@my_lore
|
Yeni ve biraz daha uzunca bir bölümle geldim. Umarım severek okursunuz. Oy vermeyi ve satır arası yorum bırakmayı unutmayın lütfen. Keyifli okumalar... 📖📖📖 Evlerini gözetleyen kişi veya kişiler vardı ama kendisi yerinden bile kıpırdayamıyordu. İlkem Öğretmen, çaresizlik içinde kıvranırken korku bedenini esareti altına almıştı. Ne yaparsa yapsın vücudunun titremesine engel olamıyordu. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki göğüs kafesi kalbine dar gelmeye başlamıştı. Korku ruhuna kök saldığı için neredeyse düşünmeyi bile unutmuştu. Sürekli dudaklarını dişliyordu. Öyle ki; dudaklarını dişlemekten dudak derisi bir kat soyulmuş ve kanamak üzereydi. Yavaş yavaş yaşadığı şoku üzerinden atmaya başlayınca ilk aklına gelen fikir odasının lambasını kapatmak olmuştu. Belki lambayı kapatırsa evlerini gözetleyen şahıs görüldüğünü düşünüp gözetlemekten vazgeçerdi. Bu düşünceden anında vazgeçti. Görüldüğünü düşünürse bu daha fena olmaz mıydı? Perdeyi kapatabilirdi. Bunu da yapacak cesareti yoktu. Tekrar aynı görüntüyle karşılaşmak istemiyordu. Telefon geldi aklına. Telefonla istediği yeri arar yardım çağırabilirdi. Peki, ama kimi arayacaktı? Polisi arasa onlar gelene kadar adam kaçıp gidebilirdi. Başını olumsuz anlamında sağa sola sallarken, derisi soyulmaya başlamış dudaklarına acı bir tebessüm yayıldı; daha vücudunu yerinden kıpırdamazken telefonu komodinin üzerinden nasıl alacaktı? Olumsuzluk silsilesine daha fazla dayanamayan dermansız dizleri vücudunu taşıyamaz oldu ve yaslandığı duvardan kayarak yere çöktü. Gözlerinden süzülen tuzlu su, esmer yanaklarını ıslatarak önünde birleştirdiği ellerinin üstüne damladı. Biliyordu ağlamak zayıflık değildi ama korkuyu kabullenmek zayıflıktı. Silkelenmeli ve kendine gelmeliydi. Her seferinde böyle yıkılırsa nasıl ayakta duracaktı? Korkmak doğal bir refleksti. Beynin dışardan gelecek zararlara karşı aldığı bir tedbirdi ama asıl korkaklık korkuyu kabullenmek ve elin kolun bağlı durmaktı. Kendisi bunu yapmayacaktı. Ne pahasına olursa olsun gidip o telefonu alacak ve araması gereken yerleri arayacaktı. Nefesini yeniledi dizleri üzerinde yürüyerek komodinin üzerindeki telefona ulaştı. Telefonu eline alınca içinde tuttuğu nefesi dışarıya üfledi. Şimdi birazcık da olsa rahatlamıştı. En azından birilerini arar ve yardım isteyebilirdi arık. Polisi aramayı zaten baştan elemişti. Uzun tüylü, rengi solmuş halının üzerine bağdaş kurarak oturdu ve sırtını yatağına dayayarak rahatlamaya çalıştı. Hem buradan hiçbir şeklide dışarıdan görülme ihtimali de yoktu. Aklına düşen fikirle gülümsedi... Polisi aramak istemediğine göre ikiz kardeşi İlker'i arayabilirdi. İlker, baba mesleğini seçmiş ve astsubay olmuştu. Boylu poslu, atletik bir fiziğe sahipti. Tıpkı babası gibi erkek kardeşi de mesleğini severek yapanlardandı. Babası aklına düşünce yüzünü buruşturdu. Zaten her şey onun yüzünden yaşanmıyor muydu? Şimdi o rahat yatağında horlayarak uyurken kendisi burada korkunun pençesinde kıvranıyordu. Zihnine düşen olumsuzlukları bir tarafa itti. Şimdi bunları ne düşünmenin