Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Kırmızı İhanet B.3.

@my_lore

Selâm, Meleksularım!

Görüşmeyeli nasılsınız?

Yeni bölüm zamanı geldi. Umarım beğenerek okursunuz.

Bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım<3

Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın.

Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen:D

✓✓✓✓

"Karanlığa egemen güçler sanrısal geçişler yaşadığında gerçeklikten uzak olmadıkları aşikârdı; bir varmış bir yokmuş gibi. Esasında var olan yokmuş yok olan varmış. Gerçeklikte var olan gölgeler gibi."

Yarı çıplak ve utanç içindeydim.

Tedirginliğim en üst seviyeye yükselmiş vücudum çelikten bir yay gibi gerilmişti.

Tuttuğum nefesim ciğerlerimi zorlamaya başlayınca tenimin alev aldığını söyleyebilirdim.

Üstelik varlığının baskısını her zerremde hissediyor ve sıkışmışlığı yaşıyordum.

Bütün bunların farkında olmasına rağmen aldırış etmeyip başını usulca boyun girintime gömdü ve orada soluklandı.

"Titriyorsun sen?"

Bunu söylerken iki eliyle iki omuzlarımdan tutarak bir adım gerilemişti.

Üzerimden çıkardığım kırmızı renk elbisem hâlâ O'nun avuçları arasındaydı. Kollarımla göğüs alanımı kapattığımdan dolayı elbiseyi almak için uzanamıyordum da...

"Elbisemi verir misin?"

Badem şekilli gözlerinin nazarını üzerime çevirirken araya koyduğu mesafeyi tekrar kapattı ve kaslı sayılabilecek kollarını başımın üstünden aşırıp kapıya dayadı. Kesik kesik alıp verdiği ılık nefesi yüzüme çarpıyor utanç duvarına takılan gözlerim kaçacak yer arıyordu.

"Elbiseyi üzerinden çıkartan sensin. Ben zorla almadım."

"Tamam, ben çıkardım ama şimdi de geri istiyorum."

Caydırıcı çıkan sesimin tınısı boş koridorun duvarlarını yalayıp eko yaparak bize geri dönmüştü.

Şaşkın bakışlarımın altında elbiseyi önce burnuna tutup kokladı sonra psikopatça sırıttı. "Teninin kokusunu seviyorum."

Sözlerinin bitiminde keskin bakışlarını çekinceli gözlerime kenetledi ve elbiseyi başımdan aşırı geçirerek kendi elleriyle giydirdi.

"En sevdiğim elbisen, çıkartma üzerinde kalsın."

Ağız boşluğundan dökülen kelimeler fısıltı halinde çıkmış dudağımın kenarına ateşli bir öpücük kondurmuştu.

Yakıcı teni tenimle buluştuğunda içimden garip bir ürperti geçmişti zira bu bir ilkti...

İlkti diyorum çünkü Cem'in beni bu kadar tutkuyla öptüğüne ilk defa şahit oluyordum.

Üstelik derin göğüs dekoltesi yüzünden Cem, bu elbiseyi giymemi hiç istemezdi. Şimdi ne olmuştu da aynı elbiseyi çok sevdiğini söylüyor ve kendi elleriyle üzerime giydiriyordu? Her neyse en azından giyiniktim. Biraz önceki utangaç halim de geçmişti.

"Cem, aşkım senin ne işin var burada?"

Yana kayık dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm oturdu. "Çağırdın geldim..."

Ben hangi ara Cem'i çağırmıştım hatırlamıyordum. Gerçi önemli olan ne zaman çağırdığım değil şimdi burada olmasıydı. Onun varlığı cidden iyi gelmişti ama hâlâ üzerime abanmış bir vaziyetteydi zira kapıyla Cem, arasına sıkışıp kalmıştım.

