Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Tutkuyla Sevmek B.13.

@my_lore

Selam, temas ailesi.

Yine biz geldik. Beğenip yorum yapmayı unutmayın lütfen.

📖📖📖📖

lkem, huzursuzdu ve huzursuzluğunu belli etmemek için elinden gelen çabayı gösteriyordu fakat bu onun arafta kalmış ruhuna yetmiyordu. Hislerinde yanılıyor olabilir miydi? Telefona mesaj atmak kolay işti ama peşlerinden gelmek zor işti. Tamam, geldikleri şehirde onları herkes tanıyordu ve takip edebilme olasılığı yüksekti. Burada onları kimse tanımıyordu ve takip edebilme olasılığı yok denecek kadar azdı. Kendisini rahatlatmak için ne kadar tekmil vermeye çalışırsa çalışsın içine düşen korku ve endişeyi yok edemiyordu.

Zarife Hanım, eskiden oturdukları sokağa gitmek için ısrar edince onu kıramayıp teklifini kabul etmişlerdi. Üstelik ikisi de eski mahalleye gitmeyi en az Zarife Hanım kadar istiyordu. Onun ısrarı da biraz bahaneleri olmuştu.

Sokağa geldiklerinde ilk hüzünlenen doğal olarak Zarife Hanım olmuştu. Gözlerine dolan yaşın yanaklarını ıslatmasına hiç çekinmeden izin verdi. Onun yerinde kim olsa aynı duyguları yaşardı. Onca yaşanmışlık vardı o sokağın her bir karesinde. Her bir kaldırım taşında ayak izleri vardı. Bu sokakta yaşarken İki çocuklu ve mutlu bir anneydi.

“Koşma kızım düşeceksin sonra dizlerin yaralanacak.”

“Olsun anne sen öpersin geçer.”

Zarife Hanım, koltuğunun altına sıkıştırdığı orta boy kahverengi çantasının metal kilidini “çıt” diye açtı ve içinden bir adet kâğıt mendil çıkardı. Kâğıt mendili göz pınarlarına bastırarak ıslaklığı kuruladı.

“Kusura bakmayın kızlar, eski günler hayalime düşünce hüzünlendim işte.”

“Zarife Hanım teyze, ne kusuru? Sokağa geldiğimizde biz bile duygulandık. Az mı koşturduk bu yollarda. Az mı düşüp dizlerimizi kanattık. Sende hatırlıyorsundur, tam şurada boş bir arazi vardı. Bak şimdi yerine beton bina yapmışlar.”

Sude, konuşmaya devam ettikçe biçimli dudakları dışa doğru kıvrılıyordu. “Bizde erkek çocuklarla top oynamak isterdik ama erkek çocuklar bizi oyuna almazlardı. Siz kızsınız gidin ip atlayın derlerdi. Ne güzel günlerdi o günler. Keşke hep çocuk kalsaydık. İnsan geçmiş günlerin değerini büyüdüğünde anlıyor,” derken dudakları titremeye başlamıştı. Belli ki birçok insan gibi o da çocukluğunun saflığını ve masumiyetini özlemişti.

Zarife Hanım, bir süre sessiz kaldı çünkü nefes nefese kalmıştı. Elindeki kâğıt mendili şakaklarına ve alnına bastırarak terini kurularken, "Kızlar ben çok yoruldum. Bir yere geçip oturalım isterseniz.” dedi.

Sude, bahane arıyormuş gibi yakınmaya başladı. "Zarife teyze, gerçekten bende çok yoruldum. Neredeyse bacaklarım vücudumu taşıyamaz oldu.”

Şimdi İlkem’in aradığı fırsat ayağına gelmişti. "Şu yakınlarda çok güzel bir park var. Parkın içinde de çay evi var. Ne dersiniz kızlar, hem oturup dinleniriz hem çaylarımızı içeriz,” diye sordu ama sorarken de içinden sinsi bir gülücük attı; şükür planı tıkır tıkır işliyordu.

Bizim kızlar o kadar yorgun görünüyorlardı ki İlkem’in teklifini itirazsız kabul ettiler. Parka geçtikten sonra çay evinin hemen önünden bir masa seçtiler kendilerine.

Onlar çocukken bu park daha yeni düzenleniyordu şimdi devasa ağaçlara yemyeşil bir alana sahiplik yapıyordu. Hemen gümüş dersinin kıyısına konumlanmış olduğu için manzara muhteşemdi. İnsan yedi yirmi dört burada kalabilirdi. “Ay aman ayaklarım diye yakındı Zarife Hanım.” Oturduğu tahta sandalyeye arkasını dayayıp elleriyle baldırlarını ovalarken etrafını incelemeye başladı. “Kızım ne kadar güzel bir yer olmuş burası. Bundan sonra sık sık gelelim, olmaz mı?”

