Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Başıboş Sokaklar B. 20.

@my_lore

Selam yine biz geldik.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Etkileşim için bu gerekli

📖📖📖

Aşk her şeyi affeder mi? Özledim deyince özlem geçer mi? Ceketini omzuna atıp çekip gidenler pişman olup geri döner mi? Ne aşk her şeyi affeder ne de özledim deyince özlem geçer. Ceketini omzuna atıp canı isteyince çekip gidenler canı istedi diye geri dönseler bile kaç yazar. Giden gittiğiyle kalan acı çektiğiyle kalır. Kalp kırılmıştır bir kere; cam parçası değil ki yapıştırınca eski halini alsın. Kırılan camdan bir vazo bile asla eski haline geri dönmez ve eskisi gibi aynı işlevi görmez.

Gördükleri genç kadının ruhunu derin çukurlara iterken şaşkın gözleri afallayarak hala aynı yere bakıyordu; açılış için gelen beyaz güllelerle bezeli o çelenkte Arif Saka mı yazıyordu? İsim benzerliği falan olamazdı; öyle değil mi? Yani eski kocası arkadaşlarının açılışına çelenk mi yaptırıp göndermişti. Üstelik genç kadının arkadaşlarıyla onun hiçbir bağı yoktu ki, ne alakaydı…

Geçmişin hayali çalınca kapısını içten içe hayıflandı. ‘Beni terk edip giderken çorak bedenimi dertten derde salan sevdam, senin benim hayatımda tekrardan ne işin var?’

Genç kadın, çelenkteki isimden etkilenip kendi içinde kendisiyle cebelleşirken başka bir suret düştü görüş alanına. Ömür ve Rüzgâr ikilisinin yanında duran takım elbiseli arkası dönük adam da kimdi? Hayır, sandığı şahıs olamazdı. Bu mümkün değildi. Onun yüzünü görmek istemiyordu. Olumsuzluklar sağanağının altında ıslanırken kadının ruhu, takım elbiseli adam ona doğru geliyordu. Bakışları saklanıp yok olmak ister gibi kendine yer aradı, çünkü şu an görünmez olmak istiyordu. Eski günlerin anaforuna yakalanmış ruhu, onu gördükçe çırpınıyor, çırpındıkça daha çok dibe doğru çekiliyordu.

Eski kocası Arif Saka, şimdi tam karşısına geçmiş genç kadının gözlerinin içine, içine bakıyordu. Bakışlarında bin bir özlem yüklüydü. Elini uzatıp “Merhaba İlkem!” dedi.

Genç kadının, âdeti değildi kendisine uzanan eli boş çevirmek. Sırf bu yüzden, hiç kimseye hayır diyemediği için her defasında yenilgiye düşüyordu ama bir gün mutlaka hayır demeyi öğrenecekti. İstemsizce “Merhaba!” derken gözlerini gözlerinden kaçırdı. Yeniden o bakışların esiri olmak istemiyordu ve bu onu korkutuyordu.

“İlkem Hanım, arkadaşını benimle tanıştırmayacak mısın?” dedi Sude’yi ima ederek.

Ne olursa olsun onu yanlarından uzaklaştırmak istiyordu. Onunla aynı kareye gelmek demek tekrar tekrar canının yanması demekti. Elinden geleni yapacaktı. Oval hatlı yüzüne mümkün olduğunca ciddiyet yükledi, kaşları çatılırken bakışlarında asabiyet vardı. “Neden? Onu da kırıp bin parçaya bölesin diye mi?”

Elindeki cam bardağı nasıl bir hırsla sıktığı parmak boğumlarının beyazlamaya başladığından belli oluyordu; aralarında bir adımlık mesafe vardı onu da çoktan kapatmıştı. “Neden böyle konuşuyorsun İlkem? Ben öyle biri miyim? Gören görmeyen de beni sapık falan zannedecek,” dedi kulağına doğru eğilerek.

İlkem, yaptığının farkında olmadan ani bir refleksle kendini geri çekip, “Uzak dur benden. Hemen çık git buradan. Seni istemediğimi anlamıyor musun?”

İlkem’in ani serzenişleri karşısında Arif’in nutku tutulmuştu. Elindeki bardağı o kadar fazla sıkmıştı ki bardak elinde patlamıştı. Cam parçaları ayakları dibine dağılırken bazıları etine saplanmıştı. Bardağı sıktığı elinden şıpır şıpır kan damlıyordu ama gözlerine yerleşen kızartı akan kandan daha kırmızıydı.

