@my_lore
|
Selaaam... Meleksularım, bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım<3 Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın. Buraya kitabımızın simgesini yazalım➜ (666) Zifiri karanlığa boğulmuş bir kaosun tam ortasında kalarak yönünü belirleyememek ve zihninde derin çatlaklara neden olmak, muhtemel olan her şeyi elinin tersiyle silip dik durmaya çalışmak, bana göre dünyanın en ucube davranışlarından biriydi. Bu gece cilalanmış ruhuma derin çizikler atılmış nevrim dönmüştü. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de akla hayale gelmeyecek görüntü sürçmesiyle karşı karşıya kalmıştım. Bir tarafım soyutluğa bürünmüş yanık kokusu alırken diğer tarafım yangını söndürme peşindeydi. Kelimenin tam anlamıyla arafta kalmıştım. Binlerce değil milyonlarca soru oluşmaya başlamıştı ikilem yaşayan hücrelerimde.
Boşluğumdan faydalanmak isteyen numaracı piyoncuklar karşımda duran masum bakışlı varlığı korkunç bir canavara benzetirken, henüz ayık olan benliğim bir yargıç gibi sorgula diyordu.
Evet, sorgulamak benim de işime gelirdi, böylelikle derinlerde yatan gerçeği gün yüzüne çıkarabilirim. Peki, ama ben gerçekle yüzleşmeye hazır mıydım? İşte tam olarak ikilem yaşayan belleğim orada tıkanıyordu.
Melek, sakın yanılgıya düşme, diyerek çığırtkanlık yapan iç sesimin sonunda iyiliğimi istediğine kani oldum zira baş edemediğim sorunun kaynağına inmek en doğal çözümdü.
Konuşmaya başlamadan önce boğazımı yırtarak gırtlağımdan zorlukla geçen koca bir yutkunuşla rahatlama peşine düştüm. "Senin ne işin var dolabımın içinde?" diye sorduğumda sanırım tedbir amaçlı birkaç adım geriye doğru çekilmiştim.
"Çağırdın geldim!" dedi. Küçük bir kız çocuğuna göre sesi düz ve duygusuz çıkmıştı.
"Ben seni çağırdığımda gelmemiştin. Şimdi ne oldu da fikir değiştirdin?"
"Sana kıyamadım!" Yine kendinden büyük laflar ediyordu.
"Hem sen evime nasıl girdin önce onu söyle bakalım?" Cem, örneğinden yola çıkmıştım. Gerçi o gece hâlâ zihnimde bir muamma olarak varlığını koruyordu ama mutlaka geçerli bir açıklaması vardır diye düşünüyorum zira konuyu açıklığa kavuşturmadan rahat etmeyeceğim kesindi.
Gözlerimin içine bakarak korkusuzca dolaptan çıkıp üstünü başını sirkeler gibi yaptıktan sonra bana doğru kısa mesafeli bir adım attı. Onu bu kadar cesaretli kılan şey neydi açıkçası ben de merak ediyordum.
"Kapıdan girdim başka nereden gireceğim." Yüzüme çemkirir gibiydi verdiği cevap.
"Sana kapıyı açtığımı hatırlamıyorum!" derken kaşlarım çatılmış zihnim saatler öncesini irdelemeye başlamıştı.
Kiraza benzer dudaklarını önce büzüp sonra sarkıttı. "Bana inanmıyor musun?"
"Sana inanmam için bana bir tek neden söyle." dedim. Biraz öncesine nazaran zihnim daha berraktı.
Bilmiş bir ifade yüklerken göz bebeklerine puslu bakışları lakayttı. "Cem enişte desem ikna olacak mısın?"
Karşımda duran küçük bir kız çocuğuydu ama garip bir şekilde beni etkisi altına alıyordu. Onun varlığı burun deliklerimden geçerek ruhuma sinen tütsü kokusu gibiydi.
"Sen Cem'i nereden tanıyorsun; hiç görmedin ki?"
"Onu şahsen tanımıyor olabilirim ama adının Cem olduğunu ve senin erkek arkadaşın olduğunu biliyorum!"
