@my_lore
|
Bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım<3 Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın. Buraya kitabımızın simgesini yazalım➜666 👀👀👀 Evvelimi çağrıştıran benzerlik geçmişin sayfalarını aralarken ruhumdaki vaveylalar arşa yükseliyordu. Geceme, karanlığıma, dipsiz kuyuyu andıran geçmişime, sövüp saymamak için kendimi zor tutuyordum.
Ben nasıl bir anaforun içine çekiliyordum. Ya da çekilmek isteniyordum. Her defasında baş döndürücü bir hızla dönen anafor önce ayağımı yerden kesiyor sonra tepetaklak aşağı bırakıyordu.
Her seans bir çırpınış her seans ezik ruhuma vurulan kir pas içinde kalmış bir prangaydı. Yılgınlık dem vurmuştu aciz ruhuma. Ne dünü dünde bırakabiliyordum ne de bugünüme adapte olabiliyordum.
Boş vermişlik serzenişlerime tercüman olurken düşünmeyi yarıda kesip bütünüyle arkamda bıraktım.
Sarıya çalan upuzun kumral saçları, kendinden sürmeli ağlak ela gözleri, ben transa geçmiş gibi ona baktıkça o da kıpırtısız bir şekilde bana bakıyordu.
Bakışlarındaki efsun tılsımlı bir büyü gibi insanı zapturapt altına alıyordu. Geçmişimin karanlığından fırlamış gibi karşıma çıkan küçük kız, neden sokakta ağlıyordu ve neden bu kadar bana benziyordu?
Ben kıyına oturunca ağlamayı kesmişti ama hâlâ boğazını tıkayan hıçkırıklar devam ediyordu. Gecenin tam ortasında, ıssız bir sokakta, ağlak bir kız çocuğu ruhuma sinmiş saklı gizli neyim varsa siyah bir mürekkeple kaldırım taşlarına yazmaya başlamıştı. Yalnızlığımı perçinleyen ikinci bir şahıs gibiydi adeta.
Etrafımı görünmez bir çemberle kuşatan geçmişe ait ne varsa kocaman bir silgiyle silip içimden geçenleri sözcüklere dökmeye karar verdim.
"Küçük kız neden ağlıyorsun?"
Islak kirpikleri bir kereye mahsus kapandı açıldı. Olgunlaşmamış pembe kiraz tanesine benzeyen büzük dudaklarına yerleşen umarsızlık dar omuzlarının yukarı kalkıp inmesiyle noktalandı. "Bana ne söylemem!" Ketum tutumu sanıyorum öncesinden tembihli olmasından kaynaklanıyordu. Biraz üstelesem belki çözülürdü.
"Güzelim, söyler misin senin bu saatte ıssız bir sokakta ne işin var?"
Bakışlarına sinmiş öfke karanlığı ikiye bölecek kadar güçlüydü. "Bana ne söylemem!"
Yüzüne düşen saçları kulak arkasına sıkıştırmak için elimi usulca uzattığımda başını hızla geriye çekti. "Yapma, bana dokunmanı istemiyorum!"
Hem korkmuş hem de geceye kafa tutar gibi öfkelenmişti. Özür dilerim, yüzünü rahat görebilmek için saçını geriye çekmek istemiştim sadece."
"Git yanımdan istemiyorum seni ben!" diye çemkirirken yumuk yumuk ellerini kullanarak beni geriye doğru itekledi.
"Ben sadece sana yardımcı olmak istiyorum. İnan bana kötü bir niyetim yok. Bana güvenebilirsin."
Sesinin ayarını bayağı yükseltmiş kin dolu bakışlarını yüzüme sabitlemişti. "Sen yabancısın, annem yabancılarla konuşma, dedi."
Onun güvenini kazanmak için kendi karanlığımı arkamda bırakıp suratımı aydınlatacak bir gülücük astım. "Tanışalım o zaman. Benim adım Melek. Melek Soylu. Senin adın ne güzelim!"
Küçük kızın gözleri yıldızlar gibi ışıl ışıl parlamaya başlamıştı. Hâlâ kiraz dudakları büzüktü ve ona çok yakışıyordu. "Benim adım Maral."
"Maral." diye tekrarladım. "Biliyor musun çok güzel bir ismin var. İsimlerimizi öğrendiğimize göre şimdi tanış olduk. Birbirimize yabancı değiliz yani."
"Sadece ismini biliyorum. Bana göre sen hâlâ yabancısın."
Biliyorum ters ters konuşuyordu ama bana güvenmeye başlamıştı zira bunu ağlamaktan kısılmış sesinin tınısından anlayabiliyordum.