Bütün bunlardan geçtim ayağıma fazla yük bindiği için bileğim fazlasıyla ağrımaya başlamıştı. Beni öpmek için ikinci hamleyi yapmak üzere eyleme geçen Cem, biraz daha kapıyla kendisi arasına sıkıştırmıştı vücudumu.

O'nun bu gece neyi vardı, gerçekten bilmiyordum. Cem'in kendisi bu değildi zira bu gece hiç olmadığı kadar ateşli ve şehvetliydi.

Bizim ilişkimiz seviyeli bir ilişkiydi. Cem, hiçbir zaman benden izinsiz bana yanaşmaz, öpüşmelerimiz sadece birbirimizi gördüğümüzde merhabalaşmak şeklinde olurdu. Ona karşı ruhumda zapt edemediğim tepkiler kaşı koyamadığım isyanlar vardı. Onu bir şekilde durdurmam gerekiyordu. İçimden geçenler henüz dilime vurmadan vücudunun baskısını üzerimde daha fazla hissettiğimde, "Ahh..." diye inledim.

Benimle olan temasını yarıda kesip aramıza anında mesafe koydu. "Ne oldu aşkım, neyin var?"

Sol ayağımın üzerine ağırlığımı verip hafif bir açıyla eğilerek sağ bileğimi tuttum. "Bileğimi burktum, canım çok yanıyor."

"Bileğinin ağrıdığını neden söylemiyorsun?"

Hiç vakit kaybetmeden beni, kucağına alırken kolunun birini dizlerimin altından geçirdi diğerini belime doladı ve koridoru hızlıca geçip oturma odası olarak kullandığımız salona taşıdı. Üçlü koltuklardan birinin üzerine sarsmadan yavaşça bıraktı. Başımın altına küçük bir yastık koyduktan sonra, "Şimdi nasılsın, daha iyi misin?" diye sordu.

Onun değişken halleri doğrusu beni endişeye düşürüyordu. Kapı arkasındaki şehvete susamış Cem, gitmiş yerine uysal kedi misali biri gelmişti. "İyiyim ben, sadece vücut ağırlığım ayağımın üzerine fasla baskı yapınca canım yanıyor."

"Nasıl oldu peki, eve kadar nasıl gelebildin?"

Sana neresini anlatayım Cem... Birileri beni takip ediyordu desem, onlardan kaçarken ayağım döndü desem, bana inanacak mısın? Yolda biri bana yardım etti desem, adamdan acayip etkilendim desem, ne hissedeceksin? Henüz kafamda hiçbir şey net değilken yaşadıklarımı sana asla anlatamam.

"Mesaiden çıktım. Geç kaldığım için biraz hızlı yürümek isteyince ayağım döndü ve sonuç bu..."

Omuz hizasında biten dalgalı saçlarını bir baş hareketiyle geriye doğru savuştururken badem gözleri bir kereliğine kapanıp açılmıştı. Oval yüz hatlarına yerleşen merak çözüntüsü en üst seviyeye taşınırken dizlerini kırıp benimle göz teması kurmak adına yere çömeldi. "Hangi bileğin?" diye sorduğunda iki bacağımı da birbirine eşitleyerek yan yana uzattı.

"Sağ bileğim."

Bir eli ayağımın uç kısmından diğer eli bileğimden tuttu ve sağa sola dairesel hareketlere yaparak oynattı. "Ahh..." Canım fazlasıyla yanıyordu.

"Hemen buz koyalım. Hem ağrıyı alır hem de şişmesini önler. Baya şişmiş çünkü."

"Cem, buz yeterli olacak mı, ağrı kesici ilaç falan alsam diyorum."

Uzanıp yanağımı okşadığında içimin yağları eridi. Büyülü bir tılsım gibiydi ondan bana geçen enerji. Teni tenime karıştığında yakıcı bir his yokladı tüm benliğimi. Büyülenmiş gibi ona baktığımı görünce önce badem gözleri şeytani bir bakışla parladı sonra isterik bir tebessüm oturdu çehresine.

