Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Ölüm Sessizliği B-18

@my_lore

Selam!

Nasılsınız bakalım?

Sizler iyiyiseniz bende iyiyim! Aşırı dram içeren bir bölümle geldim. Umarım bunun için bana kızmazsınız.

Keyifli okumalar dilerim.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Bölüm. 18. Ölüm Sessizliği

📖📖📖

Günün rengi soldu ve akşam saatlerinin alacası düştü yeryüzüne. Kalpler karardı topak kanla sulandı. Eli silahlı adam ahını aldı masum bir can karanlığa bulandı. Gözlerinin ışığı söndü ve yaşam enerjisi düştü. Kayıp adamın tek derdi ahını yerde koymamaktı. Ondan dolayı zihni karıştı hastalıklı kalbine düşen ateş yerini intikam duygusuna bıraktı. İntikam yemini eden ruhunu üç kuruşa Azazil'e sattı. Azazil'den aldığı güçle yıllarca ayakta kaldı. İntikamın soğu meyvesiyle tatlandı dimağı. Şimdi zihninde olgunlaştırdığı intikamın meyvesini tatmış tattığı andan itibaren de pişmanlıklar başlamıştı. Özüne dönen ruhu Azazil'in elinden kurtulmuştu fakat pişmanlığın karşılığı pahalıydı. Kısasa kısas isterdi. İlla ki bedel isterdi.

 

Zarife Hanım, akşam yemeği hazırlıyordu ama içinde garip bir sıkıntı vardı. İçindeki sıkıntının yarattığı daralma hissiyle ara da bir derin nefesler alıp veriyordu. Eline bir bardak su aldı mutfak masasının başına geçip altına bir sandalye çekerek oturdu. Henüz bir yudum su içmişti ki telefonu çalmaya başladı. Mutfak masasının üstünde fakat biraz ilerisinde olan telefonu eline alınca gülümsedi. Kızı arıyordu...

 

Hemen açma tuşuna dokunup telefonu kulağına dayadı, "Kızım nerede kaldın saatlerdir seni bekliyorum?"

 

Telefonun diğer ucundaki ses, "İyi akşamlar hanımefendi," dedi ve saliselerce bekledi. "Ben polis memuruyum, kızınızın telefonundan arıyorum. Kızınız ufak bir kaza geçirdi hastaneye gelirseniz iyi olur."

 

"Kızım!" derken telefon parmakları arasından kayarak masanın üstüne oradan da 'çat' diye bir ses çıkararak fayans zemine düştü. Elini dudaklarına bastırırken zemin ayağının altından kaydı, başı döndü ve gözleri bir kere kapanıp açıldı; düşmemek için masaya tutundu. Ne yapacağını bilemez durumdaydı. Tek yaptığı hastane, hastane, diye sayıklamak oldu.

 

Oturduğu yerden kalkmayı denedi ama dizlerinin bağı çözülmüştü ayağa kalkamadı. Güçlü olmalıydı kızının yanına gitmeliydi şimdi çözülmenin sırası değildi. "Ufak bir kaza" demişti arayan polis memuru ama onun kafasının içinden bin bir senaryo geçiyordu. Bardaktaki suyu bir dikişte içti ve ikinci denemede masadan yardım alarak ayağa kalkmayı başarmıştı lakin ayağa kalktığında başı tekrar döndüğünden sendelemişti. Tedbir olarak başını yukarı doğru meyillendirip gözlerini kapattı ve birkaç saniye öylece bekledi. Kapattığı gözlerini usulca açtığında baş dönmesinin azaldığını gördü.

 

Biraz acele etmeliydi kim bilir kızı ne durumdaydı, bunu düşünmek bile kalbini ateşe vermeye yetiyordu. Buna müteakip ağlamamak için dirayet göstermeye çalışsa da gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Uzanıp masanın üzerindeki peçetelikten birkaç tane çekti. Önce ince bir sızıntı gibi sürekli akan gözyaşlarını sildi sonra akmaya başlayan burnunu. 'Yavrum canım kızım,' diye geçirdi içinden.

 

Saliseler saniyelere eklenmiş dakikalar lehine işliyordu ve kendisinin acele etmesi gerekiyordu. İkiye ayrılmış telefonu yerden aldı ve mutfaktan çıktı. Koridoru geçip girişe yakın yerdeki portmantonun önünde durdu. Hemen askılıktan çantasını ve siyah şalını aldı. Alt bölmeden de ayakkabısını eline alıp kapı arkasına geldiğinde aceleyle giydi. Kapıyı kapatıp dışarıya çıktı ama ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Okulun bahçesini geçti geniş demir parmaklıklı kapıyı zorlanarak açtı.

