uçları ıslaktı ve neden ağlamaklıydı büzüşen dudak kıvrımları? Uykuya daldığı nadir saatlerde kâbusu andıran düşler görmüş, sevgilinin gidişine içerleyip ağlamıştı ama onlar düştü ve düşler gerçek değildi. Peki, ama gördükleri düşse neden göz pınarları ıslaktı? 🌿🌿🌿🌿 "Beyim, sabah namazını kılmak için camiye gitmiştim. Baktım her yer asker kaynıyor. Bu gece camide sabahlamışlar. Üstelik bazı evlerde arama yapmışlar. İyi ki biz malları gece yarısından evvel çıkarmışız..." Genç adam, yattığı yerden kalkmak istedi ama başarılı olamadı. Yalnız ev sahibini can-kulağıyla dinliyordu. Yoksul köylüye cevap verecek mecali olmadığından başını hafifçe sallamakla yetindi. O gece sabaha kadar ateşler içinde yanmıştı. Hatta ateşin zirve yaptığı anlarda 'anacığım' diye sayıklayıp durmuştu. Sabaha kadar başından hiç ayrılmamıştı yoksul köylüyle kızı. Babası sabah namazını kılmak için camiye gidince iradesine yenilip bir ara uykuya yenik düşer gibi olmuştu fakat anında kalkıp elini yüzünü soğuk suyla yıkayıp ayıkmıştı. Zehra'nın bir kız kardeşi daha vardı ama o nişanlıydı. Nişanlı kızın yabancı bir erkeğe yaklaşması pek uygun olmazdı. Onun içindi babasına yardım edenin Zehra, oluşu. Babası camiden gelince Zehra, yiyecek bir şeyler hazırlamak için Yaman'ın başından ayrılmıştı. Ona kalsa hiç ayrılmak istemezdi ama babası varken yakışı-kalmazdı. "Zehra kızım, ıhlamur çayının yanına tere yağ ile bal da koy. Ha, unutmadan ananın yaptığı çökelekli sıkmalardan da getirmeyi unutma. Yaman Bey'imiz bir şeyler yerse kendini daha çabuk toparlar." Zehra, babasının söylediklerini yerine getirmeye koyulmuşken ahlayarak iç geçirdi. Ah ah, ne babayiğit bir adamdı şimdi yorgan döşek ateşler içinde yatan yabancı. Onun bedenine düşen ateş benim de yüreğimi yaktı. Ya o bakışları, bakir gönlümü yağız alevlere teslim etti. Zehra, hem yiyecek bir şeyler hazırlıyor hem de kendi iç dünyasında hayali masallar yaşıyordu. Onu ilk kapıda gördüğünde değmişti gözleri gözlerine de sıcacık duygular sarmıştı bütün bedenini. Beyni uyuşur gibi olmuştu da kalbinin atışı şaha kalkmış aforoz çanları çalmıştı kulağının dibinde. Yaman, hayal meyal hatırlıyordu yoksul köylünün, "Zehra kızım, yere bir döşek ser beyimiz çok hasta," dediğini ve koyu kahve gözlere meftun kaldığını... Sabaha kadar başucunda mırıltılı konuşmalar duymuştu ne olduğunu anlamadığı. Arada bir alnına değen ıslaklıkla irkilmişti. "Yaman Beyim, yardım edelim de biraz doğrulup bir şeyler yiyin. Siz daha iyi bilirsiniz ama böyle aç acına iyileşmeniz mümkün değil." Yaman, çocuk değildi huysuzluk edecek, köylünün haklı olduğunu bildiğinden gözlerini olur anlamında bir kereliğine kapatıp açtı. Hemen harekete geçen yoksul adam, "Zehra kızım, yardım et. Yaman Beyimizi kaldıralım. Sırtına koymak için bir yastık daha getir. Baksana adamın kalkacak hali yok." Yaman'a her dokunduğunda Zehra'nın eli ayağına dolanıyor aynı zamanda vücudunu terler basıyor tüyleri ürperiyordu; neydi bu yaşadıkları? Yoksa kendisi de mi hastalanıyordu, çünkü terden vücudu sırılsıklam olmuştu. Hava ayaza kesmiş dışarısı sıfırın altına seyrederken insanın bedenini ateşler basar mıydı? Yaman Arslan, iki gece iki gündüz Zehra'nın evinde kalmıştı. Orada burada kalmak hiç âdeti değildi ama el mecbur kalmıştı zira ateşi düşmemişti. Esasında güçlü bir bünyesi vardı; öyle ufak tefek hastalığı kale almazdı ama o gece başkaydı. İhbar edilmişti ve kaçak malların acilen elden çıkarılması gerekiyordu. Malları elden çıkarayım telaşesine düşünce gecenin buzdan ayazına maruz kalmış şifayı kapmıştı. Üstüne üstlük asker de köyün etrafını sarınca hiçbir yere kımıldayamamıştı. Askerin ihbarı alır almaz teyakkuza geçip köyün bütün giriş çıkışlarına pusu atağını Yaman, arkadaşı İbrahim sayesinde öğrenmiş elini çabuk tutarak malları askerden önce elden çıkarmıştı. Bu kovalamaca neredeyse canına mal olacaktı o ayrı tabi. ---- Özlem yüklü bedenler buluştu akşamın şafağında. Hele öyle biri vardı ki onun tenine hasret; sırasını bekliyordu. Onu kendisinden önce sorgu sualden geçirecek olanlar vardı. Koskoca iki gün hiçbir haber alamamışlar, yokluk içinde sefil günler yaşamışlardı. Yaman'ın kaçakçılık işleriyle uğraştığını bildiklerinden dengeler hepten değişmiş iki gün