@my_lore
|
Merhaba Temas ailesi, nasılsınız? Güzellerim güzel yüreklilerim, bu bölüme bol bol yorum ve oy bekliyorum. İlkem Öğretmen'in ve arkadaşlarının hikayesi tozu dumana katarak ilerliyor. Henüz arkadaşlarıyla tanışmadınız ama eli kulağında gelirler birazdan. Keyifli okumalar diliyor ben aradan çekiliyorum. 📖📖📖 Huzursuz günler uykusuz geceler geçirmişti. Uzunca bir süre de ılık suyun altında kalınca derin bir uykuya dalmıştı yoklukla kıvam almış ruhu, hala kendini garip bir rüyanın içinde sanıyordu. Saate bakmak istemişti fakat bilinci bunu reddetmişti. Tekrar başı yastıkla buluşmaya ramak kala kapı zilinin aralıksız çalan sesiyle ayıkabilmişti. Saat kaçtı ve kim neden kapılarını alacaklı gibi çalıyordu? Kara gözleri ağır ağır kısılmaya başlarken zihnini toparlamaya uğraştı. Korkmalı mıydı? Bilinmezlik çukurunda sıkışıp kalan ruhu kötü senaryolar yazmaya başlamıştı bile. İyi amaçlı biri gecenin bir yarısı gelip kapılarının ziline basmazdı sanırım? Kızım sen hala uyanık olduğundan emin misin? Asıl iyi niyetli biri kapı ziline basar. Hırsızın veya uğursuzun biri olsaydı kapı ziline basmak yerine saklı gizli hareket ederdi. Şu an olduğu gibi; kapıyı kıracakmış gibi yumruklamazdı herhalde. Sahi kapı zili susmuş yumruklanmaya başlamıştı. Zihninden geçenler belki doğruyu söylüyordu ama telaşa kapılmış hislerine uyan bedeni yatağın içine doğru kaymaya başladı. Yorganın ucundan tutup kendine doğru çekiştirdi. Titreme seansına giren ruhunu zapt etmek kolay değildi lakin dirayetli olmalıydı. Her ne olursa olsun cesaretin ipini elinden bırakmamalıydı. Usulca attı yorganı üstünden fakat bu arada sesler kesilmişti. Bu iyiye mi işaretti bilemedi. Sessizliği kara bir çarşaf gibi tam orta yerinden 'cart' diye yırtan sesin tınısı doldu kulaklarına. "İlkeeem!" Kulakları sağır edercesine bağıran bu ses, kardeşi İlker'in sesinden başkası değildi. Nerede hangi şartta olursa olsun tanırdı bu gür ve cırtlak sesi. Elyaf dolgulu baharlık yorganı bir hamlede üzerinden attı. Çıplak ayakları fayanslı zemine her bastığında kaygan sesler çıkarıyordu. Kapıyı açmaya yeltenirken kim olduğunu sorma gereği duymadı zira gelenin kim olduğunu biliyordu. 'İlkeeem!' diye bağırırken böğürtlek çıkan sesin nağmeleri öfkesinin gazabından pay aldığı kesindi... Çelik kapıyı ardına kadar araladı. Elinin birini duvara yaslayarak vücuduna destek veren bir adet bitap düşmüş İlker, vardı karşısında. Kim bilir kaç zamandır kapı önündeydi. Kızarmış göz akları onun neler yaşadığını kanıtlıyordu. İlker, kız kardeşini karşısında ezik büzük görünce hiç ses etmedi sadece derin bir nefes alarak ölümcül bakışlar attı. İlker'in bir şey söylemesine gerek yoktu zaten bakışları bütün gerçeği yüzüne haykırıyordu. Kızım saatlerdir kapı zilini çalıyorum neredesin? Onlarca mesaj attım görmedin mi? Kapı önünde beklemekten ağaç oldum ağaç. Ölüm uykusuna mı yattın? Benim de sabrımın bir sınırı var. Başınıza bir fenalık geldi sandım ve daha buna benzer birçok haykırış vardı gözlerinde... Bizim kızın yaptığı tek şey, sinirliyken gözü dönen kardeşinin bakışlarından gözlerini kaçırmak oldu. Onun öfkesi saman alevi gibiydi fakat bu kez uzun süreceğe benziyordu çünkü fal taşı gibi açılmış gözleri yuvasında fıldır, fıldır dönüyordu. Beklemesi ve onun karşısında biraz sakin kalması gerekliydi. "Özür dilerim, duymadım, duyduktan sonra da açıp açmamak konusunda