Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Sürpriz Gelişmeler B. 12.

@my_lore

Merhaba, can okurlar!

Nasılsınız?

Satırları okumaya başlamadan önce sizlere keyifli okumalar diliyorum...

📖📖📖📖

İlkem, telefonuna gelen son mesajı kimin gönderdiğini bilmediğinden ister istemez merak duygusu ağır basıyordu. Mesajın peşlerine düşen adamdan olmadığı kesindi. İlk başlarda ondan geldiğini düşünüp çok korkmuştu; tehdit etmeyi bırakıp sapıklığa mı başladı, diye.

Gördü ki mesajı gönderen ile peşlerinden olan aynı kişi değildi, çünkü mesajı atan her kimse telefon numarası vardı. Tamam, rehberinde kayıtlı olmayan bir numaraydı ama peşindeki adam gibi numarasını gizleme gereği duymamıştı. Yoksa tanıdık biri miydi? İsmini kaydetmeyi unutmuş olabileceği bir yakını olabilir miydi? Bu tez her zaman ihtimaller dâhilindeydi fakat geri dönüş yapıp yapmamak arsındaki ince çizgide gidip geliyordu işte. Son zamanlarda az şeyler yaşamamıştı onun için olsa gerek çekinceleri vardı. Kendi içinde çok mücadele etti geri dönüş yapmak ve kim olduğunu öğrenmek adına ama sonunda sağduyusu galip geldi. Bilinmeyen ve rehberinde olmayan bir numaraya cevap yazmaktan vazgeçti.

Bu mesaj olayını da annesinden gizledi İlkem. Biliyordu bir şeyleri gizledikçe omzuna binen yük ağırlaşıyordu ama hasta bir kadının olmayan psikolojisini de iyiden iyiye bozmak istemiyordu.

Geçip giden her gün yeni bir güne gebeyken zaman hızla geçip gidiyordu. Kasaba, öğrenciler ve İlkem, yavaş yavaş birbirlerine alışıyorlardı. Onun tek sorunu çektiği uykusuzluktu. Bu sorunu da kitap okuyarak gidermeye çalışıyordu. Yine saatler gece yarısını çoktan vurmuştu ama İlkem, hala uyanıktı. Okuduğu romanın sayfaları arasında kaybolmuşken ani çalan telefon sesiyle irkildi bedeni. Bismillah, deyip işaret parmağıyla üst damağını kaldırdı. Okuduğu kitabın yaprağını kıvırıp kitabı kapattı. Şaşkınlıkla kimin aradığına bakmadan açma tuşuna dokundu ve telefonu kulağına götürdü. Bu saatlerde bir tek arayan olurdu o da kardeşi İlker. Nöbetçi olduğu geceler saatin kaç olduğuna bakmaz kız kardeşini arardı.

“Alo!” Sessizlik. “Alo kimsiniz?” Sessizlik. “Kardeşim konuşmayacaksan neden arıyorsun?” Cevap olarak sadece nefes alıp verme sesi ve pat diye yüzüne kapatılan telefon. Kimdi bu hem gecenin bir yarası arayıp hem de konuşmak istemeyen dengesiz sapık. Ne yani onun nefes alıp verişinden etkileneceğini sevgili falan olmayı mı isteyeceğini düşünüyordu; geri zekâlı, diye tısladı.

Uykusuzluğuna bir yenisi daha eklenirken elyaf dolgulu yorganı sinirle boğazına kadar çekti. Kara gözleri yuvasında fıldır-fıldır dönüyor kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. Yarıda bıraktığı romanı tekrar eline aldı fakat zihni dağıldığı için okuma isteği yok olmuştu. Sayfaları rasgele çevirdi derin bir nefes alıp yanaklarını şişirerek geri verdi. Konuyu toparlamak için birkaç sayfa geriden okumaya başladı.

Okudukça boşalan zihni kendini yeniledi ve okuma isteği geri geldi. Kitaptan başını kaldırdığında ise tan yeri çoktan ağarmış alaca karanlık penceresinin camını yalıyordu. Kitabın kapağını kapatıp komodinin üzerine bıraktı. Yatağın içinde saatlerdir aynı pozisyonda kaldığı için beyni uykusuzluktan bedeni oturmaktan uyuşmuştu.

