@my_lore
|
Merhaba arkadaşlar, insan psikolojisini bozan bozsun ama bizlerin yaşama yeni baştan başlayacak gücü var, şükür... Gözünüze yaş kalbinize keder uğramasın... Sizleri yeni bölümle baş başa bırakıyorum, lütfen begenip yorum yapmayı unutmayın... 📖📖📖 Geçmiş ve geleceği belirleyen zamanın içinde bir yerlerde saklı gizli kalmış açılmayı bekleyen kapılar vardır. Esasında senin dünyana açılan kapılar değildir bu kapılar ama dolaylı olarak seni de içine çeker. Hani komşuda başlayan yangının senin evine sıçraması gibi... Bu kadarı da olmaz demeyin... Olur, hem de öyle bir olur ki dertlerin biri biter biri başlar. Çünkü insanın yaşadıkları yaşayacaklarına ayna tutar. Sıkıntılı günler geçiren bir insanın çektiği sancılar yanına kar kalır mı sanıyorsunuz. Kalmaz, hem de hiç kalmaz illa bir yerden patlak verir. Hani yaşadım bitti gitti dediğin sorunlar vardır ya, işte o sorunlar geçip giderken geride derin izler bırakır. İşte o izler gün gelir kocaman kocaman yeni yaralar açar insanın bünyesinde. ...Ve zincirleme gelişmeye başlar önüne geçemediğimiz eylemeler. İlker, kız kardeşinin elinden telefonu alır almaz mesaj kutusuna baktı. Baktı bakmasına ama bakınca da neredeyse şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. "Boşa çaba, ben istemedikçe siz beni bulamazsınız." Telefonu 'şak' diye masanın üzerine yapıştırır gibi bıraktı. Öfke ateşi yine harlanmış burnundan soluyordu. Ayağa kalktı cam balkon kapısına doğru birkaç adım atmıştı ki geri dönüp geldi. Tepki olarak masaya sert bir şaplak indirdi. "Bu şerefsizin yedi sülalesine küfür edeceğim şimdi," derken annesine çekingen gözlerle baktı. Annesinin yanında küfürlü konuşmayı istemiyordu çünkü annesi buna izin vermezdi. "Bu adam, bu cesareti nereden alıyor? Besbelli kafayı yemiş bir manyak. Ne demek beni bulamazsınız? Sen kim oluyorsun la... şerefsiz?" Zarife Hanım, deli danalar gibi ortalığı birbirine katan oğluna kızgın bir bakış attı. "Oğlum biraz sakin olur musun, geç otur masaya. Yine başladın ileri geri konuşmaya. Bu tür konuşmalardan haz etmediğimi çok iyi biliyorsun." Sakinleşmeyen ama annesine karşı sakin görünmeye çalışan İlker, "Tamam, anneciğim. Özür dilerim, ama ne yapayım kendimi tutamıyorum işte. Bu adam daha fazlasını hak ediyor ama neyse. Baksana it oğlu it kalkmış bir de bize meydan okuyor. Ulan şerefsiz erkeksen benim karşıma çık. Senin gücün ancak savunmasız kadınlara yeter. Kusura bakma ama anne böyleleri ancak bu dilden anlıyor." Başını olumsuzca sağa sola sallayan Zarife Hanım, "Biliyorum oğlum biliyorum da adam karşında değil ki. Neden kendini bu kadar yıpratıyorsun?" "Bilmem neyin çocuğu bildiğin kaçak dövüşüyor. Onun maksadını ben çok iyi biliyorum, bunun adı resmen psikolojik işkence başka bir şey değil. Önce karşındaki insanın algıları ile oynar kafasını iyice karıştırırsın. Kafası karışan insanın zaten otomatikman psikolojisi bozulur. Psikolojisi bozuk insanın ruhu ele geçmeye hazırdır ve teslimiyet bayrağını çeker. Sonra..." dedi durdu. Yüzünün rengi yavaş yavaş kızarıp mora çalmaya başladı. Farkında olmadan sinirden nefsini tuttuğu belli oluyordu. Masanın üstündeki elleri yumruk olmuş parmak boğumları beyazlamaya başlamıştı. Bakışları hayali bir noktada tutuk kalmış, boşlukta kaybolmuş gibiydi. İlker, bu işin sonunu hayal ediyor hatta etmiyor nereye varacağını biliyordu. Hasta ruhlu insanların sağlıklı insanlara yaptığı işkence türüydü adamın, uyguladığı yöntem. Elini çabuk tutup bir an önce bulmalıydı bu şuursuz adamı. Yoksa olacakların önüne geçemez ve çok geç kalabilirdi. Başının üstünde yanan yeşil ışıkla kendi kendine gülümsedi. Zarife Hanım, tuhaf bakışlarla oğluna bakıyordu. Neden durduk yere kendi kendine gülümsüyordu? 