@my_lore
|
Selaaam... Aşklarım, Meleksularım, yine biz geldik. Hemen bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım➜ Sonra kendinize kuytu bir köşe bulun ve okumaya başlayın. 👀👀👀 Kim olduğunu sormama gerek kalmadığından kapının sürgüsünü ve kilidini hızlıca açtım. Cem'in moralinin bozuk olduğu yüzünün düşüklüğünden belli oluyordu.
"Hoş geldin aşkım, bir sorun mu var?"
Serseri bakışları beni tepeden tırnağa süzdükten sonra iç içe geçmiş dudakları hafifçe aralandı ve bıkkınlık belirtisi gösteren güçlü bir nefesi dışarı verdi. "Benim bir şey bildiğim yok, sorunun cevabı sende."
Sürpriz paket gibi soruma soruyla karşılık vermesini ilk başta anlayamamıştım fakat bana karşı dolu olduğunu hissetmem uzun sürmemişti.
Boğazımı tırmalayan kelimeler çoğaldıkça içimdeki birikinti beni boğmaya başlamıştı. Neden sorunun cevabı bendeydi ve neden Cem karşıma geçmiş bana hesap sorar gibi bakıyordu?
"Aşkım kapının önünde bekleme istersen içeri geç. Sorun her neyse konuşalım."
"Ben buraya konuşmak için gelmedim!"
Cem'e benzeyen ama Cem gibi davranmayan bu adam da kimdi? Yüzüme acı bir tebessüm oturdu ve kendi tükürüğümde boğulmamak için hafifçe yutkundum.
"Ne için geldin peki?"
"Şeri gönderdi, arabasının anahtarını almak için geldim."
Şu an avazımın çıktığı kadar haykırmamak için kendimi zor tutuyordum. İçimdeki acı çığlık göğüs kafesime öküz gibi oturmuştu. Bunlar her sıkıştığında neden birbirlerine koşuyor ve benim arkamdan ne iş çeviriyorlardı?
Buruk bir tebessüm otururken nefessiz kalan dudaklarıma dilime ket vurmuş kelimeler isyana kalkıştı. "Şeri, anahtarını almaya neden kendisi gelmedi de seni yolladı?"
Bu arada sesimin ayarı fazlasıyla yüksek çıkmıştı.
"Meleğim. Belli ki sana kırılmış. Senin de az çok tahmin edeceğin gibi bu kırgınlık hemen geçmez. Ona biraz zaman tanımak lazım."
Bilinmezliğin pençesinde kıvranırken ruhum Cem'in olayı basite indirgeyerek yüzeysel bir açıklamaya girişme çabası beni zıvanadan çıkarmıştı ama neler olduğunu öğrenmem için de sakin görünmeye ihtiyacım vardı.
"Sende mi kalacak?" diye sabır çeker gibi sorduğum esnada göz kapaklarım refleks olarak kapanıp açılmıştı zira beynimi kemiren sinsi kurtçuklar dur durak bilmeden beni kışkırtıyorlardı.
"Yok, bende kalmayacak. Geri dönecekmiş. Bu saatte geri dönme bende kal diye ısrar ettim ama kabul etmedi."
İçimden isabet olmuş diye geçirdim. Bir de gidip aynı evde kalsaydınız.
Kendimi daha fazla frenleyemedim ve bastım gaza. "Siz, hangi ara buluştunuz?"
Benim gözümün karardığını ve sesimin titrediğini fark eden Cem, alttan almaya başlamıştı. "Hayatım. Meseleyi zaten biliyorsun. Biraz nefes almak için dışarı çıkmış. Beni aradı moralinin bozuk olduğunu söyledi. Ben de gelip ona yardımcı olmaya çalıştım; hepsi bu."
Gerçekten hepsi bu muydu? Ne kadarda rahat konuşuyordu. Şu an kendisi benim yerimde olsaydı acaba yaşananları nasıl karşılardı; cidden bunu merak ediyordum.