Yorganı usulca ayakuçlarına ittirip vücudunu yatağın kenarına doğru kaydırdı. Otuz yedi numara ayakları hemen yatağın önünde duran ev içi terliği bulup giydi. Niyeti önce pencere camını açıp odayı havalandırmaktı fakat adım atmaya başladığında darbe üstüne darbe yemiş bedenini melankoliye tutulmuş gibi hissetti. Öyle ki kollarını kaldıracak gücü yoktu.

Yavaş ve sakin adımlarla pencereye doğru yürüdü. Pencerenin önüne geldiğinde durdu ve pencerenin bir kanadını açtı. Ortalık sarı turuncu renklerin birbirine karıştığı kızıllığa bürünmüş, gökkuşağını andıran renkler gözlere muazzam bir şölen sunuyordu.

Bu kızılın vurgun tonu İlkem’i uykusuz gecenin sabahından alıp uzak diyarların bin bir gece masallarına taşımış ve beraberinde beynindeki olumsuzlukları silip süpürmüştü. Yerine ise yeşersin diye sevinç tohumları ekmişti.

Seher vaktinin kirlenmemiş bakir havasını bir solukta içine çekti; körelmiş beyninin kıvrımlı odacıklarına oksijen gitsin diye. Sonra sorular sordu kendi kendine. Sahi her yeni gün yeni doğan güneşle birlikte yeni bir umudu beraberinde getir miydi? Her umut içine düştüğü çukurdan çıkmaya ipten bir merdiven uzatır mıydı? Kollarını iki yanlara doğru açıp bekliyorum, dedi bekliyorum. Bir kez daha derinden bir nefes alarak seher vaktinin bakir havasını içine çekmişti.

Yine sabah olmuş yine gün doğmuştu ama neyse ki bugün hafta sonuydu. Uykusuzluk başına vurmuş ayakta duramıyor ne yaparsa yapsın gözleri açılmıyordu. Bütün gece kapanmamak için inat eden gözleri şimdi ne diye açılmıyordu acaba? İradesi buraya kadar dayanmıştı. Beyni ne kadar uyumamak için dirense de vücut direnci bir yere kadardı. Esneme isteğini bastırmak adına elini ağzına götürüp bastırdı ve usulca yatağın içine doğru süzüldü. Yumuşacık yastığa başını koyduğunda gözleri kendiliğinden kapanmıştı…

“Kızım neredeyse öğle oldu, uyanmayacak mısın artık?”

Zarife Hanım’ın sesiyle yavaşça göz kapaklarını aralamıştı İlkem. “Saat kaç anne?” genç kadının sesi derin kuyudan gelir gibi ekoluydu. Saat 10.30 cevabına inanmaz gözlerle alık alık baktıktan sonra,

“O kadar olmuş mu ya?” diye sordu annesine.

Zarife Hanım, açık camı kapatırken, “Benim baktığımda öyleydi. Tembellik ettiğin yeter hadi kalk da kahvaltı yapalım.”

Yatağın içinde sağa sola dönüp gerindiğinde peşinden uzun uzun esnedi İlkem. “İlaç alıyorsun anne. Keşke beni beklemeyip sen kahvaltını yapsaydın.”

Olumsuzca başını sağa sola sallayan Zarife Hanım, “Yalnız kahvaltı yapmayı sevmediğimi biliyorsun kızım, hadi artık mızmızlanmayı bırak da poponu kaldır şu yataktan.”

Kızının neler yaşadığını bir bilseydi ama bilmiyordu kadın, bilmediği için de kızının bu kadar üstüne varabiliyordu. Üstelik gece boyu uykusuz kalan İlkem, öyle derin bir uykunun içine düşmüştü ki hala sarhoş gibiydi. Mecburiyetin hükmü altında bezgin bir surat ifadesiyle baharlık yorganı beline kadar sıyırdı ve mayışık bedenini yatağından kaldırdı. Uyunmamak için uğraş veren körpe bedenini yatağın kenarına kaydırıp bacaklarını aşağıya doğru salındırdı. Kocaman bir esnemenin verdiği rehavet ve kırpışan göz kapaklarını elleriyle ovuşturdu yoksa önünü göremeyecek haldeydi. Sonrasında ayaklarını yerde sürüyerek ortak kullandıkları banyoya geçti.