“Geliriz anne!” derken İlkem, sol kolundaki saate baktı. İki de bir saate bakıyordu onun saate bakıp durduğun gören Sude, "Hayırdır, beklediğin biri mi var?” diye sordu.

Umursamaz bir dil kullanan İlkem, “Hayır, yok!” diyerek kısa bir cevapla geçiştirdi soruyu.

“Neden o zaman saate bakıp duruyorsun?”

Bir süreliğine bakışlarını Sude’nin bakışlarından kaçırmak zorunda kaldı İlkem. Gizli iş çevirmenin sandığından daha zor bir şey olduğunu anladığında çok geçti artık, çünkü böyle şeyler hiç ona göre işler değil. Çöpçatanlık kim İlkem, kimdi. Kendi içinde kendi duygularıyla çelişirken o esnada telefonu çaldı. Telefonun ritmik müziği kulaklardan geçip beyinlere nüfuz ettiği anda diğer iki kadının bakışları aradığı yeri buldu.

Hemen açma tuşuna basıp oturduğu yerden kalkarak meraklı bakışlar altında yürümeye başladı İlkem. Elinden geldiğince üzerine sabitlenen bakışlardan uzaklaşmaya çalışıyordu.

"Alo ben geldim neredesin?"

"Biz çay evinin oradayız.”

Telefonu kapatıp tekrar kalktığı yere otururken İlkem, iki kadın da ona şaşırmış surat ifadesi ile bakıyordu. Hiç oralı olmadı, "Ne?" diye sorarken.

"Selam!" diye ortama giriş yapan Ömür'ü gören bizimkiler doğal olarak başlarını Ömür’den tarafa döndürdüler. Zarife Hanım, tanımaya çalışır bir yüz ifadesiyle Ömür'ü baştan ayağa süzerken İlkem’in keskin bakışları direkt Sude'nin üzerindeydi. Sude, önce bir yutkundu sonra farkında olmadan istem dışı ayağa kalktı. Ömür, önce Zarife Hanım’ın elini öptü sonra İlkem ile merhabalaştı.

Sıra Sude’ye geldiğinde onun tam karşısına geçip durdu, durdu ama ne durma… Sude’nin karşısında adeta taş kesilmişti taş. Sude, desen ondan da beterdi. Önce gözleri buluştu, sonra uzun uzun bakıştılar…

Birbirlerini tanımışlardı. İlkem, baktı ki ikisi zamandan ve mekândan soyutlanmış olarak bakışmaya devam ediyor çaresiz araya girdi. "Tanıştırayım arkadaşım Sude," dedi ve Ömür'e bakıp bir gülücük attı.

Peşinden de Sude’ye döndü. "Bu da arkadaşım Ömür Toprak." Tanıştırma zaten formaliteden ibaretti onlarda bunu biliyorlardı, çünkü iki sima çoktan birbirinin gözlerinde kaybolmuşlardı.

Sude, yaşadığı şoktan sıyrılıp titrek bir ses tonuyla, "Merhaba!" dedi. Ömür'ün gözleri hala Sude'nin üzerindeydi. Sude, güzel kızdı kim olsa bakar ve gözlerini ondan almazdı. Hele karşısındaki çocukluğundan beri ona âşık biriyse, işte o zaman bakmakla da kalmaz onun kalbine süzülür orasını mesken tutardı. Tutkuyla sevmek bu olsa gerekti. Bir ömür sevdiğini beklemek ve kalbini ona adamak.

Kendini toparlayıp bakışlarını Sude'nin üzerinden çeken Ömür, cılız çıkan bir ses tonlamasıyla, "Merhaba!" dedi. ‘Merhaba’ derken de yavaşça yutkundu.

Ortalık buram-buram aşk kokuyor aşkla çarpan kalplerin atışı yüzlerin kızarmasına sebep oluyordu; resmen iki beden ve duyguları dağılmış durumdaydı. Şimdi dağılan duyguları toparlama işi yine İlkem’e düşmüştü. "Sürprizimi nasıl buldunuz?"

Sude, merhabalaştıktan sonra tekrar kalktığı sandalyeye otururken dilini yutmuş gibi hiç konuşmuyordu.

Ömür, üst üste binen dudaklarını dışa doğru kıvırırken ellerini açarak konuşmuştu. "İlkem Hocam, sürpriz dedin gerçekten de sürpriz oldu. İnanamıyorum, bunca yıldan sonra bir araya gelmek mucize gibi bir şey. Yani benim açımdan. Sizce de öyle değil mi?” diye ortaya konuşurken oturmak için masa başına bir sandalye çekti.