ne de hayıflanmanın sırasıydı. Elinde tuttuğu telefonun rehberine girerek, kardeşinin isminin üzerine tıkladı. Arama sesi kulağına dolarken kardeşine ulaşabilmeyi diledi. Telefonu defalarca çaldırmasına rağmen açan yoktu. Tam ümidi kesmiş bir kez daha şansını denemek için kapanan telefonun arama tuşuna basmak üzereydi ki heyecanlı bir ses, "İlkem!" dedi. Kulağına fısıldayan sesin tınısı kalbine tatlı bir huzur gibi yayılırken dakikalardır tuttuğu nefesini bırakıverdi. "Merhaba İlker. Bir saattir arıyorum neredesin?" Tamam, kardeşi İlker ile aynı yaştaydılar ama İlkem, ona abla gibi davranırdı. Onlar ikiz kardeştiler birinin canı yansa diğeri o acıyı hissederdi. İlkem'in 'Neredesin?' sorusu İlker'in kulağına dolduğunda zihninde kocaman kocaman sorulara yol açtı. Çünkü kız kardeşinin sesi ağlamaklı geliyordu. Ki onun ağladığına pek sık şahit olamazdınız. "Sen iyi misin?" İlker, 'İyi misin?' diye sorunca İlkem'in gerilen sinirleri boşalmış ve hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Avuç içleriyle ıslak yanaklarını silerken, "İyi değilim!" İlker, kız kardeşinin sesindeki yıkılmışlığı duyunca kalbine onlarca bıçak saplandı. Ne olmuş olabilirdi ki? Oysa kız kardeşi İlkem, yıkılmaz bir duvar gibi her zaman dimdik ayakta durmasını bilen biriydi ve çelik gibi sağlam sinirlere sahipti... "Bu gece nöbetim vardı. Ben nöbet yerlerini teftişe çıkmıştım. Telefon arabada kalmış son anda yetiştim. Sen ondan mı kızdın bana?" İlkem, ne yapsa gözlerinden akan yaşa engel olamıyordu. Ağladığı için sesi tarzlı çıkıyordu. "Yok, ona kızmadım. Sadece çok gerginim." Kız kardeşinin gerginliğinin sebebini deli gibi merak eden İlker, kesik kesik nefes alıp vermeye başladı. Aşırı tepki veren vermekte de yerden göğe kadar haklı olan İlker, yüksek perdeden konuştu. "Nedenini anlatacak mısın artık?" Kardeşinin yüksek perdeden çıkan sesiyle irkildi kuş gibi kanat çırpan kalbi. "Biri var bizim evi gözetleyen! Ben çok korkuyorum." Kilometrelerce uzaktan endişeyle çırpındı yüreği, sevdikleri için. "Emin misin?" İlkem, olabildiğince kısık bir ses tonlamasıyla konuşuyordu. Hatta konuşurken elinin biriyle ağzını kapatıyordu. "Sen bilmiyorsun. Haftalar önce biri bizim kapının önüne isimsiz bir zar bıraktı, aynı gün içerisinde kapıya tehdit içeren yazı yazdı. O olaydan sonra yani bugüne kadar hiçbir eylemle karşılaşmadım, ondan dolayı şimdiye kadar çok rahattım. Ama bu gece onu gördüm. Bizim evi gözetliyordu. Ben çok korkuyorum..." İlker, duydukları karşısında şaşkına dönmüş nefes almayı bile unutmuştu. "Ah be kızım, bütün bunları şimdi mi anlatıyorsun? Peki, zarf da ne yazıyordu?" Biliyordu yaşadığı olayları birine anlatmalıydı ama annesinin kulağına gitmesinden çekinmişti. Onu yeni bir girdabın içine daha çekmek istememişti. "Şey, yazı babam adına yazılmıştı." "Nasıl yani?" İlkem, yanaklarındaki ıslaklığı silerken bir fırt burnunu çekti. "Ateş Komutan, yaktığın yerden yanacaksın,' diyordu. Tabi bir de kapıya yazılan yazı var. Kapıya yazılan yazı kan kırmızısı sprey boya ile yazılmıştı. 