Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Kara Leke B.4.

@my_lore

Selâm, Meleksularım!

Görüşmeyeli nasılsınız?

Yeni bölüm zamanı geldi. Umarım beğenerek okursunuz.

Bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım<3

Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın.

Şu 👉arkadaşı takip eder misiniz @my_lore

✓✓✓✓

Yoklukla sınanmak gerçekliğe düşen kara bir leke gibidir. Kandırıldığını düşünmek hezeyan içinde hezeyan yaşamaktır. Sahiplendiğin yıldızın kayarak yok oluşu gibi. Esasında bütün bunların algısal boyutu karamsarlığa giden yolun mihenk taşlarıdır...

Ürpertiyle kasılan varlığım karıncalanma hissiyle bütünleşirken göz kapaklarım ağır ağır açıldı. Sağımdan soluma dönmek isterken bileğimin acısıyla inledim. Üçlü koltukta uyuyup kalmıştım. Tenimi saran ne bir gecelik vardı ne de rahat sayılabilecek bir kıyafet. Gündüz giydiğim kırmızı renk elbisem hâlâ üzerimde duruyordu. Üstelik pencere camının bir kanadını açık unuttuğum için bütün vücudum tutulmuştu. Siren lambası gibi yanıp sönen loş ve renkli ışığı saymazsak evin içerisinde derin bir sessizlik vardı. Henüz tam olarak ayıkmamış algısı kapalı ruhum bir kez daha ürperdi...

"Hayır, istemiyorum. Ben senden vazgeçemem..."

Kasavetli sessizliğin sesini bozan desibeli yüksek ses açık kalmış televizyondan gelen diyalogdu. Ciddi anlamda tırsmış başımı ani bir refleksle sesin geldiği yöne doğru çevirmiştim. Gökkuşağına benzer renkli ışığın kaynağı da belli olmuştu; açık unuttuğum televizyon. Neden burada uyuyup kalmıştım, bilmiyorum... Kalkıp oturdum ve kollarımı iki yanlara doğru genişçe açarak gerindim. Kocaman bir esnemenin ardından derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirerek geri verdim. Yüzüme düşen birkaç tutam saçı kulaklarımın arakasına sıkıştırdım. Normalde uzun ve siyah renk saçlarımı tepemde toplar öyle yatağa girerdim fakat bu gece koltukta uyuyup kalmıştım.

Yalnız garip bir tuhaflık vardı üzerimde. Sanki zihnimde biriken her şey birbirine karışmış ve kördüğüm olmuştu. Hissettiğim tuhaflığa ve zihnimdeki karmaşaya bir isim koyamadığımdan sessizce dudak büktüm.

Saliseler akıp gidiyor ben, neyi beklediğimi bilmeden sümsük gibi olduğum yerde oturuyordum.

En iyisi kalkıp yatağıma gitmekti çünkü üçlü koltuk baya rahatsızdı. Yatak odama gitmek için ayağa kalkmaya yeltendiğimde kapı çarpmasına benzer gürültülü bir sesle alabora oldu bütün benliğim. Nefesim içime kaçmış gibi soluk soluğa kalırken korkunun dibini yaşamıştım. Başparmağımı kambur yaparak üst damağımı kaldırdım ve kalktığım yere boş bir çuval gibi tekrar oturdum.

Çekinceli bakışlarım ürkek bir tavşan gibi etrafıma bakınmak isterken aynı sesi bir kez daha duydum. Başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde hafif bir esinti yalayıp geçti korkudan kireç gibi bembeyaz olmuş tenimi. Sıkı sıkıya yumduğum dudaklarım ufak bir tebessümle aralandı. Birbirini takip eden çarpma sesleri ben kalkıp açık camı kapatana kadar devam etti.