"Kimsin sen, boyundan büyük laflar ediyorsun," diye sorgularken karşımdakinin küçük bir kız çocuğu olduğunu unutmuştum zira etrafımı kuşatan görünmez hâleler vardı ve bu beni geriyordu.
"Maral benim adım. Hani birkaç saat önce sokakta karşılaşmıştık; unuttuysan hatırlatayım. Yoksa unuttun mu?" Kışkırtıcı bir seviyedeydi ağzından dökülen kelimeler ve sesinin ruhani boyutu.
"Bak sen bir de kalkmış bana ders veriyor. Ben onun mu soruyorum. Bilmişliğin had safhada diyorum."
Birkaç saat öncesi sinirleri laçkalaşmış biriydim ben. Yetmezmiş gibi şimdi de kafamın içinde devinmeler yaşatan küçük bir kız çocuğuyla uğraşıyordum. Gerçi onun küçük bir kız çocuğu olduğuna inanmak için bin şahit lazımdı çünkü bile isteye damarıma basıyor gibiydi. İlk karşılaştığımız zamana kıyasla kişilik değiştirmiş kendine olan öz güveni yerine gelmiş biri gibi davranıyordu
"Melek, bana kızdın mı sen? Sizi kapı önünde konuşurken duydum. İçeriye de o sırada girdim." Güya beni yatıştırmak için konuşuyordu ama bunu yaparken bile sinirlerimi zıplatmayı başarıyordu.
"Nasıl yani, biz konuşurken sen gözümün önünde evin içine geçtin ve biz senin içeri geçtiğini görmedik; benim buna inanmamı bekliyorsun herhalde?"
Maral, küçük bir adım daha atarak bana yaklaşmak istediğinde durması için elimi ona karşı tuttum çünkü kafamın işindeki karmaşa henüz netliğe kavuşmamıştı. "Orada kal. Sakın bir adım daha atayım deme. Önce evime nasıl girdin doğrusunu anlat."
Kollarını iki yanlara doğru açarak konuşmaya başladığında alay-vari bir üslup kullanıyordu. "Uçarak veya duvardan geçerek desem inanacak mısın? Sen arabanın anahtarı için içeriye geçtiğinde Cem, enişte kapı önünden ayrılıp ileri geri yürümeye başladı. İşte bende o ara fırsattan istifade içeriye girdim. Bunda garipseyecek ne var Melek?"
İşaret parmağımı ona doğru sallayarak, "Biliyor musun, uçarak veya duvardan geçerek deseydin daha inandırıcı gelecekti. Sen kapıdan geçerek eve girseydin eğer ben seni mutlaka görürdüm; görmediğime göre senin olayın bambaşka."
"Yapma Melek, ağzından çıkanları kulakların duyuyor mu acaba? Senin moralin o kadar bozuktu ki, değil beni burnunu ucunu görecek durumda değildin."
İçimden seni gidi küçük şeytan, diye tısladım çünkü sivri dili boyundan büyüktü. "Ben gayet de kendimdeyim. Gördüğün gibi çok iyiyim hiçbir şeyim de yok!" dedim.
"Her şeyi gördüm Melek. Eşyaları kırıp döktün. Üstelik polislere yalan söyledin. Biliyor musun, ben senden korktuğum için dolaba saklandım."
Sustum çünkü Maral, haklı olabilirdi. Onun söylediği gibi birkaç saat öncesi sinirden burnumun ucunu görecek halde olmayabilirdim. Küçücük bir kız çocuğunun karşısında kendimi bir zavallı gibi hissettim. Gülünç durumda olduğum da ortadaydı zaten. Bir düşünsenize küçücük bir kız çocuğu karşınıza geçmiş size kim olduğunuzu hatırlatmaya çalışıyor. Yanaklarımı şişirinceye kadar nefes alıp oflayarak geri verdim.
Nedenini bilmiyordum ama sanki bir şeyler eksikti ve bazı taşlar yerine oturmuyordu. Bezgince el parmaklarımı saçlarıma geçirerek ileri geri yürümeye başladım; aynı zamanda da düşünüyordum.