'Gölge gibi peşinizdeyim..." İlker, duydukları karşısında ecel terleri dökmeye başladı. Terleyen alnını avuç içleriyle kurularken, "İnanamıyorum ya, kim neden yapar ki bunları?" İlkem, derin bir nefes alıp oflayarak geri bırakırken, "Bilmiyorum! Bir bilebilsem zaten ona göre bir tedbir alacağım ama maalesef bilmiyorum!" İlkem, ikiz kardeşine konuyu anlattıkça rahatladığını fark etti. "Şimdi ne olacak İlker? Şu an odanın lambası açık ve ben oturduğum yerden kalkıp onu kapatmaya bile korkuyorum. Pencerenin perdesini kapatmak istiyorum bırak kapatmayı pencerenin önüne bile yaklaşamıyorum?" ..."Sen bütün bunları yaşadın ve bize hiçbir şey anlatmadın öyle mi? Neden İlkem, neden? Bana veya babama anlatabilirdin." Cümle içerisinde 'baba' sözcüğü geçince İlkem'in kan beynine sıçramıştı. "O senin baban benim değil. Eğer benim babam olsaydı..." dedi ve boğazına dizilen kelimeleri yutkundu. Şimdi her şeyi saydırıp dökmenin ne yeri ne zamanıydı. "İlker, onun adından söz ederek çıldırtma beni. Annem bir şey fark etmeden sen ne yapabilirsin onu söyle bana?" Kız kardeşinin hassasiyetini anlıyordu. Babasını neden affedemediğini biliyordu ama arada bir ona babasını hatırlatarak nabız yokluyordu. Belki affeder bağışlar diye düşünüyordu, çünkü kendisi onlardan uzakta yaşıyordu ve her zaman endişe içindeydi. Babası aynı şehirdeydi. Kız kardeşi babasını affederse belki onları babasına emanet eder içi bir nebze rahat olurdu. Ama onun yaşadıklarını da göz ardı edemiyordu. Kız kardeşi inadında haklıydı ve sırf bu yüzden onun üzerine fazla gitmiyordu... "İlkem, şimdi beni iyi dinle. Sakın korkma. Önce odanın lambasını kapat sonra da perdeyi sıkıca kapat. Ondan sonra benden haber bekle. Sakın korkma, ben beş dakikaya sana geri dönerim." "Hayır, ben lambayı kapatmak için kalkmak istemiyorum. Şu an yerde yatağımın dibinde oturuyorum. Ne yapacaksan yap acil bana geri dön." Kapanan telefonu elinde çevirmeye başladı. Kardeşinin dediğini yapabilir miydi acaba? Kalıp odanın açık lambasını kapatsa mıydı? Hayır, bunu yapacak gücü kendinde bulamıyordu. Beklemeliydi. Kardeşi beş dakikaya geri dönerim demişti. Beş dakika dediğin ne kadar sürecekti ki çabucak geçerdi. Bakışlarını telefondan ayırıp odanın duvarlarında gezdirdi. Odanın fildişi boyası baya kirlenmişti. Aman boş ver zaten kış geldi ancak ilkbahara boyatırım diye geçirdi içinden. Telefona baktı sadece bir dakika geçmişti. Başını gardıroba çevirdi. Evlendiğinde almıştı ama hala yeniydi. Eşyanın tabiatı bile insandan dayanıklıydı. Oysa kedi ruhu çoktan eskimiş yaşlanmıştı. Biyolojik yaşı henüz otuzunda bile değildi ama ruh yaşını yetmişinde gibi hissediyordu. Telefonun ekranına tekrar baktı. Tamı tamına iki dakika geçmişti. Yerde iki büklüm oturmaktan bacakları karıncalanmaya başlamıştı. Karıncalanmaya başlayan bacaklarını açılsın diye biraz uzattı. Bakışları bu kez yatak odasındaki çalışma masasına kaydı. İki kişilik ahşap bir masaydı. Evlendiklerinde mutfak masası olarak almışlardı. Masanın başköşesinde duran ve kendi isminin yazılı olduğu kalemliği görünce yutkundu. Onun ne büyük bir hatırası vardı. O kalemliği her