İki donuk bedenin sadece gözleri konuşuyordu. Biri geçmişin hesabını sorarken diğeri af diliyordu. Ömür, sert adımlar atarak bastığı yerden toz kaldırırken bütün gözler onun üstündeydi. Bizim ikilinin tam olarak arasına geldiğinde durdu. “Burada neler oluyor?” diye sorarken bakışları ikili arasında gidip geliyordu. Ömür’ün gelişiyle kendine gelen İlkem, sinirden eli ayağı boşaldığı için arkadaşına cevap verecek durumda değildi.

Elini alnına bastırarak ileri geri yürümeye başladı. Arif’le yeniden yüz yüze gelmek onun sesini duymak duygularını yeniden gün yüzüne çıkarıp onu perişan etmeye yetmişti. Sude, arkadaşını koluna girerek onu sakinleştirmeye çalışıyordu. İlkem’ den bir cevap almayan Ömür ise çoktan yanı başlarında bitmişti.

“Bu halin ne İlkem? Neden bu haldesin?”

Sude, göz işaretiyle Arif’i göstererek, “Eski eşi buraya gelmiş ona morali bozuldu.”

Bu arada Rüzgâr da yanlarına gelmişti. İki kelimeli bir cümle kurmuştu zira fazla konuşmayı da sevmezdi. “Mesele anlaşıldı!” diyen Rüzgâr, doğruca Arif’in yanına gitti ve onun koluna girdi. “Sen benimle gelir misin biraz?” diyerek oradan uzaklaştırdı. Arif Saka, yanlarından uzaklaşırken arada bir arkasını dönüp İlkem’e bakıyordu. Onun her bakışı genç kadının kalbinde feryatlara neden oluyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, “Ben senden asla vazgeçmeyeceğim,” diyerek kalbini kor ateşlere atıyordu. Bir tarafta eski yaralar bir tarafta arkadaşlarının onca emek vererek hazırladıkları açılış vardı. İçine çöreklenen duygu ise açılışa sırf kendi yüzünden gölge düşmesiydi.

Konuklara belli etmeden Rüzgâr, sessizce götürüp Arif’i arabasına bindirmiş, arabaya bindirirken de yakasından yapışıp, “Bir daha arkadaşımı rahatsız etmeye kalkışma, eğer rahatsız etmeye kalkışırsan karşında beni bulursun; bunu sakın aklından çıkarma,” demişti.

İlkem, eski eşinin onca yaşanmışlıktan sonra ne yapmaya çalıştığına bir anlam veremiyordu. Ona geri dönmeyeceğini adı gibi biliyordu. Peki, neden böyle yapıyordu? Yoksa sonradan sonraya vicdan azabı mı çekiyordu?

Arif’in destursuz bir şekilde açılışa gelişinin saymazsak kazasız belasız günü bitirmişlerdi. Sude, gönülsüz de olsa Ömür ile yemeğe gitmeyi kabul etmişti. Geriye kalan tek şey sabırsızca sonucu beklemekti.

Sude, robası gipür dantelden beyaz romantik bir elbise giymişti. Elbisenin kloş kesim saten eteği, diz altında bitiyordu. Uzun kolları robası ile aynı gipür dantelden dikilmişti. Saçlarına dalgalar oluşturarak boynunun sol tarafına salık bırakmıştı. Tıpkı sarayından kaçmış kayıp bir peri kızını andırıyordu.

Ömür, kendi özel aracıyla kapıya kadar gelip Sude’yi büyük nezaket örneği sergileyerek alıp gitmişti.

Nihayet yemek yiyecekleri mekâna gelmişlerdi. Sude, arabadan inmeden önce Ömür, ondan önce davranarak gelip kibarca kapısını açtı. Öyle sevecen davranıyordu ki; restoranın içerisine girene kadar Sude’nin her adımında yalnız bırakmamış ona eşlik etmişti. Kibar bir beyefendi gibi yapılması gereken her güzelliği yapmıştı. Kendilerine ayrılan masaya geçip oturmuşlardı ama ikisi de birbirlerinin gözlerine bakmaya çekiniyorlardı. Ömür, sıcacık bakışlarını onun yüzünde gezdirirken, “Öncelikle beni kırmayıp geldiğin için teşekkür ederim,” demişti.