Banyoya geçtiğinde lavabonun karşısında durup suretine baktı; tanınmayacak haldeydi. Yanakları içe çökük gözaltları torbalanmış ve yorgun bir yüz çehresi vardı. Suyu açmak için musluğun başlığını iki tur çevirdi. Musluktan akan suyun sesi melodik bir ezginin nağmeleri gibi kulaklarında geçip hücrelerine erişiyordu. İki elini birleştirip havuz yaptı ve oluşturduğu havuza dolan suyu yüzüne hızla çarptı; bir avuç daha, bir avuç daha. Suyun soğukluğu yüzüne çarptıkça uykusu açılıyordu.

Banyodan çıkıttan hemen sonra hiç oyalanmadan mutfağa geçti, “Günaydın anne!” derken sesindeki isteksizlik bariz bir şekilde belli oluyordu.

Zarife Hanım, “Sana da günaydın ama gün çoktan aydı be kızım, baksana öğle oldu.” dedi.

İlkem, lakayt bir görüntü çizerken durgun suratına, “Zarife’ciğim bugünün hafta sonu olduğunu unutuyorsun galiba?” dedi. Gülüştüler…

Keyifleri yerine gelen anne-kız birlikte kahvaltılarını yaptılar. Kahvaltının üzerine birer fincan sade kahve içtiler. Zarife Hanım, kahvesini yudumlarken arkadaşı Neslihan’ı aramıştı. Kadın arkadaşını arayınca İlkem’in aklına dün koruluktaki konuşma gelmişti.

Sude’yi aramak...

Onu arayıp buraya davet edebilirdi. Ömür’ün uzatmalı aşkına bir şans verebilirdi. Belki de evlenirlerdi. Kurduğu hayal gözbebeklerinin sevinçle parlamasına neden olmuştu. Ne güzel olurdu. Belki de eski günlerdeki gibi yeniden bir araya gelebilirlerdi. Belkiler çoğaldıkça Sude’yi arama isteği artıyordu.

Telefonun tuşlarına art arda bastı. Üçüncü çalışın ardından “Alo ben Sude, kiminle görüşüyorum?”

Eşsiz bir melodi gibi kulağına yayılan sesin ezgisi ve aklına düşen muzırlık, “Senin Sude olduğunu ben biliyorum da görüyorum ki biz unutulmuşuz. Üstelik ben aramazsam senin arayıp soracağın yok da yine duramayıp arıyorum işte?”

“Kızım formaliteden kim olduğunu sordum, çocukluk aşkımı tanımaz olur muyum? Şaka yapayım dedim fırsat vermedin.”

"Ne bileyim, kim olduğumu sorunca rehberinde adım yok sandım. Görüşmeyeli uzun zaman oldu nasıl gidiyor hayat, sen nasılsın?”

"Nasıl olduğumu hiç sorma, bugünlerde iyi değilim.”

“Neyin var, neden iyi değilsin. Kötü bir şey yoktu umarım.”

Sude, karşı tarafın heyecan barındıran merakını hissettiğinde, sesinin ayarını sıradanlığa indirdi. “Korkma benim bir şeyim yok aşkım, biraz annem bunaltıyor beni. Babam ile sürekli kavga halinde. Ben de daraldım artık resmen psikolojim bozuldu.”

"Ne yani, annen benim canım öğretmenim ile kavga mı ediyor? Bak şimdi size çok kırıldım. Kızım baban kim kavga etmek kim, bir türlü aklım almıyor doğrusu?"

Sude, işlerin karıştığını anlayınca olaya açıklık getirmek isteyerek, "Yanlış anlaşılmasın, kavga eden ben değilim annem!" dedi.

İlkem, sesinin düzlemine bilgelik yüklerken kendine olan öz güveni tamdı. "Orasını anladım tatlım. Ben annenin kavga nedenini soruyorum. Sizinkilerin kavgacı insanlar olmadığını bildiğimden.”

“Senin de söylediğin gibi bizimkiler kavgacı insanlar değiller, hele babam hiç değil. Kadın menopoza mı girdi nedir. Her önüne gelene sebepsizce çatıp kavga ediyor.”