Sude, "Evet öyle oldu," dedi başını kaldırıp Ömür’ün gözlerine bakarken. Ömür de Ömür'dü hani; yüzüne bakıp da ömrü uzamayan olmazdı.

Sonrasında masaya özel çaydanlık istediler. Afaki sohbetler eşliğinde çay bardakları doldu boşaldı. Üstelik manzara bir doğa harikasıydı. Gümüş dersinden gelen hafif esinti insan ruhunu okşarken kulaklarına mutluluğu fısıldıyordu. Bu mutluluğu arada bir iki aşığın kaçamak bakışları perçinlerken görünürde, ikili görünmez olmak için maksimum çaba sarf ediyorlardı. Onlar açıktan açığa yaşamazken duygularını görünen köy kılavuz istemiyordu, zira aralarındaki çekimi fark etmemek için insanın ruh gözünün kör olması gerekiyordu.

Hep beraber günbatımını izlediler. Hiçbir zaman oturup da günbatımını izleme şansını kendilerine vermemişlerdi ama bugün onlar için her açıdan özel bir gündü. Güneş dağların ardına istirahate çekilirken gözlere şenlik bir şölen sunmuştu. Gerçek bir doğa harikasına şahitlik etmişlerdi. Muhteşem renkler gözlerine ve gönüllerine ev sahipliği yaparken geride dimağlarda buruk bir tat bırakmıştı. Bir günü daha bitirmenin bir günü daha ömürden silmenin kekremsi tadıydı bu dimağlarda iz bırakan tat.

Gündüzün sonlanmasıyla hava giderek kararmaya başlamış akabinde ise gümüş deresinden gelen esinti serin serin esmeye başlamıştı. Zarife Hanım, üşümüş olmalıydı ki ısınmak için kollarını ovalayıp duruyordu.

“İsterseniz kalkalım hanımlar, baksana Zarife Hanım teyze, üşüdü sanki.”

Ömür’ün kalkalım teklifiyle hepsi ayaklandı. “İyi olur kalkalım. Malum mevsim sonbahar, akşamlar serin oluyor.” İlkem, teklifi onaylarken Sude’nin yüzü düşüktü. Belli ki ayrılık vaktinin gelmiş olması onun moralini bozmuştu.

“Hanımlar şu taraftan yürüyelim. Ben bırakırım sizi eve.”

“Ömür, zahmet etmeseydin, biz bir taksi çevirip giderdik!”

Keskin bakışlarını İlkem’e çeviren Ömür, “Bunu duymamış olayım.” dedi.

İlkem, ellerini havaya kaldırıp, “Tamam, tamam, ben bir şey söylemedim.” dedi. Gülüştüler. Yaya olarak gidildiğinde uzak bir mesafede olsa da parkın konumu arabayla beş on dakikalık bir yoldu.

Günü sonlandırıp nihayet lojmanın kapısı önündeydiler. Ömür’ün arabasının farı tam olarak lojmanın kapısını aydınlatıyordu. Teşekkür edip tekrar görüşme sözü verdiler birbirlerine. İlkem, arabadan inmeden çantasından evin anahtarını çıkarmış eline almıştı. Annesi ve Sude’den önce davranıp onlar arabadan inmeden kapıyı açmak istemişti.

Tam kapıyı açmak için elindeki anahtarı deliğine sokmak için uzatmıştı ki, gözleri yuvasından fırlayacak kadar kocaman açıldı. Bu da neydi böyle? Kafasının içine bir uğultu yayıldı ve dili damağına yapıştı. Nefes almayı bile unutmuştu. İlk refleks olarak arkasına dönüp bakmıştı ama hava karardığından baksa bile bir şey göreceği yoktu. Annesi ve Sude, arabadan inmiş eve doğru adımlıyorlardı. Ömür, arabanın yönünü çevirip okulun bahçe kapısından çıkmak üzereydi.

İlkem’in zihni geriye doğru sarmaya başladığında her şeyin bir düzen içinde işlediğini anlaması zor olmadı. Takip edilme hissi ve şimdi de bu. Kırmızı boya ile kapının sol tarafında kalan duvara atılmış bir çarpı işareti. Bu bir işaret miydi, eğer öyleyse anlamı neydi? Genç öğretmenin ruhuna dolan amansız soruların hiçbir cevabı yoktu.