"Beni istemiyorsan gidebilirim çünkü sen iyi görünmüyorsun."
Birinci sahne sona ermiş Maral, ikinci sahneyi oyuna dâhil ediyordu. Biraz önce aklımla oyun oynarken şimdi hem alttan alıyor hem de mağduru oynuyordu. Yok, yaptıkları ve söyledikleri küçük bir kıza göre birkaç beden büyüktü.
Gardımı düşürmüş gibi yaparak onun suyuna gitmeye karar verdim çünkü bu gece zihnim fazlasıyla yorgundu daha fazla yorulmak istemiyordum. "Haklısın, iyi değilim zaten neler yaşadığımı da görmüşsün."
"Üzülme Melek ben daha beterlerini de gördüm."
Başımı kaldırıp masum yüzüne uzun uzun baktım. Bu yaşında benim yaşadıklarımdan beter ne yaşamış ne görmüş olabilirdi ki; açıkçası aklım almıyordu.
Maral'ın son cümlesi ona karşı olan bütün ön yargımı kırmış ve kalbimde ona karşı devinmeler oluşmuştu. Belki yalnızlık içgüdüsü ya da küçük kızın tanıdık kokusu vesile olmuştu buna. Ona sarılmak maksadıyla kollarım iki yanlara doğru geniş bir açıyla açılırken, "Gel bana!" dedim.
Işıltılı bakışlarına yanaklarında oluşan dalgalı gülüşü eşlik etti. Başı ancak göbeğime kadar geliyordu. Güçsüz kollarıyla bacaklarıma sarılınca dizlerimi kırdım ve onun boyunun seviyesine indim. "Özür dilerim Maral, cidden iyi değilim. Bu aralar kafam biraz karışık. Yalnız itiraf etmeliyim ki beni baya korkuttun. Kızım dolaba girilir mi hiç insan havasızlıktan boğulur orada."
Cevap vermeye niyet ettiğinde önce bir iç çekti sonra gayet sıradan bir olaydan bahsediyormuş gibi ince dudakları yumuldu. "Ben alışkınım Melek, merak etme bir şey olmaz."
Maral'ın kurduğu son cümle kalbime paslı bir hançer gibi saplanırken geçmişin puslu sayfalarını araladı.
--- --- --- "Kızım biraz sessiz olur musun?"
Küçük kız annesinin uyarısını kale almayarak evin içinde seke seke dönerek oyun oynuyordu. "Bir, iki, üç, tıp. Bir, iki, üç, tıp."
Sesinin düzeyini olabildiğince kısan kadın, uyarısını tekrarladığında korkuya tutsak bakışları yatak odası ile kucağındaki bebek arasında gidip geliyordu.
"Kızım kime diyorum ben, kardeşini yeni uyuttum. Baban da yatıyor. Şimdi oynamayı bırakırsan sana söz yarın sokakta oynamana izin veririm "
"Bana ne ben oynamak istiyorum," derken küçük kızın dar omuzları yukarı kalktı indi.
"Bir, iki, üç, tıp. Bir, iki, üç, tıp." Yeni öğrendiği oyunu ezberlemek ister gibi hem söylüyor hem de koşturmaya devam ediyordu.
"Yine aynı şeyi yapıyorsunuz. Sabah işe gideceğim ses yapmayın dediğim halde benim sözlerim neden umursanmıyor?"
Kadın, kocasını uyandırmanın tedirginliği içinde ince yapılı dudaklarını içe doğru bastırıp dişlemeye başlamıştı. "Çocuk işte bey, laftan sözden anlamıyor ki."
"Melek, kes artık zırvalamayı da git yat artık. Yoksa seni elimden kimse alamaz."
Küçük kız, mızmızlanarak birkaç kez omuz silkti. "Bana ne bana ne. Ben arkadaşlarımla saklambaç oyunu oynamak için hazırlık yapıyorum."
Kadın kaşlarını yukarı kaldırıp gözleriyle git işareti yaptı zira kocasının dediğini yapacağını biliyordu amacı Melek'i odasına gönderip babasının hışmından korumaktı.
