@my_lore
|
Selaaaam. Meleksularım görüşmeyeli nasılsınız? Bomba gibi bir bölümle biz geldik. Keyifle okuyun. Yalnız kendinizden bir iz bırakmayı unutmayın. Kitabın simgesini de şuraya bırakalım➜ 666 Kafamın içindeki izdiham ruhumda büyük fırtınalar koparırken bakışlarım hâlâ kapı önündeki karartıdaydı.
İnsan silüetine benzer görüntü her şimşek çaktığında kılıktan kılığa giriyor, gözümde iri cüsseli devler oluşturuyordu. Korkunç devlerden oluşan çok sesli koro beynimi istilası altına aldığında benden geriye oyuncak bebeği elinden alınmış minik bir kız çocuğu kalıyordu.
Odamın içini gündüz gibi aydınlatan ilahi ışık, kalbimi bir nebzecik olsun felaha sürüklediğinde başıbozuk bir nefesi dışarı salıverdim.
İlahi ışığın aydınlattığı yüzünde parıldayan bir çift kara göz, kendince melül mahzun bakıyordu ama vücudunun tamamına sardığı mavi pike, onu gözümde cansız bir varlığa dönüştürmüştü.
Konuşmaya başlamadan önce genzimi yakan acı tadı hafifçe öksürerek savuşturdum. "Senin ne işin var kapının önünde!"
Büzük dudakları acınası bir portre çiziyordu suratına. "Korkuyorum Melek, seninle uyumama izin verir misin?"
"Anne, çok korkuyorum. Sizin yanınızda uyuyabilir miyim?"
"Melek kızım, kaç defa söyleyeceğim sana yanımızda uyumana babanın izin vermediğini?"
"Biliyorum anne ama çok fena gök gürlüyor."
Yatağından doğrulup oturan kadının ayakları giymek için yumuşak dokulu terliklerini aradı. İçinden geçen eylemi gerçeğe dönüştürünce ses çıkarmamaya dikkat ederek soluğu kızının karşısında aldı. Hafifçe dizlerini kırıp boyu boyuna denk geldiğinde şefkat dolu bir ses tonlamasıyla konuşmaya başladı. "Kızım, gel seni odana götüreyim."
Bu arada kocasının sesini duyup duymadığını kontrol etmek amacıyla arada bir arkasına dönüp bakıyordu. Küçük kız dar omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bana ne ben odamda uyumak istemiyorum. Ben sizinle uyumak istiyorum."
"Melek, anneni dinle odana git. Her seferinde aynı şeyi yapıyorsun." İkaz niteliği taşırken adamın sözleri tehditkardı.
"Baba nolur sizin yanınızda uyumama izin ver."
"Melek, sözümü ikiletme. Hemen odana git ve orada uyu." İkinci ikaz birincisinden daha sert gelmişti.
"Tamam, bey, ben şimdi götürürüm odasına." Kadının yatıştırıcı sesi orta yolu bulmaya çalışıyordu.
"Bırak kendisi gidip yatsın. Hem yalnız değil ki babaannesi var odasında."
İnat eden küçük kız annesiyle uyuma konusunda ısrarcıydı. Babasına rağmen annesine sımsıkı sarıldı ve sesinin ayarını kısarak kulağına konuştu. "Nolur anne birlikte uyuyalım."
"Melek, sen hâlâ burada mısın, bir dakikaya kadar odana gitmesen nerede uyuyacağını göstereceğim ben sana." Babanın caydırıcılık konusunda tek bildiği şey ceza yöntemiydi. Bunu da her sıkıştığında muhatabı kim olursa olsun uygulamaktan geri durmuyordu.
"Seni sevmiyorum baba. Sen çok kötü bir babasın!" Küçük kız, içinden geçen nefreti babasının yüzüne karşı kusmuştu ama sesi ağız boşluğundan fısıltı halinde çıkmıştı.
Kalp kalbe karşı olduğundan kızının içinden geçenleri hissetmiş olacak ki baba; "Hanım, götür şu kızı buradan yoksa elimden bir kaza çıkacak."
Kadının sesine sinen yılgınlık çırılçıplak ortadaydı. "Tamam, bey, ben hemen götürüyorum odasına."