Kötücül senaryoların gölgesinde camı kapatmak için tek ayağımın üstünde zıplaya-zıplaya gitmiştim. Korku, fazla adrenalin pompaladığında vücut hiç olmadığı kadar dinamik ve güçlü olabiliyordu. En azından ben öyle hissetmiştim zira o süreçte bileğimin ağrısını dahi fark etmemiştim. Şimdiyse pencere önünden üçlü koltuğun oraya kadar gitmek gözümde büyüyordu. Oflayarak iç çektim ve sol ayağımın üzerine ağırlık vererek küçük adımlarla yürümeye başladım.

Bana en yakın tekli koltuklardan birine oturduğumda iki elimle yüzümü avuçlayıp düşünmeye başladım...

Bu gece neden ruhumda devinmeler yaşıyordum? Neden en küçük ihtimal varlığımda ağır hasara yol açıyordu?

Kendi kendime sorduğum sorular cevapsız kalırken hafızama düşen damlalar hareketlendi; Cem...

Hatırlıyorum bu gece onunla birlikteydim. Bileğim burkulmuştu da gece gece ağrı kesici ilaç almaya gitmişti. En son hatırladığım televizyonda film seyrediyorduk. Sahi Cem neredeydi?

Ondan bu gece yanımda kalmasını istemiştim. Cem'de kabul etmişti. Ben uyuduktan sonra kalkıp gitmiş olabilir miydi? Belki de gitmemişti. Beni uyandırmak istemediğinden odamda ve yatağımda uyumuş olabilirdi. Muhtemelen öyle yapmıştı zira bende başka açıklaması yoktu.

Henüz gün aymamıştı bunun farkındaydım ama saatin kaç olduğunu da bilmiyordum. Orta sehpanın üzerinde duran telefonumu görünce uzanıp aldım. Hemen ekran kilidini açıp saatin kaç olduğuna baktım. Sabaha karşı 05.00 sularıydı. Henüz işe gitmek için vakit erkendi. Biraz daha uyumak yorgun zihnime iyi gelecekti. Üzerim açık kaldığı için üşümüştüm de...

Isınmak adına pike tarzı bir şeylere ihtiyacım vardı. Etrafıma bakındım fakat işe yarar herhangi bir alternatif göremedim. Eğer Cem benim odamda uyuyorsa onu uyandırmak da istemiyordum. Belki sessizce gidip dolaptan bir pike alabilirdim; buna biraz da mecburdum.

Koltuktan destek alarak ayağa kalktım. Burkulmuş bileğimin ağrıyıp ağrımadığını kontrol etmek amacıyla hafifçe sağ ayağımın üzerine bastım; burkulduğu ana nazaran daha iyiydi.

Cem, uyanmasın diye olabildiğince sessiz hareket ederek önce koridora oradan da kendi yatak odama geçtim. Yatak odasının kapısı açıktı ama karanlık olduğu için pek bir şey görünmüyordu. Gardırobun yerini ezbere bildiğimden parmak uçlarıma basarak ilerledim ve dolabın sağ kapağını yavaşça açtım. El yordamıyla en sevdiğim mavi pikeyi üst raftan aldım. Uzanırken bütün ağırlığım ayaklarıma yüklendiği için canım fazlasıyla yanmıştı. İçimde kopan feryadı susturmak adına dudaklarımı birbirine bastırarak dişledim zira tek amacım sesimi çıkarmamaktı.

Geldiğim gibi odamdan usulca çıkmaya yeltenirken lavaboya gitme ihtiyacımın geldiğini hissettim. Banyo benim yatak odamın hemen karşısına düşüyordu. İki büyük adımda oradaydım fakat bir sorun vardı. Banyonun lambasını açtığımda benim odamın içerisi baya aydınlanıyordu. Bu da demek oluyordu ki, ışıktan rahatsız olacak olan Cem, muhtemelen uyanacaktı...

