Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Uykusuz Gece B.6.

@my_lore

Selam, biz geldik.

&&&

Uykusuz geçen bir sabaha daha uyandı üzüm karası gözleri. Yitik dünleri bir türlü yakasını bırakmıyor her gece karabasan olup üzerine çullanıyordu; dün gece de benzer şeyler yaşamıştı. Ancak ikiz kardeşi İlker, sayesinde bertaraf etmeyi başarabilmişti başına geleni.

Eğer son anda Suat başçavuştan 'evin çevresi temiz rahat olun' mesajı gelmeseydi; neredeyse annesine yakalanıyordu. Geceyi kazasız belasız atlatmışlardı ama yaşadığı olay onu çok yormuştu. Öyle ki; yatağa girdiğinde yüz kaslarının bile ağrıdığını hissetti.

Geceden kalma bedeni yataktan hiç çıkmak istemedi. Karşı duvarda asılı saate baktı. Saat. 8.30 gösteriyordu. Kalkmalıydı. Uyandıktan sonra tekrar uyursa başı ağrıyordu. Sırt üstü yatan bedenini isteksizce yatak başlığına doğru çekti, boşta kalan dirseklerini yastığa dayadı, birkaç dakika aynı pozisyonda kaldı. Gözlerinden uyku akıyordu. Başını yastığa koysa anında geri uyuyacaktı ama uykunun vahametine kapılmak istemiyordu. Bu kez kalkıp yatağın tam orta yerine bağdaş kurarak oturdu.

Başını sağ tarafa doğru çevirip gardırobun geniş ekran aynasından suretine baktı. Kara gözlerinin altı halkalanmış göz kapakları kızarıp şişmişti. Hep böyle olurdu, ne zaman uykusuz bir gece geçirse gözleri onu ele verirdi...

Elyaf dolgulu yorganı üzerinden attı kayarak yatağın kenarına geldi. Sütün gibi esmer tenli bacaklarını aşağıya doğru salık bıraktı. Ciğerlerinin havasız kaldığını hissedince derin bir nefes aldı. Usulca parmaklarının üzerine basarak yataktan indi. Geceliğinin yukarıya doğru sıyrılmış eteğini iki yanlarından tutup çekiştirerek açıkta kalan yerlerini kapattı. Bacakları kurşun gibi ağırdı. Bırakın yürümeyi adım atacak hali bile yoktu, dün gece resmen sinir harbi yaşamıştı; vücudunun hantallığı hep ondandı.

Terliklerini giymek istedi fakat göremedi. Etrafına bakındı. Zavallı terlikler sanki yatağın altına gizlenmiş gibi sesiz sedasız sahibini bekliyorlardı. 'Kimden korkup da oraya saklandınız bakalım siz?' derken gülümsedi. Sakince terlikleri ayağına giydi. Tam kapıya doğru yönelmişti ki dün gece düştü aklına.

Arkasını dönüp pencereye doğru baktı. İçinde karşı konulmaz bir dürtü vardı. Sanki gidip pencereden dışarıya baksa her düğüm kendiliğinden çözülecekmiş gibi hissetti. Ruhundaki baskın sese daha fazla karşı koyamadı. Küçük adımlar atarak pencere önüne kadar gelince durdu, geniş bir nefes aldı ve perdeyi yana doğru kaydırarak açtı. Perdeyi açarken dün geceki kadar korkmuyordu. Korkusuzluğunun sebebi muhtemelen gündüz saatleri olmasından kaynaklıydı.

Perdeyi açmasıyla yüzüne vuran kuvvetli ışık uykusuz gözlerini kamaştırdı. Aydınlığa alışması için gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Elini dudaklarına bastırıp derin bir nefes alarak esnedi. Bugün hava bol güneşli ve pırıl pırıldı. Güneşin kızıl aydınlığı tepeleri yalayarak İlkem Öğretmenin odasına kadar yayılıyordu ama bu ferah aydınlık bile onun ruhunu aydınlatmaya yetmiyordu.

Ruhu karanlıktı ve hiçbir şeyin tadı tuzu yoktu. Sanki içinde yüz yılın yalnızlığı vardı. Geçer miydi bu yalnızlık? Yine ve yeniden güneş doğar mıydı kararmış dünyasına? Bilmiyordu. Kendi sorduğu sorulara kendisi dudak büktü. Pencere önünden ayrıldı ve ortak kullandıkları banyoya geçip elini yüzünü yıkadı. Tekrar odasına dönünce geceliğini çıkarıp yatağının üzerine gelişigüzel bıraktı.