Burası küçük bir kasabaydı birkaç çarşı içi dolmuş vardı o da saat başlarında belirli yerlerden geçiyordu. Okul biraz merkezden uzakta olunca gündüzleri geçer akşam olunca hiç dolmuş geçmezdi. Tek çaresi yürümekti. Şuursuzca yürümeye başladı. Ne kadar acele ederse etsin sanki bir metre yol kat edemiyormuş gibi hissediyordu. Bacakları uyuşmuş dizlerinde derman kalmamıştı. Sağından solundan insanlar geçiyordu fakat Zarife Hanım, sadece onların varlıklarını hissediyordu. Onun gözünün önündeki tek suret kızının görüntüsüydü.

 

Yürümekten nefesi tıkanmıştı sırtından oluk, oluk terler akıyordu ama o yürümeye devam ediyordu. Yanından bir ambulans acı acı siren çalarak geçtiğinde başını kaldırıp arkasından baktı. Kadın o kadar dalgındı ki; ambulansa bakmak için başını kaldırdığında hastanenin önüne geldiğini fark etti. Her düşünceyi kafasının içinden silip hemen hastanenin acil kapısına doğru yöneldi. Bu arada yanından geçip giden ambulans da acil kapısına yanaşıyordu. Neden ambulansın siren sesini her duyduğunda içi bu kadar yanıyordu. Sanki hissettiği acı bir iken iki olmuştu.

 

Kadın, şuursuzca adımlarını sıklaştırdı ve acil kapısından giriş yaptı. Hastanenin yabancısı olduğundan ayakları onu danışmanın önüne doğru sürükledi. Kızının haberini aldığından itibaren durmaksızın yürüdüğü için tıkanmıştı. Saniyelik bir zaman dilimini kullanarak soluklandıktan sonra, "Kızım burada dediler."

 

"Hanımefendi kızınızın adını söyler misiniz?" Zarife Hanım, telaşından ne sorduğunun bile farkında değildi ama danışmadaki kadın görevli inadına çok sakindi. "İlkem, İlkem Ateş!"

 

Hemen bakıyorum. "Evet, kızınızı bir iki saat önce getirilmiş kurşunla vurulma vakası."

 

Hani ufak bir kaza demişlerdi. Kurşunla vurulma vakası da nereden çıkmıştı? "Yanılıyorsunuz, benim kızım kaza geçirmiş beni arayan polis memuru öyle demişti."

 

Kadın inatla vurulma vakası diyordu ama Zarife Hanım buna inanmak istemiyordu.

"Kızım, kızım nerede yatıyor siz bana onu söyleyin. Sakın yaşamadığını söylemeyin. Nolur yaşadığını söyleyin."

 

Kapıdaki görevli polis memuru Zarife Hanım'ın bağıra çağıra ağladığını görünce yanına yaklaşarak, "Hanımefendi lütfen benimle gelin." dedi.

Memurun gözlerinin ta içine baktı kadın. Orada bir umut kırıntısı aradı. "Korkmayın kızınız yaşıyor ama ağır yaralı. Şimdi siz beni takip edin."

 

Kadının yürüyecek takati kalmamıştı ki memuru takip edebilsin.

 

"Kolunuza girmemi ister misiniz?"

 

Sadece başını sallamakla yetindi. Uzun ince koridorları geçtiler. Geniş camlı bir kapının önüne geldiklerinde durdular. "Burası ameliyathane. Kızınız şu an ameliyatta. Siz şöyle geçin," diyerek sıralı koltuk tipi sandalyelerden yer gösterdi. "Sakin olun ve bekleyin. Size burada istediğiniz bilgiyi vereceklerdir."

 

Tükenmiş varlığını sıralı sandalyelerden birine bıraktı. "Kim yapmış?" Kadının kurumuş dudaklarından bu soru usulca çıkmıştı ama kimin yaptığı zihinde oluşmaya başlamıştı.

 

"Henüz bir bilgimiz yok. Kimliği belirsiz adamın biri vurup kaçmış. Bu konuda bize yardımcı olabilecek aramamı istediğiniz biri varsa arayalım."

Başını var anlamında usulca aşağı yukarı salladı. "Oğlum." Elinden kayarak yere düşen fakat ikiye ayrılmış telefonu gösterdi. "Buradan ara."