'Sonunda oğlum da kafayı yedi galiba' diye geçirdi içinden. İki psikolojisi bozuk kadının yanında olacağı buydu. Başka ne beklenirdi ki. 'Allah, seni bildiği gibi yapsın' diye geçirdi içinden bütün bunlara vesile olan muhatabına. Zarife Hanım'ın tuhaf bakışlarıyla karşılaşan İlker, "Ne?" diye sordu. "Ne bileyim oğlum ne? Kendi kendine gülüp duran sensin, ben değil." "He, onun diyorsun? Bakın ne diyeceğim ben bu işin çözümünü buldum." Anne kız, oturdukları sandalyeleri alttan tutarak biraz daha öne doğru kaydırıp masaya iyice yanaştılar. "Nasıl bir çözüm bu?" Kara gözlerinde ışıltılar yanıp söndü, başını kız kardeşinin göz bebeklerine çevirip bakarken. "Senin dediğin gibi tayin işini hızlandırmalıyız. Hazır ben buradayken hemen işlemlere başlayalım. Yarından tezi yok buradan gidiyoruz." İlkem omuz silkti, "Bana uyar." İlker'in bakışları bu kez annesine çevrildi. "Anne, hemen eşyaları toplamaya başlayalım. İlkem sende git çalıştığın okuldan ilişkini kes. Bende taşınmak için bir nakliyatçı bulayım. Sabah erkenden yola çıkarız." İlkem, gülümsedi. Gülümserken yanağının çukurunda minicik bir gamze oluştu. "Bütün bunlara hiç gerek yok ki. Evi boşaltmayacağım. Senin anlayacağın nakliyatçıya hiç gerek yok." Yüzünün aldığı şaşkınlıkla göz bebekleri yavaş yavaş büyümeye başladı. Göz bebekleri büyürken kaşları ona paralel olarak havalandı. "Nasıl?" Oturduğu sandalyeye sırtını dayayıp rahat bir pozisyon alırken, "Şöyle ki kardeşim. Eşya toplamak ve taşımak meşakkatli iş, diğer taraftan annemin doktoru burada ve bizim üç ayda bir kontrollerimiz var. Yani bir ayağımız sürekli burada olacak. Bizim yapmamız gereken eşyalarını üzerini kapatmak ve valizimizi alıp evden çıkmak olacak." Keyifle gülüştüler. Şimdilik her şey yolunda gibi görünse de işin iç yüzü hiç de öyle değildi... &&& Ellerini olabildiğince çabuk tutup nihayet kasabaya gelebilmişlerdi. Bu zaman zarfında hiçbir aksilikle karşılaşmadılar. Zaten yola çıkmadan önce kendilerince bazı önlemler almışlardı. İlkem ve annesi Zarife Hanım'ın telefon numaralarını değiştirmiş yeni birer hat almışlardı. Öncelikleri kalabilecekleri bir ev kiralamaktı. İyi güzel de bunu nasıl yapacaklarını pek bilmiyorlardı çünkü kasabadan ayrılalı yıllar olmuştu ve şu an hiç kimseyi tanımıyorlardı. Tek çare gibi görünen şey, İlkem'in çalışacağı okulun müdüründen yardım talep etmekti. Onlar da öyle yaptılar... Okul müdürü yardım taleplerini geri çevirmedi, geri çevirmediği gibi de okulun boş olan lojmanında kalabileceklerini söyledi. İlk gün lojmanda kalmadılar. Kalamazlardı çünkü hem eşya yoktu hem de temizlik yapılması gerekiyordu. Mecburen kasabanın bağlı olduğu ilçeye gidip öğretmen evinde kaldılar. Zaten kasaba ile ilçe arasında 20 kilometrelik bir mesafe vardı. Ertesi gün hiç vakit kaybetmeden ilçeden ev için gerekli olan mobilya, beyaz eşya ve benzeri ihtiyaçlarını aldılar. Eşyalar gelmeden önce lojmanı bir güzel temizleyip boyadılar. Tabii bu konuda