Gardırobun kapağını açtı. Üzerine giyecek rastgele bir şeyler seçmek isterken gözleri takılı kaldı. Bunun ne işi vardı burada? Ne kadar kendinden uzaklaştırmaya çabalasa da geçmişten bir parça onda kalıyordu. Kendi tişörtlerinin arsında onun tişörtü kalmıştı. Eline alamadı. Koklayamadı... Çünkü onun kokusunun sindiği kıyafete dokunmak bile hala içini yakıyordu. Asi bir fırtına çıkmış elinde avucunda ne varsa alıp götürmüştü.

Gardıroptan aldığı kıyafetleri aceleyle üzerine giyinip kendini odanın dışına attı. Bu odada kaldıkça canı yanıyor ve hatıralar peşini bırakmıyordu. En iyisi unutmaktı ve unutmak için bir şeyler yemekti. Hemen mutfağın yolunu tuttu. Hafızasını yoran geçmişin izleri bir yemek yerken siliniyordu bir de uyuduğunda. Tabii uyumayı başarabilirse. Yemek işi kolaydı da zor olanı uyumaktı. Küçücük bir detay kafasına takılınca o gece uykular haramdı gözlerine...

Mutfaktan gelen tıkırtılara bakılacak olursa İlkem gibi uykuya hasret biri daha vardı. Mutfak kapısından geçip annesinin yanına doğru adımlarken, yüzüne olabildiğince güleç bir maske taktı. "Günaydın Zarife Hanım, bakıyorum yine erkencisin?"

Zarife Hanım, yaptığı işten başını kaldırmadan, "Sana da günaydın kızım." dedi.

İlkem, başını olumsuzca sağa sola sallarken cık cık çekti. "Ama Zarife Hanım, olmuyor ki böyle, doktor sana bol bol dinlen diyor sen ne yapıyorsun? Olmaz Zarife'ciğim olmaz, senin dinlenmen lazım," derken arkasından usulca yaklaşıp kocaman sarıldı.

Ana kız cilveleşirken şimdilik mutluydular. "Ne yapayım kızım uyuyamıyorum işte. Öyle uyu demekle uyunmuyor ki. Onca hapı yuttuktan sonra kolaysa doktorun kendisi uyusun." Gülüştüler... "Biliyorsun ilaçlar bende uykusuzluk yapıyor?"

"Anneciğim biliyorum bilmesine de benim anlamadığım şey ilaçları almaya başladığın zamanlar başucunda top atılsa uyanmıyordun? Şimdiyse uykusuzluk çekiyorsun? Bunu kesinlikle doktorumuza danışmak lazım..."

Kaşlarını birbirine yakınlaştırıp yüzüne olumsuz bir ifade çizen Zarife Hanım, "Aman kızım, bana doktor deme. İçim dışım ilaç oldu zaten."

Ocağın üzerindeki çay suyu kaynamaya başlayınca annesiyle cilveleşmeyi yarıda kesen İlkem, "Çay suyu kaynıyor anne ben çayı demleyeyim," deyip mutfak tezgâhının en dip kısmına konumlanmış ocağa doğru adımladı. Tam çaydanlığın kulpunu eline almıştı ki fazla ısınan kulpu geri bıraktı. Çaydanlığın ısınan kulpunu tutmak için küçük bir havlu eline aldığı sırada kapının zili çaldı. Kapı zilinin sesiyle bütün varlığı irkildi elindeki küçük mutfak havlusu kendiliğinden yere düştü.

Zihninden geçen tek şey 'yine mi' oldu?

Vücudu fırtınaya yakalanmış kuru bir yaprak gibi oradan oraya savrulurken Zarife Hanım'ın "Kızım kapıya bakıver. Bakkalın çırağıdır, ekmek istemiştim," sesiyle kendine geldi.

Yaşadığı şok dalgasını annesine belli etmemeye gayret ederek mutfaktan çıktı ve parmak uçlarına basarak koridorda ilerlemeye başladı. Her ne kadar annesi açık kimlik verse de İlkem, yine huzursuzdu. Kapı zilini çalanın bakkalın çırağı olmasını bütün kalbiyle diledi...

Vestiyerin önünden geçerken durdu kendi görüntüsüne baktı. Tükenmiş bir kadının yansıması vardı vestiyerin oval aynasında. Kendi haline dudak bükerken derin bir iç çekti. Oysa bir eğitmen olarak her şartta dış görüntüsüne önem verirdi. El parmaklarını tarak gibi kullanarak dağınık saçlarını düzeltti. Kapılarına gelen kim olursa olsun karşısında tükenmiş bir kadın görmemeliydi.

Fazla oyalanmadan kapıya doğru adımladı. "Kim o?" diye sorduktan sonra dışardan gelecek cevabı beklemeye başladı. Annesi 'bakkalını çıkağıdır' dese de tedbirli olmakta her zaman fayda vardı. Çünkü annesinin hiçbir şeyden haberi yoktu.

"Posta..."

