Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Günahkâr Gece B.1.

@my_lore

Selâm. Kitabın ilk bölümüne merhaba, deyin.

Şimdi de sıra okumaya başlama tarihinizi buraya bırakmaya geldi<3

Kitabın simgesi |666|

Buraya kitabın simgesinin bırakmayı unutmayın (!)

Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın.

Oy verip yorumlar bırakmayı da unutmayın lütfen:D

✓✓✓✓

"Mara, günahkarlara bedel ödetmeye geldi aşka ihanet edenlerin hiçbirini affetmedi."

"Cem aşkım, birazdan çıkıyorum. Önce yemeğe sonra sinemaya falan gideriz."

"Olur aşkım. Bende birazdan çıkıyorum."

"Melek Hanım, Ömer Bey, sizi odasına bekliyor." Konuşmamızı bölen Ömer Beyin özel sekreteriydi.

"Tamam. Hemen gidiyorum Simge."

İçimden mesai saati bitti yine ne istiyor bu adam derken adımlarımı hızlandırdım. Şeri, yıllık izine ayrılmıştı muhtemelen onun boşluğunu benim doldurmamı isteyecekti. Oflayarak iç çektim...

Patronun kapısı önüne geldiğimde içeriden duyulabilecek sessizlikte birkaç defa tıklattım. "Gel" sesinden sonra üstümü başımı düzelttim ve metalik kulpu aşağıya doğru bastırıp kapıyı içe doğru ittirerek açtım. Biraz önceki düşüncelerimi yok sayıp hanımefendi rolüne bürünüp utangaç kimliğimi ortaya çıkararak en masumane kızcağıza dönüştürdüm kendimi.

"Buyurun Ömer Bey, beni istemişsiniz." Sanki beni çağıran kendisi değilmiş gibi yüzüme bile bakmadan, "Evet, Melek Hanım." dedi.

Çakal... Besbelli yine iş kitleyecek. Ne zaman yüzüme bakmayıp çehresine alakasız bir görüntü çizmeye kalkışsa mutlaka mesaiye bırakırdı. Maaş olarak verdi üç kuruşu misliyle çalıştırarak canımıza okumuyormuş gibi bir de çok düşük miktarda mesai ücreti ödüyordu.

"Biliyorsunuz önümüzdeki hafta ihaleye giriyoruz. Şeri de yıllık izne ayrıldı. Onun boşluğunu doldurmak için mecburen mesaiye kalmamız gerekiyor zira hazırlamamız gereken dosyalar var."

Müneccim değilim ama konu Ömer Bey, olunca başıma gelebilecek olanı tahmin etmek zor bir şey değildi. Şeri'nin yükünü benim üzerime yıkmak istemesi de sırf ev arkadaşım olduğu içindi.

Oysa Cem'e bu geceyi onunla geçireceğime dair. söz vermiştim. Mecburen arayıp buluşmayı ertelemem gerekiyordu. Bana başka seçenek bırakmamıştı çünkü. İş kolik nolacak...

"Ömer Bey, erkek arkadaşımla randevum vardı. Bugün değil de yarın mesaiye kalsam olmaz mı?" Soyutluktan uzak somut kavramları öne sürerek konuşmuştum lakin pek işe yaradığı savunulamazdı.

"Maalesef bugün halletmemiz gerekiyor, zaten fazla uzun sürmez en fazla bir iki saat kadar."

Onun bir iki saat dediğine bakmayın siz. Kesin gece yarısına kadar çalıştırır. Gerçeklikle harmanlanmış fikirlerimi teyit etmek adına isteğimi yeniledim.

"Ömer Bey, iki saatten fazla kalmam mümkün değil. Cem'e kaçtır söz verip sonra mesaiye kalıyorum."

"Siz mavi dosyaları alıp gelin. Geç kalıp kalmamak performansınıza bağlı."

