Günahkâr Gece B.2.

@my_lore

Selâm, Meleksularım!

Görüşmeyeli nasılsınız?

Yeni bölüm zamanı geldi. Umarım beğenerek okursunuz.

Bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım<3

Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın.

Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen:D

✓✓✓✓

"Geçmişi boğan zifiri karanlık geceyi yarıp gün yüzüne çıkmaya karar verdiğinde en masum olanı kendine av olarak seçti, zira karanlığın efendisine hizmet edenler için ruhunda ikilem yaşayıp Araf'ta kalanlar en kolay avdı."

|666| 

Kol kola girmiş bana doğru gelen çiftin kahkaha seslerini duyumsamamla gevşedi vücudum. Biraz önce ne yaşamıştım hiçbir fikrim yoktu ama şu an kafamın içi bomboştu, yanımdan geçip giden çiftin boş bakışlarına maruz kaldığımı hesaba katmazsak. Neden garip bir yaratıkmışım gibi çekinceli bir şekilde bana bakıp sessizce uzaklaşmışlardı yanımdan?

Kırmızı giyme... Karanlıktan uzak dur... İkilem yaşayıp arafta kalma...

Beynimi istila eden zincirleme cümleler şimdi durduk yere neden zihnime damlamıştı? Babaannemin cadıyı andıran sesi çınlamıştı kulaklarımda. Biz çocukken sürekli bu üçlemeyi tekrar edip dururdu. Ölüp gitmişti deli kadın, ama hâlâ beynimde bıraktığı hasar devam ediyordu. Nefret ediyorum senden babaanne(!) çocukluğumu ve gençliğimi zehirledin kendi hezeyanlarınla.

Onun cadıdan bir farkı yoktu gözümde lakin ruhumda bıraktığı izler hayatımı yönetmeye devam ediyordu.

Kırmızı giyme(!) şeytanı çağırırsın...

Bakışlarım anında üzerime giydiğim kırmızı elbiseme kaydı. Belki de bu gece yaşadıklarım sırf kırmızı elbise giydiğim içindi. Sanıyorum patronumun sürekli gözünün üzerimde oluşunun sebebi de belli olmuştu. Kabul ediyorum kırmızı çekici bir renkti ama babaannem haklı olmamızdı. O cadının söyledikleri safsatadan başka bir şey değildi.

Hasta ruhlu kadın, hayatımın içine ettin yakamı bırak artık...

Hâlâ bulunduğum yerde mıh gibi çakılı olduğumu birkaç kişinin daha sorgulayıcı bakışlarına maruz kaldığımda anladım. Tedirgin bakışlarım bir kez daha etrafımı kolaçan ettiğinde sessizlik sisli bir çember gibi kuşatmıştı dört bir yanımı. Bir an önce kendime gelmeli ve zihnimi kuşatan görünmez çemberin zincirlerini kırmalıydım, çünkü burada kaldıkça saçmalamaya devam edecektim.

Omzuma astığım çantamın kulpunu sıkıca kavradım ve sağ ayağımı kaldırıp ileriye doğru bir adım attım. Sol ayağımı onun yanına bıraktığımda tekrar sağ ayağım hareketlendi. Kendi evim birkaç bina uzağımdaydı ama mesafe gözümde devleşmişti.

Yürümeye başladığımda nedensizce milyonlarca gözün beni izlediği hissine kapılmıştım. Sağımdan solumdan önümden arkamdan hepsi birden bana saldıracakmış gibi tüylerim ürperiyor, varlığım bir hiçliğe doğru sürükleniyordu. Yüksek ökçeli ayakkabılarım yüzünden hızlı yürüyemiyordum da...

Hızımı artırayım derken sağ ayağım ters dönmüş bileğim büyük bir acıyla kasılmıştı. Ahh... Burkulan bileğimin acısıyla inledim ve olduğum yere oturdum.

Şimdi hapı yuttun Melek, hortlak görmüş gibi kaçmaya kalkışırsan olacağı buydu işte. Bu; burkulmuş ayakla eve kadar nasıl yürüyeceksin söyle bakalım? Koskoca kız oldun hâlâ hurafelerden korkuyorsun...