İlker'in büyük yardımı oldu. Yeni eşyalar da gelince anne- kız bir güzel yerleştiler lojmana. Yerleştikleri lojmanı okul bahçesinin içinde olunca bu her açıdan ikisi için de iyi olmuştu. Böylelikle sürekli birbirlerini görecek ve içleri daha rahat edecekti. Birkaç günlük yorgunluğun ardından ancak kendilerine gelebilmişlerdi. Bu zaman zarfında İlker'in izni bittiği için o birliğine geri döndü. Giderken biraz buruk ayrılsa da en azından içi rahattı. Bu arada boş durmayacak adamın, kimliğini ve neden ailesinin üzerine kâbus olup çöktüğünü araştıracaktı. Ailesinin burada güvende olduğunu düşünüyordu bu da ona araştırma yapmak için yeterince zaman kazandıracaktı. Hafta sonu bitmiş İlkem Öğretmen, ilk dersine germişti. Öğretmenleri askere gittiği için üçüncü sınıflar verilmişti kendisine. Yeni bir yaşam, yeni bir okul ve yeni bir sınıf; bütün bunların toplamı heyecan veriyordu ona. Mevsim sonbahardı aylardan eylülün son haftasıydı. Üzerine giydiği, koyu renk döpiyes onu yaşından daha olgun göstermişti. Uzun siyah saçlarını, ensesinde tokalamış belinden aşağı salık bırakmıştı. Ayağına giydiği yarım topuk siyah rugan ayakkabısı göz dolduruyordu. Her zaman ilk izlenim çok önemliydi. Kara gözleri esmer teninde ışıldarken, "Günaydın çocuklar..." dedi. Ayağa kalkan öğrenciler, "Sağ ol öğretmenim..." derken bir ses dalgası oluştu sınıfta. Orta boy çantasını ve elindeki not defterini öğretmen masasının üzerine bıraktı. Avuç içlerini birbiriyle kavuşturdu. "Evet, çocuklar... Şimdi tanışma zamanı." Henüz dokuz on yaşlarındaki öğrenciler kıpır kıpır yerlerinde duramıyordu. Yeni öğretmeni merak ettikleri aşikârdı. Sınıfın içine hafif bir uğultu yayılırken, "Çocuklar sessizlik lütfen!" dedi ve susmaları için biraz bekledi. "Benim adım İlkem Ateş. Biliyor musunuz ben de bu sıralarda oturdum ve bu okuldan mezun oldum." Nedense öğrenciler buna pek sevinmişlerdi. Öğretmenlerinin bu okulda okuduğunu öğrenmek minik yüreklerine dokunmuş olmalıydı. "Evet, çocuklar... Bu dersimiz tanışma dersi. Şimdi herkes kâğıt kalemlerini çıkarsın ve önündeki kâğıda adını soy adını yazarak bana kendini tanıtsın." Öğrenciler kendi aralarında fısıldaşarak konuşmaya başlayınca, fısıltılar ormanını andıran sınıfta kocaman bir uğultu rüzgârı esti. İlkem, sınıfın penceresine doğru adımlarken yarım topuk rugan ayakkabısı, tok sesler çıkarıyordu. Pencere önüne gelince kollarını birbirine dolayıp koltuk altlarında birleştirdi. Camdan dışarısını gelişigüzel seyrederken, içi kıpır kıpırdı. Nefesini tazeledi ve dudaklarına bir tebessüm yerleşti, dudaklarına yerleşen tebessüm büyüdü büyüdü yanaklarının çukurunda derin gamzeler oluşturdu. Aradan ne kadar zaman geçmişti farkına bile varmadı. Çalan teneffüs zilinin sesiyle kendine geldi. Ellerini birbirine vurarak çırptı. "Evet, çocuklar ders bitti. Şimdi herkes sırayla elindeki kâğıtları masamın üzerine bıraksın ve dışarıya çıksın. Sırayla demişti ama itiş kakış çocuklar birbirine girmemiş ve bir dakika sonra sınıf boşalmıştı. İlk gün heyecan içinde geçmişti. İyi ki buraya gelmişti. İyi ki taşınmıştı. Büyükler; tebdili mekânda ferahlık vardır derler. Gerçekten de bu söz yerinde bir sözdü. Mekân değişikliği İlkem Öğretmene şimdiden iyi gelmiş, yüreğini ferahlatmıştı. Akşam yemeğinden sonra İlker, aramıştı. Anne- kız, İlker ile uzun uzun sohbet edince, zaman