Yeni Üyelik
3.
Bölüm

İblisin Pençesi B.3.

@my_lore

Merhaba, Temas ailesi!

Hikayeme gösterdiğiniz ilgi ve alaka için çok teşekkür ederim.

Satır arası yorum yapmayı unutmazsanız çok sevinirim.

Oy vermeyi de unutmayın lütfen...

İyi ki varsınız. Keyifli okumalar diliyorum.

📖📖📖

İnsanın içine bir kere vesvese düşmeye görsün gecesini gündüzünü zindana çevirir. İnsan ruhuna vesveseyi üfleyen iblis, pençesini geçirdiği ruha zayiat vermeden asla pes etmez. İşte bu yüzden insanoğlu küçücük mini minnacık bir eylemden bile kendine pay çıkarır. İblisin vesvese tuzağına düşenler onun ellerinde oyuncak bir bebeğe dönüşür. İblis o oyuncak bebeğe her okunu sapladığında insanoğlunun canı yanar ve canının yangını onu felç eder...

İsimsiz bir zarf ve iki satır yazı ister istemez İlkem Öğretmeni vesveseye düşürmüştü. İçine düşen kaygılar ise paniklemesine neden olmuştu. Kapı açılana kadar nefesini tutmuş, içine düşen endişenin tohumları yeşermesin diye dualar etmişti. Nihayet çelik kapı ardına kadar açıldığında annesinin masum bakan gözleriyle karşı karşıya gelmişti.

Tuttuğu nefesini yanaklarını şişirerek geri verince annesi, bu hareketinin nedenini bakışlarıyla sorguladı. Elindeki dolu poşetleri annesine uzatırken boşa evham yaptığını düşünüp rahatlamıştı. Zarife Hanım, yüzüne merak duygusunu yerleştirirken; "Hayırdır kızım, yanakların kızarmış koşarak mı geldin?" diye sordu.

İlkem, kapı eşiğinde ayakkabılarını çıkarırken mümkün olduğunca annesiyle göz göze gelmemeye gayret ederek, koridora doğru ilerledi. "Bir şeyim yok anne, biraz hızlı yürüdüm yanaklarımın kızarması ondandır. Hem bu yürüyüş iyi geldi bana çoktandır evden çıktığım yoktu..."

Zarife Hanım, kızının açıklamasına dudak büktü. Madem sadece hızlı yürümüştü de neden o zaman kapıyı açtığında farklı bir şey bekliyormuş gibi göz bebeklerinde endişe vardı? Sorduğu sorulara kendi içinde bir cevap bulamayınca kızına inanmayı seçti. Kim bilir belki de kızı kendisi evde yalnız olduğu için endişelenmişti. İlkem, oldum olası annesine pek düşkündü ama annesi de küçük bir kız çocuğu değildi ki?

Odasına geçip rahat olmayan kıyafetlerden kurtulan İlkem, bu kez altına siyah bir eşofman üstüne gri renk, uzun kollu baharlık bir tişört seçti. Seçtiği kıyafetleri giyinip odasından çıktığında annesinin mutfakta olduğunu gördü, aldığı malzemeleri buzdolabına yerleştiriyordu. "Zarife Hanım, akşama ne yemek yapalım? Çok güzel yağsız kıyma aldım, istersen kuru köfte ve patates kızartması yapalım. Yanına şöyle bol yeşillikli salata ve ayran da yaptık mı yeme de yanında yat..."

Zarife Hanım, hiç konuşmadan kızının sahte heyecanına gözlerini kısarak baktı. Kızı yemek konusuyla bu kadar yakından ilgilenmezdi ki; tamam kuru köfte ve patates kızartmasını severdi ama... "Ne diyorsun Zarife Sultan, bugünkü menüyü yapalım mı?" İlkem, elinden geldiğince üzerindeki gergin havayı dağıtmaya çalışıyordu sanırım annesi de bunun farkındaydı.