Hani kapıdaki bakkalın çırağıydı? Kulakları doğru mu duymuştu yoksa zihni ona bir tür oyun mu oynuyordu? Acaba bu bir taktik olabilir miydi? Sonuçta peşlerine düşen şahsı tanımıyordu. Postacıyım diye kapılarına kadar gelmiş olabilir miydi? Teorik olarak yürüttüğü bu fikir, bedenini kasırgaya yakalanmış kuru bir yaprak gibi titretmeye başladı. İyi ama bu doğruysa ne yapacaktı şimdi?

Bazen aptallaşıyorsun kızım, diyerek kendi kendine hayıflanırken gülümsedi. Mahallenin postacısını tanıyordu bunun için kapı deliğinden bakması yeterliydi. Ayak parmaklarının uçlarına basarak yükseldi. Bir gözünü kısıp açık olan gözünü kapı merceğine dayadı. Evet, kapının dışında bekleyen kendi mahallelerinin posta dağıtıcısıydı. Sıska bir fiziği, avurtları içe doğru çökük yanakları vardı. Bir insan bu kadar zayıf olabilir miydi ya? Tanıdık bir sima görmenin verdiği rahatlığı yaşarken vücudunun titremesi aza inmişti. Aşırı derecede hızlı atan kalp atışlarını düzenlemek için nefesini yeniledi. Metal kulpa abanıp hiç beklemeden açtı kapıyı.

"Günaydın hanımefendi, faturalarınızı getirdim. Bir de zarfınız var."

Posta dağıtıcısı 'zarfınız var' deyince İlkem'in beyni uyuşma başladı desek yalan olmazdı. Kimliği belirsiz kişi bu kez farklı bir taktik deneyip zarfı posta yoluyla göndermiş olabilir miydi? Cidden bu mümkündü.

İlkem, yarım ağız "Size de günaydın!" dedi ama her yanını ateş basmıştı. Uzanıp faturalarını ve zarfı postacının elinden alırken resmen yere yığılmamak için büyük gayret sarf ediyordu.

"Teşekkür ederim!" deyip bir adım geriye çekildi. Posta dağıtıcısı merdivenleri koşar adım inerken İlkem'in gözleri bir dürbün gibi etrafını tarıyordu. Artık baktığı her yerde karşısına farklı bir şey çıkacak diye ödü kopuyordu. Birkaç haftadır sürekli gerginlik yaşamaktan adeta sinirleri laçka olmuştu. Geçmişle gelecek arasına sıkışan ruhu kısır bir döngü yaşıyordu. Bir ileri iki geri, hep aynı...

İlkem, evin dışında olumsuz bir durum göremeyince rahatlamak istemişti ama bu ne mümkün. Şu an elinde bir zarf değil ateşten bir meşale tutuyordu sanki. Belki de bu meşalenin ateşi ilk önce kendisini yakacaktı. Kalbine vesvese tohumları eken şeytan hiç boş durmuyor sürekli yer değiştiriyordu.

Önüne geçip; ne düşünüyorsun kara kara? Yırtıp at şu zarfı yoksa başına bela olacak, diyor. Yan tarafına geçip kulağına fısıltıyla konuşurken; ya annen öğrenirse ne olacak?

Arka tarafına geçip; bakıyorum tuzağa kolay düştün?

Zihnini bulandıran vesveselere lanet okuyarak çaresizlik içinde kapıyı kapatıp içeriye geçti. Şu an kalbini karartan her türlü teoriye kulak tıkamak istiyordu. Koridora doğru yürürken hem küçük adımlar atıyor hem de dişleriyle dudaklarını geveliyordu. Vestiyerin önüne gelince adımlarını durdurdu. İlk iş olarak faturaları ayırıp vestiyerin çekmecesine bıraktı.

Şimdi sıra elinde tuttuğu zarfa gelmişti. Tekrar kalp atışları hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. Sol üst köşede gönderen yazısını görünce nutku tutuldu. Posta dağıtıcısının elinden zarfı alırken hiç gönderen kısmına bakma fırsatı olmamıştı. Nefesini tutup zarfı göğüs kafesine bastırdı.

Ne ummuştu ne bulmuştu. İçinden Allah'ım sana 'şükürler olsun' diye geçirdi.

En azından elinde tuttuğu zarfın bir göndereni vardı, bu onu büyük ölçüde rahatlatıyordu. Umutlanan kalbinin ibresi bu kez farklı yönde atmaya başladı. Aceleci adımlarla mutfağa yöneldi. Tam mutfağın kapısından içeriye adım atıyordu ki kapı zili tekrar çaldı. Bu kez gelen kesin bakkalın çırağıydı. Öyle olmasını diledi. Elindeki zarfı hiçbir yere bırakmadan doğruca dış kapıya yöneldi.

 

 

Loading...
0%