"Sen ciddi misin, annenin yaşı menopoza girecek kadar ilerledi mi?”

İlkem’in sorusu Sude’nin derin bir iç çekmesine neden olmuştu. Öyle bir iç çekmişti ki; neredeyse nefesi telefondan geçip İlkem’e kadar ulaşmıştı.

"Bana kalırsa yaşla alakası yok. Her kadının menopoz yaşı farklı olabiliyormuş. Gerçi annem gençte sayılmaz. Baksana kızım bizler bile koca koca insanlar olduk, yaşlandık.”

“Biz onun adına yaşlandık demeyelim tatlım. Olgunlaşmak diyelim, çünkü böylesi kulağa daha hoş geliyor.”

"Sen beni sorguya çekmeyi bırak da görüşmeyeli sen neler yaptın onu söyle?”

Sude’nin sorusu karşı tarafın kafasının üstündeki sarı ışığın yanmasına neden olmuştu. “Benim hayatım senin hayatın gibi monoton değil güzelim. Kısa zamanda çok şeyler sığdırıyorum yaşantıma. Sorduğun için anlatıyorum yoksa lafı uzatıp seni sıkmak istemem. Neler yaptığıma gelince. Öncelikle sana bomba gibi bir haberim var. Yok, iki haber!”

Sude’nin biraz önceki durgun ses gitmiş yerine daha enerjik bir ses tonu gelmişti. “Haberler bende diyorsun yani? İtiraf ediyorum şu an meraktan çatılıyorum. Hadi ama anlat ne anlatacaksan?” İlkem, aklına düşen fikrin hayat bulması için onun merak duygularını biraz daha kamçılamak istemişti.

"Önce sana bir soru. Bil bakalım ben şu an neredeyim?"

Sude, düşünme gereği duymadan sorulan soruya cevap vermişti. "Kız nerede olacaksın büyük ihtimalle evindesin.”

"Hayır, canım bilemedin biraz daha düşünmen lazım.”

"Gerçekten merak ettim nerede olabilirsin acaba?”

İki arkadaş arasındaki bilmeceli konuşmaya son veren İlkem olmuştu. “Kızım kırk yıl düşünsen nerede olduğumu tahmin bile edemezsin. En iyisi nerede olduğumu seni daha fazla yormadan ben söyleyeyim. Söylüyorum sıkı dur. Hani çocukluğumuzun geçtiği ilkokulu birlikte okuduğumuz kasaba vardı, hatırladın sanırım? Kasabayı unutmuş olamazsın çünkü bu varsayımı düşünmek bile istemiyorum. İşte ben tam olarak orada yaşıyorum. Hem de okuduğumuz ilkokulda öğretmenlik yapıyorum…”

Sude, "Ne?" diye bir çığlık attıktan sonra tekrar konuşmaya başladı. Genç kızın, sesinin tonunda özlem ve hasret vardı. “İnanamıyorum. Sen ciddimsin? Gerçekten kasabada mısın? Kıskandım resmen. Peki, kasaba nasıl? Her şey eskiden olduğu gibi yerli yerinde duruyor mu?”

Sude, tam olarak İlkem’in istediği kıvama gelmişti.

"Kızım kasabayı bu kadar merak edip özlediysen hemen çık gel. Hem gelirsen kendi gözlerinle görürsün. Hadi sana iyi geceler. Öpüyorum çok. Görüşmek üzere,” dedi ve özellikle sözü uzatmadan telefonu kapatacakmış gibi yaptı.

Niyeti konuşmayı kısa kesmekti, çünkü Sude’yi kasabaya getirmenin yolu biraz hırslandırmak ve heveslendirmekten geçiyordu. Madem buraya gelerek kendine yeni bir hayat inşa etmek istiyordu, neden inşa edeceği bu hayatın içinde arkadaşları da olmasındı…

Sude, "Kız dur hemen kapatma. İşyerinden izin alabilirsem otobüse atladığım gibi hop oradayım, bekle beni.” dedi.

Umursamıyormuş gibi yaparak daha da abarttı işin boyutunu İlkem. "Teklif var ısrar yok. Gelmek istersen kapımız her zaman sana açık; beklerim tatlım.”