Sessizce kapı kilidini açtı. Geride kalanlar hiçbir şeyden habersiz karanlık evin içine girerken korkunun kol gezdiği bedeni zangır-zangır titremeye başlamıştı. Ellerini yumruk yapıp sıkmaya başladı titreyen bedenini durdurmak için. Kapılarına kadar gelip duvarlarına çarpı işareti atan biri evlerinin içine girmiş olabilir miydi? Gerçekten bunu cesaret edebilir miydi? İlkem’in zihin karmaşası yaşadığı sırada annesi koridorun lamba düğmesine basmıştı. Hemen çekingen bakışları etrafını taradı; şimdilik olumsuz sayılabilecek bir farklık gözüne çarpmadı.

Hiç bozuntuya vermeden annesinin kıyından sessizce geçip kendi odasına doğru yöneldi. Kapalı oda kapısının koluna dokunduğunda içinden dualar etmeye başladı. Kapı koluna yavaşça bastırdığında kalp atışının gümbürtüsü bir metre uzaklıktan duyulabilecek netlikteydi. Kapıyı içe doğru ittirirken derin bir nefes aldı. Sağ eliyle kapı kolunu tutuyor sol eliyle lamba düğmesini yerini yokluyordu.

Lamba düğmesine basıp basmamak arası bir duygu geçişi yaşarken gözlerini kapatmayı denedi. Küçük bir dokunuşla odanın içi aydınlanmıştı. Elleriyle yüzünü kapatıp açarken dudaklarını bir gülümseme yayıldı. Oflayarak elindeki çantayı yatağının üzerine fırlattı. “Ay, vallahi eve kadar zor tuttum kendimi,” sesiyle gözleri kapı önüne ilişti. Gülümsedi arkadaşının rahatlamış yüzüne baktığında.

“Kaç bardak çay içtim hesabı beli değil. Ee, iç çayı iç çayı doldum taştım anacığım. Bir ara eve yetişemeyeceğim sanmadım çok korktum,” derken kendini İlkem’in kıyısına bıraktı.

Bir an sessizlik çöktü ortama. Sessizliği bozmak zorunda kalan İlkem, olmuştu. “Kızım gördün yakışıklıyı ipin ucunu kaçırdın.” Gülüştüler. ”Bende gidip bir elimi yüzümü yıkayayım o zaman. Ha, açlık ne durumda ne yesek acaba?”

Kendisini sırtüstü yatağa bırakan Sude, “Bilmem,” diye cevap verdi.

Tuvalette de kimse olmadığına göre geriye banyo ve salon kalmıştı, çünkü annesi kendi odasındaydı şimdiye kadar bir şey olsaydı çoktan duyulurdu sesi. Önce banyo diye geçirdi aklından. Banyonun yarı aralık kapısını usulca ittirdi. İçeriye girmeden kapı dışındaki lamba düğmesine bastı. Burası da temizdi.

Genç öğretmen rahat bir nefes alırken elini kalbinin üzerine bastırdı, elinde değildi korkuyordu işte. Üstelik bu korkuyu kimseyle paylaşamamak ve içinde yaşamak ömründen fazladan gün çalıyordu. Musluğu açıp eline biraz sıvı sabun döktü. Elini yüzünü yıkadıktan sonra annesinin dantelli havlusuyla kuruladı. Bu işlemeli havluların güzel görünmekten başka hiçbir işlevi yoku aslında.

Kendisinden önce annesinin salona geçtiğini ve lambasını açtığını gördü. Bekledi, bekledi, bir ses çıkmayınca tuttuğu nefesini geri bıraktı. Nasıl bir girdabın içine düşmüştü akıl-sır ereceği yoktu ama bu işin her aşamada kötüye gittiği ayan beyan ortadaydı. Peki, ama ne yapacak kime nasıl anlatacaktı derdini?

Tamam, polise gidebilir şikâyette bulunabilirdi ama polise gitmek çözüm olur muydu? Bilmiyordu. Polise gitmek yoksa işlerin daha da karışmasına neden olur muydu? Bilmiyordu. En iyisi Sude, gittikten sonra tekrar kardeşi İlker ile bu konuyu enine boyuna tekrar görüşmek ve ne yapacağına öyle karar vermekti. Şimdilik temkinli davranmaktan başka elinden bir şey gelmiyordu.

Sude'nin izin süresi bitmiş gitmek için hazırlanıyordu. "Sude, neden sen de buraya gelmiyorsun? Gördüğüm kadarıyla burada mutlusun. Kızım, bana sorarsan hiç düşünme al tayinini gel buraya."