"Tamam, sen nasıl istersen öyle olsun ama bana göre sen tanıdıksın. Şimdi söyle bakalım, neden tek başınasın ve ağlıyorsun?"
"Babam, çok kızdı bana. Evden attı."
"Anne ben babaannemle yatmak istemiyorum."
"Bir daha böyle konuştuğunu duymamış olayım; orası ikinizin odası. Mecbursun aynı odada kalmaya."
Küçük kız, annesinin dizinin dibine sığınır gibi oturmuştu. "Ben babaannemden korkuyorum ama..."
Kadın ılımlı konuşarak küçük kızını ikna etmeye uğraşıyordu aksi olursa başına gelecekleri biliyordu çünkü. "Kızım, insan babaannesinden korkar mı hiç?"
Sesini kısa bildiği kadar kısıp annesinin göğsüne tırmanan küçük kız, önce arkasına dönüp korku dolu bir bakış attı sonra fısıltıyla konuşmaya başladı. "Babaannem bir cadı anne; sen bilmiyorsun."
Şaşıran kadın tepkisini dile getirirken baya ciddiydi. Küçük kızı belli ki istediğimi elde etmek için bahanelerin arkasına saklanıyordu. "Kızım, bunu da nereden çıkartıyorsun?" derken bir taraftan da üç harflileri kovmak için olsa gerek vuracak tahta arıyordu. Aradığını bulduğunda oturma grubunun kolçağındaki ahşap yüzeye üç kere tak tak tak, diye vurdu.
Küçük kız annesinin ne yaptığını anlayamadığı için bön bön bakmaya başlamıştı. Meraklı bakışların odağındaki genç kadın, çekinceli bir üslupla kızını sorgulamak ister gibi konuşurken ruhu karamsardı. "Üstüme iyilik sağlık, kızım babaannenin neresi cadı?"
Kadının desteksiz söylemleri küçük kızı bir adım ileriye taşımıştı. Onun tek isteği annesini kendisine inandırmaktı. Kocaman açtığı gözlerini annesinin tedirgin bakışlarına sabitledi. "Sana bir sır vereyim mi anne, babaannem yastığının altında kocaman bir bıçak saklıyor."
Bu kez tedirginliği dibine kadar yaşayan kadındı. Kızı bir kurmacanın içinde miydi yoksa gerçekleri mi konuşuyordu? Kayın validesi kendisinden pek hoşlanmaz hatta pişirdiği yemekleri bile içine zehir katıyor beni öldürmek istiyor diye yemezdi.
Her şeyi bir tarafa bırakıp şimdi küçük kızını sakinleştirme zamanıydı. "Kızım sen yanlış görmüşsündür. Babaannen neden yastığının altına bıçak saklasın?"
"Ona savaş açan düşmanları varmış akıllım. Gece geleceklermiş. İşte o zaman onları bıçakla dilim dilim doğrayacakmış."
Kadının yuvasından fırlayacakmış gibi bakan gözleri kızı adına zifte bulanmış endişeyi yaşıyordu. "Kızım nereden uyduruyorsun bütün bunları?"
Kulaklarının duyduğuna inanamayan kadın ciddi ciddi kızının ruh halinden kaygı duymaya başlamıştı. Sırf babaannesi ile aynı odada kalmamak için bütün bunları uyduruyor olabilir miydi?
"Babaannem hiç uyumuyor. Sabaha kadar bıçak elinde pencere önünde bekliyor. Uykumda beni kesecek diye korkuyorum anne..."
"Neler oluyor burada yine neyin kavgasını yapıyorsunuz?"
"Ben babaannem ile aynı odada uyumak istemiyorum baba. Onu anlatıyordum anneme."
Kırağı çalıp buz gibi katılaşmış kalp minik yüreğin çığlıklarına aldırış etmedi ama kızı da pes etmedi. "Babaannem bir cadı, gece uyurken beni kesecek biliyorum."
"Melek hemen git yat, yarın okula gideceksin bir daha annem hakkını da böyle konuştuğunu duymayayım."
"Baba, ben çok korkuyorum. Babaannemin odasında kalmak istemiyorum."
"Bana bak Melek, ya gider babaannenin odasında yatarsın ya da kapı önünde sabahlamak zorunda kalırsın, tercih senin..!"
"Bana ne ben orada uyumak istemiyorum anne, babama bi 'şey söyle."
"Bey istersen bu gece bizimle uyusun. Baksana çocuk korkuyormuş. Belli ki bir sıkıntısı var."
"Hep sen şımartıyorsun bu kızı. Bu gece kapı önünde sabahlasın da aklı başına nasıl geliyor görürsün."