tereddüt yaşadım. Malum konu..." derken sinirden köpürmüş kardeşine duygu sömürüsü yapmak istedi. Tek amacı onu biraz yatıştırmaktı. Yoksa bu tür eylemlere yeltenmezdi. İlker, kardeşini anlıyordu ama saatlerdir yol çekmiş sonra da kapı önünde mahsur kalmıştı. Kapı zilinin düğmesine her bastığında ölüp, ölüp dirilmişti. Başlarına fena bir iş geldi sanmış bu da onu ölesiye korkutmuştu. Hiç konuşmadı büyük boy valizin kulpunu kavradı içeriye geçmek için hamle yaptığı sırada İlkem, kardeşine yol vermek için kenara çekildi. Elindeki valizi hole bıraktı ve ayağıyla bütünleşmiş gibi duran botlarını çıkarmaya başladı. İlkem, vestiyere doğru yürüdü terlik bölümünü açtı ve üzeri deri kaplama erkek terliğini kardeşinin önüne usulca bıraktı. Kardeşi biraz rahatlayınca öfkesinin geçeceğini biliyordu. Gece gibi derin sessizliği "Neler oluyor, bu gürültü de ne?" diye soru soran kadının sesi bozdu. İlaç aldığı halde Zarife Hanım, bile ağır uykusundan uyanmıştı. İlker'i karşısında görünce sarsak adımlarla oğluna doğru yürümeye başladı. Hiç beklemediği bu sürpriz onu duygulandırmıştı. Maviş gözlerini kapatırken kucağını açtı. "Oğlum!" Uzun uğraşların sonunda nihayet botlarını çıkarmayı başarmıştı İlker. Önüne konan terliği ayağına giyerken 'oğlum' sesiyle içine ılık ılık bir şeylerin aktığını hissetti. Anne sesinin kulağına eşsiz bir melodi gibi üflenmesi bütün gerginliğini alıp götürmüştü. Kollarını iki yanlara doğru kocaman açarken, dudakları yay gibi gerildi. Gerilen dudaklarına tebessümün en vefalısı asılırken, "Annem!" diye sarıldı. Üçgen vücut hatlarına sahip olan İlker, uzun boyluydu. Annesi de kısa sayılmazdı ama onun fiziği babasına çekmişti. Zarife Hanım, oğluna sarılınca başını göğüs kafesine gömdü. Oğlunun huzurlu göğüs kafesinde kayboldu bütün varlığı. Başını kaldırıp öptü gözlerinden. Sarıldı, sarıldı, sarılmalara doyamadı. İlker, her zaman yaptığı gibi annesi tekrar tekrar sarılınca kucaklayıp havaya kaldırdı. Ayakları yerden kesilen Zarife Hanım'ı döndürmeye başladı. "Ay, başım dönüyor yapma oğlum," diye nazlansa da oğluyla cilveleşmeyi pek severdi. Sırtını soğuk duvara yaslayıp ana-oğulun hasreti dindiren soluklarını sessizce izleyen ilkem, kardeşinin gelişine gerçekten çok sevinmişti. "Öksüz gibi bakma öyle, gel bakalım!" diyerek kız kardeşini kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. "Oğlum, neden bu saatte geldin? Geleceğini haber de vermedin?" İlker'in dudakları yana doğru kayarken yanağında iki dalga oluştu. Yanağında oluşan deniz dalgaları kıyıya vuran suyun mutluluk çığlıklar gibiydi. "Anne haber etmedim çünkü haber etseydim ben gelinceye kadar senin meraktan uyumayacağını biliyordum," dedi annesinin boynuna kolunu dolayıp kendine doğru çekerken. "Hem sürpriz yapmak istedim." "En azından bana söyleseydin," diyen İlkem, alınmış gibi yaparak gözlerini devirdi. "Haklısın güzellik haklısın da izin almam biraz zor oldu. Bu aralar birlikte yoğun bir denetim var. İzin alır almaz yola çıktım," dedi ve elini ağzına götürüp esneme isteğini bastırmaya çalıştı. Sol kolunu dirsekten kırıp kalp hizasına doğru kaldırdı. Uzun kol gömleğinin bilek kısmından tutup yukarı doğru çemredi. Metal kordonlu saatine baktı. "O, saat baya geç olmuş. Kızlar ben çok yorgunum. Öğlenden beri hiç durmadan direksiyon sallıyorum. Şimdi yatalım yarın sabah her şeyi detaylıca konuşuruz. Okey?" Zarife