Telefonun diğer ucunda Sude’nin yakarışları yankılanıyordu. "Kızım ben gerçekten ciddiyim. Üstelik buralardan uzaklaşmaya ihtiyacım var, zira her şeyden bunaldım artık.”

"Tamam, o zaman en kısa zamanda görüşmek üzere.” Bunu derken içinden kıs kıs gülüyordu İlkem.

Sude, "Bak şimdiden seninle konuşmak bana iyi geldi. Her zamanki gibi insana iyi gelen bir tarafın var.” dedi telefonu kapatmadan önce.

Başını olumsuz anlamında sağa sola sallarken dudak büktü kendi yokluğuna. İyi gelsem kendime iyi gelirdim. O senin kalbinin güzelliğinden arkadaşım. İç dünyasını kapatıp tekrar Sude’ye döndü. "Tekrardan iyi geceler sana, hoşça kal.”

Telefon konuşmasının üstünden birkaç gün geçmişti. İlkem, sınıfındaydı ve Türkçe, dersi işliyordu. Sınıfın kapısı minik vuruşlarla art arda tıklatıldı. “Gel,” sesinden sonra sınıfa giren nöbetçi öğrenci, "Öğretmenim, seni-i birisi soruyor," diye kelimeleri uzatarak konuşmuştu.

Genç öğretmenin kaşları bilinmezlikle birbirine yakınlaştığında, "Kim?" diye sordu.

Nöbetçi öğrenci “Şey, öğretmenim bir kız!" dedi sıkkınca.

"Kız mı, hani nerede?"

Öğrenci, "Öğretmenim, okulun bahçesinde bekliyor!" dedi.

İlkem, "Nöbetçi öğrenciye tamam," dedikten sonra kendi öğrencilerine seslenerek, "Çocuklar siz 13 ve 14. sayfayı okuyun ben hemen geliyorum," deyip haber getiren öğrencinin peşinden hızlıca çıktı sınıftan.

Okulun bahçesine çıktığında kılavuz öğrenciye, "Hani nerede?" diye sordu.

“Bak işte orada öğretmenim!”

Elini yüzüne vuran güneşe karşı şapka yapıp alnına koydu. Gözlerini kamaştıran güneş ışığından korumak için kara gözlerini iyice kısıp öğrencinin tarif ettiği yöne doğru baktı. Baktığı doğrultuda gördükleri içinden kocaman bir çığlık atmasına sebep olmuştu. Oydu ve gelmişti. Sude'nin yanına giderken koşar adımlarla yürüdü.

Nefes nefese yanına vardığında, "Hoş geldin canım!" derken yanağına sulu bir öpücük kondurdu. Gözlerine inanamıyordu. Geleceğim demiş ve gelmişti.

"Kızım geleceğim dedin geldin, gelişinle nasıl mutlu oldum bunu sana anlatamam."

Peş peşe sorular sorduktan sonra o narin pamuk gibi elinden tutup şöyle kendi ekseni etrafında bir tur attırdı. "Kızım sen ne güzel olmuşsun böyle?"

İlkem, öyle çok konuşuyordu ki neredeyse Sude’ye konuşma fırsatı vermiyordu. Bunların hepsi mutluluktandı. Yoksa çok konuşkan biri değildi.

Nihayet çok konuştuğunun farkına varıp Sude’ye konuşma fırsatı vermişti. "Beni utandırıyorsun İlkem…"

Sude, o kadar naif biriydi ki bunu söylerken bile yanakları kızarıyordu.

"Kızım iltifat değil bunlar. Kendine dönüp bir baksan anlarsın iltifat olmadığını. Cidden küçük hanımefendi olmuşsun sen."

Sude, gerçekten bir hanımefendi gibiydi. Kişiliğiyle olsun, giyim kuşamıyla olsun her zaman bunu dışa yansıtırdı. Güneş’in yakıcı sıcağından korunmak için üzerine giydiği elbisenin kumaşından kurdelesi olan, beyaz geniş kenarlı bir şapka takmıştı başına. Puantiyeli bir elbise giymişti. Elbisenin kolları kabarık, geniş eteğinin boyu dizinin altında bitiyordu. Tek kelimeyle şahaneydi ve kıskanmamak elde değildi.