Suçlu benmişim gibi olay ruhuma empoze ediliyor bu da beni zivanadan çıkarıyordu. "Şimdi neredeymiş, yani nerede buluştunuz?" diye sorduğumda midem ile göğüs kafesimin arasına sıkışmış ateş topu patlamak üzereydi.
Cem, "Sizin sokağın sonundaki parkta," diye cevap verdiğinde sesindeki tını düz ve umarsızdı.
Sinirden dudaklarımı kemirdiğim doğruydu. Ben duygularımı ne kadar baskılamak istesem de ruhumdaki fırtına galeyana gelmişti bir kere. "Şeri hâlâ orada mı?"
"Evet orada. Gece gece yola çıkmasının yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım ama beni dinlemedi. Yalnız kalmaya ihtiyacı varmış."
İçsel döküntülerimi ve kulağıma fısıldayan insancıkları zapturapt altına almakta güçlük çekiyordum, hatta zapt edemiyordum.
"Onu bu kadar düşünüyorsan alıp kendi evine götürseydin."
Son hamleyi yaparak şahı devirmiş olabilirdim zira mantığımın yerini onlara duyduğum öfke almıştı.
Benim beklenmedik hamlem karşısında Cem, kısa süreliğine afallasa da olabildiğince sakin kalmayı tercih ederek beni yatıştırma çabası içerisine girmişti.
"Meleğim, sen ne dediğinin farkında mısın? Neden böyle yapıyorsun? Biz üçümüz arkadaşız. Elbette bir sorunumuz olduğunda paylaşıp çözmeye çalışacağız. Senin neyin var kuzum?"
Onunla göz teması kurmak yerine başımı hafifçe yana doğru çevirdim. "Benim bir şeyim yok. Nedenine gelince; siz her fırsatta bir araya gelip bana karşı cephe alınca kendimi ihanete uğramış gibi hissediyorum. Geçen sefer sen onu aradın şimdi o seni arıyor."
"Aşkım, senin gerçekten sinirlerin bozulmuş, çünkü ne dediğinin farkında değilsin."
Başımı olumsuzca sağa sola sallarken kekre bir tat oluşmuştu dimağımda. "Sinirlerimin bozuk olduğu doğru; nedenini de biliyor olmalısın. Şeri, hemen sokağın başındaki parkta olmasına rağmen kapıya kadar gelip anahtarını isteyemeyecek kadar nefret mi ediyor benden?"
"Hayatım... Şu an sana karşı öfkeli olabileceğini tahmin ediyorsundur. Biraz zamana ihtiyacının olduğunu da benden çok sen bilirsin. Şeri'nin ani çıkışlarının olduğunu olaylar karşısında fevri davranabileceğini benim kadar sen de biliyorsun. Şimdi ne diye bana sitem eder gibi konuşuyorsun. Şimdi bana anahtarı ver de gideyim. Birkaç gün birbirinizden ayrı kalmak ikinize de iyi gelecektir."
İçimde filler tepişirken gardımı düşürmüş gibi yaparak ruhumdaki tufanı öteledim. "Hanımefendinin anahtarı neredeymiş?"
"Koridordaki vestiyere astığını söyledi."
Hiç ses etmeden vestiyere doğru aksayarak yürüyüp anahtarı alıp geldim ve Cem'in uzanan avucuna bıraktım.
İnanamıyordum. Bütün bu olanların gerçek olduğuna inanmakta cidden zorluk çekiyordum. Ne zamandan beri doğruları konuşmak suç olmuştu. Ben sadece ona gelişen olayları anlatmıştım. Benim konuyla ilgimin olmadığını da anlatmıştım ama hanımefendi çığlığı basıp çekip gitmişti.
Bütün suç benim zaten; git sen de git. İçimden geçirdiklerim soyutluğa büründü ve zamanı geldiğinde ayaklanmaya iştirak etmek üzere kendi köşesinde çekildi.