Bu kadar sıkışmış halde uyuyamazdım. Yok, yere Cem'in uyanmasını da istemiyordum. Biraz daha kendimi tutmaya kalkışırsam altıma edeceğim kesindi. Mecburen kolumun altına sıkıştırdığım pikeyi yavaşça duvarın dibine bıraktım. Elimden geldiğince ses çıkarmamaya dikkat ederek lambanın düğmesine bastım.

Cem'in uyanıp uyanmadığını görmek maksadıyla başımı hafifçe benim odaya doğru uzattım. Gördüğüm gerçeklik ufak çaplı bir gerginlik oluşturmuştu bende. Yatak odam bomboştu. Göz yanılması yaşadığımı düşünerek tekrar bakmak istemiştim fakat yine kimsecikler yoktu.

Salonda yoktu odamda yoktu geriye bir tek seçenek kalıyordu Şeri'nin odası. Hemen banyoya geçip ihtiyacımı giderdim fazla vakit kaybetmeden çıktım zira içim içimi yiyordu. Cem, geceden mi gitmişti yoksa Şeri'nin odasında mı kalmıştı?

İkinci şıkkı tercih ederdim çünkü bana söz vermişti. Bu gece yanımda kalacaktı. Beni çocuk gibi kandırıp uyuduktan sonra gitmiş olamazdı. Eğer öyle bir şey yaptıysa çekeceği vardı elimden.

Biraz önce duvar dibine bıraktığım pikeyi aldım ve kolumun altına sıkıştırdım. Burkulmuş bileğime fazla baskı yapmamak adına duvardan tutunarak ilerliyordum. Salonun karşısına düşen oda Şeri'nin odasıydı. Televizyonun yaydığı loş ışık salonu kısmen aydınlatıyordu lakin koridoru aydınlatmaya yetmiyordu.

Ya koridorun lambasını açacaktım ya da direkt odanın lambasını. Oda yerine tercihimi koridordan yana kullandım. Birkaç küçük adımda oda kapısına kadar geldim pervazdan tutunup başımı karanlığa doğru uzattım. Boş yere umutlanmıştım çünkü yaşadığım koca bir hüsrandı. Cem, burada da yoktu...

Gitmişti. Beni uyutup gitmişti. Neden böyle bir şey yapmıştı anlayamamıştım. Söz verdiği halde gitmişti...

Öksüz kalmış çocuk gibi kolumun altına sıkıştırdığım pikeyi kucağıma aldım gidip üçlü koltuğun üzerine uzandım. Bütün bunları yaparken bileğim ağrıyordu ama dayanılmayacak bir ağrı değildi.

Işık gözümü rahatsız ettiği için televizyonu kapatıp öyle yatmıştım. Başımı koltuğun yastığına koyar koymaz bu kez de kafamın içine milyon tane soru doluşmuştu. Gece yaşadıklarım. Cem'in tuhaflıkları. Üst kattan düşen kadın ve kadının yaşayıp yaşamadığını bilmiyor olmak. Umarım yaşıyorsun diye geçirdim içimden. Yoksa bir ömür vicdan azabından yaşayamazdım. Biliyorum benim yüzümden oldu. Ben sanıldığım için öldürmek istediler seni. Bu benim ruhuma yüklenen ağır bir yüktü. Senin yerine bir başkasının bedel öder gibi yaşamına son verilmek istenmesi cidden vicdan azabı gibiydi; her ne kadar bildiğim bir suçumun olmamasına rağmen.

Saliseler birbiri ardına vurdukça gözlerimin perdesi ağır ağır kapandı ve gecenin en başına döndüm...

Bileğim burkulmuştu ve eve zar zor gelebilmiştim. Eve geldiğimde Cem'i karşımda görmüş hiç olmadığı kadar şaşırmış bir o kadar da sevinmiştim.

Bir süre sonra Cem, burkulan bileğime ağrı kesici ilaç almak için dışarı çıkmıştı. Onun geri dönüşü uzun sürmüş bu arada kadının biri üst kattan aşağı düşmüştü. Ben bunu peşimdekilerin yaptığına inanırken şok üstüne şok yaşamış kendimi kaybedecek dereceye gelmiştim.