Hanım, oğlunun sırtını sıvazlarken, "Tamam oğlum. Sen yat dinlen. İlkem kızım, sende valizi getir, eşofman falan çıkaralım." İlker yüzünü buruşturdu. "Yok, anne ya valizi hiç açmayın içi kirli çamaşır dolu. Hem benim odamdaki dolapta fazla kıyafetlerim vardı onlardan alır giyerim." "Bari bir duş alsaydın oğlum..." İlker odasına doğru yollanırken eliyle kalsın işareti yaptı. "Sabah kalkınca alırım anne... Şimdi çok yorgunum çok..." Anne-kız sürpriz misafirin ardından bakakaldılar... &&& Sabah evin içini buram, buram kahvaltı menüsünün kokusu sarmıştı. Gerçi sabahta sayılmazdı saat neredeyse 10.30 geliyordu. İlkem, gidip kardeşinin yatak odasının kapısını usulca açtı. Onu uyandırmanın en etkili yolu buydu. Yemek kokusu... Açık kapıdan odanın içine dolan mis gibi börek, çörek, ekstra melemen kokusu burun deliklerinden geçip beynine sirayet edince göz kapakları aniden açıldı. Tekrar kokladı. Etrafına bakındı. Kendi evinde olmadığı kesindi. İçine dolan tarifsiz mutlulukla üstündeki yorganı ayak-uçlarına doğru attı. Ne banyoya geçti ne de lavaboya. Koklaya, koklaya mutfağın yolunu buldu. Kurt gibi açtı, çünkü dün öğlenden beri bir tek lokma geçmemişti boğazından. Onca zaman boğazından geçen tek şey ise yarım litrelik su olmuştu. Kahvaltı masasına bir kedi sessizliğinde yaklaşarak bir dilim peynirli böreği aşırıp ağzına tıktı. Böreği sadece ağzının içinde bir tur çevirip çiğnemeden yuttu. Yutarken de "Günaydın kızlar," demeyi ihmal etmedi. Zarife Hanım, oğlunun yaptığına şaşkınlıkla bakıyordu. "Oğlum elini yüzünü yıkasaydın bari." Masanın başına çoktan kurulan İlker, "Açım anne açım, sonra yıkarım." Elindeki melemen tavasını masaya bırakan Zarife Hanım, "Olmaz ki oğlum böyle, her tarafın pislik içinde," diyerek yüzünü kaşımaya başladı. Titiz bir kadındı. Kirden tozdan hiç haz etmezdi. Kahvaltıdan sonra valizi ve içindekileri çamaşır suyuna bastıracağı kesindi. İlkem, masaya oturdu kaşlarını havalandırarak annesini gösterdi. 'Tamam' anlamında başını aşağı yukarı sallayan İlker, dudaklarını birbirine bastırarak ellerini havaya kaldırdı. "Tamam, kızlar teslim oluyorum, siz kazandınız," deyip masadan kalkarken bir dilim böreği de ağzına atmayı ihmal etmedi. Kardeşinin annesini mutlu etmek için yaptığı şaklabanlığa gülümserken, "Bu çocuk uslanmaz bir deli ya, kime çektiyse? Baksana hala çocuk ruhlu..." Zarife Hanım, içli bir nefes alıp verdi. "Bana çekmediği kesin." Uzanıp annesinin elinin üzerine kendi elini koydu. "Anneciğim takma kafana. Gör bak bundan sonra her şey yoluna girecek." Bir lokmalık ekmeği melemenin suyuna bandırdı. "Umarım yoluna girer kızım, umarım. Bir kere düzen bozulmaya görsün ondan sonra zor düzelir. Açıkçası benim hiç ümidim yok." İlker, mutfak kapısından giriş yapınca sözler askıya alındı. "Bensiz ne yaptınız bakalım kızlar?" "Hiçbir tabağa el sürmedik emin ol." 'Hah hay' diye geniş çaplı bir kahkaha atan İlker, "O kadar da gözünüzde büyütmeyin canım ben doydum sayılır." Anne kız birbirlerine bakışmakla yetindiler. "Sen doyduktan sonra bile dokuz köfte yersin be." Elini göbeğinin üzerine götürüp okşar gibi yaptı. "Kızım bu bünyeye anca yetiyor. Abartma istersen." Zeytinyağına biber salçası katılarak kavrulmuş yeşil kırma zeytinin sosuna ekmeğini bandıran İlker, yüzüne olanca ciddiyeti takınarak, "Anlatın bakalım kızlar, duyduğuma göre gizli bir hayranınız varmış?" Kardeşinin