su gibi akıp gitmişti. İlkem, erken kalkacağı için odasına çekildi. Zarife Hanım ise televizyon dizisinin bitmesini bekledi. Huzur içinde derin bir uyku çekmişti. Sabah çalar saatin alarmıyla uyandı. Uyanır uyanmaz burnuna mis gibi kokular doldu. Anlaşılan annesi ondan daha erken uyanmıştı. Yatağından kalkıp doğruldu, başının altındaki yastığı bel boşluğuna yerleştirdi. Alışkanlıktan olsa gerek ilk iş olarak elleri telefona uzandı. Henüz yüzünü yıkamadığı için gözlerindeki çapak görüşünü biraz engellese de gelen bildirimlere bakmaya başladı. Ne çok mesaj gelmişti. En çok mesaj da önceden görev yaptığı okuldaki öğretmen arkadaşlarından gelmişti. Hepsi de iyi dileklerde bulunmuştu. Tam telefonu kapatıyordu ki, biraz önce gözünden kaçmış bir mesajı fark etti. Nutku tutuldu. Gözleri kendiliğinden büyümeye dili damağı kurumaya başladı. Nasıl olabilirdi bu, yine bir mesaj yine bir uyarı. "Boşuna çaba, kaçarak benden kurtulamazsınız." Oysa telefon numaralarını ve hatlarını yenilemişlerdi. Bu numarayı sınırlı kişiler biliyordu. Ailesi dışında eski görev yaptığı okuldan birkaç öğretmen arkadaşı biliyordu, başkası değil. Bu adam kimdi ve kendisine nasıl ulaşıyordu? Cevabını bilemediği sorular nefesini kesiyordu. Hiç rahat yüzü görmeyecek miydi? Şunun şurasında geleli kaç gün olmuştu ve yine birilerinin kıskacı altına alınmıştı. Peki, bundan sonra ne yapması gerekiyordu ve nasıl bir yol izlemeliydi. Acaba ailesine yeni gelen mesajdan söz etmeli miydi? Biraz düşününce ailesine söyleme işini şimdilik ertelemeye karar verdi. Ertelemek istedi çünkü mesajın veya başka bir eylemin devamının gelip gelmeyeceğini bilmek istiyordu. Eğer devamı gelirse söylemek elzem bir hal alacaktı yok gelmezse ortalığı kızıştırmanın hiçbir anlamı yoktu. Kesin kararını vermişti, bu konudan hiç kimseye bahsetmeyecekti. İlker'in işi zaten stresli bir işti onu, daha fazla germek istemedi. Kim bilir belki de bu adamın niyeti oyun oynamaktı. Oyun oynamak ve yüreklerine korku salmak. Bu ona haz veriyor olmalıydı. Şimdiye kadar bir şey yapacak olsaydı çoktan yapardı çünkü onca zaman iki kadın tek başınaydılar. İçine düşen korkunun emarelerini bu yöntemle bertaraf etmeyi denedi. Bundan sonra hiç kimsenin huzurlarını bozmasına izin vermeyecekti. Kararlı bir şekilde yatağından kalktı. Yataktan aceleyle kalkınca içinin titrediğini fark etti. Sonbahar sabahları ister istemez serin oluyordu. Yatağının ayakucuna bıraktığı yün hırkasını aldı çabucak üzerine giydi. Yün hırkayı giyer giymez sırtından başlayarak vücuduna hafif bir sıcaklık yayıldı. Ayakları dibinde duran pelüş terliği giydi ve ortak kullandıkları banyoya geçti, dolaplı lavabonun aynasında kendi suretine bakarken neredeyse kendi yüzünü tanıyamadı. Yanakları içe çökmüş, elmacık kemikleri belirginleşmiş, gözaltları şiş bir kadın vardı karşısında. Çeşme kolunu yana doğru iterek suyu açtı. Bir avuç suyu yüzüne çarptı, bir avuç daha bir avuç daha... Soğuk suyu yüzüne çarptıkça hücrelerine kan gidiyor bu da kendine gelmesini sağlıyordu. Acele etmesi gerekiyordu zaten mesaj yüzünden yeterince zaman kaybetmişti. Sağ tarafta duran beyaz havluyu aldı birkaç ritmik hareketle yüzünden akan suları bastırarak sildi. Banyodan çıkınca doğru odasına geçti ve gardıroba yöneldi. Siyah kumaş bir pantolon ve üzerine baharlık kumaştan dikilmiş çift