Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Beyin Fırtınası B.8.

@my_lore

Merhaba, çok ama çok değerli okurlar.

Yine biz geldik. Temas ailesi yavaştan yol alıyor, bakalım yolculuğumuz nerede sonlanacak?

Tabii ki sizlerin desteğiyle bu yolculuk en tepeye çıkabilir. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen...

Keyifli okumalar...

📖📖📖

Sessizliğin izdüşümüne kapılan yürekler, beyin fırtınası yaşıyordu. En çokta İlkem Öğretmen'in kalbi gümbürtüyle atıyordu. Öyle ki kalbinin atış sesi ta uzaklardan duyulabilecek netlikteydi.

İlgili bakışlar üzerinde yoğunlaştıkça telefona bakma mecburiyeti elzem bir hal alıyordu. Israrla çalmaya devam eden telefonun üzerine elini koydu ve kendine doğru çekti. Ekrana kaçamak bir bakış atınca yay gibi gerilen bedeni gevşedi. Arayan ikiz kardeşi İlker'di.

Her ne kadar tanıdık bir simanın araması onu rahatlasa da onunla burada konuşamazdı. Yeşil tuşa basıp telefonu kulağına yaklaştırdı, devrik bakışların nazarı altında ayağa kalktı. Bilhassa acelesi yokmuş gibi davranarak ağırdan alıyordu. Amacı; dikkatleri daha fazla üzerine çekmemekti. Balkona açılan cam kapının önüne gelince durdu. Telefonu kulak ve omzu arasına sıkıştırıp cam kapıyı yana doğru kuvvetlice itekledi. Cam kapı sessizce yana doğru kayarken, "Merhaba İlker, nasılsın canım?" diyerek balkona ilk adımını attı.

"Nasıl olabilirim ki, geceden beri diken üstündeyim. Sen de telefonu geç açınca iyice kötü oldum." Kardeşine cevap vermeden önce balkonun en uç kısmına doğru giderek evin çevresini incelemeye başladı. İster istemez tedirgindi çünkü Neslihan Hanım'ın anlattıkları hiç de yabana atılacak cinsten değildi. 'Gitti' demişti ama bu aldatıcı bir gitme olabilirdi.

"Alo İlkem, neden cevap vermiyorsun?"

Sesinin tonunu iyice kıstı ve fısıltıyla konuşmaya başladı. "Balkondayım ve çevreye bakınıyordum."

İlker, kız kardeşinin neden balkonda ve çevresine bakınma ihtiyacı hissettiğini deli gibi merak etmeye başladı. Acaba kendisinin bilmediği farklı bir şeyler mi dönüyordu ortada? "Nedenini bana da açıklar mısın? Neden balkonda ve çevreni gözetliyorsun?" Kardeşine cevap vermeden önce her şey normalmiş görüntüsü vermek için küçük küçük adımlar atarak balkonda yürümeye başladı. Elinden geldiğince doğal davranmaya çalışıyordu her hangi bir olasılığa karşı. Seslice yutkunarak. "Şey," dedi ..."Neslihan teyze bir şeyler anlattı da ben hala onun şokunu yaşıyorum."

Zaten çabuk sinirlenen bir yapıya sahipti, dün geceden bu yana yaşadıkları ise hala gergin olan sinirlerini zıplatmaya yetip artmıştı bile. Sağ elini terleyen alnına götürdü. Şakaklarından esmer tenine doğru akan ıslaklığı elini ileri geri götürerek silmeye uğraştı. Sesinin tonunu en üst perdeye çıkararak, "İlkem, daha fazla germe beni... Benim dün geceden beri neler yaşadığımı tahmin bile edemezsin. Neslihan teyze, ne anlattı?"

Biliyordu kardeşinin huyunu. Sinirlendi mi gözü hiçbir şeyi görmez yakar yıkardı ortalığı. Ama öfkesi de saman alevi gibiydi, kısa sürede geçerdi. Zamanında annesine yapılanları hazmedemeyip babasına bile kafa tutmuşluğu vardı. Öfkesine yenilerek gidip babasının kafasına silahı dayamıştı, fakat öfkesi geçince özür dileyerek tekrar barışmıştı.