Sude, sevdiği adamın jestlerine karşılık olarak her sözüne narince gülümsüyordu. “Seni kıracağımı nasıl düşünürsün?”

Görevli garsonun gelmesiyle birlikte konuşmaları yarıda kesilmiş ve aynı anda ikisinin de başı gelen garsondan tarafa çevrilmişti...

Garson nazik bir üslupla, “Hoş geldiniz efendim, ne arzu edersiniz?” diye sordu ve elindeki yemek menüsünü masaya kibarca bıraktı.

Ömür, garsonun masaya bıraktığı menüyü eliyle bir kenara itti ve sevdiği kadından tarafa çevirdi bakışlarını. Göz göze geldikleri anda ikisinin de kalplerinde kor ateşler alevlendi. Ah, onun her davranışı genç kadının kalbini yerinden söker gibiydi. Genç kadının gözlerindeki kıvılcım adamın vurgun yemiş kalbine saplanan Eros ’un okları gibiydi. Onun her bakışında O’nun her gülüşünde aşkın sihirli okları adamın kanayan kalbine tek tek saplanıyordu. “Yemeği benim sipariş vermemde bir sakınca yoktur umarım?” diye sordu bir beyefendi inceliğiyle.

O’nun aşka tutkun gözlerine baktı ve gülümsedi kadın. “Yok, tabii ki söyleyebilirsin. Sana bu konuda her zaman güvenirim!”

Genç adam, kadının gülüşünü alıp kalbine hapsederken dudaklarına minicik bir tebessüm astı. “Peki, başka konularda güvenir misin?”

Onun sözleri genç kadının kalbine paslı bir hançer gibi saplanmıştı, bakışları birdenbire donuklaştı ve donuk bakışlarını boşluğa çevirdi. Sessizce yutkunurken kuruyan dudaklarını ıslatma ihtiyacı hissetti. Su dolu bardağa uzandı yavaşça dudaklarına götürdü. Bir yudum aldı aldığı yudumu ağız boşluğunda dolaştırdı ve yutkundu. Kadın vereceği cevabı düşünüyordu. “Hiç şüphesiz her konuda güvenirim,” dedi çünkü onun kalbini kırmak istemiyordu.

Genç kadının cevabı adamı memnun etmişti zira bu bakışlarından belli oluyordu. Genç adam, “Tamam, o zaman,” diyerek hala onları yanı başlarında sipariş almak için bekleyen garsona döndü. “Her zamankinden.”

Garson, “Baş üstüne efendim!” diyerek yanlarından ayrıldı.

Hiç acele etmeden ağırdan alarak yemeklerini yediler. Ne genç adam ne de genç kadın bu anın bitmesini hiç istemiyordu. Şimdilik her şey yolunda gidiyordu her ikisi de mutluydular. Ömür, yemeğin üzerine tatlı siparişini verdi. Yine ağırdan alarak tatlılarını da yediler. Genç kadın, sona doğru yaklaştıkça yüreğinin parçalara ayrıldığını hissediyordu. Birazdan ayrılma ihtimalini veya sevdiği adamın yemek bahanesinin altında yatan ihmali düşündükçe bütün vücudunu ter basıyor avuç içlerine varana kadar terden ıslanıyordu. Bu kaybetme korkusu muydu yoksa başka nedenler mi vardı işin içinde şimdilik bir muammadan ibaretti. Muhtemelen her ikisi de olabilirdi.

Saatin tik takları vurdukça zaman ilerledi zaman ilerledikçe dumanı üstünde tüten kahvelerde geldi ve önlerine bırakıldı. Kokusunda aşk tahtında kırk yıllık hatırı olan kahve sonun geldiğini hatırlatıyordu. Genç kadın, uzandı kahve fincanının kulpunu iki parmağının arasına alarak havaya kaldırdı, devamında gözlerini kapattı ve kahvenin o muazzam kokusunu tek nefeste içine çekti. Boğazından kayarak midesine inen sıcaklık aşk öpücüğü gibiydi; sıcacık ve etkileyici.