"Ne?" diye sordum.

"Hiiç." diye karşılık verdi.

"Bilirsin canım tatlıdır benim." dedim.

"Bilmiyordum, öğrenmiş oldum(!)" dedi.

Cem'in cevabı tuhafıma gitmişti doğrusun. Benim bildiğim Cem, beni çok iyi tanırdı. Canımın tatlı olduğunu da bilirdi. Bu sırada bileğimin burkulduğunu unutup bacağımı hareket ettirmiştim. Bilmem kaçıncı kez "Ahh..." diye inledim.

"Cem, buz almaya gitmiyor muydun sen?"

"Sen insanda akıl mı bırakıyorsun?"

"Bütün suç benim mi yani?" derken hafifçe kıkırdadım.

"Yok. Kırmızı elbisenin," dedi ve geçmişin küf kokan sayfalarını araladı.

Kırmızıdan uzak dur...

Sevgilimin kırmızı renkten bu kadar etkilendiğini ilk defa işitiyordum. Mutfağa doğru giden Cem'in arkasından seslendim. "Madem her şey kırmızı elbisenin suçu ayağa kalkar kalmaz üzerimden çıkarıyorum."

"Sakın yapma!" Sesi uzaktan da olsa bana kadar gelmişti. "Gecemi berbat etme..."

Cem, bu gece senin ne gibi planların var bilmiyorum ama avucunu yalarsın.

Sanki iç sesimi duymuş gibi uzaktan uzağa gürültülü bir kahkaha patlattı. "Görüşürüz güzelim!"

Her üç kelimenin birinde bana "Meleğim" diyen adam ilk defa güzelim diye hitap etmişti. Bu gece ciddi anlamda Cem'de değişiklik vardı.

"Meleğim diyecektin sanırım." Yüksek bir ses tonuyla cırlamıştım.

"Ben ne dediğimi biliyorum."

Hiç okumadığım kitabın sayfaları arasında kaybolmuş gibi hissediyordum kendimi. İki yıllık ilişkimiz boyunca onu iyi tanıdığımı düşünürken hiç tanımadığımı düşünmeye başlamışım.

Çok fazla zaman harcamadan eliyle koymuş gibi buz kalıbını alıp geldi ve bileğimin üzerine bastırdı. Soğuğun hissettirdiği yakıcılık ateşin yakıcılığıyla eş değerdeydi. "Cem, buz kalıbını bir havluya falan saralım istersen; soğuk bileğimi uyuşturdu."

"Olur, aşkım. Hemen getiriyorum."

Sakarlıkta üstüne adam tanımadığım Cem, gayet rahatlıkla hiç kırıp dökmeden ne istersem her şeyi eliyle koymuş gibi bulup getiriyordu. Bir insan bu kadar kısa sürede bu kadar hızlı değişebilir miydi, anlam veremiyordum. Tuhaflıklar silsilesi devam ederken buz, kompresi ağrıyı biraz hafifletmişti. Bir de ağrı kesici ilaç alırsam rahat bir gece geçirebilirdim.

Muhtemelen yarın işe de gitmem gerekecekti. Bir taraftan buz kalıbını bileğime belli aralıklarla tutarken diğer taraftan dalıp gitmiştim. Hem gün boyunca yoğun çalışmış hem de gece mesaiye kalmıştım. Üstüne üstlük bileğim de burkulunca buz kompresi falan derken yorgun bedenim rahatlayınca iyice mayışmış fena halde uykum gelmişti.

"Güzelim, nasıl oldun, daha iyi misin? İkimize kahve yaptım yorgunluğu alır."

İyi de ben kahve içmek istemiyordum ki, sadece uyuyup dinlenmek istiyordum ama işin rengi değişmişti. Şimdi etrafımda pervane olup bana hizmet eden sevgilimi kıramazdım; mecburen içecektim getirdiği bir kupa kahveyi. "Teşekkür ederim aşkım, iyi ki varsın iyi ki yanımdasın."