İkiz kardeş olmalarına rağmen İlkem, onun tam tersiydi. Elinden geldiğince olaylar karşısına sakin kalmaya çabalar ufak tefek hadisleri büyütmez affedici davranırdı. Bunca sabrın sonunda hala affettiği yerden kırmışlarsa bir daha affetmez ipleri tamamen koparırdı. Onun içindi babasını affedemediği...

Mutfak kapısının önüne gelince göz ucuyla annesi ve Neslihan'a baktı. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu iyiydi. En azından kendisini dinlemiyorlardı. "Bir adam bizim evi gözetliyormuş."

"Ne?" diye sorarken oturduğu tekli koltuktan ayağa fırladı. "Ne demek biri bizim evi gözetliyormuş? Hem de güpegündüz?"

Balkon korkuluğunun parlak metalik yüzeyine sağ eliyle tutunurken telefonu sol kulağına götürdü. "Bilmiyorum. Bize öyle dedi. Adamın şeklini şemailini sordum. İri cüsseli bir adamdı dedi. Üzerinde kapüşonlu parka varmış."

Nefes alış verişleri yine düzensizleşti. Gelişi güzel adımlar atmaya başladı. "Peki, yüzünü, yüzünü görebilmiş mi?"

Tutunduğu metalik korkuluktan sarkarak görüş alanına girmeyen yerlere de uzanarak bakındı. Hiçbir şey görmememin rahatlığıyla doğrulurken," Hayır görememiş. Başında kapüşon olduğu için ancak yüzünün yarısını görebilmiş."

"Allah, kahretsin," derken sol elini yumruk yapıp yan tarafında kalan duvara kuvvetli bir darbe indirdi. "İlker..." Yutkundu. "Sakin olur musun?"

İleri geri rotası belirsiz adımlar atan İlker, "Nasıl, söyler misin bana nasıl sakin olayım?" Kadın genç adama sakin olmasını öğütlerken kendisi ecel terleri döküyordu. Adamın biri çıkmış güpegündüz evlerini ve şahıslarını abluka altına almıştı. Bu duruma ne kadar kayıtsız kalınabilirse kadın, o kadar kayıtsızdı. "Birine mi baktınız' diye sormuş. Neslihan teyzeyi tersleyerek 'yok' diye cevap vermiş. Bu adam benim gece gördüğüm adamdan başkası değil."

Pencere önüne gelip camı açtı. Tıkanmış nefes alamıyordu. Gözlerini kapatarak ciğerlerini temiz havayla doldurdu. Ciğerlerine doldurduğu temiz hava kirlenince oflayarak geri verdi. Biraz önce duvara yumruk atmıştı. Şimdi duvara çarpan elinin derisi soyulmuş ince bir sızıntı halinde kanıyordu ama İlker, bunu umursamıyordu. Sevdiklerine zarar gelecek endişesi elinin acısını bastırıyordu çünkü.

"Annem her şeyi öğrendi yani?"

Camdan kapının önünden geçerken mutfağa doğru baktı ve annesiyle göz göze geldi. Bakışların çarpışması biraz sonra amansız bir sorgunun başlangıcını işaret ediyordu. Biri bitiyor bir diğeri başlıyordu. Biliyordu bunca yaşanmışlık kendisinden ağır bedeller isteyecekti. Çünkü laçkası çıkmış ruhu uçurumun eşiğindeydi. "Hayır, öğrenmedi. Sadece bugün birinin evi gözetlediğini biliyor. Ama er ya da geç bir şeylerin döndüğünü anlayacak."

Sevdiklerinden uzaktı ve eli kolu bağlıydı. Hiçbir şey yapmamanın verdiği acizliği ta yüreğinin derinliklerinde hissediyordu. Aciziyeti adamlığını ezip geçiyordu. 'Of' diye sesli bir nefes verirken, "İlkem, sen elinden geldiğince anneme bir şey belli etmemeye gayret et, olur mu? Ben dün gece babamla görüştüm. Gerçi onun konu hakkında hiçbir fikri yok ama ben şimdi tekrar arar konuşurum. Suat amcayı da ararım. Gerekirse yedi yirmi dört nöbet tuttururum evin çevresinde. Yeter ki siz rahat olun. Endişeye mahal yok yani."