Canı isteyince nasıl da tatlı tatlı bakıyordu insafsız... Üstelik kalın kaşlarının gölgelediği kapkara gözleri masum birini dahi kolayca baştan çıkartacak cinstendi. Ateşli ve şehvetli... Hele işe dalıp çevresinden soyutlandığı zamansal evrelerde görülmeye değer bir şölen sunardı gözlerinizin önüne. Bu adamda kesin şeytan tüyü vardı, eğer öyle olmasaydı ikna kabiliyeti bu kadar yüksek olmazdı. İçimden geçenleri sessizce yutkunarak gerisin geri savuşturdum.

Saçmalama Melek. Kendine gel. Sen böyle biri değilsin. Aklımı karıştıran dişi şeytana lânet okudum. Patrona yazılmak da ne demek oluyordu? Benim aslanlar gibi sevgilim varken. Suçlu olan patrondu. Benim bu işte herhangi bir suçum yoktu zira Ömer Bey, şeytana pabucunu ters giydirir. Karşısındakini cezbedici bakışlarıyla esareti altına alır da ruhunuz bile duymaz.

Hiç bekleme yapmadan patronun odasından çıktım ve kendi odama geçtim. Ömer Bey'in istediği mavi dosyaları aldığım gibi başıma üşüşen şeytanlarımı kovdum.

Parlak fayans zeminde aceleci ve sert adımlar atarken yüksek ökçeli ayakkabılarım tok sesler çıkartıyordu. Kapı önüne geldiğimde durup nefeslendim ve kendime tekrar çeki düzen verdim. Yumuşak vuruşlarla kapıyı tıklatıp gel sesinden sonra içeri girdim.

"Ömer Bey, istediğiniz dosyaları getirdim çalışmaya hemen başlayabiliriz. Ben geç kalmak istemiyorum da..."

"Olur, başlayalım."

İki kelimelik aktivitenin ardından boydan boya camla kaplı pencere önüne konumlanmış geniş masanın başına geçip dosyaları açtık. Burası aynı zaman da Ömer Beyin toplantı odasıydı. Ben elimden geldiğince hızlı hareket ediyor işimi bir an önce bitirmeye çalışıyordum. Aynı zamanda bir gözüm de sürekli benim tam olarak karşıma düşen duvarda asılı modern tarzda tasarlanmış büro tipi saatteydi.

"Aç mısınız?"

Önümdeki işe o kadar dalmıştım ki, Ömer Bey'in yumuşak tonda çıkan sesiyle başımı kaldırdım. Saatin 20.00'ye geldiğini gördüm fakat henüz dosyaları yarı bile edememiştim. Yine geç kalmıştım. Benim hemen Cem'i arayıp geç kalabileceğimi haber vermem gerekiyordu.

"Hayır, aç değilim. Birazdan arkadaşımla buluşup yemeğe çıkacağız. Tok gitmem ona karşı saygısızlık olmaz mı?" Caydırıcı sesim onun sert duvarlarına çarpmış lakin en ufak bir etkisi olmamıştı. Zalim... Gaddar... Empati yoksunu... Şurada oturmuş sevgilimle aramıza girecek gerçeklikten bahsediyoruz ama adamın umurunda bile değil.

İstikrarlı bakışlarım sonucu cevap verme tenezzülünde bulunmuştu paşazade...

"Melek Hanım, bugün bu dosyaların bitmesi gerekiyor. Bunun sizde farkındasınız sanırım. Benim tekrar tekrar hatırlatma yapmama gerek yok diye düşünüyorum."

Ciğerlerime kadar çektiğim içli bir nefesi oflayarak geri vermek istedim ama patronun karşısında bunu yapamadım. Önüme düşen bir tutam saçımdan öfkemi çıkarmak ister gibi sertçe kulağımın arkasına sıkıştırdım. Sanki zekâsal sorunlu biri var karşısında... Neymiş efendim hatırlatma yapmasına gerek yokmuş.

"Ömer Bey, gerçekten arkadaşıma ayıp olacak. Ben bugün bu yemeği erteleyemem. İsterseniz yarın daha çok çalışır bitiririm dosyaları."

"Olmaz. Bugün bu dosyalar bitecek." Sesindeki otorite irkilmeme sebebiyet verirken kalbimde kırıklara neden olmuştu. Neden bu kadar ısrarcı davranıyordu anlamıyordum. Oysa ihale gününe yeterli zamanımız vardı. Taş kafalı, diye saydırdım içimden.