İlkem, “Sude tatlım, beni burada beş dakika bekler misin?” diyerek Sude’den ayrıldı ve soluğu okul müdürünün yanında aldı. Misafiri olduğunu izin istediğini belirtti.

Müdür zaten anlayışlı bir adamdı. "Tamam, ben senin yerine derslere girerim sen misafirin ile ilgilen." dedi.

İstediği izni alan İlkem, hemen arkadaşına koştu. Öyle mutluydu ki; neredeyse sevinçten etekleri zil çalıyordu. Sude'nin gelişiyle unuttuğu duygular yeniden yeşertmişti kalbinde. O tadımlık hisleri uzanıp tutası geliyordu; çünkü uzun zamandır böyle hislere kalbinde yer yoktu.

Evleri zaten lojmandı ve okulun bahçesi içindeydi. Müdürden izin alır almaz tekrar Sude’nin yanına döndü İlkem. “Buyur tatlım, gidelim!” derken kibar bir dille önden yürümesi için yol gösterdi.

Sude, şaşırarak arkadaşının yüzüne bakarken, “Siz lojmanda mı oturuyorsunuz? Kızım senden iyisi yok, yine dört ayaküstüne düşmüşsün.”

İlkem, gözlerini devirerek içinden ‘ya ne demezsin ne demezsin,’ diye geçirdi. Kapı önüne geldiklerinde heyecanını bastırmak adına durup nefeslendi İlkem. Uzanıp kapı ziline basarken nefes egzersizi işe yaramamış heyecanı ikiye katlanmıştı zira annesinin tepkisini çok merak ediyordu.

Zarife Hanım, sorgusuz bir hareketle kapıyı açmış kapıyı açar açmaz da bakışları güzelliğiyle göz kamaştıran kıza kaymıştı. İlkem, dudaklarını iki yanlara doğru gererek gülümserken yanağındaki gamze belirgin bir hale gelmişti.

Zarife Hanım’ın bakışları bu kez de mutlulukla gülümseyen kızına kaydı. Onu bu kadar mutlu görmeyeli çok olmuştu. “Misafirimiz var anne!”

Zarife Hanım, kapı önündeki misafirin kızının öğretmen arkadaşlarından biri olduğunu düşünürken, “Misafirimizin kim olduğunu sormayacak mısın?” Kızının sorusu üzerine Sude’yi daha yakından görmek istermiş gibi yaklaştı ve dikkatlice bakmaya başladı.

Bu bakışma dakikalara dem vururken Zarife Hanım’dan hala bir ses seda yoktu ama onun hal ve hareketlerine bakılacak olursa bu tanışma seansı uzun süreceğe benziyordu. Bir süre sonra işaret parmağını havaya kaldırıp ileri geri salladı. "Bir dakika kim olduğunu hatırladım galiba.” Elini ağzına götürüp şaşkınlığını bastırmaya yeltenirken "Kızım sen Sude değil misin? Tıpkı babana benziyorsun. Bak bak çekik ela gözlerin aynı baban. Neydi adı, dur bakalım şimdi hatırlayacağım? Kemal Öğretmen. Yanlış hatırlamıyorsam annenin adı da Saniye, olacaktı.”

Sude, nazlıca gülümserken, “Zarife teyze, maşallah sende ne hafıza varmış, ver elini öpeyim,” diyerek eğildi ve kendisine uzanan eli öptü.

Zarife Hanım, genç kızı kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. Şefkatli elleri küçük hanımefendinin sırtını sıvazlarken, "Hoş geldin kızım," diyerek yanaklarından öptü.

"Yoksa bizi kapı önünde mi bekleteceksin anne?" Gülüştüler.

O gece onların gecesi olmuştu. O gece felekten saatler çalmışlardı. O gece sil baştan yazmaya başlamışlardı; bugünü ve yarının. O gece mutluluğun koynunda sabahlamışlardı; çünkü yalnızlık içinde çırpınan yaşamlarına bir nefes daha dâhil olmuştu.