Her şey olup bittiğinde nihayet Cem, gelebilmişti.

"Cem, aşkım, nerede kaldın?" diye sormuştum nefes nefese.

"Sen neden ayaktasın ve neden ağlıyorsun?" diye sormuştu Cem' de.

"Sen yokken neler yaşadım bilemezsin," diye yakınmış sözümün bitiminde kollarımı iki yanlara doğru genişçe açıp kendimi onun kollarına bırakmıştım.

"Tamam, nöbetçi eczane aradım ve biraz geç kaldım. Bunun için ağladığını söyleme sakın?" demişti dalga geçer gibi.

Kasılarak ağlayan titrek bedenimi kendi bedeninden ayırıp hipnoz olmuş gibi bana bakmaya başlamıştı. Onun tesiri yüksek bakışlarından etkilenmiş aklımdakiler uçup gitmişti. Önce elinin ayasıyla ağlak gözlerimin yaşını silmiş sonra iri elleriyle yüzümü avuçlamıştı. "Şimdi söyle bakalım neler oldu?" diye sorarken bu kez bir öncekinin aksine daha ılımlı yaklaşmıştı.

"Şey, aşağıya biri düştü." Başım içgüdülerime ayak uydurup normal olarak camdan tarafa dönmüştü. "Ben de tam olarak şimdi ambulansı aramak üzereydim. Acele etmeliyiz Cem, ambulansı aramalıyız."

Kendi telefonumu ona uzatıp hemen aramasını söylemiştim. "Bekleme Cem, hemen ara..."

"Sakin olur musun, birazdan arayacağım. Böyle yaparak bir yere varamazsın."

Normal bir olaydan söz ediyormuşum gibi hiç istifini bozmamış koluma girerek beni sürükler gibi pencere önüne taşımıştı. "Göster bakalım, nereye düştü ona göre ambulansı arayalım," demişti gayet sakin bir dille.

"Bak işte orada. Beyaz arabanın üstünde, zavallı kadının düştüğünü kimse görmemiş olmalı," diye Cem'e yakınmıştım.

Cem, hiçbir şey söylemeden benim telefonu açıp ambulansı aramıştı. "Üç beş dakikaya ambulans gelir. Sende geç otur artık zira ayakta kaldıkça bileğin kötüleşebilir," derken ölümle pençeleşen kadını değil beni ön plana çıkartmıştı.

"Hayır, oturmak istemiyordum. Şimdi o kadının yerinde ben olabilirdim. O zaman da bu kadar kayıtsız ve sakin kalabilecek miydin?" diye sormuştum fakat sorularım taş duvara söylüyormuşum gibi kısmen yanıtsız kalmıştı.

"Güzelim benim, biz gerekeni yaptık. Bizim yapabileceğimiz başka bir şey yok. Birazdan ambulans gelir alıp götürür. Sonra olay yeri falan hiç bulaşmayalım." Yaptığı açıklama duygudan yoksun ve yüzeyseldi.

Bir kadın aşağıda can çekişirken Cem, bunu normalleştiriyordu. Birilerinin benim peşimde olduğunu bilseydi eğer bu kadar duyarsız davranabilir miydi, cidden merak ediyordum...

Cem'in isteği üzere gidip üçlü koltuğa oturmuştum ama içim hiç rahat değildi. Benim yerime başka bir kadın aşağıya atılmıştı. Ben sanılan kadının akıbetini görmek istiyordum. Onun hastaneye götürülüp götürülmediğine kendi gözlerimle şahit olmak istiyordum. Belki ancak o zaman rahat bir nefes alabilirdim.

"Cem, kızma ama benim içim hiç rahat değil. Pencere kenarına gitmek ambulansın gelip gelmediğini görmek istiyorum."

