@my_lore
|
Meleksularım selâaam. Bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın. Şu👉arkadaşı @my_lore takip ederseniz sevinirim(;) Buraya kitabımızın simgesini yazalım(666) Oy verip yorum bırakmayı unutmuyoruz. (666) Ortam sükuta teslim olurken ben de bir adım geri çekilmiş sırtımı duvara yaslamıştım. Keşke kim olduğunu sorana kadar sessizce yaklaşıp kapı aralığından baksaydım.
İç sesim hemen galeyana gelip fırsatı kendi aleyhine çevirerek 'keşke bu kadar aptal olmasaydın,' dedi. Fırsatçı ne olacak diye tısladım.
Başıma üşüşen kimliksiz yabancılar ruhumun çığlığından beslenirken beynimi tarumar ediyorlardı...
Kimdi salonuma benden izinsiz giren kişi veya kişiler? Eli bıçaklı azılı bir katil olabilir miydi? Yokluğumdan faydalanıp içeri gizlice girmiş bir hırsız. En kötüsüne, en çıkmazına, en korkuncuna gelmişti sıra; peşimdekiler yaşadığım daireyi öğrenmiş belki de beni öldürmek için gelmişlerdi.
Sadece zihnimden geçirdiğim henüz eyleme dökülmemiş fikirler bile nefesimi kesmeye yetmiş boğuluyor hissini yaşatmaya başlamıştı. Titreyen parmaklarıma sahip ellerim usulca göğsümden boynuma doğru tırmanırken kesilen soluğumu açmak istercesine boynuma dolandı. Her nefeste biraz daha boğazım kurudu. Her nefeste biraz daha tıkandım.
Sırtımı duvara yapıştırmak ister gibi sert bir şekilde sabitledim. Güçlenen parmaklarım usulca göğüs kafesime doğru kayarak yanlarıma düştü ve vücudumu zapt etmek için duvardan tutunmaya başladı.
Tükenmişliğin koynunda beşik gibi sallanırken her azam, içimde saklı kalmış canavarlarım dışarı çıkmak için hareketlendi. Bu, silkiniş bir korkak gibi duvar dibine sinmiş varlığımı panzehirini almış bir hasta gibi canlandırmıştı.
Ben düşe kalka büyümüş bir kadındım. Her tökezlediğim-de kendim ayağa kalkmasını bilmiştim. Şimdi en küçük darbede yıkılamazdım. Kendime gelmeli ne olursa olsun korkumun kaynağına inmeliydim.
Kabul ediyorum her şey üst üste geldi bu aralar. Birçok olumsuzluk yaşadım. An oldu kendi kabuğuma çekildim. An oldu kendi yarattığım iri cüsseli devlerin göğüs kafesine sokuldum. Fakat her ne olursa olsun savaşmasını bildim. Şimdi de savaşımı vermeye hazırdım.
Çıplak ayaklarımı yerde sürüyerek ilerlemeye başladım. Yürüyordum ama yol alamıyordum. Yer çekimi ile aramızda büyük bir sürtüşme başlamıştı.
Üstelik bulunduğum yerle salon kapısının arasında birkaç küçük adımlık mesafe vardı. Bu mesafe görünürde kısa görünmezde uzundu. Yer çekimine karşı koyamadığım sanırım bu yüzdendi.
Büyük bir mücadelenin ardından salonun kapısı önüne kadar gelmiştim. Bir nefeslik zaman diliminde durdum soluklandım ve başıma içeri doğru hafifçe uzattım. Ne olduysa işte o anda oldu. Başımı içeri doğru uzatır uzatmaz, "İnanamıyorum... " diyerek basmıştım çığlığı.
Nasıl yani... Cidden bunu yapmış olabilir miydi?
"Sen hangi ara geldin?" diye sorarken sinirden olsa gerek kıkırtıyla gülmeye başladım.
"Bana ihtiyacın olduğunu hissettim ve geldim."
"Sana gelme demiştim. Kızım neden yaptın bunu, iyiyim dedim sana."
"Biricik arkadaşımı yalnız bırakamazdım herhalde."
"İyi de insan tatilini yarıda kesip gelir mi?"
"Şimdi boş ver sen beni."