Bana hiçbir cevap vermeden karşıma düşen üçlü koltuğa geçip oturdu ve akabinde sağ bacağını sol bacağının üstüne atarak kahvesinden büyük bir yudum içti. "Kahven nasıl olmuş?" Sorusu üzerine bende kahvemden bir yudum aldım ağız boşluğumda çalkalayarak yuttum. Boğazımdan aşağı yağ gibi kayıp giden kahve aşk gibi etkileyiciydi. "Ellerine sağlık aşkım, çok düşüncelisin."

Oturduğu pozisyonu hiç bozmadan kahvesini içmeye devam ediyordu. Benim ise yapmayı unuttuğum ve zihnimde çağrışımlara sebep olan bir şeyler dönüp duruyordu. Kıpırtısız oturmaktan uyuşmuş popomu kaldırıp oynatayım derken, "Ahh..." diye inledim.

Bileğimin ağrısı unuttuğum çağrışımları anında hatırlatmıştı; ağrı kesici ilaç...

"Cem aşkım, benim odamda yatağın baş kısmının yanındaki komodinin en üst çekmecesinde ağrı kesici ilaç olacaktı, rica etsem getiri misin?"

"Hay aksi, aklımdaydı unutmuşum."

"Bende(!)" diye karşılık verdim.

Saniyeler içinde odama kadar giden Cem, aradığını bulamamış olarak elinde boş bir ilaç kutusuyla geri döndü. "İlacın kutusu boş, sanırım bitmiş."

Yalvaran gözlerle ona bakmaya başlamıştım zira soğuk kompresin işi bitince ağrı çoğalmaya başlamıştı. "Tamam, güzelim. Hemen ümitsizliğe kapılma. Şimdi gider nöbetçi bir eczane bulur gerekli ilacı alır gelirim."

"İşte benim sevgilim!" diye sırıttım.

"Sen bu durumdayken kendi haline bırakamazdım herhalde."

Bana ilaç almak için ayağa kalktı yanımdan geçerken elini tuttum. "Cem, bu gece için özür dilerim. Biliyorsun elimde olmayan sebeplerden dolayı seninle buluşamadım."

Ben konuştum fakat Cem, hiçbir tepki vermedi. Oysa ben ondan daha büyük bir tepki vermesini beklerdim zira normali buydu. Cem, alınganlık yapmak yerine bana gayet anlayışlı davranmıştı. "Şimdi bunları düşünme. Ben bir an önce gidip sana ilaç bulayım."

Sessizce yanımdan geçip gitti. Kapının kapanma sesiyle irkildim. Yine tek başıma yine yapyalnız yine kendimle baş başa kalmıştım.

Başımı koltuğun sırtlığına dayadım ve beklemeye başladım. Saatin tik takları birbiri ardınca vurdu ve zamansal döngü saniyeleri dakikalara dönüştürdü ama Cem, gelmedi. Beklemek bildiğim en zor eylemdi. Sabırsızca bekledim. Endişeyle bekledim. Korkuyla bekledim. Cem, gelmedi...

Belki de zaman sandığımın aksine fazla geçmemişti de ben, geçtiğini sanıyordum. Beklemenin verdiği evham yorgun bedenimi mayıştırdı ve göz kapaklarım ağır ağır kapandı...

İçim geçmiş uyuya kalmıştım veya uyuklamıştım tam olarak bilmiyorum ama kulağıma kadar gelen ayak sesleri irkilerek uyanmama sebep olmuştu. Sanırım duyduğum ayak sesleri Cem'e aitti.

İçimden nihayet gelebildin Cem, diye geçirdim. Acil vakıa olsaydım şimdiye öbür tarafa gitmiştim.