Sıra küçük kızına geldiğinde gözlerini fazlasıyla açarak ona susmasını işaret etti.
Susmak ve susturulmak hiç hoşuna gitmiyordu. Oflayarak birkaç kez ayaklarını yere vurdu küçük kız. "Odama gitmek istemiyorum."
Kadın kızının kolundan kavradığı gibi kucağına aldı zira bu iş uzadıkça olan yine küçük kızına olacaktı. "Yeter Melek. Sakın sesini çıkarma. Yoksa baban yine dolaba kapatır."
Sana yapılana alıştığında aynı yöntemi kendin de başkasına uygulamaya başlarsın. Kadının yaptığı da buydu; kocasından gördüğünü şimdi kızına uyguluyordu.
İnce yapılı dudaklarını dışa doğru sarkıtan Melek, çaresizlik içinde birkaç kez omuz silkti ve annesine sımsıkı sarıldı. İnat etmenin artık bir işe yaramayacağını sonunun ardiye dolabına girmek ve orada sabahlamak olduğunu çok iyi biliyordu.
"Anne odamda benimle uyur musun?"
"Sessiz olursan uyuyana kadar yanında kalırım, eğer ses edersen baban ve babaannen uyanır sonra da yanında uyumama izin vermezler."
Güçsüz kollarıyla annesine biraz daha sarılan küçük kız; "Sana söz anne, hiç ses etmem," derken uysal bir kedi sessizliğine bürünmüştü.
Kımıltılı hareketler sergileyen yüz kaslarım mazinin ruhumda bıraktığı derin izlerden kaynaklanıyordu. Gök kubbenin yarılırcasına çatırdadığı, ilahi ışığın gözleri kamaştırdığı, kâbus gibi geceleri hafızamdan silmenin imkan ve ihtimali yoktu çünkü...
Şimdiyse aynı korkunun başka bir bedende görünür hale gelmesi beni derinden sarsmıştı. Üstelik benzer gecelerde annemin yerine yastığa sarıldığımı, yorganı üzerime kalkan yaptığımı, anımsadığımda kalbim pamuk gibi yumuşamıştı.
Maral, kapı önünde tarafımdan çağrılmayı beklerken ben kendi iç dünyamla yaman bir çatışmaya girmiştim. Çok geçmeden biraz öncesine nazaran daha büyük bir gürültüyle patladı kulak zarlarım, körlük yaratacak güçte ışıkla kamaştı göz bebeklerim.
Bu arada Maral, mavi pikesine sarılmış olarak koşarak yatağın önüne kadar gelmişti. "Melek çok korkuyorum ben!"
İçsel çırpınışlarım beni galeyana getirdiğinden olsa gerek korunmak amacıyla bilinçsizce sağıma soluma bakındım. Bir yandan da Maral'a liman olmak ister gibi kollarımı iki yanlarıma doğru genişçe açtım.
"Tamam, korkma, geçti bak!"
Yeniden gök kubbe başımıza yıkılacakmış gibi büyük bir gürültüyle patladığında odanın içerisi güvenli olmaktan çıkmıştı. Ben ani bir refleksle sanırım biraz da Maral'ı koruma içgüdüsüyle hareket ederek ona sımsıkı sarılıp kucağıma çekmiştim.
İkimiz de kocaman açılmış gözlerimizle gürültünün peşinden çakacak şimşeği bekliyorduk etrafımıza ürkek bakışlar atarken.
Korkudan kuş gibi çırpınıyordu Maral'ın minik kalbi. Kalp atışlarının sesini duyumsadığım zaman kalbim biraz daha yumuşadı. Öz kardeşime sarılır gibi sıktım kollarımla.
"Korkma. İstersen benimle birlikte uyuyabilirsin. Yalnız duvar dibinde uyuyacaksın ve bana sarılmadan uyuyacaksın."
Maral'a kurallarımı açıklarken kollarım yavaş yavaş gevşemişti.
Onu saran kollarımın gevşediğini ve sesimin soğukluğunu fark eden Maral'ın hayretinden kara gözleri kocaman açılmıştı. "Sarılarak uyusam olmaz mı?"
"Hayır, olmaz!" dedim soğuk çıkan ses tonumla.