Üzerine kırmızı bir elbise giymiş yavaş ve sakin adımlarla bana doğru geliyordu. Kırmızı rengin kıskacına bulanmış ruhum, benden bağımsız harekete geçmiş dünümü güncelliyordu. Güncellemeden kaynaklı görünmez ve fırsatçı şeytanlarım zihnime hücum etmiş içsel dürtülerimi açığa çıkarmıştı. Baskılayıcı dürtülerimi yenmek adına hafifçe dudaklarımı kemirmeye başladım.
Gerçeklikle bağdaşan zaman dilimine geri dönmeye karar verdiğimde hiç düşünmeden çemkirir gibi konuşmaya başladım. "Boş ver diyorsun ama sen beni hiç olmadığım kadar çok korkuttun. Gelecektin bari haber verseydin. Korkudan az kalsın altıma edecektim kızım..."
"Sürpriz yapmak istedim," derken ince yapılı dudakları dışa doğru hafifçe yuvarlanmıştı.
Hâlâ tuhaf bir şekilde sakinliğini koruyordu; bana rağmen hem de. Görmüyor muydu ne haldeydim.
"Kızım ben böyle sürprizin içine edeyim. Az kalsın korkudan kalp krizi geçiriyordum. Söylediği şeye bak. Sürprizmiş."
Kapı pervazından tutunduğumu ayakta zar zor durduğumu görünce, "Yardım ister misin?" diye sormuştu.
Bu arada hareketleri doğrultusunda yukarı doğru kayarak göğüs altlarında ve basen bölgesinin üst kısımlarında volanlar oluşturan elbisesinin sağından solundan tutup çekiştirerek düzeltmekle meşguldü.
"Hayır, istemiyorum. Gördüğün gibi benim kimseye ihtiyacım yok."
Sinirden ne dediğimin farkında değildim zira hâlâ elim ayağım titriyordu. İki elimi yan yana getirerek eşitleyip öne doğru uzattım. "Yarattığın enkaza bak. Nasıl korktuğumu hesap edersin artık."
"Ay kıyamam," deyip öne doğru bir adım attığı esnada sağ elimi karşı tutup durmasını istedim.
İrice açılan gözlerinin izdihamı bariz bir şekilde görülebiliyordu.
"Mel, özür dilerim. Bu kadar korkacağını düşünmedim. Niyetim sadece sürpriz yapmaktı."
Şeri'nin son günlerde neler yaşadığımı bilmediğinden neden bu kadar korktuğumu da bilmesi ihtimal dışıydı zaten. Şimdi ayaküstü ona açıklama yapacak durumda da değildim. Bırakın açıklama yapmayı henüz bazı şeyleri kendim bile netleştirememişken arkadaşıma nasıl izah edecektim? Belki hazır hissettiğimde anlatırdım ama şu an değildi.
Öncelikle dingin bir ruha sahip olup yaşadıklarımı analiz etmem yani bir şekilde içselleştirmem gerekiyordu. Hem nedenini bilmediğim bir şekilde insanlara olan güven duygumu kaybetmeye başlamıştım. Bu güvensizlik hissi içimde tufanlar estirirken hayatla olan bağımı da bir yerden sonra kırıyordu.
"Üstüme gelme lütfen. Bana sarılmak istiyorsan önce soyun."
İçimden geçen istekle dilime vuran kelimeler yer değiştirdiğinden edepsiz bir istek çıkmıştı ortaya.
"Ne demek şimdi bu?" diye sorarken irileşen göz bebeklerinden ruhuna gölgeler düştüğü belliydi.
"Üzerinde o elbise varken olmaz. Bana sarılamazsın..."
"Çok saçma bir istek bu. Ne demek o elbiseyle sarılamazsın?"
"Çıkar o elbiseyi üzerinden kızım yoksa ben parçalayarak çıkartırım."
Şeri, zihnimden geçenleri anlayamadığı için donup kalmış elleri bedeninde gezinmeye başlamıştı.
"Mel, elbisenin neyi var, neden çıkarmamı istiyorsun? Unuttun mu aynı elbiseden senin de var. Yoksa yakışmamış mı?"
Bu kez sarsıntıya uğrayan benim ruhumdu. İyice sıvamıştım. Neden kendimi tutamamıştım? Neden yine paranoyaya bağlamıştım? Şeri'nin bunu bilmesi gerekmiyordu ki. Şimdi ona kırmızı elbisenin bende oluşturduğu takıntıyı nasıl açıklayacaktım?
Çünkü sen iflah olmaz bir paranoyaksın. Kızım, kırmızı elbiseyle derdin ne senin? Yoksa Şeri'ye senden daha güzel yakıştığını düşündüğün için kıskandın mı? Bilirim vardır senin öyle huyların.