Cem, avuç içine bıraktığım anahtarı sıkıca tuttu diğer eliyle yüzüme düşen bir tutam saçı geriye atmak istedi. Başımı hızla geriye çektim. "Sen git Şeri'yi teselli et. Ben taştan yaratıldım zaten."
"Aşkım yapma böyle!"
"Git dedim Cem, defolup git. Ne halde olduğumu görmüyor musun?"
Çelik kapıyı ani bir hareketle Cem'in yüzüne kapattım. Benden sonra kaç kere bastıysa kapı ziline açmadım.
Gözlerimden çağlayarak akan ırmakları durdurmanın imkânı yoktu. Salona geçtim üçlü koltuklardan birinin üzerine boylu boyunca attım kendimi. Hayır, ne uzanabiliyor ne de oturabiliyordum. Yüzlerce el boğazımı sıkmış gibi nefes alamıyordum. Ayağa kalktım birkaç adım ileri geri yürüdüm. Nafile hiçbir işe yaramıyordu. "Kahretsin!" diye bağırdım. "Hepinizin canı cehenneme!"
Hıçkırıklar kocaman yumrulara dönüşmüş boğazımı tıkarken ben katıla katıla ağlıyordum.
"Kahretsin!" Elime ne geçerse sağa sola savunmaya başlamıştım. "Gelmeyin artık üstüme. Hepinizden nefret ediyorum. Hep siz haklısınız. Bir ben haksızım bu dünyada!"
Kendimden geçmiş gibi öyle yüksek sesle bağırıyordum ki muhtemelen sesim binanın içinde yankılanıyordu. Ne sesimin tonunu ayarlayabiliyordum ne de kendime hâkim olabiliyordum. Ne bulduysam sağa sola fırlatıp kırıp döküyordum.
"Hepiniz geberin... Bırakın yakamı artık bırakın..."
Bağırıp çağırmaktan boğazım kurumuş kırıp dökmekten yorulmuştum. Kendime gelmeye çalıştım fakat göğsümün sıkıştığını nefes almakta zorlandığımı anladığımda doğruca pencere önüne koştum. Titreyen ellerimle pencere camını açtım başımı aşağı doğru sarkıtıp hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladım. Kesik kesik aldığım nefesler ciğerlerime yetmiyordu.
Bu arada hayal miydi gerçek miydi bilmiyordum ama kapı zilinin sesiyle başımı koridora doğru çevirdim.
Bu saatten sonra kim oldukları umurumda bile değildi. Hoş ne oraya kadar yürüyecek dermanım ne de kapıyı açacak takatim vardı, çünkü vücudumun enerjisi tükenmişti.
Kapı zili çalmaya devam ediyor her çalışta içimi ürperiyordu lakin olduğum yerden kıpırdayamıyordum.
"Hiçbirinizi istemiyorum, defolup gidin," diye bağırdım.
Bütün hırsıma eşyalardan çıkarmış yay gibi gerilen sinirlerim sonunda boşalmıştı. Gevşeyen halsiz varlığım kayarak duvar dibine sindi. Önce dizlerimi karnıma doğru çektim sonra kollarımla bacaklarımı sararak geniş bir halka oluşturdum. Kollarımdan oluşan geniş halkaya başımı gömdüm.
Biraz önce ne yaşamıştım ben? Kıskançlık krizine tutulmuş biri gibi ruhumdaki canavarlara yenilmiştim. Hangi ara bu kadar paranoyaya bağlamıştım? Hangi ara en yakın arkadaşlarımdan şüphelenir olmuştum? Sorun bende miydi yoksa içime şüphe tohumları eken maskesi düşmüş insana benzer suretlerde mi?
Karmakarışık duyguların pençesinde kıvranırken varlığım kapı zilinin yeniden ve alacaklı gibi çalmaya başladığını işittim. Cem, gitmemiş hâlâ kapı önünde beni bekliyor olabilir miydi?
Kapıyı yüzüne çarptığım için Cem'den böyle büyük bir performans beklemiyordum ama orada olma olabilitesi çok yüksekti.