"Güzelim, ayakta durduğun sürece bileğine yük binecek ve ağrın daha çok artacak bunu biliyorsun, öyle değil mi?"

"Bir kadın aşağıda can çekişirken benim bileğimin ağrısı umurumda bile değil. Unutma onun yerinde ben olabilirdim. Şimdi önceliğimiz bileğim değil aşağıdaki kadın."

Uyarılarım karşısında Cem, çehresine etkilenmemiş bir görüntü çizmeye çalışsa da göz bebeklerine yerleşen endişe kırıntıları vardı. Endişeye bulanmış harelerine kıpırtısız bir şekilde bakmaya devam ettim. "Ben aşağıda nelerin olduğunu en azından merak ediyorum Cem. Sen hiç mi merak etmiyorsun?"

Bezgin bir tavır sergileyerek alnına düşen birkaç tel saçı parmak uçlarını tarak gibi kullanarak geriye doğru taradı. Hâlâ ayaktaydı ve ileri geri şuursuz adımlar atıyordu. "Ediyorum elbette, etmez olur muyum? Söyler misin güzellik, senin pencere önüne gitmen neyi değiştirecek?" Bu kez sesinin ayarı daha düz ve sevecendi.

"Belki biraz fazladan üzüleceğim ama en azından vicdanım rahatlayacak. Şimdi daha fazla ısrarcı olmamalı beni pencere önüne taşımalısın."

Sözlerimi henüz bitirmiştim ki, gecenin karanlığını ikiye bölen ambulans sireninin sesi doldu kulaklarımı yırtarcasına. Bir siren sesinin beni bu kadar rahatlatacağını hiç ummazdım zira siren sesi oldum olası bende iç burkulması yaşatırdı. Bu öyle bir burukluktu ki, her duyduğumda dimağımda kekre bir tat oluşurdu. Şimdiyse en azından kadını birileri görecek eğer ölmediyse kurtarmak için çabalayacaktı.

Cem, yüzüme alık alık bakıp kendi düşüncesini teyit etmek isterken, "Bak gördün mü ambulans geldi rahatla artık." dedi.

Yanı başımda oturuyordu uzanıp ellerimi tuttu. "İstersen biz kaldığımız yerden devam edelim. Bak hem bileğin için ağrı kesici aldım hem de sürmek için jel aldım. Şimdi sana bir bardak su getireceğim önce ağrı kesici ilacını içersin sonra da jeli bileğine sürerim rahatlarsın."

Cem, konuşuyordu ama benim aklım fikrim hâlâ kadındaydı. Bu benim elimde değildi onu düşüncelerimden atamıyordum.

Cem'in avuçlarım arasındaki sıkıca tuttuğum ellerini biraz daha sıkarak, "Cem, dedim "sence kadın yaşıyor mudur?"

Başını yana doğru yatırıp birbirine bastırdığı etli dudaklarını bilinmezlikle dışa doğru kıvırdı. "Bilmiyorum Melek. Yarın sabah yaşayıp yaşamadığını birlikte öğreniriz."

Cem, sakince ayağa kalkmış ve bir bardak suyla ağrı kesici ilacı getirip avuç içime bırakmıştı. Bana verdiği ilacı dilimin üzerine koyup ardından bir bardak suyu bir dikişte içmiştim. Sinirle içmiştim suyu çünkü gidip pencereden bakmama izin vermemişti. Biliyordum o kadına bir faydam olmayacaktı ama yine de görmek istiyordum; muhtemelen benim yerime aşağı atılan kadını.

"Hadi Melek, mızmızlanmayı bırak da vücudunu biraz geriye doğru çek ve ayaklarını ileriye doğru uzat çünkü krem süreceğim. Eğer bileğinin ağrısı dinerse stresin de aza inmiş olur."

Yüzümü buruşturarak ona bakmıştım. "Geçer mi diyorsun?"