Anne kız kendi bildikleri yöntemle kendi ruhlarını tedavi etmeye hazırlanırken dış kapının zili çaldı. Kapı zilinin sesiyle İlkem'in tüyleri diken, diken oldu. Neden korkuyordu ki bu kadar, belki de gelen tanıdık bir simaydı. "Ben bakarım," diyerek mutfaktan ayrılan İlkem'in yüreğinde soğuk rüzgârlar esmeye başladı. Kalbine hatta ruhuna düşen kaygılar yoksa gerçeğe mi dönüşüyordu?

Ayakları koridorda yürürken bir adım ileri iki adım geri gidiyordu. Kapıya yaklaşınca sesine cesaret vererek tok bir sesle "Kim o?" diye sordu. Kapı dışından sorusuna hiçbir cevap gelmemişti. Bu kez kapı merceğinden bakmak istedi. Sol gözünü kapatıp sağ gözünü açarak başını kapıya yasladı. Kapının dışında kimse görünmüyordu. Korkunun emareleri ince bir sızı gibi yayılmaya başladı damarlarına. Kapıyı açıp açmamakta tereddüt yaşıyordu.

Korkak bir tavuk gibi kapı arkasında sinecek biri değildi İlkem Öğretmen, kendini toparlamalıydı. Bundan sonra hayatlarına iki yalnız kadın olarak devam edeceklerdi. Cesur ve cesaretli olmalıydı, olmak zorundaydı. Duruşunu dikleştirdi derin bir nefes alarak ciğerlerini havayla doldurdu. Aldığı nefesi geri bıraktığında korkudan kaynaklı kalbinin düzensiz atışı normale dönmeye başlamıştı.

İster istemez tedirginliğin verdiği endişeyle elleri titriyordu kapı kulpuna uzanırken. Kapı kolunu aşağı indirdi ve kapıyı umulmadık bir hızla açtı. Çelik kapı ardına kadar açılınca sonbaharın serin rüzgârı yüzünü yalayıp geçti.

Kapı önünde kimse yoktu ve ortama sinsi bir sessizlik hâkimdi. İlkem öğretmen, bu sessizliği iliklerine kadar hissetti. Neydi bu? Kendisine oynayan bir oyun mu? Anlaşılan bugün iyi gününde değildi. İyi de kendisi hiç kimseye bir şey yapmamıştı ki? Oysa şimdiye kadar kırılan incinen hep kendisi olmuştu.

Bütün bu düşünceler kafasının içinden geçerken tedbir olarak bedenini evin içine doğru çekti ve kapı pervazına tutunarak sadece başını dışarıya çıkardı. Kaçamak bakışlarla etrafa bakındı ama yine kimseyi göremedi. Acaba deyip ayakları dibine baktı ama orada da bir şey yoktu. Kalbinin ritmi tekrar hızlanmaya başlamıştı ki gözü kapıya ilişti. Kırmızı, kan kırmızı bir boyayla yazılmış bir yazı vardı çelik kapının duvarına yazılmış.

Ateş Komutan, gölge gibi peşinizdeyim...

Saçlarının her bir teli, elektrik akımına kapılmış gibi havalandı. Avuç içleri terlemeye bütün vücudu karıncalanmaya başladı, ayakta zar zor duruyordu. Kapıyı çarpar gibi kapattı ve sırtını kapıya yasladı. Bilinmezliğin verdiği panik ve korkuyla eli ayağı boşalmış bütün vücudu tir tir titriyordu şimdi. Kim ve neden böyle bir mesaj yolluyordu babasına? Babasına yollanan mesaj neden kendi duvarına yazılıyordu? Bugün yaşadığı takip edilme hissi gerçekti demek ki? Korkuları ikiye katlanmaya başladı. Üstelik bu kez çoğul bir dil kullanılmıştı. 'Gölge gibi peşinizdeyim...'

"Gelen kimmiş kızım?" sorusuyla bir kez daha titredi bütün varlığı.