Kendi iç çatışmalarım hezeyan boyutuna ulaşmış hırsımdan dişlerimi gıcırdatmaya başlamıştım. Çıkmaz bir sokağın kuytu bir köşesinde ne yapacağımı kara kara düşünürken omzuma dokunan elin ağırlığıyla vücudum kaskatı kesilmiş buzdan bir heykel gibi donup kalmıştım. Hani ben kocaman kız olmuştum da hiçbir şey beni korkutamazdı? Bırakın cesaret göstermeyi neredeyse korkudan altıma edecektim.

Omzumu kavrayan elin sahibi her kimse yüzüne bakmak şöyle dursun nefes almayı bile unutmuştum. Ne kalkmaya niyet edebiliyordum ne de arkama bakmaya. Nöbet geçiren sara hastası gibi titreme krizine girmiştim.

"İyi misiniz?" Kulağıma dolan sesin renginde şimdiye kadar hiç duymadığım bir başkalık vardı. Sanki tanrısal bir tınıya sahipti. Gür ve kalın, davudi bir ses...

Onun ruhumu okşayan sesinden ilham alarak cesaretlenmiş bir avazda başımı arkama çevirmiştim. Uzun boylu, geniş omuzlu, üzerinde siyah kıyafetler olan bir adam tam olarak bana sıfır mesafede ve arkamda duruyordu. Başına geniş bir kapüşon takmıştı. Yüzünü tam olarak göremiyordum ama gözlerindeki kudret ruhumu delip geçmişti. Onun karşısında nutkum tutulmuş boynuma kramp girene kadar bakmaya devam etmiştim. Yakıcı nefesi yüzüme vurdukça bedenim çöl sıcağında buharlaşıp yok olan su damlası gibi havaya karışıyordu.

Cin çarpmışa döndün Melek, adam sana iyi olup olmadığını soruyor.

İç sesimin benzetmesiyle göz kapaklarım bir kereliğine kapanıp açıldı.

"Be... Ben iyiyim." Sesim adamın gür sesine karşılık kısık ve cılız çıkmıştı.

"Ayağınız burkuldu sanırım?"

Hiçbir şey söylemeden bir pençeyi andıran elini omzumdan çekti ve kemikli parmakları tüy hafifliğinde burkulan ayağımdan ayakkabımı çıkarttı.

Yine aynı hassasiyeti takip eden şefkatli elleri bileğime dokundu. "Ahh..."

"Canınızı yaktım, kusura bakmayın lütfen."

Ömrümde direkt insan ruhuna hitap eden bir ses ne duydum ne gördüm. Yabancı adam konuştukça adeta sesinin müptelası olmuştum. Hem karanlıktan dolayı hem de yüzünü kapatan kapüşondan dolayı yüzünü seçememiş olsam da kendimi ona bakmaktan alıkoyamıyordum. "Yo... Yok... Can... Canım yanmadı..."

Biraz sakin ol kızım adam sadece sana yardım ediyor, dilini yutmuş gibi kekelemeye başladın.

İç sesim haklıydı ama bende haklıydım. Karşımda ilahi bir varlıkmış gibi duran, oturduğunda bile iri cüssesinden bir şey kaybetmeyen bana, ilgi alaka gösteren ideal erkek modeli vardı. Onun aurası bütün benliğimi kuşatma altına almışken nasıl kayıtsız kalabilirdim ki?

Burkulmuş bileğimin ağrıyan yerine birkaç dairesel hareket yaptıktan sonra, "Şimdi nasıl, hâlâ ağrı var mı?" diye sordu.

Tutmayın beni adamın boynuna sarılasım var zira bileğimdeki ağrı yok denecek kadar aza inmişti. Ya da onun dokunuşları beni benden almış bileğimdeki ağrıyı unutturmuştu. "Yo... Yok... Geçti. Hiç acımıyor..."

"Ben elimden geleni yaptım ama bu kadar kısa sürede ağrı geçmez, isterseniz hastaneye götürebilirim."