Kardeşinin içinden geçenin başka dilinin başka söylediğini titreyen sesinden anlayabiliyordu. "Sen ne yaptın? İzin alacağım diyordun?"

"Nöbet çıkışı eve geldim. Sağlıklı düşünebilmek için birkaç saat uyumak istedim. Geceden izin almak istedim ama komutan birlikte yoktu. Şimdi bir şeyler atıştırıp birliğe gideceğim," dedi ve nefessiz kalmış gibi sustu. Neden susuyordu? Bir terslik mi vardı acaba? Yoksa kardeşi bir konuşmaya başlayınca dakikalarca konuşur onu kimse susturamazdı. "İlker, orada mısın?"

Söylemek isteyip de söyleyemediği sözler onun özgürlüğüne ket vuruyordu. Özgür ruhlu bu adam diline ket vurulmasından hiç hoşlanmazdı. "Buradayım."

"Neden susuyorsun o zaman? Yoksa?"

Genç adam, sahte, sesli bir kahkaha attı. "Yoksa ne?" Neden sorusuna soruyla karşılık veriyordu ki? Anlaşılan kardeşinin ruh hali hiç iyi değildi ve saçmalamaya başlamıştı. "Ne bileyim bir terslik falan oldu sandım."

Kardeşi lakayt bir moda girerek, "Terslik falan yok kızım. Birazdan birliğe gidip izin alacağım. Yarına oradayım."

Genç adamın ruhu kör bir kuyuda debeleniyordu. Sırf kız kardeşini rahatlatmak için yalan söylemek mecburiyetine kalmıştı. Yalandan nefret ederdi ama şimdi kendisi de yalan söylüyordu. Komutanından izin istemişti istemesine ama bu sıralar birlikte yoğun bir denetim süreci olduğu için komutan onun izin isteğine sıcak bakmamıştı. Şimdi gidip tekrardan izin isteyeceği doğruydu ama komutanın izin vereceğinden hala kuşkuluydu.

Genç kadının yüzüne yayılan sevincin emaresi dudaklarında küçücük bir tebessüm oluştururken, "Yaa, yarın geliyorsun demek. İşte buna çok sevindim. Hem benim de sana bir sürprizim var."

İlker, izin konusunda kız kardeşine yalandan bir sevinç yaşattığı için çok pişmandı. İçinden 'Allah'ım beni affet, inşallah izin alabilirim,' diye geçirdi.

Bedenleri ayrı ama ruhları bir olan iki kardeş 'görüşürüz' diyerek telefonu kapattılar. Birbirlerine iyi geldikleri doğruydu. Mutfağa girmeden önce sağına soluna tekrar bakındı. Bu bakınma üstünkörü yapılmış bir bakınma idi çünkü kendini gözetleyen bir çift gözü görememişti. Camdan kapıyı yana doğru kaydırıp açarken yüreği ferahtı.

'Yarın demişti yarın geleceğim.' Yarına kadar idare ederdi. Zaten evden çıktığı da yoktu. Kardeşi gelince de buradan taşınacaktı. Her şeyi ardına bırakacak yepyeni bir hayat kuracaktı kendilerine. Yeni hayat kurma fikri dudaklarına yayılan tebessümü daha da genişletti. Mutfağa adımını atınca sorgulayıcı bakışların izi yüzünde gezindi. "Bensiz ne yaptınız bakalım hanımlar?" diye öylesine sorarken sandalyesini öne doğru çekip oturdu.

Balık-etli Neslihan, alındığını vurgulamak isteyerek göz devirdi. "Napalm. Asıl sana sormalı bizden gizlenen sensin çünkü."

İlkem, uzanıp Neslihan'ın ponçik yanaklarından bir makas aldı. "Sen ona mı alındın? Arayan bizim İlker'di."