Tekrardan beklemeye başladım ama ayak seslerini hâlâ duymama rağmen Cem, gelmemişti. Nefesimi tuttum ve bütün dikkatimi kapı arkasından gelen ayak seslerine verdim. Bir kişiye ait değil de birkaç kişiye aitmiş gibime gelmişti. Üstelik ayak sesleri benim dairenin kapısı önünden değil üst katlara çıkan merdivenlerden geliyordu.

Garibime gitmişti doğrusu. Üst katlara çıkanlar her kimse neden asansör değil de merdiveni kullanıyorlardı. Kötücül düşünceler göğüs kafesime iri cüsseli bir öküz gibi otururken içimden 'eyvah' diye geçirdim.

Peşimdekiler...

Beni arıyorlar...

Benim binaya girdiğimi gördüler ama dairemi bilmiyor olabilirler. Umarım Cem'e bir kötülük yapmamışlardır. Yoksa Cem, şimdiye on kere ilaç alıp gelmişti. Muhtemelen ona zarar verdiler. Muhtemeller ve ihtimaller zihnimde somutlaştıkça ruhumdaki zifiri karanlık beni boğuyordu.

Ne yapmam gerektiğini düşünmeye ve bir çıkar yol bulmaya çalışıyordum. Saliselik zaman diliminde boğuk karanlığın üstüne düşen beyaz lekeler bana çıkış yolunu işaret ederken belli belirsiz bir gülüş peyda oldu somurtkan çehreme.

Telefon...

Şimdiye kadar nasıl olmuşta bu varsayım aklıma gelmemişti. Hemen Cem'i aramalıydım. Niyetim anında bertaraf oldu çünkü telefon baya uzağımda ve çantamın içindeydi.

Sen başarırsın kızım...

Ben istediğimi alır tutuğumu kopartırım...

Aferin sana, işte böyle, her zaman güçlü ol...

Kendi kendimi gaza getirip pohpohladıktan sonra sol ayağımı yere sabitledim ve popomu hafifçe öne doğru kaydırdım. Üçlü koltuğun kolçağından destek alıp ayağa kalkmayı başardım. Sıra yemek masasının üzerindeki çantamı almaya gelmişti. Tek ayağımın üstünde seke seke sonunda masanın oraya kadar gitmeyi başarmıştım ama baya da yorulmuştum. Birkaç kez derin nefesler alıp birazcık rahatlayınca orta boy ve siyah renk omuz askılı çantamı aldım fermuarlı gözünü açtım. Hiç vakit kaybetmeden Cem'in numarasını tuşladım...

Uzun uzun çalan telefon beni yenilgiye uğratmıştı...

İnanamıyordum...

Bu gece bütün kötücül eylemlerin beni bulduğuna inanamıyorum. Böyle bir şey olamazdı. Mümkün değildi. Bir insan bu kadar şanssız olamazdı. Cem'in telefonu bizim evde çalıyordu...

Hayal kırıklığıma bir yenisi daha eklenirken iç geçirdim. Bu arada ayak sesleri de kesilmişti. Oturmaktan da sıkılmıştım. Hazır ayağa kalkmışken pencere önüne kadar gidip Cem'in gelip gelmediğine bakabilirdim. Hem böylece sıkılmaktan da kurtulmuş olurdum.

Eşyalardan tutuna tutuna pencere önüne kadar gelebilmiştim. İlk önce dışarısını daha net görebilmek adına camın tül perdesini sağdan sola doğru kaydırarak açtım. Önceliğim vücut dengemi sağlamak ve de ayakta durabilmek olunca pencere pervazından yardım aldım.

Binanın girişi ara sokaktaydı ama konum olarak benim dairem ana caddeye bakıyordu. Buradan geleni geçeni rahatlıkla görebiliyordum. Cem'in mutlaka bu cadde üzerindeki eczanelerin birinden alması gerekiyordu ilacı. Henüz ara sokağa girmediyse buradan geçişini görürdüm. Beklemeye başladım...