Polis memuru kendisine uzatılan ikiye ayrılmış telefonu birleştirdikten sonra, "Oğlunuzun adı ne?" diye sordu. "İlker Ateş!"

 

Tamam, manasında başını aşağı yukarı sallayıp telefonun tuşlarına basmaya başladı polis memuru. "Şu an aradığınız kişiye ulaşılamıyor."

Polis memuru tekrar tekrar arama yaptığı halde aynı cevabı alıyordu. Şu an aradığınız kişiye ulaşılamıyor.

"Hanımefendi oğlunuza ulaşılamıyor," dedi telefonu umutsuzca bekleyen kadının avuçları arasına bırakırken.

 

Polis memuru yanından uzaklaşırken telsizden anons geçildi. Kasaba girişinde trafik kazası acil ambulans gönderin.

Beklemeye başladığı koridorda kendisinden başka kimsecikler yoktu. İçinden türlü türlü senaryolar geçiyor hiçbirinin gerçek olmaması için sürekli dualar ediyordu.

İkiye bükülmüştü beli. Kolları sıkıca sarıyordu bedenini. Bakışları zeminin fayans çizgilerini ezber ediyor zihni boşalmış düşünmeyi reddediyordu. Kendisine yaklaşan ayak sesleriyle hızlandı kalp atışları. Başını fazla hareket ettirmeden sadece bakışlarını çevirdi ayak seslerinin geldiği yöne.

Uzun boylu esmer tenli adamın, tok ayak sesleri koridorda yankılanıyordu. Tanıdık adam, burada kızını bekleyen kadına dayanak olabilirdi.

 

Genç adam yüreği yaralı kadına yaklaştıkça kadının içindeki feryatlar şekil alıyor, ete kemiğe bürünüyor ve gözlerinden yaş olarak firar ediyordu. Hıçkırıklara boğulan kadının tam olarak önüne geldiğinde durdu ve dizlerini kırarak onun vücut hizasına geldi. Uzanıp ellerini tuttu. "Zarife teyze, neler oluyor? Haberlerde alt yazı geçtiler oradan öğrendim."

 

Boğazında düğüm, düğüm olan koca bir yumruyu yutkunurken canı acıdı kadının. "Bilmiyorum. Bana da polisler haber verdiler."

Kadının ellerini hiç bırakmadan yanı başına oturdu. Şimdi sakin olalım ve gücümüzün yettiğince onun için dua edelim."

 

Onlar sessizce oturup beklemeye başlarken koridorun ucundan başka bir sima belirdi. Telaşlı olduğu her halinden belli oluyordu. Yüzü ter içinde kalmış yanakları al al kızarmıştı. "Ne yaptın Rüzgâr, bir bilgiye ulaşabildin mi?"

 

Genç adam, başını olumsuz anlamında sallarken dudakları içe doğru kıvrıldı. "Maalesef."

 

"Zarife teyze, bak biz senin yanındayız. Eminim arkadaşımız da bizi bırakıp gitmeyecektir. Güçlü kızdır benim arkadaşım."

 

Buruk bir tebessüm oturdu kadının çehresine. Yeniden bekleme koridoru sessizliğe gömüldü ve yerini tedirgin bekleyişe bıraktı. Hiçbiri birbirinin yüzüne bakamıyor gözleri aynı noktada birleşmiyordu. Her biri bakışlarını birbirinden kaçırıyordu çünkü birbirlerine verecek cevapları yoktu. Geniş cam kapı iki yanlara doğru kayarak açıldı. Yorgun bir surat ifadesiyle doktorlardan biri kapıdan çıkınca üçü de aynı anda ayağa kalktı. "K-kızım nasıl?" diye sorarken pürüzlüydü sesi. Kadının ağlamaktan sesi kısılmış kelimeler dudakları arasından çıkarken zor duyuluyordu.

Kendisine sorulan soruyu cevaplarken doktor, acelesi varmış gibi hem yürüyor hem de konuşuyordu. "Kızınızın vücuduna üç kurşun isabet etmiş. Kurşunlar hayati organlarına zarar vermemiş. Yeni ameliyattan çıktı yoğun bakıma aldık ve durumu şu an stabil. Kesin bir şey söylemek için yirmi dört saatin geçmesi lazım. Geçmiş olsun!"

 

Tam o esnada bir kargaşa oldu. Yanlarından hızla geçen sedyede yatan genç bir adam vardı ve kan revan içinde inliyordu. "İlkem!"