Sude, elinde tuttuğu katlanmış kıyafetlerini yatağın üzerine bıraktı. Sonra da gelip arkadaşının yanına oturdu. Yüzünde mutluluğun emareleri vardı ama gözlerinde bir başkalık vardı. "Haklısın, burada mutlu oluyorum ama annemi bu süreçte yalnız bırakıp gelemem. İlkem, sen de biliyorsun kadınların birçoğu bu süreci zor atlatıyorlar. Benim onun yanında olmam lazım."

Sude, bahane olarak annesinin özel durumunu öne sürmüştü ama işin iç yüzü başka gibiydi; çünkü dili başka gözleri başka konuşuyordu.

İlkem, arkadaşını onaylamak ister gibi yaparak dudaklarını birbirine bastırıp başını olumlu anlamında aşağı yukarı salladı. "Konu menopoz, öyle değil mi?"

Sude, elinden geldiğince bakışlarını arkadaşından kaçırmaya çalışıyordu. "Evet, canım. Menopoz.” Peki, ama neden bakışlarını en yakın arkadaşından sakınıyordu; tek nedenin annesi olamadığı kesindi. Onun içinde sakladığı çok daha başka nedenler var gibiydi.

"Sıkma canını. Bunun geçici bir süreç olduğunu sende biliyorsun.”

“Biliyorum geçici,” dedi ve katladığı kıyafetinden birkaçını valizine yerleştirdi. Sude, konuyu kapatmaya çalıştıkça İlkem, ısrarcı davranıyordu. “Sude," dedi uzanıp elini tutarak "peki, daha sonra gelmek istemez misin? Benim için olmasa bile Ömür için?”

Sude’nin gözbebekleri şaşkınlığın verdiği değişimle yavaş yavaş büyürken, "Ne demek istediğini anlayamadım?” diye sordu fakat anlamıştı hem de çok iyi anlamıştı.

Hala Sude’nin elleri İlkem’in avuçları arsındaydı. Ellerini sıkıp kendine doğru çekti ve bir adım ötelerindeki yatağın üstüne birlikte oturdular. “Canımın içi kendimizi kandırmayalım. Her şey gün gibi ortada, siz birbirinize âşıksınız. Sizi yan yana kim görse bunu anlar. Kaldı ki siz ilkokulda bile hep birlikte takılırdınız.”

Sude, derin bir iç çekerken başını usulca öne meyillendirdi. "Bunu inkâr edecek değilim çünkü sen bizim geçmişimizsin ve ikimizi en iyi tanıyan sensin. Ona âşık olduğumu senden gizleyemem, gizlemeye çalışsam bile bunu beceremem zaten.” Bu arada Sude, ayağa kalktı ve küçük küçük adımlar atarak odanın içinde ileri geri yürümeye başladı lakin attığı her adım düzensizdi. Stresli olduğu göz kaslarının seğirmesinden belli oluyordu. Yürümekten vazgeçip İlkem’in önüne geldiğinde durdu. “Yalnız şunu bilmeni istiyorum Ömür ile Ben olmaz!" dedi derken de çok ciddiydi.

Sude’nin ağzından çıkan son kelimelerin karşısında İlkem, öylece tutuk kalakalmıştı. Odanın içine öyle soğuk bir hava hâkimdi ki; insanı iliklerine kadar üşüten ve burnunun direğini sızlatan bir hava. Kelimeleri bir araya getirinken alacağı cevabı cidden bilmiyordu. "Neden olmaz, ikinizi de bekâr ve genç insanlarsınız?"

Sude, tereddütsüz bir cevap vermişti. Sesindeki soğukluk buzdan bir duvar gibiydi. "Benimle Ömür, olmaz. Ben onu mutlu edemem. Ben ona mutluluk yerine ancak mutsuzluk veririm.”

Soru sorulmuş cevap verilmişti. Cevaplar karşısında şaşkınlığa uğrayan İlkem, konuşacak kelime bulmakta zorlanıyordu. Başını hafif bir açıyla yana eğdi. Kısılan gözleri ne kadar bedbaht olduğunun göstergesiydi. "Neden?"

Yatağın üzerindeki valizin fermuarını çekiştirerek kapatmaya çalışırken dudakları arasından firar eden kelimeler fütursuzdu. "Boş ver arkadaşım, benimki uzun hikâye.” Kapattığı valizi yatağın üstünden alıp duvar dibine bıraktı. Elinin ayalarını birbirine vurarak olmayan tozu silkeledi. Elbisesinin orasını burasını düzeltti. Tam odadan çıkıyordu ki arkasından gelen sesle durdu.

"Yalnız değilsin, anlatırsan dinlerim.”

Loading...
0%