"Bana beş dakika izin verin en azından arkadaşıma haber vereyim."

"Olur. Benim için bir mahsuru yok." Kısık bir ses tonuyla konuştuğunda başını kaldırıp yüzüme bakmamıştı bile.

İçimden bir mahsuru yoktur tabii diye geçirdim. Sonuçta sekteye uğrayacak olan sizin ilişkiniz değil benim ilişkim. Sinirle ayağa kalkıp kapıdan çıktım ve koridora geçtim. Cem ile konuşmaya yüzüm tutmadığı için mesaj yazıp gönderdim.

Cem aşkım, gecikebilirim. Ömer Bey bir türlü erken çıkmama izin vermiyor.

Mesajı yazdım ve gönderdim. Cem'den cevap gelmesini beklemeden hemen işimin başına geri döndüm. Niyetim elimdeki işi bir an önce bitirmekti.

Ben dosyaların arasında kaybolmuş canhıraş bir şekilde çalışırken Ömer Bey'in telefonuna mesaj geldiğini duydum. Göz ucuyla ekrana bakıp, "Sipariş ettiğim pizzalar geldi." dedi.

Şeytan, diye geçirdim içimden. Pizza sevdiğimi biliyor ve bunu bana karşı kullanıyor. Esasında açlıktan da midem gurulduyordu. Midemin gurultu sesini Ömer Bey, duyacak diye kendimi sıkıp duruyordum.

İşimi bölmek istememiş olacak ki, pizzaları almaya kendisi gitti ve birkaç dakika aralığında eli kolu dolu geri geldi. Başka zaman olsa hayatta poposunu kaldırıp sipariş verdiği yemeği almaya gitmezdi. Çıkarcı...

Yaşanmışlıklara egemen olan zamansal düzen ilerledikçe Cem ile buluşma hayalim suya düşmek üzereydi. Eminim şimdi aç çalışılmaz deyip pizzaları önüme bırakacaktı. Bir şey değil benim için vakit kaybıydı. Eğer birazcık erken çıkma ümidim varsa patronumun sayesinde o da ortadan kalkmış olacaktı.

Ben kendimle deliler gibi cebelleşirken Ömer Bey, pizza paketlerini açmaya başlamıştı. Mis gibi de kokuyordu. Böylesine enfes bir lezzete nasıl hayır denirdi ki?

"Karışık sevdiğini biliyorum," derken paketi önüme doğru ittirdi. Onun rahat tavırları sinirsel katsayımı artırırken tepemden alevler fışkırıyordu. Ondan sebep neyi ne kadar sevdiğimi biliyor olmasını hiç sorgulamadım.

Üstelik burnuma dolan doyurucu kokuya karşı koyamıyordum. Ne pizzaya hayır diyebildim ne de patronun mesai saati adı altında fazladan çalıştırmasına.

"Hadi birkaç dakika ara verelim, sonra devam ederiz..." İşine gelince ne kadar da anlayışlısın patroncuğum, sinir şey...

Mecburen bir dilim aldım ve koca bir ısırık kopardım. Ağız boşluğumda çiğnediğim lokma o kadar lezzetliydi ki göz kapaklarım kendiliğinden kapanmış adeta pizza dilimiyle aşk yaşıyordum.

"Sos ister misin?" diye sorduğunda katran karası gözlerine değdi gözlerim. Ok gibi ruhuma saplanan delici bakışların tesiri bütün azalarımı alarma geçirirken ufak çaplı titreme seansı yaşatmıştı. Birkaç saniyeliğine aramızda soğuk bir hava esmiş sanki etrafımızı ölüm sessizliği kuşatmıştı. Kendime geldiğimde boğazıma takılan lokmayı öksürerek yutmaya çalışıyordum.

"Su ister misin?" Bir elimle göğüs kafesime baskı uygularken başımı olur anlamında aşağı yukarı sallamıştım. Plastik cam şişeden kuplu kristal bardağa yarıya kadar su doldurdu ve bana doğru uzattı. Bana uzattığı bardağı elinden alırken önce bakışlarımız çakıştı sonra parmak uçları parmak uçlarıma temas etti. Kalbim istemsiz temasın oluşturduğu izdihamla hiç olmadığı kadar hızlı çarpmaya devam ederken heyecanımı baskılamak adına alakasız davranarak bir bardak suyu aşama aşma tüketmiştim. Sonrasında her şey normale dönmüş kaldığımız yerden yemeye devam etmiştik.