"Hadi kızım odana git. Babanı kızdırma. Yarın oynarsın artık."
Meleğin çocukça kapris yapacağı tutmuş ve sağ ayağını sertçe yere vurmuştu. Üstüne üstlük hızını alamadığından hokka gibi burnunu havaya kaldırmıştı.
"Bana ne benim uykum yok, odama falan gitmek istemiyorum. Hem babaannemle aynı odada uyumak istemiyorum diye kaç kere söyleyeceğim size!"
Kadın kucağındaki bebeği uyandırmamak için oturduğu yerden usulca ayağa kalktı. Yine aynı özenle uyuyan bebeği üçlü koltuğun üzerine bıraktıktan sonra kızının kolundan tutup çekiştirerek, "Melek hadi kızım, birlikte gidelim odana."
İyice hırçınlaşan Melek, söz dinlemiyor ebeveynlerinin merhametine sığınıyordu. "Hayır, gitmek istemiyorum. Anne bu gece sizin odada uyusam olmaz mı?"
"Olmaz, herkes kendi odasında uyuyacak. Biliyorsun baban bu konuda ısrarcı."
Melek, ikna edebilecekmiş gibi buna gücü yetecekmiş gibi masumca babasına boyun büktü. "Baba nolur sizin odada uyumama izin ver. Söz hiç ses etmem. Bir, iki, üç, tıp. Bak sustum bile."
Uykusu bölündüğü için zaten sinirli olan adam, küçük kızının kolundan tuttuğu gibi oturma odası olarak kullanılan yerden çıkarıp koridora getirdi. Ardiye olarak kullanılan merdiven altı dolabın kapağını açtı itekleyerek Meleği karanlık dolabın içine tıktı ve arkasından kapağı şak, diye kapattı. "Odanda uyumak istemiyorsan dolabın içinde uyu da belki aklın başına gelir."
"Baba... Nolur çıkar beni buradan. Burası çok karanlık korkuyorum." Melek, ne kadar dolap kapağını yumruklayıp çıkmak için babasına yalvarsa da nafile hisleri alınmış adama kar etmiyordu. Öyle çok bağırmış öyle çok ağlamıştı ki örselenen ses telleri zonklayarak ağrımaya başlamış sesini soluğunu kesmişti. Bir süre sonra karanlığa alışan göz bebekleri görmek istediklerini görmeye duymak istediklerini görmeye odaklanmıştı.
Küçük kızının yakarışlarına kulak tıkayan baba ona merhamet etmek şöyle dursun iyice bilenmişti. "Bu gece orada kalacak. Kim çıkarmaya cüret ederse onu da tıkarım o dolabın içine; bilmiş olun."
"Yapma etme bey, Melek daha küçücük bir çocuk. Korkar orada. Benim hatırım için çıkaralım."
"Hep sen şımartıyorsun bu kızı. Yakında tepene çıkacak haberin yok. Kararım katidir kafana sok bunu." Sesindeki şiddet söz dinlemez ruhunun asiliğini ortaya kokuyordu.
Sesleri duyan babaanne oturma odasının kapısına kadar gelmiş fakat içeriye girmemişti. "Oğlum, ne istiyorsun küçücük çocuktan. Onun bir şey bildiği yok. Saçmalıyor işte. Hadi çıkar oradan."
"Anne odana git, sakın ola kararımı sorgulama."
Yer kürenin ayaklarımın altından çekildiğini bütün vücudumun sarsıldığını hissettiğimde bunun esasında doğal bir afetten kaynaklı değil yapay bir sarsıntıdan olduğunu fark ettim. Geçmişe uzanan yolculuğum genzime kesif bir koku salgılarken geri dönüş yolunu unutmuş gibi ana dönmekte zorluk yaşarken Maral, beni kendime getirmek adına varlığımı var gücüyle sarsıyordu. "Melek, beni duymuyor musun?"
