Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Kötücül Hisler B.4.

@my_lore

Merhaba, Temas ailesi biz geldik;)

Nasılsınız?

Sizlerden bol bol yorum ve beğeni bekliyorum. Birlikte kocaman bir aile olabilmemiz için desteğiniz şart...

Keyifli okumalar diliyorum;))

📖📖📖

Bazen durduk yere huzurunuzu kaçıranlar olur. Sizin varlığından bile haberdar olmadığınız yabancı eller, boğazınıza yağlı bir urgan geçirir ve nefesinizi keser. Siz o yağlı urgandan kurtulmak için ne kadar çabalarsanız çabalayın o yabancı eller sizin kâbusunuz olmaya devam eder; sanki başka derdiniz yokmuş gibi.

Kapısına kimliği belirsiz kişi veya kişiler tarafından zarf bırakılıyor, tehdit kokan yazılar yazılıyor ama İlkem Öğretmen, bunun nedenini bir türlü çözemiyordu. Acaba tehdit mesajları babasına mı yoksa babasının üzerinden kendisine mi yapılıyordu? Sürekli bunu düşünüyor bir cevap bulamayınca da kısır döngüye giriyordu.

Zaman su yüzündeki köpük gibi akıp giderken kâbusu andıran o olaylı günün üzerinden tamı tamına bir hafta geçmişti. Zaman geçip gitmişti ama o günden sonra da hiçbir terslik olmamıştı. Bu İlkem Öğretmene, rahat bir nefes aldırırken diğer taraftan da sabırsızlıkla tayin dilekçesinden cevap bekliyordu. Biliyordu bu işler öyle hemencecik olmazdı ama onunki de bir umuttu işte...

Saatin tik takları birbiri ardına vururken ömürden gün çalmaya devam ediyordu. Zaman acımasızdı ömrümüzden günlerimizi çalarken. Acımasızdı yaşam bizi sollayıp geçerken. Günler görünmez bir el tarafından domino taşları gibi birbiri üzerine devrilirken, İlkem Öğretmen'in tayin başvurusu üzerinden tam olarak iki hafta geçmişti ama hala bir haber yoktu.

Bu sabırsız bekleyiş İlkem'i hayal kırıklığına sürüklüyor her yenilgi gibi tayin konusunda da yenildiğini düşünüyordu. Tayin dilekçesini verdiği gün yaşadıkları ise bir daha tekrar etmemişti, en azından bu konuda içi rahattı; ya da kendisi öyle sanıyordu...

Mevsim sonbahar aylardan eylülün üçüncü haftasıydı. İlkem, gözlerini yepyeni bir pazartesi gününe aralarken saat 8.30. gösteriyordu. Hala raporlu olduğu için tatilde sayılırdı ama alışkanlıktan olsa gerek her zaman erken kalkma gibi bir huyu vardı. Bu sabah uyanmak için geç bile kalmıştı.

Yatağından kalktı yana kaymış pijama üstünü düzeltti, dizine doğru toplanmış paçalarını bacaklarını sallayarak aşağı inmesini sağladı. El parmaklarını birbirine geçirip kollarını esnetirken pencereye doğru yöneldi. Pencere önüne geldiğinde tül perdeyi sol eliyle yana kaydırdı boşta kalan diğer eliyle de pencerenin sağ kanadını açtı.

Hava parçalı bulutuydu fakat öyle yağmur bulutuna benzemiyordu gökteki beyaz bulutlar. Sonbaharın gelmesiyle bahçedeki ağaçların yaprakları hafiften renk değiştirmeye başlamıştı ama buralarda ağaçlar yapraklarını geç dökerdi. Öyle karasal iklimdeki ağaçlar gibi erkenden sararıp solmazlardı, inadına direnirlerdi mevsim değişikliklerine.

Başını camdan dışarıya çıkararak sabahın bakir havasından bolca çekti ciğerlerine. Aklına gelen şeyle telaşlandı. Bu sabah kahvaltıya misafiri vardı, hemen hazırlık yapması gerekiyordu; nasılda aklından çıkıp gitmişti. Neslihan Hanım, dün akşam aramış haber vermişti kahvaltıya geleceğini. Üstelik dakik bir kadındı dediği saatte gelirdi.