Bu kez önlem amacıyla pizzamdan daha küçük ısırıklar koparıp yavaş yavaşı çiğniyordum fakat patronun delici bakışları hâlâ üzerimdeydi. Bu, rahatsız ediciydi lakin umursamamaya çalışıyordum. Harelerimden bütün kötücül düşünceleri sildim ve boş boş bakmaya başladım. Benim anlamı silik bakışlarım altında uzandı ve dudağımın kenarına dokundu. İşaret parmağının dokunduğu bölge adeta uyuşmuş sinir uçlarıma bağlı bütün hislerim uyanmıştı. Bakışlarım usulca aralandı önce karanlık gözlerin yaydığı sıcacık enerjiye sonra hâlâ dudağımın kenarına baskı uygulayan parmağına değdi. "Buraya sos bulaşmış."

Usulca yutkundum. Yapmayın patron, yoksa sizin niyetiniz beni kalpten götürmek mi? Sanki içimden geçenleri okumuş gibi ketçap bulaşmış kırmızı dudakları iki yanlara doğru hafifçe yayılarak içimi gıdıklayan bir tebessüm bahşetti.

"Biraz daha sos?"

"Olur, alayım."

Yediğim her dilimi kendi elleriyle soslayıp özenle önüme bırakıyordu. Yalaka, diye geçirdim içimden. Beni böyle ucuz numaralara çalışmaya teşvik edemezsin.

Bazen zamansal geçmişte mesaiye kalıyor ve patronumla baş başa çalışıyordum ama bu gece tuhaf hisler doluyordu göğüs kafesime. Göğüs kafesime yerleşen tuhaf hisler haliyle bende kafa karışıklığı yaşatıyordu. Patronum sırf fazladan çalışayım ve ses etmeyeyim diye bana ilgili davranıyor olamazdı, öyle değil mi? Yoksa niyeti beni baştan çıkartmak mıydı?

Bilinmezlik ve bilinmezliğin yaydığı kötücül koku burun deliklerime dolup zihinsel problemlere yol açarken köşeye sıkışan duygularımla baş etmek için aklıma gelen ilk bahaneye tutunup ayağa kalktım. "Teşekkür ederim Ömer Bey. Ben lavaboya kadar gideyim."

İsterik bir tebessüm oturmuştu çehresine. Belki de bana öyle gelmişti. İyice paranoyaya bağlamadan elimi yüzümü yıkayıp kendime gelsem iyi olacaktı...

Onun cevap vermesini beklemeden adımlarımı sıklaştırıp odadan çıktım ve lavabolara giden koridora doğru yöneldim. Koridorun boş oluşu ruhuma korkuyu üflerken sağıma soluma bakınma ihtiyacı hissediyordum. Şu an biri karşıma çıkıp 'höh' dese düşüp bayılabilirdim. Esasında ruhu arafta korkak biri değildim. Gerektiğinde karanlığa kafa tutar asilik edebilirdim.

Yalnız bu gece ruhumda bir başkalık vardı, içimi titreten inceden inceye damarlarıma sızan bir başkalık. Neyse ki, lavaboların olduğu bölüme gelmiş içeriye geçmiştim. Ne olur ne olmaz endişesi güderek kapıyı arkamdan kapatmadım. Benim için buraya gelmek ihtiyaçtan değil bir çeşit kaçış yoluydu. Neden ve kimden kaçtığıma gelince gerçekten bilmiyordum.

Belki Ömer Bey'e karşı kafa karışıklığı yaşadığımdan belki de içimde uyanan azgın canavardan. Hayali canavarlarım vardı benim, zaman zaman vahşi dürtülerime ayak uyduran. Beni zıvanadan çıkartan şeytanlarım vardı, geçmişimden cesaret alıp ruhuma musallat olan.