sorusuyla İlkem'in vücudunu bir ürperti yokladı. Kaşları kendiliğinden çatılırken bir dilim domatese çatalını batırdı. Çatalına batırdığı domatesi ağzına atı ve çiğnemeye başladı. Olgun domatesi çiğnedikçe dimağına mayhoş bir tat bırakıyordu. "Biraz ciddi olur musun lütfen!" Elindeki çatalı masaya 'pat' diye bıraktı. Masaya bırakılan çatalın çıkardığı metalik ses rahatsız edici boyuttaydı. Arkaya doğru yaslanan İlker, önündeki kuplu çay bardağından bir yudum aldı. Şekersiz çayın acımsı tadı boğazından geçip midesine inerken yutkundu. "Ciddi olmadığımı nereden biliyorsun? Hayatımda hiç olmadığım kadar ciddiyim şu an!" dedi ve çay bardağını sert bir hareketle masaya bıraktı. Çocukları birbirine sesini yükseltince Zarife Hanım'ın elleri önce boynuna oradan da yüzüne doğru gitti. "Çocuklar germeyin beni." Masaya dirseklerini dayayıp ellerini çenesinde birleştirdi İlker. "Tamam anne sakiniz. İster istemez geriliyoruz işte. Karşımızda mutlak bir sorunun olduğunu biliyoruz ama neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz. Cidden bu beni çıldırtıyor." Oturduğu sandalyeyi biraz daha masaya doğru çeken İlkem, "Şöyle yapalım, bildiklerimizi bir kâğıda yazalım ve üstünden geçelim." Kız kardeşinin teklifi yüzünde alaycı bir ifade oluşturdu. "Tam senlik bir teklif, bir öğretmenden başka ne beklenirdi ki?" Bedenini geriye doğru çekerken kollarını birbirine dolayıp göğsünde birleştirdi. Kardeşinin alayvari sözleri onu incitmişti. "Beğenmediysen senin teklifini görelim beyefendi." Kız kardeşiyle didişmeyi seviyordu ama şimdi kısa kesmeliydi. Gerçekten ortada ciddi bir konu vardı. "Alındın mı kızım ya? Alınma, alınma. Teklifini küçümsediğim için öyle demedim bilakis doğru bulduğumu ima etmek istedim." Bir çocuk gibi dudaklarını büzen İlkem, "Yalancı, kıvır kıvır. Bende bir fikir yok deme de." Zarife Hanım, ayağa kalkıp masayı toplamaya başladı. Boş tabakları itinayla üst üste koyarken kafasının karışık olduğu her hareketinden belli oluyordu. Ne zaman suspus olsa aklından geçenleri kafasında bir yerlere oturtamadığı içindi. Boşalan masanın üzerinde yeterince alan açılınca İlker; "Öğretmenim, getir bir kâğıt kalem de bildiklerimizi bir arya toplamaya başlayalım istersen," dedi ve rahat bir tavır sergileyerek arkasına yaslandı. Bir süre sonra anne hanım, kahve cezvesini ocağa sürerken, ikiz kardeşler de masaya yumulmuş bir şeyler yazıyorlardı. İlkem Öğretmen, büyük bir titizlikle bildiklerini kâğıda döküyor, kardeşi de her satırı harfi harfine okuyordu. "Ne?" diyen cırtlak bir sesle irkildi iki kadın. Şaşkın bakışlar çoktan İlker'in yüz hatlarında gezintiye çıkmıştı. Sesinin fazla çıktığından bihaber olan genç adam, önce annesine sonra kız kardeşine baktı. Niye bu kadar tepki verdiğini kanıtlamak ister gibi işaret parmağını okuduğu yerin üstüne basılı tuttu. "Şaka mı bu ya? Adam sana mesaj atıyor ve sen bunu benden saklıyorsun? Kızım bu adam senin telefon numarana nasıl ulaştı?" Parmak uçlarını saç diplerinde gezdirerek tutam tutam çekiştirdi. Cümle içinde mesaj kelimesine takılan anne hanım, kahvenin taştığını son anda fark etti. "Adam bir de mesaj mı atmış? Ne istiyor bizden anlamadım ki?" Kabuğuna sığmayan İlker, ayağa kalktı ve mutfak kapısıyla balkon kapısı arasında volta atmaya başladı. "Bizimle ne derdi olacak kesin babamla ilgili bir konudur." Sağ elini yumruk yapıp sol elinin avuç