Kapıyı açıp açmamakta haklı olarak kararsızlık yaşıyordum. Ben olasılıkları değerlendirirken kapı hâlâ çalmaya devam ediyordu. Kapıyı açmaktan başka şansım olmadığına karar verip yerden destek alarak ayağa kalktım ve eşyalardan tutuna tutuna koridora kadar gelmiştim. Koridora geldiğimde duvardan destek alarak yürümeye başladım. Kapıyı açmadan önce bir gözümü kapatıp açıkgözümle mercekten baktım.
Gördüklerim beni büyük yanılgıya uğratmıştı, çünkü kapımda polisler vardı.
Şok içinde şok yaşarken tekrardan kapıyı açıp açmama düşüncesi içine girdim. Neden polis kapımdaydı ve neden gecenin bu saatinde kapıyı kıracakmış gibi çalıyorlardı. Ben kime ne yapmıştım da polisler kapıma dayanmıştı.
Bütün cesaretim topladım ve olaya sıradanlık katmak için, "Kim o?" diye sordum.
Hazır olda bekler gibi, "Polis, aç kapıyı!" diye cevap verdiler.
Kanadı kırık korkup çalı dibine sinmiş bir kuş gibi kapıyı kilidinden kurtarıp usulca açtım. "Buyurun memur bey, sorun nedir?" diye sordum.
Bana yakın konumda olan memur düz ve tok bir ses tonlamasıyla, "Hakkınızda şikâyet var hanımefendi." dedi.
"Ne şikâyeti memur bey, kime ne yapmışım ben?"
"Komşularınız aradı, dairenizden bağırış çağırır sesleri geliyormuş rahatsız olmuşlar."
"Şiddet mi görüyorsunuz, eğer öyle bir durum varsa bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor."
"Yok, yok, şiddet falan gördüğüm yok. Ben yalnız yaşıyorum zaten."
"Biz bundan emin değiliz ama. İçeri geçip bakmamızı ister misiniz?"
"Tabii geçip bakabilirsiniz ama gerçekten öyle bir şey yok," dediğimde tedirginliğin verdiği karamsarlıkla ister istemez sesimin rengi titrek ve pürüzlü çıkmıştı.
"Tamam, şimdi biz gidiyoruz ama aklınızda olsun buralardayız. Herhangi bir olumsuzluk olursa hemen bizi arayabilirsiniz."
Ellerimin titremesini önlemek için kollarımı birbirine dolayıp koltuk altlarımda birleştirdim. İkna edici olmam gerekiyordu çünkü hâlâ şüpheli bakışları üzerimdeydi.
"Şey, biraz önce ben televizyonda film seyrediyordum. Sanırım sesini fazla açmışım. Komşular onu duymuş olabilir."
Kapıyı açtığımdan bu yana kaşları çatık ve ciddi görünümünden hiçbir şey kaybetmeyen memur, "Olabilir. O zaman televizyonunuzun sesini kısın ve komşularınızı rahatsız etmeyin." dedi.
Tam kapının önünden ayrılıp gidiyorlardı ki polislerden bir tanesi dönüp tekrar geldi. "Bir daha şikayet olursa sizi karakola götürmek zorunda kalabilirim; baştan uyarayım da ona göre hareket edin."
Karakol, kelimesi başımdan aşağı kaynar suların boca edilmesine sebebiyet vermişti. Korkak bakışlarımı önüme indirdim, "Tamam, bunda sonra dikkat ederim." derken.
Çok olmamıştı büyük bir sinir harbi yaşayalı lakin ikinci bir krizin eşiğinden geçmek üzereydi ruhum. Benim acilen rahatlamam gerekiyordu ama nasıl diye geçirdim içimden. Ihlamur alternatifi anında zihnime damgasını vurmuştu ama çabuk vazgeçtim çünkü benim daha güçlü yatıştırıcıya ihtiyacım vardı. Su, suyun arındırıcı ve yatıştırıcı etkisi küçümsenmeyecek kadar efsunkârdı.