Gergindim... Hiç olmadığı kadar tedirgin... Bir o kadar da çıkmazlarda... Başımı yavaşça kaldırıp aynadaki aksime baktım. Göz bebeklerimde masum bir kız çocuğu vardı; ezik büzük bir kız çocuğu. Hırpalanmış. Örselenmiş. Yok sayılmış. Bir kız çocuğu...

Niyetim burada durup oyalanmak değildi elbette sadece başıma üşüşen olmazlardan kurtulmaktı. Uzanıp musluğun kulpunu yukarı kaldırdım ve su çağlayarak akmaya başladı. İki elimi birleştirip küçük bir havuz oluşturduktan sonra akan suyun altına tuttum. Bir avuç suyu sert bir darbeyle yüzüme çarptım; bir avuç daha bir avuç daha...

Suyun dinçlik veren etkisi yüzüme çarptıkça kendime geliyor varla yok arası yaşadığım gelgitlerim yok oluyordu. Sağ tarafıma düşen yönden bir kâğıt havlu kopardım ve yüzümdeki suların fazlasını kuruladım. Ayakkabımın burnuyla çöp kovasının pedalına bastım açılan kapağın oluşturduğu boşluktan ıslak kâğıt havluyu buruşturup attım.

Tam kapıdan çıkıyordum ki Ömer Bey'in bana doğru geldiğini gördüm. Kafa karışıklığından arındığımı düşünürken onu görmemle birlikte korkudan şaftım kaymıştı. Saçmala kızım, adam senin gibi yemekten sonra elini yıkmaya gelmiştir.

Kendimi içi boş vaatlerle kandırmaya çalışmıştım lakin pek etkisi olmamıştı. İkimizde birbirimize doğru ilerliyorduk fakat ben duvar dibinden ilerliyordum. Kim bilir belki de duvardan destek almak içindi beni, oradan yürümeye iten şey.

İkimizin arasındaki mesafe birkaç adıma düşünce benim gerginliğim hat safhaya ulaşmış neredeyse dizlerimin bağı çözülmüştü. Sarsak adımlar attığımın farkına varan patronum sanırım zihnimden geçenleri okumuştu. Önce kalın kaşları köşeli alnının tam ortasına doğru çekildi sonra karanlığa meydan okuyan gözleri parlak yıldızlar gibi ışıldamaya başladı. "İyi misin sen? Ellerimi yıkayıp hemen geliyorum."

Eh, be kızım... Yine iyice paranoyak oldun hee... Kendi kuruntularından korkmaya başladığının farkında mısın acaba? Gören görmeyen de Ömer Beyi sapık falan sanacak. Bu zamana kadar rızası dışında kimseye yanaştığını görmedim. Ne diye sapıkça fikirlere kapıldıysam anlamıyorum. Esasında sorun patronda değil bendeydi. Yalnız bir kadındım. Şimdi ise koca şirkette patronumla baş başaydım. Benim korkup paranoya yaşamam sizce de normal değil miydi?

Kendime çeki düzen verip vücudumu korkusuzca dikleştirdim ve doğruca çalıştığımız toplantı salonuna gittim. Çok geçmeden patronum da gelmişti. Onun samimiyetinden çekindiğimi anlamış olacak ki, ilerleyen saatlerde gayet mesafeli davranmaya başlamıştı. Tedirgin ve gergin olduğum hareketlerime bariz bir şekilde yansıyordu zira...

Eğik belini doğrultup arkasına doğru yaslanırken dinlendirici gözlüğünü çıkartıp elinin ayasıyla gözlerini ovuşturdu. "Benden bu kadar, sende durum nasıl?"

"Bitmek üzere Ömer Bey..."

Çalıştığı dosyanın altında kalan telefonunu eline aldı ve ekran kilidini girip açtı. Bir şeylere baktı sonrasında bir şeyler yazdı. "Benim çıkmam gerekiyor. Saatte baya geç oldu zaten. Olmazsa yarın dosyaların bir kez daha üstünden geçeriz."

"Bende de durum aynı, sürekli ekrana bakıp yazı yazmaktan parmaklarım uyuştu. Gözlerim biber gibi yanmaya başladı."