Biraz önce kendisine sımsıkı sarılan bendim. Şimdi neden soğuk davrandığımı anlamayan Maral'ın yüz ifadesi şekilden şekle girmişti.
"Bakma bana öyle. Yıllardır yalnız yaşıyorum ve yalnız uyuyorum. Bir başkasının bana dokunmasından hiç hoşlanmam. Yani uyku tutmaz beni, başka sebebi yok."
Maral, kabullenişi yaşarken hafifçe boynunu büktü ve kucağımdan ayrılıp yatağa tırmandı. Sessizce beni aşıp duvardan tarafa geçip oturdu. Korkularından arındığı rahat nefes alışverişinden belli oluyordu. Olgunlaşmamış kirazı andıran minik dudaklarına kocaman bir esneme yerleşti. "Çok uykum var benim."
İster istemez yüzüme hafif bir tebessüm oturmuştu, gülümsedim. "Madem uykun var uyuyalım o zaman."
Usulca bedenini yatağa doğru ittiren Maral, mavi pikesine biraz daha sarıldı.
"Üşüyor musun sen?"
Mavi pikenin altında vücudu hafifçe titrerken başına evet anlamında aşağı yukarı salladı. "Üşüyorum."
Kendi pikemin yarısını üşüyen minik bedeninin üzerine örttüm. "Birazdan ısınırsın."
Sarılmak istedim kolum havada kaldı. Saçlarını okşamak istedim parmaklarıma kramp girdi. Uzun zamandır yabancıydım bu tür yaklaşımlara. Ne doya doya anneme sarılabilmiştim ne de annem bana sarılabilmişti. Birbirinizden kopuk olarak yaşamış öyle de büyümüştüm. Ne bendim bunun müsebbibi ne de annemdi. Birbirimize doyasıya sarılmamıza engel olanlar vardı. Hayatı zehir zemberek yaşatanlar vardı.
Maral'a arkamı dönüp yatarken gözlerimden yanaklarıma doğu sızan yaşları elimin tersiyle kuruladım.
Bir süre sonra evrenin öfkesi dinmiş yerini sükûnete bırakmıştı. Sessizliğin dinginliğini benimseyen ruhlarımız deliksiz bir uykuya teslim olmuştu.
&&&
Kulağımın dibinde bangır bangır bağıran alarm sesine uyandım. Alışkanlıktan olsa gerek hemen saate baktım. İşe gitmek için zamanımın kalmadığını görmemle paniklemen bir oldu. "Eyvah, işe geç kalıyorum," diye kendi kendime homurdanarak üstümdeki pikeyi bacaklarıma doğru sıyırıp attım. Çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluştuğunda sağ bileğimin ağrısıyla ayıktım. Nasıl da unutmuştum, bugün ben izinliydim.
Anında işgüzarlığım gitmiş yerine tatlı bir uyuşukluk gelmişti. Mayışık vücudumu tekrar yatağa bıraktım ve gerinmeye başladım. Bütün bunları yaparken içimde adını koyamadığım garip bir duygu vardı.
Melankolik bedenim nedensizce sağ tarafıma döndüğünde göğüs kafesime öküz oturmuş gibi tıkandım, çünkü gece yaşadıklarım düşmüştü aklıma. Maral, gök gürültüsünden korktuğu için benimle uyumak istemişti. Peki, ama neden yoktu yanımda? Yoksa erkenden kalkıp gitmiş miydi?
Belki de lavaboya falan gitmiştir fikrî ister istemez rahatlamıştı beni. Nasıl olsa geri gelir dürtüsüyle hareket ederek yatağa iyicene gömülmüş dolayısıyla da anında uyumuştum.
Evde ve işe gitmeyecek olmanın verdiği iç huzuruyla uyuyakalmış saatlerce uyanmamıştım. Müthiş bir açlık duygusuyla öğleye yakın uyanmıştım. Bu kadar tembellik yeter diyerek hiç mızmızlanmadan yatağımdan kalktım ve kapıya doğru adımlamaya başladım. Bu esnada zihnimin kıyısına vuran dalgalar adımlarımı olduğu yerde sabit tuttu. Başımı omzumun üstünden arkaya doğru çevirip yatağa bakma ihtiyacı hissettim, çünkü Maral'ı aradı gözlerim.