yaka bir bluz seçti. Seçtiği kıyafetleri bekletmeden giydi. Çantasını ve not defterini eline aldıktan sonra sol kolundaki saate baktı. ' Eyvah geç kalıyorum' diye geçirdi içinden. Mutfak kapısının önüne gelince durdu. Zarife Hanım, arkası kapıya dönük olarak kahvaltı hazırlığıyla meşguldü. "Günaydın anne!" Kızının sesiyle yönünü dönen anne hanım, "Günaydın kızım, hadi gel kahvaltı hazır sayılır." dedi. "Canım bir şey yemek istemiyor anne, hem uyuya kalmışım neredeyse ders zili çalacak. Anneciğim sen beni bekleme kahvaltını yap istersen. Ben ders arası gelir yaparım kahvaltımı." Kızının aç gitmesine gönlü razı olmasa da "Peki," dedi. Günler birbiri ardına aynı tempoda geçip giderken, son gelen mesajın üstünden tam bir hafta geçmişti. Bir hafta geçmesine rağmen bir daha mesaj gelmemişti. Bu İlkem Öğretmen için bulunmaz bir nimetti. Hiç olmazsa işine gücüne bakıyor stresten biraz uzak kalıyordu. &&& Kasabaya dönmüşlerdi dönmesine ama eskiden kalan tek iz bile yoktu. Çünkü aradan yıllar geçmişti. Kasaba eskiye nazaran iki katı büyümüş şimdi eskinin yerinde yeller esiyordu. Buraya geldikten sonra Zarife Hanım'ın rahatsızlığı fark edilecek derecede iyiye gidiyordu. Kadının yüzüne kan gelmiş nefes alış verişleri bile değişmişti. Zaten bundan böyle hep birbirinin gözünün önünde olacaklardı. Çünkü her teneffüste annesine uğrayıp iyi olup olmadığına bakabiliyordu İlkem. &&& Mevsim sonbahar aylardan ekimin son haftasıydı. Buraya gelişlerinin üzerinden tam bir ay geçmişti. Sonbahar her ne kadar asi yüzünü ara sıra gösterse de daha epey zaman vardı kışa. Çoğu zaman hava parçalı bulutlu seyrediyordu bugün ise günlük güneşlikti. İlkem ve öğrencileri birbirlerine çabucak alışmışlardı. Bugün öğrencilerin etkinlik dersi vardı. Etkinlik dersi İlkem Öğretmeni çocukluğuna götürmüş aklına ilk gelen şey ise dört arkadaş olarak sürekli gittikleri koruluk ve birlikte diktikleri çınar fidanı olmuştu. Açık havayı fırsata çevirmek etkinlik derisini değerlendirmek istedi. "Çocuklar biliyorsunuz bugün etkinlik dersimiz var. Müdürümüzden izin aldım. Şimdi hep birlikte gümüş deresinin kıyısındaki koruluğa gideceğiz ve kendi ellerimizle ağaç fidanları dikeceğiz!" Konuşması bitince anıları uçuştu gözlerinin önünde. Arkadaşları ile birlikte diktikleri çınar ağacı büyümüş müydü, büyüyüp acaba toprağın derinliklerine kök salmış mıydı? Yoksa bakımsızlıktan kuruyup gitmiş miydi? O kadar heyecanlıydı ki. Sanki yıllardır görmediği sevgiliyi özlemiş gibi bir an önce gidip görmek istiyordu. Nedense bir ara içine korku ve endişe düştü. Ya çınar ağacımızı söküp yerine beton binalar yaptılar ise o zaman ne olacaktı? Öğrencilerine öyle detaylı anlatmıştı ki her şeyi. Onlar da en az İlkem kadar heyecanlıydı. Çocukları ikişerli sıraya dizdi. Önlerinde İlkem, düştüler yola. Gümüş deresinin kıyısındaki koruluğa yaklaştıkça o eski günler gözünün önünde canlanıyordu. Sanki çocukluk arkadaşlarını yanı başında gibi hissediyordu. Acaba buraya ondan önce gelen olmuş muydu? Hem yürüyor hem de kendi kendine sorular soruyordu. Telefonuna gelen bildirim sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Merak duygusu bütün benliğini uyuşturmaya başlamış olsa da vurdumduymazlık yaptı, gelen bildirime bakmadı bakmayı sonraya erteledi. Zaten dakikalardır yürüyordu yürüdüğü için de baya yorulmuştu.
|
0% |