Saçmalama, diye cırladım.
Sanırım son kelimeyi sesli söylemiştim. Hatta sanmıyorum birebir sesli olarak söylemiştim.
"Saçmalıyor muyum, asıl saçmalayan sensin gibime geldi."
"Be- ben senin için söylemedim onu kendim için söyledim. Elbise üzerine çok yakışmış. Kıskanmış bile olabilirim."
Son saniyede iç sesime uyup hem saçmalamıştım hem de çıkar bir yol bulmuştum.
"Ben de diyorum neler oluyor. Soyun falan deyince, şaşırmadım desem yalan olur."
"Bilirsin saçmalarım bazen. Bugünlerde tek yaptığım şey, saçmalamak zaten."
Başıbozuk söylemlerimden kurtulayım derken üst üste çamlar deviriyordum. Saçma sapan biri değildim. Öyle düşünmeden konuşan biri de değildim. Yani saçmalamak bana göre değildi. Şeri 'de bunu çok iyi bilirdi. Şimdi bakışlarını üzerime sabitleyip gözlerinin fal taşı gibi çatlayıp açılması sırf bu yüzdendi.
"Neyin var kuzum," deyip boynuma sarıldı.
Bu kez itiraz etmeden ben de ona sarıldım. İkimizin de kolları birbirimize sarılıydı ama ben soğuk bir duvara sarılıyormuş hissini yaşıyordum. Teni sıcaktı fakat sarılışı soğuktu. Bu benim Şeri'm değildi. Belki de biraz önce yaptıklarım onu bana karşı soğutmuştu veya dün onu kırmıştım ben...
Kendimi suçlu gördüğüm için hiç ses etmedim. Birbirimizden ayrıldığımızda Şeri, beni kendine doğru çekip tekrar sarıldı. Birbirimizden ayrılalı birkaç gün olmuştu öyleyse bu neyin özlemiydi akıl erdirememiştim. Sarılma faslını bitirip üstümü değiştireceğimi rahatlamam gerektiğini söyleyerek yatak odama doğru yöneldim.
"Hadi o zaman acele et senin için yemekler hazırladım."
"Canımın içi ben aç değilim keşke zahmet etmeseydin." Hem bebek adımlarıyla yürüyor hem de Şeri'ye cevap veriyordum.
"Kızım o kadar yemek yaptım ne demek aç değilim?"
"Senin geleceğini bilmediğim için Cem, dışarıda yiyelim evde yemek olmaz şimdi, dedi. Cem'e hak verdiğimden dışarıda yedik."
Şeri'nin yanaklarını şişirinceye kadar nefes alıp oflayarak geri verişini uzaktan da olsa duyabiliyordum. "Onca emeğim boşa gitti desene."
Onu teselli etmek mahiyetinde düzlemsel bir açıklamanın eşiğine sığındım. "Üzülme, bugün olmazsa yarın yeriz."
Şeri'nin o kadar emek verip yemek hazırlaması beni ayriyeten şaşırtmıştı. Benim bildiğim Şeri, yemek yapmaktan hoşlanmazdı ki. Hangi akla hizmet yemek yapmaya girişmişti zihnimde muğlak bir soruydu bu...
Yozlaşmış düşüncelerimi yarıda kesip laf kalabalığına son vermek isteyerek kendimi odamın kapısından içeri attım.
Önce ortak kullandığımız banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım sonra gün boyu giydiğim elbiseyi üzerimden çıkarıp rahat eşofmanlarımı giydim. Kıyafetlerimden bir an önce kurtulmak istememin nedeni hastane ortamında fazla kaldığım içindi. Elimde geldi bu konularda aşırı titizdim.
İşimi bitirir bitirmez salona yani Şeri'nin yanına dönmek için hareketlendim. Tatilini yarıda keserek sırf beni merak ettiği için geri dönen biricik arkadaşımı yalnız bırakmak hiç hoş değildi.
Salona geçtiğimde tekli koltuklarının birinin üzerine bacak bacak üzerine atarak oturmuş olan Şeri'yi huzursuz bir şekilde tırnaklarını yerken buldum. Neydi onu huzursuz edip tırnaklarını kırpacak konuma getiren şey...
Bakışlarımı onun üzerine sabitleyip tam karşısına gelecek şekilde üçlü koltukların birinin köşesine oturdum. "Canımın içi keser misin şunu? Sen durduk yere böyle şeyler yapmazsın, yoksa bir tatsızlık mı var?"