"Her şeyi olduğu gibi bırak toparlamak için uğraşma. Yolumun üstü zaten seni de evine bırakayım."

Bu gece duyduğum en güzel teklifti, bir saat durakta otobüs beklemeyip evime özel araçla gitmek. "Olur, Ömer Bey... Benimde durakta bekleyecek halim kalmamıştı zaten."

Ömer Bey'in acelesi neydi bilmiyordum ama dosyaları tamamlamadan çıkma fikri beni fazlasıyla sevindirmişti.

Birlikte şirketten çıktık ve ben yerimi bilerek arka koltuğa geçtim. Sonuçta patronun kız arkadaşı değil çalışanıyım. Onunla yan yana ön koltukta oturamazdım. Bu hareketim patronun tuhafına gitse de aldırış etmedim. Onun soluğunun ulaşacağı yakınlıkta oturmaktansa uzağında oturmak benim için daha doğruydu. Her açıdan imrenilesi konumdaydı. Baştan çıkartıcı bakışlarına maruz kalmak için insan ruhunu şeytana bile satabilirdi.

İsterse istediğini kolayca alabilirdi zira istemesi yeterliydi. Onu iyi tanıyordum. Bütün oyunlarını hatta çıkarları uğruna gözünü kırpmadan insanı harcayacağını da...

Bizim sokağın girişine geldiğimizde, "Ben, burada ineyim." dedim. Sokağımız çıkmaz sokaktı gece olunca da park edecek yer bulamazdın.

"Kapının önüne bırakabilirdim."

"Gerek yok Ömer Bey, bizim sokağa girip çıkmak bu saatte zamanınızı alır. Ben buradan sonrasını yürürüm."

Ben istemedim o da fazla ısrar etmedi. Beni indirdikten sonra gaza basıp gitti. Kalmıştım gecenin koynunda tek başıma.

Cem...

Onu aramayı unutmuştum. Bu hatayı nasıl yapabilmiştim? Mesajıma dönüp dönmediğini öğrenmek için elimde sıkıca tuttuğum telefonun kilidini açtım ve mesajların olduğu bölüme girdim. Cevap vermişti hem de her çeyrekte bir mesaj atmış işimin ne zaman bitip bitmediğini sormuştu. Kahretsin... Ne diye bildirimleri sessize alırsın Melek (!) Şimdi içine düştüğün durumun açıklamasını nasıl yapacaksın Cem'e?

Oflaya puflaya yürümeye başlamıştım. Henüz birkaç adım atmıştım ki, birden sert bir rüzgar esmiş de sanki içimden biri geçmiş gibi sarsıldım. Bedenim ileri geri öyle bir sallanmıştı ki, yere yapışmama ramak kalmıştı. Sert bir yutkunuşun ardından çekinceli gözlerle sağıma soluma bakmaya başladım lakin gözüme çarpan kimse yoktu.

Bir adım ikinci adımı tetikledi ikinci adım üçüncüyü. Önümden bir gölgenin hızla geçtiğini görmemle afallayıp kalmıştım. Bilmiyorum belki de bir göz yanılması yaşamıştım çünkü ışık hızında bir geçişti bu. Kesinlikle bu bir yanılgıydı zira başka açıklaması olamazdı.

Elimden geldiğince kuyruğu dik tutmaya çalışarak temkinli adımlarla yürümeye devam ettim. Sokağı aydınlatan ışıkların kırıldığı kör bir noktaya geldiğimde hafif bir uğultu duymaya başladım. Sanki arkamda biri vardı ve enseme doğru üflüyordu...

Adımlarım durdu vücudum kaskatı kesildi ve bedenime can veren ruhumun damarlarımdan çekildiğini hissettim. Ne öne doğru bir adım atabiliyordum ne de arkama dönüp bakabiliyordum. Sadece sessizliği yaran uğultuyu dinliyordum. Büy

ülenmiş gibiydim. Evet, bu kesinlikle doğru tabirdi. Gecenin konukları beni tılsımlı bir büyünün içine çekmiş ve orada bırakmıştı.

Bölüm bitti.

GÖRÜŞÜRÜZ MELEKSULARIM

 

Loading...
0%