gördüğünde kalbi acı içinde kıvranırdı ama yine de atmaya kıyamazdı. İçli bir nefes alıp verdi. Beş dakika dediğin bazen bir ömür kadar uzun sürebiliyordu. Üç dakika... Dört dakika... Sıkılgan bir nefes daha alıp verdi. Telefon sessizdeydi ve İlkem, bunu unutmuştu. Elindeki telefonun titremesiyle irkildi. "Bismillah" deyip işaret parmağını kambur yaparak damağını kaldırdı. Açma tuşuna basıp, "İlker!" diye seslenecekti ki... "Takipteyim!" Telefonuna gelen mesajı görünce nutku tutuldu. Kanının damarlarından çekildiğini hissetti. Titreyen elleri arasından telefon kayarak yere düştü. Çığlık atmamak için eliyle ağzını kapattı. Aldığı nefesler ciğerlerine yetersiz gelirken boğazını tıkayan yumrular nefes alıp vermesini zorlaştırıyordu. Yutkundu. Bir daha yutkundu. Hayır... Tıkanmıştı ve nefes alamıyordu. Nasıl bir oyunun içerisine düşmüştü? Elinden kayarak yere düşen telefonun titremesiyle tekrar kasıldı bütün vücudu. Telefonu eline almak şöyle dursun bakmaya bile cesareti yoktu. Ama telefon ısrarla çalmaya devam ediyordu. Göz ucuyla baktığında nihayet derin bir nefes alabilmişti. Titreyen elleri telefonu sıkıca kavradı. "İlker!" Telefonun ucundaki ses, yüksek sesle konuşuyordu. "Neden açmıyorsun şu lanet telefonu? Seni niyetin beni burada meraktan çıldırtmak mı?" İlkem, boğazına dizilen hıçkırıkları yutkundu. Konuşmak istiyordu ama konuşamıyordu. "S-sen bilmiyorsun!" Anlık bir duraksama yaşandı. "Ne-neyi?" Telefon sessizliğe gömüldü... "Alo İlkem." Ses yok. "Alo İlkem." Ses yok. İlker, sanki sesini kilometrelerce uzaktan duyurabilecekmiş gibi bu kez etrafındakileri umursamadan sesinin tonunu en yüksek perdeye çıkardı. "İlkem... Aç şu kahrolası telefonun aç..." Yine ses yoktu... İlker, elindeki telefonu öfkeyle yere fırlattı. Artık gerilen sinirleriyle baş edemiyordu. Öyle ki eli ayağı sinirden zangır, zangır titriyordu. Aldığı nefesleri bir türlü geri veremiyor, boğuluyor hissini yaşıyordu. Sağ eliyle boğazını tutarken sol eliyle alnına bir şaplak attı. Emrine tabii olan askerlere aldırış etmeden akan gözyaşlarını serbest bıraktı... "Komutanım iyi misiniz?" sorusuyla kendine gelen İlker: "Telefon. Biriniz bana telefon bulsun." Askerler birbirlerinin gözlerine baktı. Onların açıktan telefon kullanması yasaktı ki nasıl telefon bulsunlar. Askerlerden biri İlker'in yere öfkeyle fırlattığı telefonu yerden aldı. Telefonun koruma kabı vardı ve hiçbir şey olmamıştı. Sadece telefon yere çarpınca koruma kabı bir tarafa telefon bir tarafa fırlamıştı. Kırılan sadece sert plastikten yapılma koruma kabı idi. "Komutanım telefon çalışıyor." "Ver!" Asker sormaya çekiniyordu ama komutanını bu kadar sarsan şeyin ne olduğunu da merak ediyordu. "K-komutanım yardıma ihtiyaç varsa!" Asker çekinerek sorduğu soruya bir cevap alamamıştı. Çünkü İlker Komutan, hiç kimseyi duyacak durumda değildi... Ezbere bildiği numarayı tuşladı. Birkaç uzun çalışın ardından telefon açılınca sabırsız bir ses tonlamasıyla, "Baba!" diye seslendi. Oğlunun telaşlı çıkan sesi baba Ateş Komutanı, endişeye sevk etti. "Neyin var oğlum?" İlker, olup biteni