Umarsızca omuz silktikten sonra bakışlarını benden kaçırarak, "Yok bir şeyim." dedi.
"Nedense bana varmış gibi geldi. Eğer bir sorunun varsa kime anlatacağını biliyorsun."
Belki de gerçekten bir şeyi yoktu da bana öyle gelmişti. Gerçi benim tanıdığım Şeri, yok yere tırnak yemezdi. İçimden neyse yakında çıkar kokusu diye geçirdim. "Ee, anlat bakalım tatilde neler yapıyorsun?" Stresten uzaklaşıp gerginliğe son vermekti niyetim. Yeterince stresli günler yaşıyordum zaten.
Şeri, gözlerini belirterek bana bakmaya başladı. "Kızım yedi yirmi dört görüşüyoruz. Soracak soru mu bulamadın?"
Haklıydı. Benimkisi sadece gergin olan ortamı biraz yumuşatmaktı. Yine saçmalamış yine batırmıştım, çünkü üzerimde büyük bir baskı vardı.
Ömer Bey'in teklifi...
Muhtemelen benim üzerimdeki baskı kötü enerji olarak Şeri'ye geçiyor bu da ikimizin arasında görülmez duvarlar örüyordu.
Ömer Bey'in asistanlık teklifini Şeri'ye söyleyip söylememe konusunda kararsızlık yaşıyordum. Hiçbir zaman ondan saklım gizlim olmamıştı. İş hayatımızı ilgilendiren böyle önemli bir konuyu ekarte edemezdim. Yok, benim bir şekilde yolunu bulup bunu arkadaşıma anlatmam gerekiyordu, yoksa içimde durdukça bomba gibi patlayacaktım.
"Bir kahve içsek mi acaba?" Tercihim Şeri'yi gülümsetmiş aramızdaki buzları çözüvermişti. "Olur, içelim," dedi.
Şeri'nin seve seve yaptığı birer kupa kahveyi karşılıklı oturarak içmeye başladık. İçtiğim her yudum boğazımdan yağ gibi kayıp midemi şenlendirirken ruhumda kekre bir tat bırakıyordu. Geçiştirip durduğum ama asla geçiştirilmeyecek konunun gün yüzüne çıkma çabalarıydı bu.
Hiçbir şeyi umursamayıp pekâlâ da görevi kabul edip özel asistan olabilir dolgun bir maaşa sahip olabilirdim. İçimden geçenleri karşımda oturan bana arkadaştan çok can yoldaşlığı yapan genç kadının duruşuyla kıyaslıyordum. Ben bunu ona yapamazdım. Onun arkasından iş çeviremezdim. Ne olursa olsun dürüst davranmalı Ömer Bey'in teklifini ona anlatmalıydım.
Saatin tik takları vurdukça zaman ilerliyor dilimin ucuna dolanan kelimeler bir türlü ervahından çıkmak bilmiyordu. Muhtemeldir ki, arkadaşım bendeki kıvranışın bileğimin acısından değil yüreğimin ezikliğinden geldiğini anlamıştı.
"Mel, senin bir sıkıntın mı var? Bana sorup duruyorsun ama sanki sorun sende gibi. Yoksa Cem'le bir sorunun mu var?"
Keşke sorun Cem'le alakalı olsaydı, diye geçirdim içimden ama değildi.
İçip bitirdiğim boş kahve kupasını orta sehpanın üzerine bırakmak isterken hafifçe belimi kırdım ve öne doğru uzandım. "Canımın içi, ellerine sağlık kahve iyi geldi."
"Afiyet olsun balım, açıkçası bana da iyi geldi."
Belki de kırıcı gerçeği konuşmanın zamanı gelmişti fakat Şeri'nin tepkisini aşırı derecede merak ediyordum. Bu zamana kadar hiçbir şekilde onun çıkarına aykırı düşen bir harekette bulunmamıştım. Şimdiyse konuşacağım mesele tamamıyla onun çıkarına dokunuyordu. Bu konuşmanın sonunda birbirimize daha sıkı sarılabilir veyahut tamamıyla yolları ayırabilirdik. Şu an büyük bir izdihamın içindeydim. Üstelik kafamın içi koyu bir bulamaca dönmüş durumdayken konuşmanın sonunu kaldırıp kaldıramayacağımı bile bilmiyordum.