"Ne sandın, elbette geçer. Hem ağrı kesici içtin hem krem süreceğiz. Bildiğim kadarıyla bu jel kremlerin içerisinde ağrı kesici maddelerde var. Muhtemelen ilaçlar 15- 20 dakikaya etkisini göstermeye başlar."

Başımı olumsuz anlamda iki yanlara doğru hafifçe sallamıştım. "Ben bu gece uyuyabileceğimi hiç sanmıyorum Cem, çünkü kadının görüntüsü hâlâ gözlerimin önünden gitmiyor."

Cem'in direktifleri doğrultusunda ilacımı içmiş sonra da üçlü koltuğa uzanır vaziyette oturmuştum. Cem, ayaklarımın doğrultusuna oturup bir süredir elinde sabırla beklettiği jel kremin kapağını açıp bileğime dairesel hareketler yaparak yavaş yavaş sürmeye başlamıştı.

İşini bitirip ayağa kalktığında sol kolundaki saate baktığını hatırlıyorum. "Canım, gece baya ilerledi. Sen birazdan rahatlarsın ben de yavaştan eve gideyim. Malum yarın iş günü," demişti.

Onun gitme isteği bütün benliğimi sarsmış içime tekrar korkunun emareleri düşmüştü. Bu gece yanımda kalsın istememiştim Yaşadıklarımdan sonra yalnız kalmak istememiştim. Gitmemesini istesem kalır mıydı acaba?

Benim melül mahzun ona baktığımı görünce dizlerini kırarak yanıma çömelmiş ve tekrardan ellerimi tutmuştu. "Ne oldu güzelim, neden öyle bakıyorsun bana?"

Çocuk gibi dudaklarımı dışa doğru sarkıtarak göz kapaklarımı kırpıştırdım. "Cem, bu gece gitmesen yanımda kalsan. Yalnız kalmak istemiyorum."

Cem, isteğimi kabul etmiş bende kalmaya karar vermişti. Bir kupa sade kahve içtiğimden dolayı uykum kaçmış Cem'e filim izlemeyi teklif etmiştim o da kabul etmişti. Cem, aksiyon severdi ben romantik. Beni kırmayarak romantik film izlemeyi kabul etmişti. Yanıma oturmuş ağrılı ayağım altına da kan akışını sağlamak için sehpa koymuştu. Bu gece güvenilir bir omuza başımı dayamaya o kadar çok ihtiyacım vardı ki, anlatamam.

Koluna girer gibi sokuldum ve başımı omzuna dayadım. Cem' de 'gel bakalım' diyerek kolunu belime dolayıp şakağıma bir öpücük kondurmuştu. Fırtınada ıssız bir koya sığınmış kaptan gibi Cem'in kollarına sığınmış kendimi hiç olmadığı kadar huzurlu hissetmiştim. Film şeridi akmaya başlamıştı lakin filme dair bir kare bile hatırlamıyordum. Sanırım filmin başlarında uyuyup kalmıştım hem de bir kupa kahve içmiş olmama rağmen...

Uyumak için uzanmıştım ama zihnimde dönen karmaşadan dolayı bir gram uyku uyuyamamış sabahı diri tutmuştum.

Geceden kalma uyuşuk bedenimi ancak suyun dinçlik veren etkisi kendine getirebilirdi. En iyisi kakıp bir duş almalı sonra da kahvaltılık bir şeyler hazırlamalıydım.

Üzerime örttüğüm pikeyi bacaklarıma doğru sıyırdım ve kalkıp oturdum. Hâlâ dün giydiğim kırmızı elbisem üzerimdeydi. Kırış kırış olmuş ve dizimden yukarı doğru çemrenmişti.

Bezgin bir üslupla oflayarak ayağa kalktığımda mavi pikenin köşesinden kavrayıp beraberimde sürükleyerek odama doğru ilerlemeye başladım.

Banyoya geçip rutin işlerimi hallettikten sonra hızlıca duşumu alıp hiç vakit kaybetmeden odamdan çıktım.