Ömür, önce sevdiğin kadının yüzüne baktı sonra kahvesinden bir yudum aldı. Sesinde davudi bir tını vardı. “Sude,” diye seslendi. Onun sesiyle kadının başından tırnak uçlarına kadar ürperti yayıldı ve bütün vücudu karıncalanır gibi oldu. Hissettiği duyguları bastırmak için kahvesinden bir yudum daha aldı ve kahve fincanını tekrar tabağına bırakırken başını kaldırıp onun gözlerine baktı. Gözlerinde hasret vardı. Gözlerinde aşk vardı. Gözlerinde yılların yorgunluğu vardı. Kalbi onun bakışları altında ezildi ve tam orta yerinden ikiye bölündü.

Genç kadın, elini masanın üzerine salık bırakmıştı genç adam, uzandı tutmak istedi. Kadın usulca parmakları arasından çekti elini. Tekrar tutmak için uzandı adam. “Sude, lütfen elini tutmama izin ver; nolur ellerini çekme benden!”

Kadın yaptığından utanmıştı, zaten ne zaman utansa utancından yüzü kızarırdı. Kadın utanmaktan vazgeçti adam vaz geçmişliği kendine olur saydı, uzanıp tuttu ellerini.

Genç adamın da ondan kalır yanı yoktu. Sıkıntılı olduğu her halinden belliydi. Sıkıntıyla ellerini siyah saçları arasında gezdirirken köşeli alnına birkaç damla ter süzülmüştü. Belli ki Ömür, eline geçen bu fırsatı ne pahasına olursa olsun iyi değerlendirmek istiyordu.

Konuşmak adına sevdiği kadının ellerini avuçları arasına aldığında cesaretlendi genç adam. “Sude, ikimizde yetişkin insanlarız. Benim sana olan duygularımı az çok biliyorsun. Gerçi hiçbir zaman bunu saklayıp gizlemedim senden. Fakat artık dile getirmenin zamanı geldi de geçiyor bile, sence de öyle değil mi?”

Onun aşktan bahsetmesi genç kadını iliklerine kadar titretmeye yetmişti de arıtmıştı bile. Biliyordu sözün dönüp dolaşıp bu noktaya geleceğini. Saatlerdir kendini bu konuşma için hazırlamıştı ama ne yaparsa yapsın kalp tellerinin titremesine engel olamıyordu. Şimdi tek düşüncesi vardı umursamaz görünmek ve Ömür’ün sorularını geçiştirmek. Buna mecbur hissediyordu kendisini. Hoş elinden gelen başka bir şey de yoktu zaten. İşte bu yüzden sırf bu yüzden kısa ve öz konuştu; “Evet, öyle…”

“Ben seni hep sevdim Sude, hala da seviyorum. Bana bu konuda bir şans verir misin?”

Genç kadın, başını hafifçe öne doğru eğdi. Niyeti gözlerinden akmaya hazır inci tanelerini kendine saklamaktı. Sonra fısıltıya benzer bir ses döküldü dudakları arasından. “Beni sevdiği elbette biliyorum Ömür!” dedi ve başını kaldırıp buğulu gözlerle Ömür’ün gözlerine baktı. “Bende seni hep sevdim, hala da seviyorum. Senin yanında her zaman mutlu oldum ben, ama…”

“Ezeli aşkım… Söyler misin, bize, sana, engel olan ne o zaman?”

“Ben seni senin beni mutlu edeceğin kadar mutlu edemem Ömür,” dedi boğazında düğümlenen bir yumru varmış gibi zorlukla yutkunarak.

Ömür, keskin bakışlarına ciddiyet yüklerken çehresi hiç olmadı kadar sevecendi. “Bunu yaşamadan nereden bileceğiz?” diye sordu ve cebinden yüzük kutusunu çıkardı. Genç kadın, yüzük kutusunu gördüğünde beyninden vurulmuşa döndü, çünkü bu kadar erken beklemiyordu. Kadın girdiği şoktan çıkıp kendine gelmek için uğraş verirken Ömür, yüzük kutusunun kapağını açtı ve ona doğru kibarca uzattı. “Gel bir ömür birlikte yaşayalım, her zorluğa birlikte göğüs gerelim. Hayatımın kadını, benimle evlenir misin?”

Genç adam da biliyordu bu teklifin erken olduğunu ama sevdiği kadının tavırları karşısında bunu yapmak zorunda kalmıştı. Sanki nezaketen onunla yemeğe çıkmıştı. Bir tarafı mutlu gözükürken diğer tarafı karanlık bir labirenti andırıyordu. Bu da yetmezmiş gibi avuçları arasından uçmaya hazırlanan yaralı bir kuş gibiydi; iyileştiği an uçacak ve bir daha dalına konmayacak.