Onun yatakta olmadığını gördüğümde inanılmaz bir yenilgi yaşadım.
Oysa onun evde olduğuna o kadar çok inanmıştım ki...
İnanmışlığın verdiği rahatlıkla bu kadar uzun uyuyabilmiştim. Her şeye rağmen onun evde olduğuna inancım tamdı zira küçük bir kız nereye gidebilecekti ki...
Şeri'nin odasından başlayarak Maral'ı aramaya başladım. Açtığım her kapıda yaşadığım hezeyan ruhuma vurulan sert darbelere neden oluyordu.
Yoktu, geldiği gibi sessizce çekip gitmişti.
Küçük bir kız çocuğu sokakla nasıl baş ederdi ki...
Yok, bu böyle olmayacaktı bir şekilde benim Maral'ı bulmam ve ailesi neredeyse onlara teslim etmem gerekiyordu. Olmadı karakola başvurup onu bulmalarını sağlayabilirdim. En azından bunu yapabilirdim.
Şimdilik önceliğim kendime kahvaltı hazırlayıp sonra da işleri toparlamak için bilgisayarımın başına geçmekti. İkinci önceliğim de bileğimi iyileştirmek oluyordu, çünkü izinli olmamın yegâne sebebi buydu.
Hiç vakit kaybetmeden kendime gelebilmek için duşa girdim. Kısa bir duşun ardından eşofmanlarımı giydim ve kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçtim.
Esasında kahvaltı yapmayı hiç sevmezdim benim için sabahları bir kupa kahve her şeye bedeldi ama ilaç içeceğim için bir şeyler yemeye gereksinimim vardı.
Seri bir şekilde kahvaltımı hazırlayıp masanın başına geçtim. Bilgisayarımı da açıp karşıma gelecek şekilde konumlandırdım. Bir taraftan kahvaltı yapıyor bir taraftan da işlerimi yürütmeye çalışıyordum.
Ne yapsam aklımı işe veremiyordum çünkü Maral, gözümün önünden gitmiyordu. Hangi ara kalkıp nereye gitmişti. Küçücük bir kız çocuğu bu kadar cesaretli olabilir miydi; aklım havsalam almıyordu doğrusu. Sokak kötülüklerle doluydu. Küçücük bedeni ile onca kötülükle baş edebilmesi çok zordu. Onunla bir daha karşılaşıp karşılaşmayacağımı bile bilemezken başına kötülük gelmesinden çok korkuyordum.
Umarım yolu kötülerle kesişmeden önce onunla tekrar görüşebilirdim.
Oflayarak bilgisayarın kapağını kapattım. Kafamın içi bu kadar karmaşa doluyken çalışamıyordum. Üstelik sürekli uykum geliyordu; nedenini de pekâlâ biliyordum. Ne zaman sıkıntıya düşsem uyumak isterdim. Uyuyup kafamın içindekileri unutmak ve silmek isterdim. Şimdi de aynı şeyleri arzuluyordu ruhumun çağrışımları. Biliyordum, uyumak hiçbir zaman çözüm olmuyordu, çünkü uyuyunca unutuyor uyanınca tekrar gün yüzüne çıkıyordu benim zavallı görünmez insancıklarım.
Olsun, en azından uyuyunca peşimdeki karanlıktan kurtuluyor belli bir süre unutuyor ve huzuru yaşıyordum.
Zihnimi boşaltmak için kahvaltı masasını toparlamaya başladım. Hareket etmek beni zinde tutup kasavetimi dağıtabilirdi lakin ne yaptıysam üzerime karabasan gibi çöken sisi dağıtamıyordum. Evin içinde bileğimin elverdiği kadar yürüyor, hava akımını sağlamak için camı açıyor, farklı şeyler düşünmeye gayret ediyordum ama olmuyordu. Sonunda galip gelen tarafıma uyum sağlayıp gidip yattım.
Uyandığımda hava kararmak üzereydi. İnanamıyordum bütün günü uykuyla geçirmiştim. Hiç vakit kaybetmeden yataktan kalktım ilk iş olarak arayan soran var mı diye telefonuma baktım.