Kıyafet giymek yerine bornozla kahvaltı hazırlamayı tercih etmiştim çünkü böylesi daha rahattı. Islak saçlarımla uğraşmadım salık bırakarak kendiliğinden kurumasını bekledim.

Yeşil çay tüketmeyi sevdiğimden kettle su koyup düğmesine bastım. Uzun uzadıya uğraşmak yerine buzdolabında hazır ne varsa çıkarıp kahvaltı tabağı hazırladım.

Evim iki + bir düzeninde olduğundan Amerikan mutfak tarzındaydı salonum. Hazırladığım tabağı dört kişilik masaya koydum. Bu arada kettle koyduğum su da fokurdayarak kaynamaya başlamıştı. Ben acele ettikçe ağrıyan bileğim her defasında hareketlerimi kısıtlıyordu. Neyse ki, çok geçmeden masa başında kahvaltımı yapar konumdaydım.

Kafamda kurduğum plan şimdilik tıkır tıkır işliyordu. Önce duş sonra kahvaltı daha sonra bileğime ilaç sürüp ağrı kesici ilaç alacaktım. Telefon edip izin isteyebilirdim fakat patron bileğimi bizzat görsün ona göre izin versin istiyordum.

Otobüsle biraz zorlanacaktım lakin bunu yapmaya mecburdum.

Şeri'nin kendi arabası vardı birlikte rahat rahat işe gidip geliyorduk. Şeri, izne ayrıldığı için maalesef bir müddet dolmuşlarda sürünecektim.

Yeşil çayımın son yudumunu içtim ve ayağa kalktım. Şimdi sıra bileğime ilaç sürmeye gelmişti. Sağıma soluna bakındım fakat Cem'in aldığı ilaçları göremedim.

Nereye koymuş olabilirdi ki, düşünmeye başladım. Gece orta sehpanın üstünde görmüştüm. Baktım orada yoktu. Gitmeden önce çekmecelerden birine veya benim odama koymuş olabilir miydi? Ah Cem ah...

Bir şey değil burkulmuş bilekle sağa sola öyle rahat rahat yürünmüyordu...

Salondaki çekmecelere ve mutfak dolaplarının tamamına baktım fakat ilaç namına bir şey bulamadım. Üfleyerek benim odama yöneldim. Orayı da didik didik aradım lakin hiçbir şey bulamadım.

Nereye koydun Cem, sanki mücevher oldu mübarek; altı üstü ağrı kesici ilaç bu. Son umut banyoya baktım. Olmadı Şeri'nin odasına baktım ama yok yoktu. Yer yarılmış da benim ilaçlar yerin yedi kat zemmine girmişti.

Yorulmuştum da. Yorgun bedenimi külçe gibi tekli koltuklardan birinin üzerine attım. Biraz daha oyalanırsam işe de geç kalacaktım. Cem'i arayıp sorsa mıydım acaba? Evet, en doğrusu buydu. Cem'e sormak.

Yerimden oflaya puflaya kalktım ve orta sehpanın üzerindeki telefonu aldım. Kolay olsun diye son aramalara girdim. İlk bakışta ilgimi çeken bir detay takıldı gözüme. Son arama 112 olması gerekmiyor muydu, ama böyle bir kayıt yoktu. Cem, hani sen aramıştın? Yoksa bana aradım deyip arama yapmadın mı?

Hafızamda canlanan kayıtlar bir bir düşmeye başladı hayal perdeme.

Cem yoktu..ilaç yoktu..arama kaydı yoktu..

Cem yok olduysa ben, neredeydim?

Kiminle geçirmiştim bütün geceyi?

Sabaha kadar kimin koynunda uyumuştum?

Hepsinden önemlisi kimdim ben?

✓✓✓✓

Meleksularım bölüm hakkında görüşlerinizi şöyle alayım>

Takip etmek isterseniz instagram adresim. ebri__bahar

 

Loading...
0%