"Yok... Hastaneye gitmeye gerek yok... Gerçekten acımıyor artık."

Hastanelerden oldum olası nefret ederdim... Oranın ilaç ve kendine has kokusu beni bayardı. Üstelik yabancı biriyle hastaneye gidecek kadar acil değildi ayağımın durumu. "Teşekkür ederim. Gerekirse hastaneye kendim giderim ama cidden gerek yok."

"Pekâlâ," dedikten sonra biraz önce sağ ayağımdan çıkarttığı ayakkabımı eline aldı ve tekrar ayağıma giydirdi. Canımı yakmamak için özenli davranmasına rağmen yine de canım yanmıştı. Bir kere acımıyor demiştim. Tükürdüğümü yalamamak için acıyı baskılamak adına nefesimi tutuyordum.

İri cüssesini hiç zorlamadan ayağa kalktı ve karanlığı yararcasına elini bana doğru uzattı. "Kalkmanıza yardım edeyim."

Sen kimsin be adam... Hızır gibi yetiştin... Ömrüm boyunca görmediğim nezaketi birkaç dakikada içinde bana yaşattın.

Karanlıkta parlayan gözlerini zihnime kazımak için kıpırtısızca O'na bakıyordum. Yalan yok, ciddi anlımda karanlığın efendisinden etkilenmiştim ama bu farklı boyutta bir etkilenmeydi.

Bazen yanlış olduğunu bildiğiniz halde yaşadığınız anlardan büyük keyif alırsınız. Ya da ilahi bir güç tarafından kuşatılarak yer çekiminden kurtulup bulutların üstünde uçuyormuş hissine kapılırsınız. Mutluluk başınızı döndürür de başka bir şeyi düşünmek istemezsiniz ya; işte benim şu anki ruh halimin izahatı tam olarak buydu.

Sanki bileğim burkulmamış da başıma aldığım darbeden dolayı travma yaşayan hafızasını kaybetmiş ve geçmişi unutan biri gibiydim.

Hiç çekinmeden yardım etmek için uzattığı eline tutundum. Biraz zorlanmıştım ama şimdi ayaktaydım ve yabancı adamın karşısındaydım. Karşı karşıya geldiğimizde boyunun uzunluğu karşısında afallamıştım. Benim boyum 1.70 'in üzerinde olmasına rağmen O'nun boyunun karşısında cüce gibi kalmıştım. Başım ancak göğsüne kadar geliyordu. Gecenin karanlığında adamın heybetinden ürkmüştüm doğrusu. Üstelik hâlâ yüzünü tam olarak göremiyordum. Başka bir yerde gündüz gözüyle karşılaşsak tanımam mümkün değildi.

"Yardım ettiğiniz için tekrardan teşekkür ederim. Ben gideyim artık."

Kahretsin ondan ayrılmak istemiyordum. Ondan beni eve kadar taşımasını istesem çok şey istemiş olur muydum acaba? Yok, isteyemem zira bu saçmalık olurdu. Yolda tesadüfen karşılaştığım birinden beni eve götürmesini istemek tedbirsizlikten başka bir şey değildi.

Hayır, aksi gibi Şeri 'de evde yoktu. Tam izne ayrılacak günü bulmuştu. En iyisi kendi başımın çaresine bakmaktı. Konu komşu görür falan sonra eve yabancı erkek aldı diye adım çıkacaktı...

Sen onu bunu boş ver... Onu tanımak istemez misin?

Hazır Şeri 'de evde yokken...

Bak adam zararsız birine benziyor...

Karanlığın efendisinden ilham alıp zihnimi bulandıran şeytana lanet okuduktan sonra sağ ayağımı kaldırıp öne doğru adım atmaya niyetlenmiştim ki; yine aynı davudi ses: "Yürüyebilecek misin?" diye sordu.

Bak istediğin oldu işte adam sana yardım etmeyi teklif ediyor. Hemen kabul et, fırsattan istifade tanışırsınız.

