Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Tanıtım Bölümü -1-

@my_lore

Selam caniçlerim! Yeni bir romanla geldim.

Umarım severek okursunuz.

Unutmayın ne kadar çok oy ve yorum gelirse bölümler o kadar erken gelir.

🌿🌿🌿

1930'lu yıllar

Ezeltene kokan yemyeşil bir vadiye kurulu yerleşke sıra dağların arasına saklanmış arsız bir çocuk gibidir. Karşılıklı birbirine bakan dağların yamaçlarına kurulu evlerin geneli; toprak damlı, taş duvarlı ve ikişer katlıdır.

Yerleşkeyi kuş-bakışı anlatmak istediğinizde bir ressamın tuvaline nakşedilmiş muhteşem ötesi şaheser gibidir.

Fakat bu doğal güzelliği gölgeleyen öyle bir olgu vardı ki, o da yerleşkede hayatın alabildiğine zor şartlar altında yaşanıyor olmasıydı. Bilhassa bu zorlukları kadınlar ve çocuklar yaşardı.

🌿🌿🌿🌿

Gecenin zifiri karanlığa sığındığı bir günün ortalarıydı. Esmer ve uzun boylu genç bir adam; kaygılar içinde kıvranıyordu. Korkuyla sevinç arası duygulara geçiş yapıyordu kalbinin her atışı.

Genç adamın kara gözleri tahta kapıya mühürlenmiş, saatler geçmek bilmiyordu. Sonunda tedirgin bekleyişin dayanılmaz ezgisine teslim olan vücudu yorgun düşmüş, ayakta durmaktan uyuşmuş bacakları bedenini taşıyamaz olmuştu. Taş duvardan destek alarak dizleri üzerine çömeldi.

Umutları tükenmek üzereyken gözlerinin hedefine düşmüş tahta kapı gıcırtılı bir ses çıkararak açıldı. Ebe kadın göründü kapı aralığından. Genç adamın bir nebze de olsa içi ferahlamıştı, içinden nihayet diye geçirdi. İlk iş olarak ebe kadının gözlerine baktı. Konuş hadi ne duruyorsun der gibiydi bakışlarının nazarından okunan.

Kadın, görevini başarmanın verdiği öz güvenle mağrur adımlar atarak yaklaştı muhatabına. "Muştular olsun kardeş, nur topu gibi bir erkek evladınız oldu," dedi yeni doğan bebeği babasının kollarına bırakırken.

Kollarının arasına bırakılan bebeğe hayranlık duyarak bakmaya başlaya babanın kurumuş dudakları arasından ilahi bir sözcük döküldü. "Maşallah..."

Esmer bakışlı adam, bakışlarının nazarını kucağındaki bebekten çekip tekrar tahta kapıya doğru çevirdi. "O," dedi titrek bir ses tonuyla, "Edibe, nasıl?"

"Merak etmeyesin kardeş, Edibe bacı da iyidir."

İçindeki tedirginliğin dışa vurumu olarak, "Şükürler olsun!" dedi kalbinin ta derinliklerinden.

Ebe kadın ödülünü almak isteyen bir kahraman gibi dik duruşunu bozmadan elleri böğründe bekliyordu. "Seyyit kardeş, oğlunun adını koymayacak mısın?"

Seyyit Efendi'nin yüzünde mutluluğun emareleri okunurken bıyık altından gülümsemişti. "Oğlan olacağını bilmezdim. Ondan sebep isim düşünmedim. Yaman bir bekleyişin ardından geldi oğlum. Oğlumun adını sabah namazından sonra kulağına ezan okuyup Yaman koyacağım. Yaman Arslan...

Kadın, sesinin ayarını davudi bir tona bürüyerek, "Adıyla ihya olsun, kardeşim!" dedi ve babanın kucağındaki bebeği alıp annesine götürdü.

Gece kendi egemenliğini gündüze devir edip inzivaya çekilmişti, bir sonraki gecede nice nice günahlara ve sevaplara şahitlik etmek üzere.

Ezeltene çiçeği kokan yerleşkede sabah olmuş ve gün yüzünü göstermişti. Bizim hanede ise hoş bir seda yaşanmaktaydı.