"İlkem" sesini duyan Zarife Hanım, sedyenin peşinden koştu. Görevlileri yararak sedyede yatan gence ulaşmaya çalışıyordu. "İlkem," iniltiye benzer bir ses. Gencin yüzü gözü kanlar içindeydi ama sesini tanımıştı. "Oğlum!" Sedye ilerledi cam kapı açıldı kapandı. "Oğlum!"

Cam kapıya dayandı var gücüyle bastırarak 'açın' diye bağırdı. Ne kapı açıldı ne sesini duyurabildi. Elleri tutunduğu kapıdan aşağıya doğru sıyrıldı ve dayanıksız bedeni külçe gibi fayans zemine yığıldı. "Zarife teyze!"

Ömür, yetişip kucakladı ve en yakın müdahale odasına taşıdı.

 

&&&

 

Üç el ateşlenen tabanca sesini duyan genç adamın dudakları arasından bir feryat kopmuş, ani bir reflekse frene basmıştı. Son surat giden otomobilin frenine basınca, otomobil taklalar atarak şarampole yuvarlanmış ve ancak durabilmişti. Otomobil takla atarken genç adam, kırılan camdan fırlayarak feci şekilde yaralanmıştı. Bir saate yakın olay yerinde kalmış daha sonra hastaneye getirilmişti; arada bir bilinci açılıyor "İlkem!" diye iniltiye benzer sesler çıkarıyordu.

 

Esasında acil kapısından anne-oğul birlikte girmişlerdi ama birbirlerinin varıldığından bihaberdiler; acil müdahaleden sonra ameliyatın gerekliliğine karar verilmiş tam ameliyathaneye götürülürken Zarife Hanım, oğlunu tesadüfen görmüştü.

Ondan sonra da ipler tamamen kopmuştu. Kızı ve oğlu aynı ameliyathanede ve dışarda bekleyen bir anne ne kadar ayakta kalabilirse o da o kadar ayakta kalabilmişti.

Saatler birbiri üstüne devriliyor ve tedirgin bekleyiş devam ediyordu. Kızı yoğun bakımda oğlu ameliyattan yeni çıkmış onu da yoğun bakıma almışlardı. Bu kez bekleyiş yoğun bakım ünitesi önünde devam ediyordu. Orta yaşlı tombul yüzü sevimli bir hemşire çıkınca yoğun bakım ünitesinin kapısından Ömür, hafifçe kalktı ve hemşireye doğru yürümeye başladı. "Hemşire hanım!"

Sesin yankısıyla adımlarını duraksatan hemşire başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi.

 

Ömür, kendinden emin adımlarla hemşireye doğru yürürken adımlarını sıklaştırdı. "Hemşire hanım, saatlerdir bekleyen bir anne var iki çocuğu da yoğun bakımda acaba yardımcı olabilir misiniz?"

 

Hemşire kesin bir dille, "Olmaz, hastalar henüz kendine gelmedi uyutuluyor," dedi.

 

Tombul hemşirenin kaşları birbirine yakınlaşırken gözleri kısılmaya başlamıştı. "Ömür!"

 

Eliyle alnına vuran Ömür, "Hay Allah, ben sizi nasıl tanıyamadım? Ben de diyorum tanıdık birine benziyor."

 

Hemşire, etrafını göz gezdirirken yüksek sesle konuştuğunun farkına varınca sesinin tonun kıstı. "Nasılsın bakalım, annenler nasıllar?" Hemşire, tanıdık çıkmış nihayet şansları dönmüştü. "İyiler, kuzen iyiler. Sen nasılsın?"

 

Hemşire Seval, "Yakınların mı?" diye sordu.

 

Genç adam, sorulan soruya cevap vermeden önce yüzü gölgelenirken soluğunu yeniledi ve yerine yeni bir soluk aldı. Gözkapakları aşağı indi ve tekrar kalktı. "İçeride yatanlar benim arkadaşlarım. Hem de en yakın arkadaşlarım. Bak karşıda oturan kadın da onların annesi; lütfen hiç olmazsa annelerinin görmesine izin ver!"

 

Seval Hemşire, adımladı ve gözünün içine yalvarır gibi bakan kadının ayakları dibine geldiğinde durdu. "Hanımefendi gelin benimle ama sadece camın dışından görebilirsiniz."