boyunca ölüp ölüp dirilmişler korkuları katbekat artmıştı. "Gecelerce gözüme uyku girmedi oğlum, nerelerdeydin?" Edibe kadının ağız boşluğundan firar eden kelimeler bastırılmış duyguların dışa -vurumuna ayna tutuyordu. "Abi, ben kimseye bir şey söylemedim ama İbrahim, ihbar yedi dediydi. Kim olduğunu söylemedi. Sen kim olduğunu biliyor musun, bak biliyorsan söyle it soyunun haddini bildireyim. İnsan canıyla oynamak ne demekmiş öğrensin şerefsiz." "Köpoğlusu, sana girme bu işlere dedim beni dinlemedin. Su testisi su yolunda kırılır bilmez misin? Yapma etme oğlum, kafana bir kör kurşun yeyip kurda kuşa yem etme kendini." "İhbar yedim. Asker pusu atmıştı. Köyün giriş çıkışları tutulmuştu. Malları elden çıkarayım derken soğuğu yedim ve hastalandım. Ortalık yatışınca geldim işte. Başka bir şey yok. İhbar edenin kim olduğunu bilmiyorum Efe, akıllı ol sağa sola saldırma." Yaman, en sonrakini en başta söyler lafı dolandırmayı hiç mi hiç sevmezdi. Korkusuzdu, hiç kimseden çekinmezdi. Ketumdu, ser verir sır vermezdi. Sevdiklerinin endişesini anladığından ilk defa bu kadar uzun açıklama yapıyordu. Maaile Yaman'ı sorgulayıp içindeki ağuyu kusarken Asiye, herkesin gerisinde kalmıştı. Oysa özlemişti helalini. İki gece gözüne bir gram uyku girmemişti, saniyelik zaman dilimlerinde gördüğü düşleri saymazsak. Asiye, belki gördüğü düşlerden etkilenip geri duruyordu lakin helalinin gözlerinde neden soğuk rüzgârlar esiyordu? Hiç böyle yapmazdı, ne eder ne yapar mutlaka iletişime geçmenin bir yolunu bulur Asiye'yi sarıp-sarmalamak için geceyi zor beklerdi. Asiye'nin karabasanı andıran düşü geldi aklına. Yoksa diye geçirdi içinden. Hayır, olamazdı. Yaman'ı yapmazdı. Asiye, aklından geçenlere inanmadı inanmak istemedi. Her şey bir kurmacadan ibaretti. Bir şeyleri kendi kafasında kurmuş sonra da sahten sanmıştı. Yaman'ı kendi ağzıyla hasta olduğunu söylemişti, adam ekmeğinin derdinde duşmuş kör kurşunlara göğüs geriyordu kendisinin düşündüğü şeylere bak... Henüz gerçekleşmemiş ama gerçek sanılan kuruntusundan utandı Asiye. Asker pusu attı demişti. Kocası canıyla uğraşmış kendisi neler düşünüyordu. Yazıklar olsun bana, diyerek yeniden kendi uydurduğu saçma sapan düşüncelerini kınadı. Yalnız Asiye'nin hesaba katmadığı bir olgu vardı o da kadınların hislerinin kuvvetli olduğu. Kadınlar başına geleceği aşağı yukarı hissederler. Sanırım bu his onlara vekilmiş bir lütuftu... ----- Zehra'nın koyu kahve gözleri gözlerine değmişti bir kere, ondan sebep gidip gelmeler sıklaşmıştı. Hasta düştüğü iki gece yatmak zorunda kaldığı eve her gittiğinde Zehra, gözüne gönlüne daha çok dokunur olmuştu. Bu gidip gelmeler bazen iş için oluyordu bazen iş bahanesiyle. Her gidiş Zehra'yı kendisine yakınlaştırıyor her gidiş içindeki yangını büyütüyordu. Yaman'ın adam olmuş kalbi adeta yangın yeriydi. Üstelik ne yapması gerektiğine dair hiçbir fikir üretemiyordu. Ailesine açsa konuyu böyle bir şeye asla izin vermezlerdi. Kaldı ki Asiye, akraba kızıydı. Kalbinin bir köşesinde Asiye, diğer köşesinde Zehra... İnim inim inletiyorlardı Yaman'ın toy kalbini... ---- Koyu kahve gözler her aklına düştüğünde yolunu doğruca Zehra'ya çevirdi. Her adımda çamurdan balçığa bulanmış engebeli köy yolunda sayısı belirsiz kırk üç numara ayak izleri bıraktı. Köye bata çıka vardığında çoğu zaman akşamüstünün alacası olurdu. Yine bir akşamüstünün alacasında kırk üç numara ayakkabısındaki çamurları kapı önündeki kuru otlara silerek temizledi. Tahta kapı önünde durunca derin bir soluk alıp verdi. Üzerine giydiği kalın kaşe palto bedenini sıkıca sarmış üşütmüyordu ama içinden geçenler üşüyormuş hissini yaşatıyordu. Kaç kere vurdu tahta kapıya inanın heyecandan hatırlamıyordu. Tek kanatlı tahta kapıyı yoksul köylü açtı. "Yaman Beyim, hoş gelmişsin. Buyur içeri geç." Gözü gönlü tok adam samimiyetle karşılamıştı konuğunu. Yaman, üşüyen ellerini kaşe paltosunun ceplerine koyarken, "Ben içeri geçmeyeyim zira konuşmam gereken mühim bir mesele var. Onun için sizin dışarı gelmeniz daha uygun olur." "Noldu beyim, yine ihbar mı yedin? Eğer öyle bir şey varsa hemen gereğini yapalım." Yoksul köylünün saflığı karşısında Yaman'ın çehresine hafif bir tebessüm oturdu. "Yok, dayı, bu sefer mevzu başka."
|
0% |