Küçük bir kız çocuğu karşısında madara olmuş ister istemez mahcubiyet yaşıyordum. Benim hemen bunu bertaraf etmem ve normale dönmem gerekiyordu. "Tatlım, duyuyorum tabi duymaz olur muyum hiç, bugünlerde biraz dalgınlığım üstümde hepsi o kadar."
Garipseyen bakışlarını hiç çekinmeden yüzüme sabitledi ve her şeyiyle çokbilmiş bir havaya büründü. "Bana hiç de öyle gelmedi. Senin kafan fazla karışmış gibi. Gördüm. Sen baya kendi kendine konuşuyordun. Üstelik defalarca seslendiğim halde beni duymadın."
Maral'ın sözlü tacizi ve süregelen yaşanmışlıklar gerilerek taşa dönmüş yüz kaslarımı biraz daha germişti. Buna müteakip ense kökümde hissettiğim kramp canımı fazlasıyla yakmaya başlamıştı. Yüksek kan basıncı sanırım tansiyonumu yükseltmişti. Belki bir bardak limonlu su bozulan dengemi düzeltebilirdi fakat bunun için zemin hazırlamam gerekiyordu.
"Maral, tatlım, aç mısın?" Onun nazarını üzerimden çekip başka yöne kaydırmaktı niyetim.
Konuyu hızlı bir şekilde değiştirdiğimi anlaması uzun sürmedi. Maral, küçücük aklıyla benim zihnimi hallaç pamuğu gibi atmıştı lakin şimdi zihin karmaşası yaşamak ona gelmişti. "Aç olup olmadığımı hissetmiyorum çünkü kafam fazlasıyla karışık. Sen insanda kafa mı bırakıyorsun Melek, bir anın bir anını tutmuyor ki." Yine suçlu ben olmuştum...
"Sen gelecekten falan mı geliyorsun? Ne bileyim orada büyüktün de burada çocukluğunu mu yaşıyorsun? Baksana evimde misafir olan sensin ama beni azarlayan da sensin?"
"Gelecekten veya geçmişten gelmiş olsaydım beni evine almayacak mıydın?"
Maral, konuşurken içimi tuhaf bir ürperti yoklamıştı. Sanki bedenim kopkoyu bir karanlığa doğru görünmez eller etrafından çekiliyordu. Benim acilen silkelenip soyut kavramları kafamın içinde atmam kendi öz benliğime dönmem gerekiyordu yoksa işler çığırından çıkacak ve içinden çıkılmaz bir hâl alacaktı.
"Biliyor musun sen küçük bir cadısın. Şimdi lafazanlığı bırak da açmışın sen bana onu söyle."
"Senin yemeğinde yoktur şimdi." Üslubu değişmiş şakacı kimliğe geçiş yapmıştı.
"Ukala şey. İstediğin yemek olsun. Gel benimle mutfağa gidelim." dedim.
Benim odamdan çıkıp salona yani Amerikan tarzı tasarlanmış hem mutfak hem de salon görevi yapan odaya yöneldik. Şeri'nin bana yemek hazırladığını biliyordum ondandı kendimden emin konuşmam. Salonun mutfak bölümüne geçtiğimizde doğruca ocağın üstüne konumlanmış yemek tencerelerinin başına geçtik. Ocağın üstünde bir tencere değil tamı tamına üç tencere yemek vardı. "Bakalım Şeri, neler hazırlamış?"
Şeri'nin ismi dudaklarıma değdiğinde kalbimin duvarlarını sızlatan bir sancı peyda olmuşu. Neden onunla ters düşmüştük? Neden beni yanlış anlamış hak etmediğim muameleyle karşılaşmıştım? İçli bir nefesi ciğerlerime çekerken göğüs kafesim balon gibi şişmiş kaburga kemiklerim kırılmıştı adeta. Yine yer küre ayaklarımın altından çekiliyormuş hissini yaşıyordum çünkü müsebbibi Maral'dı. "Melek, arkadaşın ne pişirmiş?"
"Bakalım ne pişirmiş," diye Maral'a cevap verdiğim esnada büyük boy tencerelerden birinin kapağını açtım. "İnanamıyorum, yaprak sarma!" Bu sırada yanı başımda duran küçük cadının ağzını şapırdatarak, "Aa en sevdiğim!" dediğini duydum.