-----

Zaman yaşamın günlerini tüketirken obur bir fil gibi Yaman bebekte bütün ihtişamıyla büyümekteydi. Annesi hem soyadları olduğundan hem de bir Arslan parçası kadar hoyrat olduğundan "Arslan oğlum," diye severdi oğlu Yaman'ı. Zaman içinde arkadaşları bile ona "Arslan," diye seslenir olmuştu...

Yaman, evin ortanca çocuğuydu. Sonradan üvey olduğunu öğrendiği bir kız kardeşi ve anne baba bir kendisinin küçüğü olan bir erkek kardeşi daha vardı, Efe...

Büyük kız kardeşinin üvey kardeşi olduğunu öğrenmeden evvel hep merak ederdi. Neden ablası annesine anne diyor da babasına amca diyordu? Yaman, bunu çocuk aklıyla çözemiyor kafasının içindeki sorular bir muammadan öteye gidemiyordu.

On iki yaşlarına geldiğinde ilk işi bunu annesiyle paylaşmak olmuştu. "Ana, bacım neden sana ana diyor da babama emmi (amca) diyor?"

Edibe kadın, oğlu Yaman'ın sorusu üzerine acı geçmişin izlerini gözyaşıyla silmişti. "İki gözümün nuru Arslan'ım ben anlatsam sen anlar mısın?"

Yaman, heyecanına gem vuramadığından ayaklandı ve duruşuna heybet katarak başını dikleştirdi. "Sen anlatmayı dene ana, ben bu işten hiçbir şey anlamıyorum çünkü!"

Edibe kadın, oğlunun amansız sorularını öylece savuşturamayacağını anlamıştı. "Ben senin emminle evliydim babanla evlenmeden önce Arslan'ım."

Yaman, gardını düşürerek gelip annesinin çenesinin altına doğru sokuldu. Gerçekten annesinin anlattıklarından hiçbir şey anlamamıştı ama öğrenmek için biraz daha bilenmişti. "Emmim mi, o da kim ana?" Yaman'ın sorusu da kendisi kadar masumdu.

"Babanın erkek kardeşi Arslan oğlum; yani babanın abisi."

Yaman, çocuksu bir sertlikte kaşlarını çatarak düşünmeye başladı. Edibe kadın, bir süre oğlunun işin içinden çıkamayarak büyükler gibi düşünceye dalışını izledi. "Şimdi anladım ana, benimle Efe gibi olduğunu."

Oğlunun gür ve siyah saçlarını okşarken, "Bildin oğlum, sizin gibi onlarda kardeştiler." dedi.

Minik ellerinden kocaman yumruklar yapıp anasına gözdağı vermek isterken burnundan soluyordu. "Emmimi bırakıp neden babamla evlendin ana?"

Edibe kadın, oğlunun hesap sorar gibi karşısına dikilişine içten içe gülümserken anıların girdabında boğulan nefesini dışarı saldı. "Kader kısmet oğlum kader kısmet!"

"Kim onlar ana? Kader ile kısmet, onlarda kardeş mi?"

"Yok, oğlum, onlar insanların alınlarına yazılan yazgı."

Yaman, anasının açıklamasında zerre bir şey anlamadığından hiddetle ayağa kalktı zira onun aklında hâlâ biraz önceki mesele vardı. "Efe, benim avradımı alırsa onu çok pis döverim."

Edibe kadının dudaklarına buruk bir tebessüm asılı kaldı. "Arslan oğlum, senin dediğin gibi baban beni abisinin elinden zorla almadı. Senin emmin öldüğü için ben babanla evlenmek zorunda kaldım."

Yaman, anasını anlamış gibi yaparak yazgıya boyun eğmiş gelip anasına sarılmıştı. "Babam ölmesin ana, yoksa başkası alır seni. Ben o zaman babamın tüfeğini alır öldürürüm kim girerse aramıza."

-----

Maalesef o günlerin zor bir geleneğiydi Edibe kadının başına gelen. Eşini kaybeden kadın kayın-biraderi ile evlendirilirdi. Bir Allah'ın kulu da çıkıp o kadına ve erkeğe biz böyle düşündük sizler ne dersiniz diye sormazdı. Hoş sormuş olsalar ne değişirdi ki; gelenekçi zihniyetlerin töre veya gelenek diye adlandırdıkları fütursuzluğa hiçbirinin itiraz etme gibi lüksleri yoktu. Biri çıkıp nezaketen sorsa bile cevap; siz bilirsiniz' den öteye gitmezdi.

 

Loading...
0%