Tek kelimeyle onlar sakin ve suskundu. Sanırım bunun adı huzurdu…

Sude, geldikten sonra birbiriyle o kadar çok kaynaşmışlardı ki, birçok şey akıllarından uçup gitmişti. Oysa İlkem’in ona anlatacağı bambaşka meseleler vardı. O’nu kasabaya davet ederken ‘sana sürprizim var’ demişti lakin birbirlerini gördüklerinde asıl meseleyi unutmuşlardı işte. Üstelik bu konu ne İlkem’in aklına gelmişti ne de Sude’nin...

Sude, sanki günleri şaşırmış gibi yüz hatlarına durağan bir görüntü çizerek, "İlkem yarın hafta sonu değil mi?" diye sordu.

"Evet, canım hafta sonu!"

"Geldiğim günden beri hiç kasabanın sokaklarına çıkıp da şöyle bir gezmedik. Yarın çıkıp gezelim istersen olmaz mı? Bak şimdi hatırladım, bana sürprizin olduğunu söylemiştin? Neydi sürprizin? Ben hatırlatmasam konuyu geçiştiriyordun bakıyorum? Yoksa beni buraya getirmek için bir oyun muydu sürpriz meselesi?”

İlkem, hafifçe gülümsedi. Gülümsemek ne kadar güzel yakışıyordu oval yüzüne. "Kandırmak ban göre değil tatlım. Geçiştirmekte bana göre değil. Sürprizim seni görünce tamamen aklımdan çıkıp gitmiş. Bak ne diyeceğim yarın annemi de yanımıza alalım. Hep birlikte bir güzel gezelim kasabayı; açık konuşmak gerekirse bende fırsat bulup gezmedim kasabayı. Sadece koruluğa kadar gittim.”

“Koruluk mu, kasabanın mesire yerinden mi bahsediyorsun?” Sude, sorusunu sorduktan sonra ellerini çene altında birleştirdi. “Kim bilir nasıl güzelleşmiştir orası? Kasabanın taşını toprağını özlemişim ama farkında değilim.”

Genç öğretmen, arkadaşının özlemini dindirmek ve bahsi geçen sürprizi hazırlamak adına ellerini birbirine vurarak çırptıktan sonra içinden geçenleri diline dökmüştü. “Madem bu kadar özledik o zaman ne yapıyoruz; yarın hep birlikte kasabanın altını üstüne getirip tozunu attırıyoruz.”

Sude, arkadaşına bakıp gözlerini devirirken işaret parmağını ona doğru salladı. “Unuttum sanma sakın!”

“Biraz düşündüm de ikinci sürprizimi yarın söylemeye karar verdim,” dedi İlkem.

“Kızlar ne iyi düşündünüz. Ben de evde oturmaktan iyice sıkılıp bunalmıştım. Hem yürümek bacaklarıma da iyi gelir. Kim bilir, belki tanıdık bir simaya bile rastlarız gezinirken.”

Sude, "Tamam, dediğiniz gibi yapalım yapmasına ama benim için yarın olmaz. Ciddiyim sürpriz her neyse deliler gibi merak ediyorum, yarına kadar meraktan çatlamazsam iyi.” dedi.

Sude ile Zarife Hanım, kendi aralarında sohbete daldıkları bir sırada İlkem, gizlice Ömür'e telefon etti. "Sana bir sürprizim var yarın kasabanın parkında buluşalım," dedi.

Ömür, lafı kalabalıklaştırmadan kestirmeden konuştuğunda, "Sürprizin ne olduğunu açıkçası merak ettim, yarın söylediğin saatte mutlaka orda olacağımı.” dedi.

Sürpriz meselesi hallolmuştu ama bakalım bizim ikili birbirini gördüğünde nasıl bir tepki verecekti.

&&&

Sabah kahvaltısından sonra üzerlerine spor ve rahat kıyafetler giyerek evden çıktılar. Sokaklarda gezmeye başladıklarında anılar yeniden hayat buldu dağarcıklarında. Geçmişin hatıraları hafızalarında can bulmuştu lakin bir gariplik vardı. Garip bir his aralarında dolaşıyordu. Geçmiş hortlamış hayaleti enselerinde gibiydi. Bunu diğerleri hissediyor muydu bilinmez ama İlkem, sürekli arkasına bakma hissiyle yanıp tutuşuyordu. En ufak bir seste irkiliyordu. Biri veya birileri onları takip ediyor olabilir miydi?

Loading...
0%