Banyoya geçip aceleyle elini yüzün yıkadı. Islak yüzünü işlemeli beyaz havluyla kuruladı. Kişisel temizliğini kahvaltıdan sonraya bıraktı, şimdi acelesi vardı. Koşar adımlarla mutfağa yöneldi fakat annesi çoktan kahvaltı hazırlığına başlamıştı bile. Çok geçmeden Neslihan Hanım da gelmişti zaten. Balık-etli Neslihan, oldum olası hiç oturmayı sevmezdi, gelir gelmez o da kahvaltı hazırlığına girişti.

Elbirliğiyle kısa sürede kahvaltıyı hazırlayıp afiyetle yediler. Afaki bir sohbet eşliğinde kahvaltıdan sonra bol köpüklü kahvelerini de içtiler. Kahve sohbetinin ardından hazırlanıp yürüyüş bahanesiyle alış verişe çıkmaya karar verdiler.

Zarife Hanım'ın arada bir yürüyüşe çıkması gerekiyordu fakat İlkem'in son zamanlarda yaşadıkları onu tedirgin etmişti. Bu sebepten dolayı pek dışarıya çıkmaya cesaret edememişti. İki hafta önce yaşadıkları onu resmen köşeye sıkıştırmıştı ama iki haftanın sonunda gördü ki boşuna evham yapmıştı. Anlaşılan oydu ki garip bir şakaya maruz kalmıştı, daha doğrusu gariplikten öte 'eşek' şakasıydı bunun adı. İnsan hayatıyla dalga geçilip şaka yapılır mıydı hiç? Yapılmıştı işte...

Mevsim sonbahar aylardan eylül olunca yaz aylarının boğucu sıcakları yerini serince bir havaya bırakmıştı ve yürüyüş yapmak için ideal bir gündü bugün. Onlar üç kadın, küçük adımlar atarak aheste ahaste kaldırım taşlarına ayak izlerini bırakarak yürüdüler. Bazen durup bir vitrin camında oyalandılar bazen hesapsızca karşı kaldırıma geçtiler. Bazen tanıdık bir simaya rastladılar; ayaküstü hal hatır sordular.

Zarife Hanım gibi İlkem de seviyordu bu şehri. İlkem'e kalsa bu şehirden hiç gitmezdi ama ah o vefasızlar, ah o gamsızlar koparıyordu onu dalından. Gitmek zorunda bırakılmıştı...

Saatlerdir yürümüş ufak tefek alışverişler yapmışlardı. Nihayet biraz oturmaya kara verdiklerinde kafe tarzı bir yer seçtiler. Baya yorulmuşlardı. Biraz oturup dinlenmek şişmiş ayaklarına iyi gelecekti.

İlkem Öğretmene kalsa bu gezmenin üstüne güzel bir yemek yemeyi tercih ederdi ama Zarife Hanım, dışarıda yemek yemediği için böyle bir karar almışlardı.

Kafeye geçip kendilerine cam kenarı bir masa seçtiler. Biraz nefeslendikten sonra içecek siparişlerini verdiler. Evden çıkmadan önce kahvelerini içtikleri için üçü de meyve suyu içmeyi tercih etti. Vakit bir hayli ilerlemişti o yüzden kafede fazla oyalanmadılar. Günü güzel geçirmeni verdiği keyifle eve dönüyorlardı fakat yine aynı hisleri yaşamaya başladı İlkem...

Gözetlenme hissi. Ya da takip edilme hissi. Garip bir his...

Bu his öyle güçlü bir histi ki bütün benliğini ele geçirmiş gibiydi. Yolda yürürken sürekli içinden arkasına bakma isteği doğuyor, sanki bir el omzuna dokunacakmış gibi kendini aciz hissediyordu. Ayrıca bu hissi yaşarken diğerlerine belli etmemek için ayrı bir gayret sarf ediyordu...

Nihayet evlerinin bulunduğu caddeye gelmişlerdi ve bu İlkem'i çok sevindirmişti. Ama bu sevinci kursağında kaldı. Yani kısa ömürlü bir sevinç yaşamıştı. İyi de peşlerine biri takıldıysa evlerinin bulunduğu caddeye gelme ihtimali çok yüksekti. Hoş kapılarına kadar gelen evlerinin bulunduğu caddeye gelmek için neden çekinsindi ki? Kafasının içinden geçen senaryolar boğazında düğüm oldu. Boğazına takılan cevapları yutkundu sessizce...