İşle ilgili birkaç mesaj vardı onun dışında hiç kimse arayıp sormamıştı.
İç sesim benimle dalga geçer gibi ne bekliyordun ki, diye sordu.
Belki Şeri, arar diye umutlanmıştım en azından bir mesaj atar diye. Şeri'nin arayıp sormadığı gibi Cem'den de tık yoktu.
Ne yalan söyleyeyim içten içe ikisine de kahırlanmıştım. Gerçeği söylemenin ve dürüst olmanın karşılığı bu kadar ucuz olmamalıydı.
Melek, alınma ama zaman değişti bilirsin doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
Sen de kovuldun diyorsun?
Maalesef...
Kendi kendime söylenmeyi bir tarafa bıraktım ve yiyecek bir şeyler aramaya koyuldum. Şeri'nin yaptığı yemekler zaten öylece duruyordu. Birer tabak ayarlayıp oturup yemeye başladım.
Yemekten sonra canım kahve çekmişti zira bugün hiç kahve içmemiştim. Sanırım bu kadar canımın çekmesi ondandı. Ben ki bir kupa kahve içmeden güne başlamayan kişiydim.
Kahve makinesinin başına geçtim suyu koydum kahve kavanozuna uzandım ama bitmişti.
Ne olacaktı şimdi? Sipariş versem bir kahve için kimse zahmet edip getirmezdi. Evde eksik bir şey de yoktu. En iyisi gidip marketten kahveyi kendim almaktı. Biliyorum ağrılı bilekle markete gitmek zor olacaktı üstelik asansörü de kullanamayacaktım onu da biliyordum ama yapacak işlerim vardı ve kahve içmeye mecburdum. Başka türlü kendime gelemezdim.
Eşofmanlarımı üzerimden çıkarmaya üşendiğim için sadece diz altı biten şişme kabanımı giydim üzerime. Çanta taşımak yerine küçük cüzdanımı alıp evin anahtarında cüzdanın içerisine koydum. Evden çıkmadan önce derin bir nefes alıp aşamalı olarak geri verdim; amacım biraz rahatlamaktı.
Besmele çekerek kapıyı açtım. Merdivenle asansör arasındaki boşlukta durup bir süre etrafımı kolaçan ettim. Somutsal düzlemde görünür hiçbir şey yoktu ama bu asansöre binmeme yetecek derecede ikna edici değildi.
Üç kat merdiveni inmek pahasına da olsa kendi emniyetimi tercih ettim. Her basamakta bir kere arkamı kolluyor sonra önüme bakıyordum. Takip edilme hissini tekrardan iliklerime kadar yaşamaya başlamıştım. Peşimdekilerin kim olduğunu bilememek beni çıldırtmaya yetiyordu. Neden takip ediliyordum ve neden bu hissi son günlerde yoğun olarak yaşıyordum?
Zihinsel çağrışımların yarattığı karmaşayla sonunda üç kat merdiveni inmiş ve binanın dış kapısına kadar gelmiştim. Gerçi dışarısı içerisinden ne kadar güvenliydi; tartışmaya açık bir düşünceydi.
Başımı kapı aralığından uzatıp sağıma soluma önüme arkama defalarca baktıktan sonra binanın bahçeye açılan beş basamaklı merdivenlerinden inmeyi başardım.
Tedbiri hiçbir zaman elimden bırakmayarak sokağa adım atmıştım; zaten market fazla uzakta sayılmazdı hemen sokağın köşesindeydi.
Bir taraftan yürüyor bir taraftan da gözlerim Maral'ı arıyordu. Onun sokaklarda tek başına kalmasına gönlüm razı olmuyordu, çünkü sokaklar tehlikeliydi ve her türlü kötülük vardı.
Onun ailesi buna nasıl izin veriyordu şaşırmamak elde değildi. Gerçi niye bu kadar şaşırıyorsam anlamış değilim; sanki hiç yaşamamış gibi.
Nihayet market kapısından içeri adım atabilmiştim. Her ihtimale karşı yine tedbir amaçlı çevremi kontrol ettim.
Elimde değildi, belki de peşimde onlarca insan vardı. İşte bunu bilmek bunu hissetmek soğuk terler atmamı sağlıyordu.