Sude, sevdiği adamın hatta hayatının aşkının uzattığı yüzüğe uzun uzun baktı ve sustu kaldı. Bir yanı evet, diye haykırmak istiyor diğer yanı susmayı tercih et diyordu.

Ömür, elinde yüzük öylece sevdiği kadından gelecek cevaba odaklanmıştı. Genç kadının ise bakışları soğuk ve donuktu. Onun teklifi karşısında birdenbire gözlerinin feri sönmüştü. Ona bir cevap vermiyor ve susuyordu. Sükûtunun her dakikası Ömür’ün kalbinde depremlere yol açıyordu; bunu bariz bir şekilde görebiliyordu. Geçen her dakika onun ömründen ömür çalıyordu gözlerinden okuyabiliyordu. Bu bekleyiş bir alev topu olmuş bütün ruhunu yakıp yıkıyordu besbelli. “Sude,” sesiyle irkildi ezaya yenik bedeni.

Başını kaldırıp onun gözlerine bakmaya çalıştı ama ruhu tedirgindi ve bakmaya çekiniyordu. Kekeledi ona cevap vermek isterken. “B-benim biraz zamana ihtiyacım var. Sende kabul edersin ki, bu teklif ani oldu.”

Ömür, aldığı cevaptan kısmen memnun kalmamıştı. Onlar birbirine ezelden âşıktı sadece sözcüklere dökmemişlerdi. “Sude, benden neyin zamanını istiyorsun, yoksa benim bilmediğim bir sorun mu var? Biz birbirimizi seviyoruz ve sevdiğimizi biliyoruz o halde zaman istemek niye?”

Sevdiği adamın gözlerinin içine yalvarırcasına baktı genç kadın. “Sana vereceğim mutsuzluğun nedenini anlatmam için bana zaman ver…”

Genç kadının, cevabı karşısında Ömür, haklı olarak şaşkına dönmüştü. Sude, onun şaşkınlığını elbette anlıyordu. Sevdiği adamın kafasından geçenleri de tahmin edebiliyordu. Büyük ihtimalle durduk yere neden mutsuzluktan söz ettiğini merak ediyordu. Ömür’ün bakışları uzunca bir süre boşlukta gezindi. Bu süre içinde kendi kendine birçok soru sormuş ve o sorulara bir cevap aramıştı. Muhtemelen sorularına geçerli bir cevapta bulamamıştı. Önlerindeki engelin ne olduğunu bulamayan Ömür, tek çareyi sevdiği kadınla konuşmakta bulmuştu. “Sevgilim, sorun her neyse şimdi anlatmaya ne dersin?”

Cevaplar dilinin ucundaydı ama çıkmamak için inat ediyordu. “Şu an bunu sana anlatamam. Henüz anlatmaya hazır değilim. Beni affet lütfen. Benim biraz zamana ihtiyacım var. B-ben özür dilerim seni üzdüğüm için!” dedi.

Ömür, ayağa kalktı ve genç kadına doğru ellerini uzattı, tıpkı kör kuyulara düşmüş debelenmekte olan ruhuna el uzatır gibi. “Hadi kalk canım, biraz dışarıya çıkıp temiz hava alalım. Eminim biraz temiz hava teneffüs etmek ikimize de iyi gelecektir.”

Genç adam, sevdiği kadına elini uzattı kadın kendisine uzanan elleri tuttu. Gecenin koynunda yıldızların şahitliği altında yürümeye başladılar.

Ömür, onun elleri ellerinde olduğu müddetçe mutluydu gerisi hiç önemli değildi. “Sude, aşkım, seni üzen sebep her neyse sakın üzülme. Sen bana bugün aşkını bağışladın. Sana uzanan ellerimi boş çevirmedin ya, gerisi benim için hiç önemli değil. İstediğin zaman olsun. Ben seni bir ömür beklemeye razıyım.”

İçinden geçtikleri zaman durdu saatlerin tik takları vurmaz oldu, diller sustu bedenler konuştu onun yerine. Genç adam, kadının belinden kavrayıp kendine doğru çekti ve öylece başıboş sokaklarda saatlerce yürüdüler…

Her şey iyi hoştu ama unuttukları bir şey vardı…

Loading...
0%