Sen benden taraf mısın yoksa urganı boynuma geçirmek isteyen celladım mı? Cem, var benim hayatımda. Onu çok sevdiğimi bilmezmiş gibi konuşma. Safi kafa karışıklığısın. Benim yardıma ihtiyacım yok. Her zaman olduğu gibi kendi başımın çaresine bakabilirim.

İyi be, sana yardım etmek isteyende kabahat. İnsanoğluna iyilik yarmıyor zaten. Kabul et adamı içten içe çok beğendin. Cem falan bahane, söyler misin bana hani Cem nerede? En zor anında kim vardı yanında, karşındaki adam. Sende gördün adam on tane Cem eder...

Çık git kafamın içinden... Senden nefret ediyorum...

"Yürüyebilecek misiniz, diye sormuştum. Bir şey mi dediniz anlamadım."

Son cümleyi sesli söylemiş olabilirdim. Cümlenin tamamını duymuş olabilir miydi acaba? Hayır, adam duyduysa deli olduğumu falan düşünebilirdi. Ben sadece içimden geçeni sesli bir şekilde dile getirmek istemiştim, çok şükür aklım hafızam yerindeydi.

"Merak etmeyin yürürüm ben... Biraz ağrım var ama ciddiye alınabilecek cinsten bir ağrı değil. Siz de bakıp gördünüz zaten. Öyle ciddi bir şey yok."

Keşke omzuna tutunup eve kadar yardım edebileceğini söyleseydim. Keşke ona dokunmanın hazzını birkaç dakikalığına da olsa tekrar yaşasaydım. Ona içimden geçenleri söyleyemiyordum çünkü her seferinde yaşanmışlıklar yaşamak istediklerimin önüne geçiyordu. Bu gece yeterince karmaşa yaşamıştım zaten bir karmaşayı da kaldırabilecek iradem kalmamıştı.

"Buz koymalısınız. Hem acıyı alır hem de şişmeyi önler."

"Olur. Koyarım."

Yardım teklifini geri çevirmiştim. Yabancı adam da fazla ısrarcı olmamıştı. Karanlığa karışan suretin boş bakışlarla kayboluşunu izledim. Yine yapayalnız yine tek başına kalbinden çok ayağı burkulmuş biri olarak kalakalmıştım ortada. Gitmeliydim. Bir an önce evime varıp rahat yatağıma uzanmalıydım.

İyi de burkulmuş bir bilekle nasıl yürüyecektim, bilmiyordum. Tamam, adamın yardım teklifini geri çevirmiştim ama kocaman bir yalan söylemiştim. Sıcağı sıcağına ağrıyı az hissediyordum lakin soğudukça ağrı çoğalmaya başlamıştı.

Kaldırım kenarındaki duvardan tutunarak yürümeye çalışıyordum. Ahhh... Her adımda burkulan bileğime baskı oluşuyor bu da canımın yanmasına sebep oluyordu. Oflaya puflaya evimin yakınına kadar gelmiştim. Biraz daha gayret edersem olacaktı fakat tutunacak duvar kalmamıştı.

Bu yüksek topuklu ayakkabılarla yürümekte eziyet haline gelmişti. Sol ayağıma ağırlığımı vererek yavaşça eğildim ve şişmiş olan ayağımdan ayakkabıyı çıkardım, vücut dengemi sağlamak için diğer ayağımdaki ayakkabıyı da çıkarmam gerekiyordu. Şimdi ayakkabılarım elimde çıplak ayaklarla yürümeye başlamıştım. Esasında çıplak ayakla yürümek işimi kolaylaştırmış biraz öncesine nazaran daha rahattım.

Beş katlı evimin önüne geldiğimde kapı önünü aydınlatan sensörlü lamba yanmıştı. Şimdi etrafımı rahatlıkla görebiliyordum. Evde benden başka kimse olmadığı için anahtarımı kullanarak apartman kapısını açmak zorundaydım. Sırtımı duvara dayayarak destek aldım ve çantamdan anahtarlığımı çıkarıp zorlanmadan kapıyı açmıştım.