babasına bir solukta anlattı. Baba İbrahim Ateş, nöbette olduğunu söyledi ve İlker'e yardım etmesi için izinli olan bir arkadaşına yönlendirdi. "Oğlum sen hiç merak etme. Ben şimdi arkadaşımı arıyorum ve evin etrafında arama yaptırıyorum. Arkadaşımın numarasını sana mesaj olarak atıyorum. Olaylardan beni de haberdar etmeyi unutmayın sakın." Tam telefonu kapatacaktı ki, İlkem'in kendisini aradığını gördü. Hemen açma tuşuna bastı. "Neredesin kızım sen? Beni burada meraktan çıldırtmak mı senin niyetin?" "Şarjım bitti." Oysa telefon birden yüzüne kapanınca aklına neler, neler düşünmüştü de kafayı yemişti. İlker şarjın bittiğini öğrenince nihayet rahat bir nefes alabilmişti. Kendisi neden bu olasılığı hesaba katmamıştı ki? Gerçi o an hiçbir şey düşünecek durumda değildi. "Şimdi beni iyi dinle. Senin telefon kapanınca babamı aramak zorunda kaldım. Ne hikmetse babam da bu gün nöbetteymiş. Adam her kimse bütün bunları hesap ederek hareket ediyor olmalı. Babamın bir arkadaşı vardı hani. Mutlaka onu sende tanırsın? Suat amca. İlkem, hiç düşünmeden cevap verdi. "Evet tanıyorum. Üstelik evleri bize çok yakın." İlker'in endişeden arınmış rahat çıkan sesi, "Hah işte. Şimdi Suat amca, gelecek ve evin etrafını kontrol edecek. Sonra da bize bilgi verecek tamam mı? Suat amcanın telefon numarasını şimdi sana mesaj olarak atıyorum." İlker, mesaj deyince İlkem, biraz önceki mesajı hatırladı. Mesajın ona yaşattığı duygular tekrar vücuduna sirayet etmeye başlayınca, avuç içleri terlemeye içine yayılan korkunun emareleri yüreğini titretmeye başladı... "İlker..." İlkem'in sesinin rengi kapkaranlık çıkmıştı, gece gibi zifiri karanlık. "Efendim İlkem! Bir şey mi oldu?" "Biraz çabuk olun..." Hala sesi titriyordu kız kardeşinin. Peki, ama neden? Biraz önce ona her şeyin kontrolleri altında olduğunu söylememiş miydi? "Tamam güzelim. Ben sana en kısa zamanda geri dönüş yaparım. Her hangi bir olumsuzluk yok öyle değil mi?" Mesaj meselesini kardeşine söyleyip söylememekte kararsızlık yaşıyordu. "Suat amca gelene kadar biraz konuşsak?" Kardeşinin dilinin altında vardı bir şeyler. Onun tanıdığı İlkem, bu değildi. O, cesaretli ve kimseye eyvallah etmeyen biriydi. Bütün meselelerini tek başına çözebilen bir karakterdi. Tamam, yaşadığı bu olay onun sinirlerini yıpratmış olabilirdi ama gerçek İlkem, bu değildi. Şimdi durduk yere neden bu kadar tırsak davranıyordu ki? Gerçekten onu anlamakta güçlük çekiyordu. "Sen her şeyi bana anlattığından emin misin?" Sustu, çünkü kilometrelerce uzaktan kardeşini telaşlandırmak istemiyordu. Zaten bu gece onu yeterince germişti daha fazlasına gerek yoktu. Nasıl olsa birazdan Suat amcası gelecek bu da onu biraz rahatlatacaktı. "Özledim..." 'Özledim' kelimesi İlker'in yüreğine karabasan gibi çöktü. Cevap veremedi sadece yutkundu. "İzin alabilirsem yarından tezi yok gelirim. Hem bende çok özledim..." "Tamam," deyip telefonu kapattı ve beklemeye başladı. Beklemek şu an dünyanın en zor işiydi. Koridordan gelen sese telefonun titreşim sesi karıştı. Heyecan içinde çırpınan kalbine yine korku musallat oldu...
|
0% |