Kendisinin bile bilmediği sorunun cevabını annesine nasıl verecekti? Yine aynı yalana sığınamazdı. Acilinden annesine verecek bir cevap bulmalıydı ama ne? Ayaklarını yerde sürüyerek koridordan geçti ve mutfak kapısı önünde durdu. İlkem'in ayak sesinden geldiğini anlayan Zarife Hanım, başını hiç çevirmeden bir yandan yaptığı işle meşgul oluyor diğer yandan kızına kapı zilini kimin çaldığını soruyordu. "Kimmiş kızım?"

İlkem, hiç istifini bozmadan yani aldırmaz görünmeye çalışarak, "Satıcı anne!" diye cevap verdi. "Ne satıyorlardı?" Zarife Hanım, inadına yapıyor gibi soru üstüne soru soruyor ve İlkem'i zorluyordu. "Su arıtıcı anne!"

"He öyle mi? İyi alıştılar bunlar kapı çalıp arıtıcı satmaya. Geçenlerde biri daha gelmişti, illa suyunuzun kirlilik derecesini ölçelim sizin eve bir su arıtıcı takalım dediler ama ben izin vermedim. Bu devirde kimseye güven olmuyor ki kızım."

İlkem, annesine söylediği yalanın inandırıcılığına kendisi de şaşırdı. Ama bir an nefesi kesildi ve kalbi duracak gibi oldu. Elini kalbinin üzerine bastırıkken nefes almaya çalıştı. İlkem'in panik içinde olduğunu gören Zarife Hanım; "Ne oldu kızım, neden rengin attı? Rahatsız falan mısın yoksa? Eve geldiğin zaman da hiç iyi görünmüyordun?"

İlkem, zoraki gülümsemeye çalıştı. "Arada bir oluyor böyle anne, kullandığım ilaçları bırakınca doktor olabileceğini söylemişti. İlaçları bırakalı çok da olmadı zaten. Muhtemelen ondandır endişe edecek bir şey yok yani. Üstüne bugün biraz da yol yürüdüm ya. Sen hiç merak etme geçer birazdan!"

Zarife Hanım, inandı kızının yalanlarına. İnanması normaldi çünkü şimdiye kadar İlkem, annesine hiç yalan konuşmamıştı. Onun huyu değildi yalan konuşmak ve yalana başvurmak, bu çocukluğundan beri böyleydi. İlkem'in yüreğini ağzına getiren şey, çelik kapılarının duvarına yazılmış yazıydı. Onu annesi görmemeliydi. O yazıyı silmenin bir yolunu bulmalıydı. İyi de bunu nasıl yapacaktı?

Akşama kadar evlerine kimse gelmezse annesi uyuduktan sonra gece dışarıya çıkar yazıyı silerdi ama annesi yanı başındayken bunu yapamazdı. Hem gece dışarıya çıkmakta riskliydi bu durumda. İçinden dualar etti bugün eve kimse gelmesin diye çünkü gelebilme ihtimali yüksekti. Neslihan Hanım, hemen hemen Allah'ın her günü gelirdi evlerine. Bazen günde iki üç defa uğradığı bile olurdu. Bu sabah gelmişti ama akşam gelme ihtimalini göz ardı edemezdi.

"Anne sen akşama yemek hazırlarken bende merdivenleri temizleyeyim diyorum." Zarife Hanım, kızının bu zamansız teklifine şaşırmıştı. Göz ucuyla kızına tuhaf tuhaf baktı. İlkem, annesinin tuhaf bakışlarındaki manayı biliyordu ama bilmezlikten geldi. Annesinin niye tuhaf baktığını bile bile umarsız davranarak, "Ne?" diye sordu

"Bilmem sen söyle, ne?" diye soruya soruyla karşılık verdi anne hanım. Kızı hiçbir zaman merdiven temizlemek için gönüllü olmazdı ki, şimdi durduk yer merdiven temizleme hevesi de nereden icap etmişti. İlkem, zaman kazanmış ve cevabı bulmuştu. "Haa, sen onu diyorsun? Zarife Hanım, bende merdiven temizlemeye çok meraklı değilim ama gelirken gördüm her yere kuş pislemişti. Temizlemek lazım!"