Tam kapıdan içeriye adımımı atmıştım ki, sensörlü lamba söndü ve ben karanlığa gömüldüm. Karanlığın tiz çığlığı ruhumu sarıp sarmalarken arkamda birinin varlığını hissetmemle kendimi apartmanın içine atmam bir olmuştu. Yine aynı şeyleri yaşıyordum, birileri tarafından takip edilme hissini.

Peşimdeydiler... Kim olduğunu bilmediğim ama varlıklarını hissettiğim kişi veya kişiler. Sokakta beni gören herkes peşimde olabilirdi. Muhtemelen yalnız olduğumu biliyorlardı. İçlerinde bana yardım eden yabancı adam bile olabilirdi.

Kırmızı giyme... Karanlıktan uzak dur... İkilem yaşayıp arafta kalma...

Kısır bir döngünün içinde sıkışıp kalmıştım. İleri gitsem önümü göremiyor geri gitsem arkamı göremiyordum. Ben bu gece günaha bulanmıştım. Yaşadıklarımın hepsi ondandı. Önce patronum kafamı karıştırmıştı sonra yabancı adam(!) Yaşadıklarım bana bir ceza olmalıydı.

Cem, neredeysen nolur çık gel. Bu gece hiç olmadığı kadar sana ihtiyacım var.

Suçluluk duygusu göğüs kafesime öküz gibi oturmuş nefesimi kesiyordu. Sen suçlusun... Sen günahkarsın... Senin ruhun arafta...

Sesler beynimin içinde dönüp duruyor bakir ruhumu günahkar ilan ediyordu. Ben isteyerek bir şey yapmadım...

Hepsi bu kırmızı elbisenin suçuydu... Senden bir an önce kurtulmalıyım, diye tısladım...

Bedenim ve ruhum debdebe yaşarken bakışlarım asansörle merdiven arasında mekik dokuyordu. Asansörü seçersem dakikalar içinde güvenli evimdeydim. Merdivenleri kullanırsam ağrıyan bileğimle işim güçleşecekti. Yaşadığım daire üçüncü kattaydı. Birileri peşimdeyken merdiven kullanmak kısmen güvenli sayılırdı ama asansör bir o kadar tehlikeliydi. Peşimdekiler asansörde boğazımı kesse kimsenin ruhu bile duymazdı. En azından merdivenlerde sağımı solumu görebilirdim.

Kafamda senaryolaşan ürkünç fikirler beni merdivenleri seçmeye yönlendirdi. Sırtımı dayadığım duvardan ayırdım ve öne doğru bir adım attım. Hareket etmemle birlikte sönen lambalar yanmaya başlamıştı; ya da kesilen elektrikler geri gelmişti. Belki de peşimdekiler binanın şalterini indirmişti. Bu konuda hiçbir fikrim olmamasına karşın bütün ihtimallerin canı cehennemeydi. Benim için önemli olan adım atacağım alanı görüyor olmamdı.

Merdiven tırabzanlarına tutunarak yukarı katlara çıkmaya çalışıyordum ama bir taraftan da gözüm sürekli arkamdaydı. Birinci katı güç bela çıkmıştım. İkinci katı çıkmadan önce eğilip merdiven boşluğundan apartman kapısının açık olup olmadığına baktım. Şimdilik bir tehlike görünmüyordu zira kapı kapalıydı.

Tehlikenin geçtiğini düşünüp soluklanmak için sırtımı merdiven korkuluğuna dayadım ve birkaç nefes egzersizi yaptım. Şimdi ikinci kata çıkmaya hazırdım. Tam burkulan sağ ayağımı bir üst merdivenin basamağına atmıştım ki, apartman kapısının açılma sesini duydum. Birileri kendi arasında fısıltıyla konuşuyordu.

Kim veya kimler olduğunu öğrenme amaçlı nefesimi tuttum ve başımı boşluktan aşağıya doğru sarkıttım. İki kişiydiler, biri kadın diğeri erkek. Bunlar benim bir üst katımda oturan evli çift olabilirdi. Onlarla pek bir tanışıklığımız yoktu ama bazen asansörde falan karşılaşır merhaba ederdik.