Ne olursa olsun korkularını annesine belli etmemeliydi. Çok olmamıştı onca badire anlatmıştı kadın, bu kez ne olursa olsun onu bu olaydan olabildiğince uzak tutmalıydı. Bütün bunlar zihnini meşgul ederken evlerinin bahçe kapısına kadar gelmişlerdi. Uzanıp demir mazgallı kapıyı açtı. Menteşeleri paslanmış demir mazgallı kapı bahçeye doğru açılırken gıcırtılı bir ses çıkardı...

Zarife Hanım, taş döşeli yolda yorgun adımlar atarak mermer merdivene doğru yürürken İlkem'in kara gözleri annesine çaktırmadan bahçeyi taradı. Etrafta gözle görülür bir düzen bozukluğu yoktu. Herhangi bir tersliğin görünürde olmaması içine bir damla huzur serpse de hala kuşku duygusu damarlarında gezinen bir yılan gibi kanını zehirliyordu.

Zarife Hanım, kendi anahtarıyla kapıyı açıp evin içine girmişti bile. Annesinin peşinden kapıya kadar gelen İlkem, evin içine geçmeden önce bir defa daha etrafına bakındı. Kimseyi görememenin verdiği memnuniyet içine serin sular serpti.

Evin içine geçince çelik kapıyı kapattı ve emniyet zincirini taktı. Antrede ayakkabılarını çıkarıp eline aldı ve vestiyerin ayakkabılık bölümüne yerleştirdi. Vestiyerin ev terliği bölümünü açıp bölmeden rastgele bir terlik seçti ve ayağına giydi. Koridorda hızlı adımlar atarken ayağındaki terlik 'şıpıdık şıpıdık' sesler çıkarıyordu. Koridorun duvarlarında yankı yapan 'şıpıdık' sesler kulağa hoş bir melodi gibi doluyordu.

İlkem, önce odasında geçti üzerindeki kıyafetleri çıkarırken sıcak sulu bir duşun gergin sinirlerine iyi geleceğini düşündü. Kısa sürede soyunup gardıroptan kırmızı bornozunu aldı üzerine giyindi ve odasından çıkıp ortak kullandıkları banyoya geçti. Vakit geçirmeden banyonun duşa kabin bölümüne geçip duşa kabinin sürgülü kapısını kapattı ve suyun sıcaklığını ayarladı. Sıcak su çırılçıplak ruhunu arındırdıkça gerilen sinirleri gevşemeye başladı.

Kargaşadan uzak su sesinden başka bir gürültünün olmadığı ruhunu ve bedenini kirden arındıran bu küçücük kabinde saatlerce kalabilirdi. Kendisiyle baş başa kaldığı bu camdan fanus ona iyi geliyordu. Yalnızlığıyla baş başa kaldığı anlarda insanlardan soyutlanmış varlığını güvende hissediyordu.

Zaman kavramını unuttuğu cam çerçeveli kabinde ne kadar kaldığını kestiremedi. Kısa süreli de olsa boş vermişliği yaşamıştı ruhu ama yeniden yaşamın tam ortasına dönme vakti gelmişti. Banyodan çıkıp kendi odasına geçti. Odasına geldiğinde havanın kararmaya başladığını gördü. Her zamanki gibi yine suyun altında zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamıştı.

Üzerini giyip odasından aceleyle çıktı çünkü annesini merak etmişti. Mutfağın lambası yandığına göre annesi mutfakta olmalıydı. "İyi akşamlar Zarife Hanım," diye gülümsedi mutfak kapısından içeriye girerken. "Neler yapıyorsun bakalım?"

"Senin banyoya girince çıkmak bilmediğini bildiğim için akşam için bir şeyle hazırlayayım." dedim. Annesine yaklaşıp, "Özür dilerim Zarife Sultan, benimki alışkanlık işte. Ne hazırlıyorsun peki?"