"Başka ne var Melek?"
"Kızım sen açgözlü müsün?" İnce parmaklarıyla ağzını kapatmaya çalışırken kikiriktiyle gülmeye başladı. Gülmek bulaşıcı olduğundan bende Maral'a katılmıştım.
"Pekâlâ, bakalım başka ne varmış?" Bu arada diğer iki tencerenin kapağını da açmıştım. "Mercimek çorbası ve patates yemeği, söyle bakalım hangisinden istersin?"
"Ayih, mercimek çorbasını hiç sevmem. Yaprak sarma yanında yoğur varsa bana yeter."
Yaparak sarma ve yoğurt ikilisi yeniden beni gerçek olgulardan uzaklaştırmaya yetmişti.
--- --- ---
Kapının eşiğinden geçen küçük kız, ayakkabılarını tepeleyerek çıkarmış sırt çantasını omuzundan aşırıp duvar dibine fırlatmıştı. Terli çoraplar parlak fayans zeminde iz bırakırken koşar adım mutfağa geçmişti. "Anne çok acıktım ne yemek pişirdin?"
"Yaprak sarma ve mercimek çorbası."
Küçük kızın boyu yetmediğinden zıplayarak annesinin yanağına sulu bir öpücük bıraktı. "Yaşasın en sevdiğim yaprak sarma. Anne yanına yoğurtta koyar mısın?"
"Koyarım tabi koymaz olur muyum ama sen şimdi git önce elini yüzünü yıka sonra üstünü değiştir. Birazdan baban gelir hep birlikte yemeği yeriz."
İşlerini halletmek üzere koşarak mutfaktan ayrılan Melek, yüksek sesle, "Tamam, anne!" diye bağırdı.
"Gelirken babaanneni de çağır yemeğe gelsin." Kızı gibi annenin sesi de mutfağın dışına taşmıştı.
Çok geçmeden kendisine söylenenleri yapmış aynı hızla mutfağa geri dönmüştü Melek. "Geldim anne, sana yardım etmemi ister misin?"
"Olur, kızım, yardım edebilirsin," dediğinde kadın elinde tuttuğu çorba kâselerini Meleğe verdi. "Bunları masaya bırak sonra da çatal kaşıkları al alt çekmeceden."
"Senin pişirdiğin yemekleri yemediğimi biliyorsun neden beni sofraya çağırıyorsun gelin." Ortam bir anda buz tutmuş kadın donup kalmıştı. Başını usulca mutfak kapısına doğru çevirerek sesin kaynağına bakmış gördüğü karşısında ikinci kez sarsılmıştı. Kayın validesi düşmana bakar gibi kinle bakıyordu gelinine. Kadın hafifçe yutkundu kuruyan boğazını ıslatmak için.
Hevesle çalan kapı zilinin sesi bölmüştü ruhları öldürme seansını. "Melek, baban geldi sanırım kapıyı aç."
Oğlunun gelme ihtimali karşısında sus pus olan kayınvalide açısı küçük adımlar atarak kurulu masa başına geçip oturdu. Biraz önceki halinden de eser kalmamıştı.
"Babam geldi anne, çok açıkmış hemen sofrayı kursun annen, dedi."
Melek, hiç ses etmeden boş sandalyelerden birine oturdu ve beklemeye başladı. Kısacık bir zaman diliminin ardından herkes mutfaktaki masanın başına yerleşmiş ve yemeğini yemeye başlamıştı fakat inadına yapar gibi içlerinde biri öndeki tabaktan tek lokma bile almamıştı.
"Anne tabağın öyle duruyor. Neden yemiyorsun?"
Oğlundan arka alan kadının bakışları anında gelinini buldu. "Yemeğe korkuyorum oğlum!"
Yaratılıştan ani yükselen bir yapıya sahipti adam. Bu karakteri evdekilere zulüm olarak yansıyordu. Gözü karadı mı sağı solu belli olmazdı. "Neden korkuyorsun anne, biri sana fenalık mı yapıyor?"