Henüz vakit gece yarısını geçmemişti ama erkende sayılmazdı. Cadde zamansal döngüden dolayı biraz tenha görünse de ara sıra insanlar gelip geçiyordu.

Beklemekten sıkılınca kapalı olan camı açtım. Camı açar açmaz yüzümü sonbaharın serin esen yeli yalayıp geçti. Başımı camdan sarkıttım ve derin bir nefesi ciğerlerime yolladım. "Ooh..." Yüzümü yalayıp geçen rüzgâr saçlarımın tutamlarını geriye doğru savurdukça gözlerimi kapatıp kendimi dinlemeye başladım. Her şeye rağmen yaşamak güzeldi...

Geceyi ölümcül kızıllığa bulayan tiz bir çığlık ruhumu çırılçıplak soyarken dehşetle açıldı gözlerimin perdesi. Bu bir göz yanılması mıydı, yoksa yukarı katların birinden hacmi geniş bir cisim aşağıya mı düşmüştü?

Kendimi emniyete aldıktan sonra başımı açık camdan aşağıya doğru sarkıttım. İrileşen göz bebeklerimin gördüğü bir yanılsama değil somut gerçeğin ta kendisiydi. Cadde kenarına park edilmiş araçların birinin üstündeki karartı bir kadına aitti. Çığlığı basmamak için elimi dudaklarıma götürüp bastırdım ve öylece kalakaldım. Hafızamın döngüsel çarkları gerçeği bütün çıplaklığıyla yüzüme haykırıyordu.

Kadın ve üst kat...

Biraz önceki ayak sesleri...

Pazılın parçaları zihnimde birleştikçe ortaya büyük resim çıkıyordu. Çıldırmak üzereydim. Bütün gücümü kullanarak pencere pervazına tutunmuş gerilen vücudum titreme seansı yaşıyordu. Bunu peşimdekiler yapmış olabilirler miydi? Kadını ben sanıp aşağıya attılar. Her şey mümkündü...

Kadının ben olmadığını anladıkları an sıra bana gelebilirdi. Parmaklarım gevşiyor gücüm tükeniyordu. Güçsüz kalan bedenimi bacaklarım taşıyamaz olmuştu. Bıraktım kendimi ve kayarak yere yığıldım. Ellerimle yüzümü kapattım ve geceyi iki şaka bölen vaveyla sonunda koptu dudaklarımın arasından. "Hayır..."

Haykırışım bütün binada yankılanmış olabilirdi ama bu saatten sonra benim hiçbir şey umurumda değildi. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Şimdi o kadının yerinde ben olabilirdim. Suçsuz bir kadın benim yüzümden ölmüş olabilirdi. Peki, ama benim suçum neydi de peşime düşmüşlerdi? Kime ne yapmıştım, henüz bilmiyordum. Tek bildiğim şey, birileri benim peşimdeydi.

İki elimin arasına aldığım yüzümü tırnaklarımı geçirircesine sıkıyordum. Canım yanıyordu ama aldırış etmiyordum.

Kaç dakika oturur vaziyette kaldım kaç dakika tekrar camdan bakmamak için kendi kendimle mücadele ettim bilmiyordum zira bende zaman kavramını yitirmişti. Bir köşeye sinip korkaklar gibi ağlayamazdım. Benim kendimi toparlayıp ayağa kalkmam ve gerekeni yapmam gerekiyordu.

Ellerimi yere sabitledim ve tek ayağımın üstüne ağırlığımı vererek emekler gibi ayağa kalkmayı başardım. Göreceklerim beni tekrar aynı pozisyona sokabilirdi. Yine zırıl zırıl ağlayabilirdim. Korkuyu iliklerime kadar yaşayabilirdim. Peşimdekiler tarafından görülme olasılığım çok yüksekti ama ben o cama çıkıp aşağıda neler oluyor bakmak istiyordum.