Zarife Hanım, olayı basite indirgeyerek. "Madem arayan İlker'di ne diye saklı gizli konuşmak istedin? Mikrofonu açsaydın bizde konuşurduk?" Yüzünü kaşımaya başlamasından bir şeylerden kuşkulanıp içlendiği belliydi. "Özledim oğlumu."

Sandalyesini biraz daha öne doğru çekerek annesine yakınlaştı. "Anneciğim sizden bir şey saklayıp gizlediğim yok... Aramızda özel bir mesele vardı onu konuştuk."

Neslihan Hanım'ın anında gözleri parladı. İlkem'e bakıp göz kırparken, "Kız meselesi mi yoksa? Zarife'ciğim sana gelin geliyor sanırım..."

Zarife Hanım'ın alt dudağı dışa doğru kıvrılırken gözlerini süzdü. "Yok, Neslihan'cığım yok... Nerede o günler? Etrafımda bu kadar mutsuz evlilik varken evlenmem ben diyor."

Neslihan, dudaklarından dökülen kelimeleri geriye sarmak istedi ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Saramadı. Arkadaşının yine gerildiği yüzünü hafif hafif kaşımasından belli oluyordu. "Sıkma canın arkadaşım. Her şey zamanla geçer. Gün gelir o da seveceği ve mutlu olacağı birini bulur. Hem belki de bulmuştur," derken bakışlarını İlkem'e çevirdi. "Baksana aralarında özel mesele konuşuyorlarmış. Kesin vardır bir şeyler..."

İlkem, kaşlarını havalandırarak 'hayır yok öyle bir şey' demeye çalışıyordu ama konu kendi mecrasında çıkıp alıp başını gidiyordu. Zarife Hanım, her ne kadar kız meselesi olmadığına inansa da derin bir iç çekip, "İnşallah öyledir."

Meseleyi kökünden halletmeye karar veren Neslihan Hanım, "Size doyum olmaz, ben kalkayım artık. Ha, unutmadan ne zaman gidiyorsunuz? İsterseniz ben akşama gelip eşya toplamanıza yardım edeyim."

Neslihan Hanım, gitmek için ayağa kalkınca diğerleri de ayağa kalktı. İlkem, ellerini hırkasının ceplerine sokarak konuya kayıtsız kaldığını göstermek için dudak büktü. "Hafta sonuna kadar gitmemiz gerekiyor fakat eşya konusunu sen kendine hiç dert etme Neslihan teyzeciğim. Ben buradan eşya götürmeyeceğim."

Neslihan'ın kaşları çatıldı yumuk yumuk bakan gözleri kısıldı, "Nasıl?" diye sorarken. Eşya topla nakliyatçılar ile uğraş, çekilir dert değil. Ben bu evi hiç bozmayacağım. Zaten üç ayda bir annemin kontrolleri var, sürekli bir ayağımız burada olacak."

"Anladım kızım da gittiğiniz yerde ne yapacaksınız?"

"Önce ev bulacağım sonra gerekli eşyaları gittiğim yerden alırım."

Neslihan Hanım, gitmiş anne kız baş başa kalmışlardı. Zarife Hanım, metal ayaklı sandalyeyi bir hışım kendine doğru çekip masanın başına geçip oturdu.

"Anlat bakalım?"

Genç kadın, annesinin soluğunu ensesinde hissederken, "Neyi?" diye sordu. Hiç ama hiç istemediği an gelip çatmıştı. "Neler oluyor kızım? Günlerdir senin huyun suyun değişti? Susayım diyorum ama senin gizemli hallerin devam ediyor ve susmama müsaade etmiyor."

Sandalyelerden birini alıp annesinin karşısına geçti oturdu. Kendisini sınava girmiş bir öğrenci gibi hissediyordu. "Yok, bir şey anne."

Sağ elini önce boyunu da gezdirdi sonra eli yavaştan yüzüne doğru kaydı. "Kızım yalan söylemeyi de beceremiyorsun?"