içine vurmaya başladı. "Gerçi ben babama konuyu defalarca anlattım ve kendisiyle bir ilintisi olup olmadığını sordum. Benim bildiğim bir şey yok diyor." Zarife Hanım, nadide bir insandı ve her zaman vicdanı rahat uyumayı tercih edenlerdendi. "Oğlum, anlayıp dinlemeden adamı suçlamayalım o zaman." Tezgâhın üzerindeki kahve fincanını aldı koca bir yudum içti. Kahvenin enfes tadı ağız içinde muazzam bir aroma bırakırken boğazından kayarak midesine doğru yolculuğa çıktı. "Anne, anneciğim. Söyler misin bana, bizim kime ne yaptığımız var? Adamın biri çıkmış evimizi abluka altında alıyor. Bu da yetmezmiş gibi bize tehditler savuruyor." Annesine doğru iyice eğildi. Şimdi göz gözeydiler. İşaret parmağını kendi yüzünün çehresinde gezdirdi. "Bak anne iyi bak. Karşında duran adama iyi bak. Bu adam kuru gürültüye pabuç bırakacak biri gibi mi duruyor?" Anne oğul kahve fincanlarını alıp masa başına geçip oturdular. Annesi de biliyordu oğlunun deli doluluğunu, bir şeyi kafaya taktı mı boş durmayacağını. Onun derdi başkaydı. Oğlunun bir çılgınlık yapmasından ve canına zarar gelmesinden korkuyordu... "Oğlum, elbette boş durmayacağız ama henüz gerçeği bilmiyoruz. Yok, yere birilerini suçlamak olmaz. Yani adamın bizimle ne gibi bir derdi var belli değil ki." Anne oğul birbiriyle takışırken İlkem, mesajlarına bakıyordu. "Ne çok mesaj atmışsın İlker." Kahvesinden bir yudum daha alan İlker, "Kızım önce mesaj atayım dedim annem uyanmasın diye. Genellikle senin geç saatlere kadar uyumadığını biliyordum." İlkem Öğretmen, bir taraftan kardeşini dinliyordu diğer taraftan da mesajları okuyordu. Başını telefondan kaldırmadan konuşmaya devam etti. "İlker'ciğim az kalsın bomba haberi unutuyordum. Merak etme kardeşim yakın zamanda bütün bu sorunları arkamızda bırakacağız inşallah." dedi ve tekrar mesajları okumaya başladı. Merak duygusunun susuz bıraktığı dudakları arasından tek bir kelime savruldu. "Nasıl?" Öğretmen Hanım'ın yüzüne memnuniyet duygusu yayıldı. "Ben peşimize takılan adamdan önce zaten tayin istemiştim. Tayin dilekçem kabul edildi. Allah'ın izniyle bir iki güne kalmaz buradan gidiyoruz..." Tutuk kalan İlker'in yüzü renkten renge girdi. "Benim bundan niye haberim yok?" Uzanıp kardeşinin yanağından bir makas alan İlkem, "Sevinmedin mi yoksa? İnan benim de hiç umudum yoktu ama annemin rahatsızlığını mazeret göstermiştim. Zaten cevap daha dün geldi. Sen de geleceğim deyince sürpriz yapmak istedim." İlker'in yüzü yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Bu haber onu şapkadan tavşan çıkaran bir sihirbaz kadar keyiflendirmişti. "Her işte bir hayır vardır derler. Bakarsınız başımıza açılan bu bela da kendiliğinden çözülür..." Genç adam, daha sözünü bitirmeden İlkem'in yüzü sararıp solmuştu. Gözleri telefonun ekranına takılı kalmış vücudu kaskatı kesilmişti. İnce uzun el parmakları hayretinden bir karış açık kalan ağzını kapatıyordu. İlk tepki ikiz kardeşi İlker'den geldi. "Ne oldu? Gözüne far tutulmuş tavşan gibi tutuk kaldın?" diye sorarken kardeşinin elinden telefonu aldı. Bu kez afallama sırası ona gelmişti. "Allah kahretsin, bu adam ne yapmaya çalışıyor?" deyip telefonu tam yere fırlatacakken İlkem, kaptı elinden. Elinden alınan telefonu tekrar kardeşinin elinden alırken, "Ver kızım şu telefonu kimmiş bu densizliği yapan bir öğrenelim." "Şey, ben daha önce baktım numarasını gizlemiş."
|
0% |