Yalnız biraz önceki manzarayı görmek için önce rahatlamam sonra bütün cesaretimi toparlamam gerekiyordu. İçli bir nefes aldım hohlayarak geri verdim. Şimdi sıra aşağıya bakmaya gelmişti. Titreyen parmaklarım pencere pervazına sıkıca tutundu ve başım açık camdan aşağıya sarktı.

Kadın hâlâ aynı yerde kıpırtısız yatıyordu. Benden başka hiç kimsenin görmediği ortadaydı zira etrafında kimsecikler yoktu. Benim acele etmem gerekiyordu. Biraz daha geç kalırsam kadın ölmediyse bile kan kaybından ya da iç kanamadan ölebilirdi. Madem kimsecikler görmemişti o halde ben gerekeni yapmalı hemen 112'yi arayıp ambulans çağırmalıydım.

Biraz önce ayağa kalkarken telefonu almayı unutmuştum. Tam dizlerimi kırıp telefonu almak üzere eğilmiştim ki, kapının kapanma sesiyle irkildim. Sanırım Cem, gelmişti...

Saniyeler sonra Cem, bulunduğum odanın kapısında görünmüştü. Onu görür görmez çenem titremeye başlamış ağlama isteğime karşı koyamamıştım. "Cem, aşkım, nerede kaldın?"

"Sen neden ayaktasın ve neden ağlıyorsun?"

"Sen yokken neler yaşadım bilemezsin." Sözümün bitiminde kollarımı iki yanlara doğru genişçe açtım ve kendimi onun kollarına bıraktım.

"Tamam, nöbetçi eczane aradım ve biraz geç kaldım. Bunun için ağladığını söyleme sakın?"

Kasılarak ağlayan titrek bedenimi kendi bedeninden ayırdı ve hipnoz olmuş gibi bana bakmaya başladı. Onun tesiri yüksek bakışlarından etkilenmiş aklımdakiler uçup gitmişti. Elinin ayasıyla ağlak gözlerimin yaşını sildikten sonra iri elleriyle yüzümü avuçladı. "Şimdi söyle bakalım neler oldu?"

"Şe-şey, aşağıya biri düştü." Başım içgüdülerime ayak uydurup normal olarak camdan tarafa dönmüştü. "Sen gelmeden önce bende tam ambulans aramak üzereydim. Acele etmeliyiz Cem, ambulansı aramalıyız." Kendi telefonumu ona uzattım. "Bekleme Cem, hemen ara."

"Sakin olur musun, birazdan arayacağım. Böyle yaparak bir yere varamazsın." Normal bir olaydan söz ediyormuşum gibi hiç istifini bozmadı. Koluma girdi ve beni sürükler gibi pencere önüne taşıdı. "Göster bakalım, nereye düştü ona göre ambulans arayalım."

"Bak işte orada. Beyaz arabanın üstünde, zavallı kadının düştüğünü kimse görmemiş olmalı."

Cem, hiçbir şey söylemeden benim telefonu açtı ve ambulansı aradı. "Üç beş dakikaya ambulans gelir. Sende geç otur artık. Ayakta kaldıkça bileğin kötüleşebilir."

"Hayır, oturmak istemiyorum. Şimdi o kadının yerinde ben olabilirdim. O zaman da bu kadar sakin kalabilecek miydin?"

"Güzelim benim, biz gerekeni yaptık. Bizim yapabileceğimiz başka bir şey yok. Birazdan ambulans gelir alıp götürür. Sonra olay yeri falan hiç bulaşmayalım."

Bir kadın aşağıda can çekişirken Cem, bunu normalleştiriyordu. Birilerinin benim peşimde olduğunu bilseydi eğer bu kadar duyarsız davranabilir miydi, cidden merak ediyordum...

-----

Bölüm hakkında genel görüşünüzü alabilir miyim?

Sabah Meleği neler bekliyor fikri olan.

Meleğin Cem'de gördüğü değişikliğin nedeni sizce ne olabilir?

 

Loading...
0%