 

Zarife Hanım oturduğu sandalyenin kolluğuna bastırarak ayağa kalkmaya çalıştı ama kalkamadı. Saatlerdir kapı önlerinde aç susuz beklemekten yorgun bitap düşmüştü.

 

Seval Hemşire, "Ömür, istersen sende refakatçi olarak gel baksana kadının ayakta duracak hali kalmamış." dedi.

 

Kadın, çocuklarını göreceği için heyecan basmış dizleri titriyordu; çenesi öyle kuvvetli titriyordu ki dudaklarını bir araya getiremiyor sadece dişlerini sıkıyordu. İkiliyi steril bir şekilde hazırladıktan sonra yoğun bakım ünitesine aldılar. Ortama ölüm sessizliği ve soğukluğu hâkimdi. Zarife Hanım, yoğun bakım ünitesinin havasını solumaya başladığında içi ürperdi ve içinden dışına bir soğukluk yayılmaya başladı. Şu an üşüyordu sadece üşüyordu başka hiçbir şey hissetmiyordu. Ellerini koltuk altlarında birleştirdi kollarıyla vücudunu sıktı.

Seval Hemşire, camlı bir bölmenin önüne gelince durdu. "Burası," diyerek camlı bölmenin dışından içeriyi gösterdi. "Sizden ricam, lütfen sessiz olun," diye de uyardı.

 

Zarife Hanım, ellerini cama yapıştırdı, çocukların birbirine paralel yataklarda makinelere bağlı yatarken görünce içli içli ağlamaya başladı. "Yavrularım. Sessizce yatıyorlar. Ben onların seslerini tekrar duyabilecek miyim acaba?" derken sendeledi.

 

Kolundan tutup destek olmak isteyen Ömür, "Tabii duyacaksın Zarife teyze, üstelik eskisinden daha iyi olacaklar."

 

Yüreğini yaralı anne, "İnşallah," temennisinde bulunup tekrar cama yapıştı. Kadının içindeki yangın onları ölüm uykusunda gibi gördükçe daha çok harlanıyor ve kalbi ığıl, ığıl kanıyordu.

Saliseler dakikalara dem vurduğunda Seval Hemşire, yan odadan çıktı ve yanlarına geldi. "Teyzeciğim, vakit doldu. Bak biz her an buradayız. Sen sakın onların haline bakıp da korkma, şimdilik biz onları uyutuyoruz. Bu onlar için gerekli."

 

Geldikleri gibi çıktılar yoğun bakımdan. Kalktıkları yere tekrar oturdular. Onların yokluğunda Rüzgâr, birer bardak çay alıp gelmişti. "Zarife teyze, aç acına duruyorsun, bir bardak çay içsen biraz kendine gelirsin."

 

Kadın başını olumsuzca sağa sola sallarken, "İçemem, çocuklarım orada yatarken ben çay içemem." dedi.

 

Ömür, çay bardağını kendi eline aldı, "Zarife teyze, bak sende gördün iyiler sadece uyutuyorlar. Hem hemşire de tanıdık çıktı onlarla daha yakından ilgilenir. Onlar uyandığında seni ayakta görsünler; lütfen iç şu bir bardak çayı kırma bizi." dedi.

 

Israr üzerine içten içe titreyen parmaklarını karton bardaktaki çaya doğru uzattı Zarife Hanım. Bir yudum içti. Sıcak çay boğazından geçerken zorla yutkundu. Saatlerdir sık sık nefes alıp vermekten dili damağı kurmuş boğazından bir yudum çay bile aşmaz olmuştu. Bir yudum daha bir yudum daha aldı.

 

Hıçkırıklı bir nefes alıp verirken bakışları bir noktaya kilitlendi ve gözleri buğulandı. Nefesi sıklaştı gözleri büyümeye başladı. Hırsla ayağa kalktı kalkarken de elindeki karton bardak düştü, dökülen çay zeminde koyu bir leke bıraktı.

"Senin ne işin var burada?" Yüksek seviyede çıkan ses koridorun duvarlarına çarptı, duvarlara çarpan sesin ekosu kulakları tırmaladı.

 

Bütün bakışlar aynı anda ayak seslerinin geldiği yöne kaydı. Orta yaşlı adamın ayakları olduğu yere mıh gibi çakılı kaldı. Zarife Hanım, bir adım daha attı. Gözleri alev saçıyordu. "Senin ne işin var burada, dedim?"

📖📖📖

Zarife Hanım kime kızmış olabilir?

Bölüm hakkında genel bir görüş alabilir miyim?

 

Loading...
0%