"Bayat ekmek birikmiş, çay demleyip tost yapalım dedim. Sen banyoya girince bende koltukta uyuya kalmışım. Bu saatten sonra da yemek yapmaya üşendim."

"Sen hiç dert etme anne biliyorsun ben akşam kahvaltılarını severim." İlkem, elinden geldiğince annesine şirin görünmeye çalışıyordu. Çalışıyordu çünkü onun yorgun ruhu iflasın eşiğindeydi bunu biliyordu. Çok çekmişti hassas ruhu çok. Her insanın ruhu farklıydı, kimi insan dünyanın yükünü omuzlarında hiç gocunmadan taşırken kimi insanın hafif bir yükte bile beli bükülürdü. Zarife Hanım'ın hassas, kırılgan, ruhu dayanıksızdı ve en küçük dokunuşta yıkılacak türdendi.

Anne kız akşamı kahvaltıyla geçiştirdiler. Zarife Hanım, televizyonda kendi belirlediği diziyi seyrederken İlkem, kitap okumayı tercih etti. Saliseler saliseleri, dakikalar dakikaları, saatler saatleri takip etti ve yorgun bedenlerin uykuya çekilme vakitleri geldi. Zarife Hanım'ın dizisi onca reklam kuşağından sonra sonunda bitmişti. Televizyon kumandasının kapatma tuşuna basıp uzunca bir esnemenin ardından, "Sana iyi geceler kızım, benim uykum geldi. Ay vallahi uykudan gözlerim açılmıyor," deyip odasına çekildi.

İlkem, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan, "Sana da iyi geceler anne, bende birazdan yatarım." dedi.

Zaman kavramını unutup okuduğu kitabın sayfaları arasında çılgınca geziniyordu İlkem Öğretmenin ruhu. Bir anlığına okuduğu kitabın sayfaları arasından sıyrılıp yalnızlığın izdüşümünü yaşadı ruhu, ruhu yalnızlığı yaşarken yalnızlığın verdiği korkunun damarlarına sızdığını hisseti.

Elindeki kitabı kapatıp ayağa kalktı. Geç olmuştu yatsa daha iyi olacaktı. Oturma odası olarak kullandıkları odanın lambasını kapattı ve koridora geçti. Zaten evleri caddeye yakın olduğu için sokak lambalarının ışığı evlerinin her bölümünü yeterince aydınlatıyordu. Evin içerisinde hiç lamba yakmadan bile dolaşılabilirdi. Odasına geldiğinde uzanıp lambayı açtı. Önce pencerenin perdesini kapatmak istedi. Soyunup dökülecekti dışarıdan görünme ihtimali her zaman vardı. Ev içi mahremiyeti korumak gerekirdi.

Pencere yaklaşınca yüreği ağzında atmaya başladı. Hemen vücudunu yana doğru çekti. Biri vardı sokak lambasını altında. Başını montunun kapüşonu ile kapatmıştı. Yüzü seçilmiyordu ama yönü kendi penceresine doğu dönüktü. Odanın lambasını kapamak istedi ama eli ayağı boşalmış olduğu yere ayakları mıh gibi çakılı kalmıştı. Kalbinin ritmi yüksek tempoda atıyordu. Ne yapmalıydı bilmiyor hiçbir şey düşünemiyordu. Yanlış görmüş olabilir miydi? Sonuçta burası cadde üstüydü ve dakikada onlarca insan gelip geçerdi? Yani dinlenmek için veya birini beklemek için durup bekleyen biri olabilme olasılığı çok yüksekti.

Bütün bu olumsuz düşüncelerden kurtulmanın tek bir yolu vardı o da tekrar bakmak ve hala adamın orada olup olmadığını kontrol etmek. Başını usulca pencere camına doğru uzattı. Elinden geldiğince görünmemeye gayret ediyordu. Az önce gözlerinin radarına yakalanan görüntü doğruydu. Orada iri cüsseli bir adam vardı. Hiç kıpırdamadan tam olarak İlkem'in penceresine doğru bakıyordu. Korku İlkem'in damarlarına katre, katre yayılırken oksijensiz kalan beyni karıncalanmaya baş

ladı. Nefes almayı bile unutmuş dili damağına yapışmıştı.

Ne yapacaktı şimdi?

 

Loading...
0%