Hiç vakit kaybetmeden kahve satılan reyona gittim. İki paket alıp gecikmeden kasaya geçtim. Bu saate kadar her şey normal seyrinde gitmişti.
Aldığım kahvelerin parasını ödeyip marketten ayrıldım. Kapı önüne geldiğimde şişme kabanımı kendime kalkan yapmak ister gibi vücuduma sardım ve ellerimi ceplerime yerleştirdim.
Birinci adım ikinciyi ikinci adım üçüncüyü tetikledi ve ben kaldırımda yürümeye başladım. Hâlâ gözlerim Maral'ı arıyordu. Bu sebepten dolayı da etrafıma bakınmaktan alıkoyamıyorum kendimi.
Ne olduğunu anlayamadan göğsüme sert bir cisme çarptı ve ben geriye doğru sendeledim. Bu, öyle sert bir çarpışmaydı ki göğüs kafesimin içe doğru çöktüğünü sandım.
"Önünüze baksanıza be, karşınızdakini görmeyecek kadar kör müsünüz?"
Tam olarak bana elli santimlik mesafede uzun boyunun heybetiyle caydırıcı görünen biri vardı. Siyahlar giyinmiş başını montunun kapüşonuyla iyice örtmüştü. Yaydığı koku burun deliklerime kadar ulaşıyor büyülü bir tılsım gibi bütün duygularımı alarma geçiriyordu. Bir yerlerden aşinası olduğu tanıdık siması ister istemez kim olduğunu sorgulattı bana.
"İyi misiniz?" diye sordu.
Sesindeki ilahi kudret peri tozu gibi kuşatmıştı dört bir yanımı lakin hiçbir şeyi umursamayıp, "Nasıl iyi olabilirim acaba, ağır tonajlı araba gibi üstümden geçtiniz!" Sesimin ayarı olabildiğince sert ve cırlak çıkmıştı.
"Özür dilerim, koşuya çıkmıştım inanın fark edemedim."
Onun özrünü kabul edecek durumda değildim zaten gergin olan sinirlerim iyice gerilmiş adeta gözüm dönmüştü. "Özür dileyene kadar biraz önünüze baksaydınız beyefendi!"
Sözlerimin bitiminde derin bir nefes almış bu arada sağ elimi göğüs kafesime bastırmıştım.
Nefes almakta zorlandığımı görünce aramızdaki mesafeyi sıfırladı.
"İyi görünmüyorsunuz. İsterseniz bir hastaneye götüreyim sizi."
Esasında çarpışmaktan çok tetikte olmak korkutmuştu beni; itiraf etmeliyim ki biraz da suç bendeydi çünkü Maral'ı arayacağım diye sürekli etrafıma bakıyordum. Madem suçlu bendim suçsuz bir adama cazgırlık yapmam doğru olmazdı. En iyisi biraz alttan almak ve yoluma gitmekti.
"Yok, iyiyim ben, aniden çarpışınca ondan şey ettim yani."
Neden bu kapüşonlu adamla sürekli karşılaşıyordum? Üzerimde bıraktığı etki zaten çıplak gözle bile görülebilecek netlikteydi. Sanırım adam da bunun farkındaydı. Kim bilir belki de bile isteye çarpmıştı bana. Belki de peşindekilerin elebaşıydı...
Sakin ol Melek, diye kendi kendimi susturmaya çalıştım eğer sakin olmazsam bir şeyler ters gidebilir adam istediğini almış olabilirdi.
"Bakın tekrar ediyorum eğer iyi değilseniz size yardımcı olabilirim. Biliyorum suç bendeydi."
Kapüşonlu adamın sesine sinmiş ilahi kudret her kelimesinde beni görünmez bir sisle kuşatıyordu. Kim olduğunu sorsam mıydım acaba? Yok, bu fazla cür'etkâr olurdu. Peki, ama başka türlü kim olduğunu nasıl öğrenecektim? İkide bir karşılaştığım bu adamın kimliğini acilen bilmem ona göre tedbir almam gerekiyordu.
"Kendinizi suçlamayın lütfen, ben de önüme bakmadan yürüyordum."
"Bir sorun olmadığından emin misiniz peki?"