Haklıydı günlerdir annesine yalan söylüyordu ve yalan söylemeyi beceremediği doğruydu. "Gerçekten endişe edecek bir durum yok anne." Kardeşi İlker, gelene kadar yalan söylemeye devam etmekti niyeti. O, gelince her şeyi birlikte usulünce anlatırlardı annesine. Bir gün, bir gün sona nasıl olsa gelecekti. Sabır etmeliydi.

"Kızım ben senin annenim. Senin gözlerine bakınca neyin var neyin yok anlarım. Sakın beni geçiştirmeye uğraşma."

İlkem, köşeye sıkışmıştı. Ne yapacağını bakışlarını annesinden nasıl kaçıracağını bilmiyordu. Hem huysuzluk yapan elleri onu ele veriyordu. Ne zaman köşeye sıkışsa elleri ona fazlalıkmış gibi gelir onları koyacak yer bulamazdı. Şimdi de aynı durumdaydı. "Bir adam var."

Zarife Hanım'ın maviş gözleri kocaman açıldı ve kızına doğru hafifçe eğildi.

"Biraz önce Neslihan teyze bahsetti ya? İşte o adamı dün gece bende gördüm. Bizim evi gözetliyordu. Yani ben onu tesadüfen gördüm. Sonra İlker, aradı onunla konuşurken adamdan ona da bahsettim. Çünkü çok korkmuştum."

Zarife Hanım kesik kesik nefes alıyor ve kızına ölümcül bakışlar atıyordu. Masaya bir şaplak atı ve hışımla ayağa kalktı. Mutfağın içinde ileri geri şuursuzca yürümeye başladı. Kızının dibine kadar gelip masaya bir şaplak daha attı. "Peki, bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun, başına bir şey geldiğinde mi?"

"Anne sen üzülme diye."

Kollarını birbirine dolayıp göğsünde birleştirirken tekrar yürümeye başladı. "Kızım her şey olup bittiğinde ben daha çok üzülmeyecek miyim?"

"Haklısın anne."

Sesinin her zerresine bin bir ah yerleşirken öfkeye bağırdı. "Bazen haklı olmak yetmiyor." Zarife Hanım'ın rengi sararıp solmaya eli şakaklarına gitmeye başlamıştı. Kendini masa başındaki sandalyeye attığında derin bir nefes aldı. "İlkem ilacımı getir."

Yine aynı kısır döngüyü yaşıyordu ana kız. Saatler geçti günün aydınlığı karamaya başladı. Gün karardıkça geceye egemen güçler çoğaldı. Anne akşam yemeğine kadar zor durdu ayakta. İki lokma bir şeyler atıştırıp gecenin ahkâm kesen kollarına sığındı.

Genç kadın, üzerine sinen yılgınlığın kirinden yıkanıp arınmak için kendini suyun arındırıcı gücüne bıraktı. Saliselerce, dakikalarca, suyun altında yorgun ruhunu arındırmak için bekledi. Ruhen ve bedenen rahatlama ritüeli sona erince odasına çekildi.

Göz kapaklarına uykunun esareti çöktü ve uyumaya karar verdi. Kafasının içindeki seslere kalkıp cevap vermek istiyordu ama yerinden bile kıpırdayamıyordu. Göz kapaklarını aralamak istiyordu ama bir türlü aralamak mümkün olmuyordu. Vücudu git gide dibe çekilen bir nesne gibiydi...

Kulağına dolan uğultuya benzer sesler ruhunu rahat bırakmıyordu. Göz kapakları yavaş yavaş aralanmaya başladı. Kapı zili miydi çalan, yoksa telefon mu? Algılayamadı. Külçe gibi ağır varlığını yataktan kaldırdı dirseğinin birini yastığa dayadı. Boşta kalan eli komodinin üzerinde duran telefona uzandı. Acaba saat kaçtı. Uykunun tatlı şekeri galip gelince bir an boş vermişliği yaşadı ve saate bakmaktan vazgeçti çünkü hala algılama sorunu yaşıyordu. Başını yastığa koymasıyla sıçraması bir oldu.

 

 

Loading...
0%