Hareketsiz onların ne yapacağını öğrenmek için bekliyordum. Sırf spor olsun diye merdivenleri mi kullanacaklardı yoksa üşenip asansörü mü? Kendimi rastlantısal eylemlere bırakmak istemiyordum. Beklemeye başladılar. Bekleyişleri kısa sürmüş tercihlerini asansörden yana kullanmışlardı. Kötücül düşüncelerim bir nebze olsun dağılmış sonunda rahat bir nefes alabilmiştim. Onlar çağırdıkları asansöre geçtiklerinde ben hızla ayaklandım ve bir solukta ikinci katın merdivenlerini çıktım.

Bu arada soluk soluğa kalmıştım üstelik bileğimin acısı da iki katına çıkmıştı. Son bir gayret göstererek üçüncü katın merdivenlerine tırmanmaya başladım. "Ahh..."

Üssüne bastıkça bıçak gibi ağrılar saplanıyordu bileğime. Az kalmıştı birilerinin eline düşmeden kapımı açıp kendi daireme geçmeye. Hâlâ güvende sayılmazdım. Üst kata çıkanlar da işin içinde olabilirlerdi. Bu devirde insana olan güven kırılmıştı zira kimin eli kimin cebinde belli değildi...

Melek, hadi kızım sen isteyince başarırsın. Senin üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yok...

Kendi egomu yükseltip pohpohladıktan sonra bakışlarım önce arkama sonra merdivenlerin bitiş noktasında soluklandı. Uzun soluklu bir nefesin ardından Basamakları birbiri ardına tükettim. Tutunabileceğim herhangi bir dayanak kalmayınca tek ayağımın üstünde zıplayarak dairemin kapısı önüne gelmiştim.

Çantamın dış cebinden anahtarımı alıp deliğine soktum. Kilidi iki tur çevirdikten sonra bronz renk kapı kulpunu sağa doğru çevirip kapıyı ittirerek açtım. "Sonunda."

İçeriye geçip kapıyı hızla arkamdan kapattım. Güçlü bir nefesi burun deliklerimden alıp ağız boşluğumdan hohlayarak geri verdim. İlk iş olarak elimdeki ayakkabıları rastgele bir köşeye fırlatarak attım. Hâlâ sırtım kapı arkasına dayalıydı çünkü ancak bu şekilde ayakta durabiliyordum. Şimdi sıra uğursuz kırmızı elbiseye gelmişti...

Elbisenin alt eteklerinden tuttuğum gibi başımdan aşırı çıkardım. İki elimin arasına alıp buruşturduğum elbiseyi tam fırlatıp atmak üzereydim ki; koridorun lambası yandı. Yarı çıplak sayılırdım.

Karşımda gördüğüm kişiyle şaşkına dönmüş ne yapacağımı kestirememiştim. Buruşturup atmak üzere olduğum elbiseyle önümü kapatmaya çalıştım ama sanırım başarılı olamamıştım.

Sakin ve kararlı adımlarla üstüme doğru geliyordu. Gözlerimi kapatmaktan başka bir şey yapamamıştım. Yakınıma kadar geldiğini nefes alış verişinden anlayabiliyordum. Bir elini kapıya dayadı diğer eliyle çıplaklığımı örtmeye çalıştığım elbiseyi aldı.

Kulağıma dolan ılık nefesi ruhumu ihya ederken edepsiz duygularımı isyana teşvik ediyordu. Kendimi kasmaktan vücudum taş kesilmişti. Hiçbir şey yapamayıp sessizce yutkundum...

----

Bölüm bitti.

Yeni karakteri nasıl buldunuz?

Bir süre bölümlerde olmayacak ama O'nu seveceğiniz düşünüyorum.

Bölüm hakkında genel görüşünüzü alayım lütfen

Sizlerin görüşleri doğrultusunda kitabımızın daha güzel şekillenip yol alacağına inanıyorum.

Meleksularım, sakın ikilem yaşayıp Arafat'a kalmayın (;)

|666|

Gitmeden önce kitabımızın simgesini buraya bırakır mısınız?

Hoşça kalın, beklemede kalın

 

 

Bölüm : 18.12.2024 04:47 tarihinde eklendi
Loading...