"Gördüğünüz gibi iyiyim ben. Herhangi bir sorun da yok."
Konuşma uzadıkça uzuyor fakat bir türlü sıra tanışmaya gelmiyordu. Hadi Melek, yap şunu. Kim olduğunu sor adama.
İyi de her şeyin bir kuralı olduğu gibi tanışmanın da bir kuralı vardı. Kapüşonlu adama kimsin sen diye öyle pat diye soramazdım ki...
"Tamam, sorun yok diyorsanız, sorun yok demektir." Kapüşonlu adam cümlesini tamamlayıp gitmek için yanımdan geçmek isterken hafifçe yutkundum. Gidiyordu ve ben kim olduğunu hâlâ öğrenememiştim. Bütün cesaretimi toplayıp onunla tanışmak için bir adım atmak istedim.
"Kime çarptığınızı bilmek isterseniz ben Melek Soylu, aklınızda bulunsun."
Bana doğru başını çevirip yandan bir bakış attı. "Tanıştığıma memnun oldum Melek Soylu," dedi. Sesindeki tını gülümseyen bir adamın hoş sedasına benziyordu.
Benim tanışma girişimim hoşuna gitmişti besbelli ama neden kendini tanıtmamıştı? İçime serpilen korku tohumları beni yeniden karanlık bir cenderenin içine çekmişti. Kesinlikle peşimdeki adamlarla bağlantısı vardı gizemli davranan adamın zira bende başka açıklaması yoktu.
İsmini söyleme zahmetine girmeyen adam aniden karşıma çıkmış sessizce yanımdan uzaklaşmıştı ama şüphelerin odağında yırtık bir zihin bırakmıştı geriye.
Bense onun arkasından bakakalmıştım. Elimde değildi garip bir şekilde onunla tanışma isteği ağır basıyordu; avken avcı olmak veya korkunun üzerine gitmek gibi. Belki de içgüdülerimi tetikleyen varsayım hasmını göz önünde tutmakla ilintiliydi.
Yine savaşta ağır bir yenilgi almış komutan gibi hantal adımlarla evimin yolunu tuttum ama peşimden gelen leş yiyici karga sürüsünün keskin çığlıkları benimle birlikteydi. Karga sürüsünün zihnimde bıraktığı kesif leş kokusu burun deliklerimden geçerek ruhuma sirayet ettiğinde olabildiğince hızlandırdım adımlarımı fakat nereye gidersem gideyim rahatsız edici koku benimle birlikteydi.
Bu, böyle devam edemezdi peşimdekilerin kim olduklarını öğrenmenin mutlaka bir yolu olmalıydı. Kafamda deli sorularla nihayet apartmanın giriş kapısı önüne gelmiştim. Tedirginliğimi belki gören eden olur düşüncesiyle önce durup etrafımı kolaçan ettim sonra güçlü bir nefesi ciğerlerime yolladım. Yeterince güç topladığıma inandığımda beş basamaklı merdiveni çıkıp uysal adımlarla giriş kapısından içeri girdim.
Ne zaman kapalı alanlara giriş yapsam ruhumu hafakanlar basıyor göğüs kafesim daralıyordu. Hem daralma hissini yaşadığımdan dolayı hem de peşimdekilere pirim vermemek adına tercihimi yine asansörden yana değil merdivenden yana kullandım.
Oflaya puflaya merdivenleri tırmanışa geçtiğimde geride bıraktığım her basamak için içimden şükürler ediyordum. Benden başka merdivenleri kullanan olmadığından bir bakıma daha rahattım. Beni zorlayan tek olgu düne göre daha az ağrıyan bileğimdi. Üçüncü kata ulaştığımda dudaklarıma hafiften bir tebessüm oturmuştu. Kapüşonlu adamla çarpışma faslını saymazsak kazasız belasız evime gelebilmiştim.
Son basamağa geldiğimde erken konuştuğumu anlamam uzun süremedi...
Bölüm bitti.
Esas oğlan ikinci kez çıktı Meleğin karşısına. Birincisini hatırlayan var mı?
Yeni karakter hakkında yorumlar alabilirim.
Canımın içleri kocaman sarılıyorum 👿👿👿
Bölüm : 18.12.2024 06:27 tarihinde eklendi |