Bunu yapmalısın. Hiçbir zaman arkadan iş çeviren biri olmadın sen. Biliyorum insan gerektiğinde riskler alabilmeli fakat risk almak cidden özveri gerektiriyordu. Ben risk almaya hazır mıydım, işte bunu bilmiyordum.
"Kızım dakikalardır seni izliyorum sümsük kuşu gibi düşünüp duruyorsun çıkar artık ağzında ıslatıp durduğun baklayı."
"Şeri, bir girdabın içinde debeleniyorum. Bunu sana nasıl anlatacağımı da bilmiyorum. Henüz olmuş veya olacak yok ama olması muhtemel bir konu var." Meselenin açılışını yapıp beklemeye başladım. Konu biraz da Şeri'nin vereceği tepkiler doğrultusunda şekillenecekti. Bulduğum en kolay çözüm gibi gelmişti bana.
"Balım, bizim çözemeyeceğimiz problemimiz yok. İkimiz birlikte olursak her şeyin üstesinden geliriz. Sen mesele nedir onu söyle."
İkimiz bir olursak demişti lakin bu kez ikimiz birlikte olamayacaktık. İkimizden biri olacaktı. İkimizden biri de kesinlikle ben olmayacaktım. Şeri, ona karşı dürüst olduğumu kabul ederse sorun olmayacaktı dolayısıyla çözüm kolay olacaktı aksi takdirde büyük bir kaosun içine çekilecektik. Umarım sonumuz hüsranla bitmezdi. "Bak canımın içi, öncelikle sana karşı samimi olduğumu bilmeni istiyorum. Biliyorsun şirket olarak önümüzdeki günlerde bir ihaleye giriyoruz."
"Evet, biliyorum. Bu bir sır değil ki." Sözlerini yarıda keserken kalın sayılabilecek kavisli kaşları birbirine yaklaşıp hafitçe çatılmıştı. "Sır demiyorum zaten. Benim anlatmak istediğim şey bambaşka."
"Ne gibi başkalık?" diye sorarken yüz kasları devinmeler yaşıyordu.
"Ömer Bey, ihalede görev almam dâhilinde ödül vereceğini söyledi." "Mel, sakın görevi kabul ettiğini söyleme. Geçen seferki gibi başına iş açarsın yoksa. Sen söyleyemiyorsan istemediğini patrona ben söylerim."
"Yok, ben söyledim istemediğimi ama söz konusu olan isteyip istemediğim değil. Söz konusu olan verilecek olan ödül."
"Ne gibi bir ödül olacakmış bu, onu da söyledi mi?" Sükûtumu destekleyen vücut dilim oldu. Başımı usulca aşağı yukarı sallarken evet anlamında, "Söyledi." dedim.
"Ee, neyi bekliyorsun açıklasana kızım ödülün ne olduğunu?"
Ben başıma geleceklerin endişesi içinde kendi kabuğuma çekilirken Şeri'nin sesi ayyuka çıkmıştı. Onun aldığı cevabın etkisel tepkisinden ölesiye korkuyordum. Onu kaybetmekten deliler gibi korkuyordum. Korkum biraz da yalnızlığa düşmektendi. Yalnızlığa düşüp bir başıma hayatla mücadele vermekten yorulmuştum zira.
"Bak önce sakin olacağına söz ver. Ben zaten istemiyorum. Senin hakkın olduğunu patrona da baştan söyledim."
Sinirleri alınmış gibi sakindi ayağa usulca kalkarken. İki kollarını yanlarına sabitleyip gözlerini belertirken de bir o kadar sakindi. Bana doğru küçük bir adım atarken de sakindi. "Balım, saçmaladığının farkında mısın? Ben sana ödülün ne olduğunu soruyorum sen bana saçma sapan cevaplar veriyorsun. Benim hakkım olan ödül ne çabuk açıkla yoksa meraktan şuracıkta bayılacağım."
"Ta-tamam, açıklayacağım ama açıklamak sandığın kadar kolay değil," derken boğazıma dizilen yumruları gerisin geri yutkundum. "Ömer Bey, ödül olarak bana özel asistanlık teklif etti." Sözcükler ana vatanından kopmuş hecelere ayrılarak havaya karışmıştı.
"Ne diyorsun kızım sen, ne demek ödül olarak asistanlığı sana verecek? Bu adam kafayı mı yedi; ikimize birden göz kırpıyor."