Ellili yaşlarındaki kadın konuşmaya başlamadan önce masumca boynunu bükerken olabildiğince acınası bir görüntü çizmişti çehresine. "Biliyorsun oğlum, senin hanım beni hiç sevmiyor. Yemeğime zehir katıp beni öldürecek diye korkuyordum."
"Hayda bunu da nereden çıkarıyorsun anne, benim karımın seni bırak hiç kimseye kötülüğü dokunmaz. Baksana eli var dili yok."
Kadın inandığı varsayımları içselleştirmiş gelini de kendine düşman ilan etmişti. Oğlunun da gelinin tarafında olması gücünü kırmıştı.
"Yok, oğlum senin karın göründüğü gibi biri değil. Baksana seni de kendi tarafına çekmiş."
Ağız tahtıyla yemeğini yiyemeyen adam yine yükselmiş sağ gözü sinirden seğirmeyi başlamıştı.
"Anne aynı tencerede pişen yemekten yiyoruz farkındaysan. Ne zehirlemesi? Kendi uydurduğun şeylere kendin inanıyorsun çünkü kimse senin düşmanın falan değil."
Melek, daha fazla sessiz kalmamış babaannesine dil çıkarmıştı. Onun da annesini savunma biçimi buydu. "Bak, kızı da annesine çekmiş bana dil çıkarıyor."
"Melek, yemeğini ye. Benim damarıma basmayın."
"Bana ne, babaannem de anneme kötü davranmasın."
Elindeki kaşığı şak diye tabağına bırakan adam, hırsla ayağa kalktı. "Yeminle ömür törpüsüsünüz Melek sen doğru odana, anne sende yemeğini ye."
Kızına arka çıkmak isterken titrek çıkmıştı sesinin tonlaması. "Bey, bırak da kız yemeğini yesin; aç uymasın."
"Şaklabanlık yapmadan önce düşünecekti aç karnını doyurmayı. Bu gece aç kalsın da büyüklerine nasıl davranacağını öğrensin."
Melek, ağlak gözleriyle babasına bakarken sırtı dik bakışları kindardı. "Üzülme anne, bu ilk değil," dedi ve mutfaktan koşarak çıkıp gitti.
Hatıraların beşiğinde sallanırken varlığım göz pınarlarıma dolan yaşlar yanağımdan süzülüp çenemden aşağı intihar etti. Tenime değen ıslaklığı elimin tersiyle sildim. "Yaprak sarman hazır Maral, sen tabağı al masaya git bende yoğur tabağını getireyim."
Maral'ın bakışlarındaki kinaye beni sorgular nitelikteydi fakat aldırış etmedim. Kendime limonlu su yapacaktım ondanda vazgeçtim. Bir bardak su aldım ve yudum yudum içmeye başladım. Niyetim Maral'ın yemeğini bitirmesini beklemekti zira dakikalar önce içtiğim ağrı kesici göz kapaklarımı ağırlaştırmaya başlamıştı.
"Bitti Melek, uykun geldiyse yatabiliriz."
"Tamam. Burada mı uymak istersin yoksa Şeri'nin odasında mı?"
"Şeri'nin odası sana yakın mı?"
"Evet, yakın. Odalarımız karşı karşıya."
Yoğurt etkisini göstermeye başlamış olmalı ki Maral esnemeye başlamıştı. İkimizin de uykuya ihtiyacı vardı o yüzden kimse kimseye itiraz etmedi ve sessizce odalarımıza çekildik.
Tam içim geçmiş derin bir uykuya dalmak üzereyken şiddetli bir gümbürtüyle yatağımdan sıçradım. Öfkeli gümbürtünün ardından odamın içi körlük yaratacak derecede güçlü bir ışıkla aydınlandı. Neler oluyor diye düşünüp anlamaya çalıştığım sırada kapıdaki karartı ödümü patlatmaya yetmişti...
Bölüm bitti. Bölüm hakkında genel yorum alayım Bakalım sizlere neler hissettirmişiz Unutmadan söyleyeyim; çok seviliyorsunuz 🥰
|
0% |