Sıralamayı hemen yapıp oflaya puflaya yürümeye başladım. Önceliğim sıcak bir duş almak sonra ilaçlarımı alıp uyumaktı. Ne zaman sıkıntıya düşsem çareyi uyumakta arardım. Uyuyup unutmaktı bütün çabam; şimdi de öyle yapacaktım.
Hiç vakit kaybetmeden banyoya geçip elimden geldiğince duş alma seansını kısa tuttum. Saçlarımı kurutup en sevdiğim mavi pijama takımımı giydikten hemen sonra bir bardak suyla ağrı kesici ilacımı alıp bileğime kas gevşetici jeli sürdüm.
Nihayet rahat yatağımdaydım. Uymadan önce telefonumu elime alıp sosyal medyada gezinmeye başladım. Maksadım olumsuz hiçbir şey düşünmeyip ruhumu kirden pastan arındırmaktı. Özelikle komik videolar izlemeyi tercih ediyordum.
Aldığım ağrı kesici ilaç etkisini göstermeye başlamış gevşeyen bedenime ağırlaşan göz kapaklarım yoldaşlık ediyordu. Uzun bir esnemenin ardından tekrar telefon ekranına odaklanmıştım ki gıcırtıya benzer bir ses duymamla birlikte başımı telefondan kaldırıp etrafıma bakınmaya başladım. Gördüğüm pencere camından sızan loş bir aydınlık ve sessizlikti.
Boş bulunduğumu var sayıp tekrardan kapanan telefon ekranını tekrardan açtım. Saniyelik bir zaman diliminin ardından aynı gıcırtılı sesi duyumsamam tüylerimin ürpermesine yol açmıştı.
Sanki kedinin biri ahşap bir zemini tırmalıyor gibiydi.
Sessizliği bozmamak adına telefonu kapattım ve dinlemeye başladım. Yine aynı ses çınladı kulaklarımda; baya bildiğin tırmalama sesiydi.
Nefesim içime kaçmış gibi usulca yutkundum ve beklemeye başladım. Emin olduğum bir şey varsa sesin kaynağı gardırobumdu.
Bunca hengâmenin ortasında Şeri, geldi aklıma gülümsedim. Korkularım anında dağıldı. Şeri ve onun kedi sevdası. Benden habersiz eve kedi sokmuş olabilirdi. Ben eve zamansız gelince muhtemelen kediyi dolaba saklamıştı.
İnancım doğrultusunda yatağımdan hiç çekinmeden kalktım ve zıplayarak doğruca gardırobun önüne koştum.
İşte sorun tam olarak burada başlıyordu, dolabın kapağını açtığımda kediyle yüz yüze gelmek ve ona dokunamamak. Bıraksaydım da olduğu yerde kalsa mıydı acaba? Yok, olmazdı o havasız yerde kalırsa boğulabilirdi. Kediye dokunamıyordum ama hayvan düşmanı da değildim. Önce dolabın diğer gözünü açtım ve bir havlu aldım. Tek çarem havluyla tutmak ve onu kapı önüne bırakmaktı. Nasıl olsa sabah kapıcı onunla ilgilenirdi.
Nefesimi tuttum ve bismillah deyip dolabın kapısını açtım.
Gördüğüm gerçeklik ruhumu alabora etmiş elimde tuttuğum havlu kayarak yere düşmüştü. Buzdan bir soğuk cismimi esareti altına alırken bütün vücudum kaskatı kesilmişti.
Bulunduğum yerden bir milim dahi hareket edemiyor gözüne far tutulmuş tavşan gibi tutuk bir şekilde aynı noktaya bakıyordum.
Saniyeler geçip gidiyor fakat ben gördüğüme bir kılıf giydiremiyordum. En nihayetinde şuurum bir nebze olsun yerine gelmiş, "S-senin ne işi var benim dolabımda?" diye sorabilmiştim.
|
0% |