"Ben kabul etmeyeceğimi söyledim zaten." Sesimin ayarı cılız çıkmıştı ama Şeri'nin beni duyduğunu sanmıyordum zira beklediğimden daha büyüktü tepkisi.
"Siz benim arkamdan iş çevirmeye utanmıyor musunuz? Belli ki ben izindeyken işi oldubittiye getirecek şerefsiz. Sen nankörsün kızım nankör. Yazıklar olsun sana."
Hızla ayağa kalkıp karşısına dikildim. "Sen beni duymuyor musun, istemiyorum diyorum. İstemiyorum. Nankörlükle suçluyorsun bi 'de asıl sana yazıklar olsun, beni bu kadar tanımışsın demek ki..."
Sustu ve irice açılmış gözlerini yüzümde dolaştırmaya başladı. Ne düşünüyordu aklından neler geçiyordu bakışlarından okumak zordu. Üstelik saniyeler geçtiği halde bakışları hâlâ üzerimdeydi. "Çekil önümden," diyerek beni itekledi ve koridora doğru adımlamaya başladı. Sesindeki bariz öfke sinirinin geçmediğinin bir göstergesiydi.
"Şeri, dur nereye gidiyorsun?"
Ani bir hamleyle başını bana doğru döndürüp, "Cehennemin dibine," dedi ve ardından ekledi. "Nefes almak istiyorum. Buradan gidip kirletilmemiş hava solumak istiyorum."
Şeri, yüksek sesle konuşurken bir yandan da benim bebek adımlarıma karışın mesafesi geniş açılı adımlar atıyordu. Ben salonun kapısı önüne geldiğimde Şeri, kapıyı çarpıp gitmişti.
Onun arkasından yetişebileceğimi düşünmüş olmalıyım ki peşinden gitmeye karar verdim; hem de bu ayakla. Konuşmamız gerekiyordu zira konu askıda kalmıştı. Elimden geldiğince hızlı hareket etmeye çabalıyordum. Hemen vestiyerden çantamı aldım ve korkunun dibini yaşadığım halde asansörle inmeyi seçtim, çünkü Şeri'nin merdivenlerden indiğini gördüm.
Ben asansörden çıktığım sırada Şeri, binanın giriş kapısından çıkıp gitmişti dolayısıyla ona yetişememiştim. Yine de vazgeçmeyip peşine düştüm fakat onun hızına karşın benim kaplumbağa adımlarım aramızda mesafeler oluşmasına neden oluyordu.
Ben sokağın yarısına geldiğimde Şeri, köşe başından dönüp kayıplara karışmıştı. Tükenmişliğime bir yenisi daha eklenirken olduğum yerde kalakaldım. Kara bulutların toplandığı göğümde şiddetli bir fırtına çıkmaya hazırlanıyordu. Boğazımda zakkum gibi zehirli bir tat oluştu. Boğazımda oluşan acı tat göz bebeklerimi kanatırcasına yakıyordu. Yanaklarımdan çeneme doğru uzanan ince bir sızıntı yüreğimin acısını gün yüzüne çıkarıyordu.
Karanlığın hüküm sürdüğü sokağın tam ortasına tek başımaydım ve burnumu çeke çeke ağlıyordum. Bedenimi daha fazla taşıyamayan dizlerimin dermanı kesilmiş kaldırım taşına oturuvermiştim. Gecenin ayazından değil de içimin buz tuttuğundan olsa gerek dişlerim birbirine vuruyordu. Geri döner umuduyla dakikalarca soğuk kaldırım taşı üstünde oturarak arkadaşım dediğim kadını bekledim ama gelmedi.
Umuda tutunmuş umutlarım umutsuzluğa dönüşünce dizlerimden güç alarak yavaşça ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Yürüyordum ama stresten olsa gerek bileğim inanılmaz bir şekilde ağrımaya başlamıştı.
Yaklaşık elli metre kadar yol almıştım lakin aynı benim gibi küçük bir kız çocuğunun soğuk kaldırım taşına oturmuş ağladığını gördüm. Benden ürküp kaçacağını hesap ederek sessizce ilerliyordum.
Hiç ses etmeden geçip yanına oturdum. Hâlâ için için ağlıyordu. Yanına oturduğumu hissetmiş başını usulca benden tafra döndürmüştü. Onun yüzünü gördüğümde gözlerime inanamadım. Bu, nasıl olabilirdi... Benzerlik aklımı başımdan almıştı.
|
0% |