Zarife Hanım, kızının bu yalanına da inandı çünkü kızına kolay inanırdı. Bir bilebilseydi kızı bugün ayaküstü kaç defa kendisine yalan söylemişti. İşte o zaman hepten kopardı hayattan... "Ya öyle mi? Arka taraftaki komşular damlarında güvercin besliyorlar, arada bir bizim bahçeye de geliyorlar o güvercinler. Muhtemelen onlar pislemişlerdir. Madem öyle git temizle ben yemeği yaparım..."

İlkem, durduk yere merdiven temizlemek zorunda kalmıştı ama yazıyı silmek için bu ona kolaylık sağlamıştı. "Tamam!" diyerek mutfaktan çıktı. Önce eşofmanını paçalarını yukarıya doğru kıvırdı. Hiç haz etmezdi toz toprakla uğraşmaktan ama bazen mecburiyetler insanın hiç istemediği işleri bile yaptırabiliyordu işte.

Öyle çok tedirgindi ki dış kapıya yaklaştığında vücudunun her zerresi kasılıyordu. Çünkü evin dışında kendisini nelerin beklediğini bilmiyordu. Peki, ama nasıl yaşayacaktı bu huzursuzlukla?

Bütün cesaretini toplayarak çelik kapının kulpuna uzandı. Elinden geldiğince sakin kalmaya özen gösteriyordu. Kapı kulpunu aşağıya doğru bastırırken onlarca kez 'besmele' çekti. Kapı ardına kadar açılınca başını dışarıya doğru uzatıp önce etrafını kolaçan etti. Etraf sessiz ve sakindi. Her şey olması gerektiği gibi doğal akışında ilerliyordu. Gerçi görünüşe aldanmamak gerekirdi. Temkinli adımlarla merdivenlerden indi; amacı alt kattaki garaja gitmekti. Yazıyı silmek için orada her türlü malzeme bulunurdu. Garaj kapısı önüne geldiğinde gerisin geri adımlamaya başladı. Gördükleri beyninde hasara yol açacak cinstendi. Bir önceki gece yağmur yağdığı için yerler ıslak ve çamurluydu. Garaj kapısının önünde ise çamurlu ayak izleri vardı. Ayak izlerinin genişliğine bakılacak olursa bu bir erkek ayak iziydi.

Bir süre garaja girip girmeme konusunda kararsızlık yaşadı. Kapılarının önüne kadar hiç çekinmeden gelen şahıs garaja girmiş olabilir miydi? Olabilme olasılığı çok yüksekti. Çünkü kapının ziline basılıyor kapı açılana kadar kapıyı çalan her kimse buhar olup uçuyordu. Merdivenden inip garaja saklanmak çok kolaydı.

Biraz düşününce bu ihtimali hafızasından sildi. Öyle ya garaj kilitliydi ve şu an garajın anahtarı kendi elindeydi. Bir yabancının garaja girmesi olanaksızdı. Her ihtimale karşı garaj kapısının kurcalanıp kurcalanmadığını kontrol etti. Kurcalandığına dair pek bir bulgu yoktu. Bu onun rahatlamasına yol açtı. Hem güpegündüz caddeye sıfır bir evde bir yabancı barınamazdı ki? Öyle umdu öyle umut etti...

Kendi iç sesini susturup garaj kapısını gönül ferahlığıyla açtı. Biraz araştırınca sprey boyayı silmek için tiner şişesini buldu. Küçük boy şişenin dibinde az miktarda tiner kalmıştı ama bu onun işini görmeye yeterdi. Kapılarına yazılan yazıyı eski bir beze tiner damlatarak silerken bir taraftan da etrafını kolaçan etmeyi ihmal etmiyordu...

Bunu yaparken de ruhunda kara yeller esiyordu, korkuyordu yalan değil...

 

Loading...
0%