Zihnimi yoklayan minik bir arayı yaşarken varlığım küçük kızın sesi ile silkelenip kendime geldim. "Ne oldu sana, neden konuşmuyorsun?"
"Babanın sana neden kızdığını düşünüyordum. Bak ne diyorum. İstersen seni evinize götüreyim. Böyle sokakta tek başına olmaz."
Maral'ın yumuşak dokudaki sesi anında sert bir taşa dönüşmüştü. "Olmaz. Sonra babam sana da kızar."
Başka alternatifler üretmek için düşünmeye başlamıştım. Ne yapabilir küçük kıza nasıl yardım edebilirdim. Onu karanlığın efendisinin eline düşmekten nasıl kurtarabilirdim. Onu gecenin şerrinden nasıl koruyabilirdim. "Sen babanın bana kızacağını mı düşünüyorsun?"
"Babam işine karışan herkese kızar. Beni dışarı bırakmak istemeyen anneme bile kızdı. Beni geri eve götürdüğün için sana mı kızmayacak?"
Sunduğum her alternatife büyümüş de geri küçülmüş gibi yerinde ve mantıklı cevaplar veriyordu. Herkesin işine yarayacak su götürür bir öneriyi daha gündeme getirdim. Madem baban herkese kızıyor onun kızamayacağı birilerini ben tanıyorum. Senin de onlarla tanıştırmak istesem kabul eder misin?
"Onlar yabancı mı?" Yabancı korkusu küçük kızın iliklerine işlemişti adeta. Bu korku belki de onu güvende tutuyordu. Kötülüğün en yakınlarından geldiğini unutmuş gibi. Kendi özbeöz babasıydı onu gecenin bir vakti sokağa atan.
Maral'ı korkusundan arındırmak adına suratıma sevecen bir görüntü çizerek konuşmaya karar vermiştim. "Yok, onlar herkesin yanında olan zararsız insanlar."
Bakışlarını sağda solda yukarıda aşağıda gezdirdi. Çatallı çıkan ses tonuna yüklediği 'hım' şeklindeki kararsızlık karışmış ruhunun bir göstergesiydi. "Kimler onlar?"
Kim olduklarını sorduğuna göre önerim merakını uyandırmıştı. Onlar iyilerin yanında kötülerin karşısında olanlar. Çok uzakta değiller bak bu sokağın sonunda polis karakolu var. İstersen birlikte oraya gideriz polis amcalar seni babana götürür hem de seni sokağa attığı için babana bir güzel kızarlar."
"İstemem," derken dar omuzları yukarı kalktı aşağı indi.
"Neden istemiyorsun, inan bana sana yardım edebilecek kişiler sadece onlar."
"Onlar da yardım edemez bana. Annem bir keresinde onlardan yardım istemişti ama babam polislerin yanında tamam karışmayacağım, dedi. Onlar gidince hepimize çok kızdı."
Ne küçük kızı bırakıp gidebiliyordum ne de ona güvenli bir alan sağlayabiliyordum. Kapalı ve dar bir alana sıkışmış ruhum, hiçbir çıkış yolu bulamıyordum. Geriye çözüm odaklı tek öneri kalıyordu. Teklifimi kabul edeceğinden emin değildim ama sormakla bir şey de kaybetmezdim. En azından vicdanım rahat edecekti.
"Pekâlâ, istersen bana gidelim. Gördüğün gibi bu gece ben de iyi değilim. Bana arkadaşlık etmeye ne dersin?"
"Ne oldu ki sana?"
Kaybedişi yaşayan ruhum vücut dilimi konuşturmuş kelimelere anlam yüklemden önce dudaklarım hafifçe içe doğru kıvrılmıştı. "En sevdiğim arkadaşım beni bırakıp gitti. Peşinden koştum ama geri getiremedim."
"Gördüm. Sen onun arkasından ağlıyordun," dedi ve gelip boynuma sımsıkı sarıldı. Kokusunu özlediğim tanıdık bir sima gibiydi etrafına yaydığı aura.
"Ben yabancıların evine gidemem çünkü anneme bu konuda söz verdim. Hem ben yalnız değilim ki birazdan arkadaşım gelecek."
Benimle inatlaşması bittikten sonra sessizce karanlık köşeleri taradı korkusuz gözleri. Evet, gecenin karanlığına sokağın ortasında tek başına olmasına rağmen küçük kızın gözlerinde korkunun esareti yoktu. Onun sıkıntısı zannımca evinden ve annesinden ayrılmaktı; akıttığı gözyaşlarının kaynağı da buydu.
"Maral. Sana isminle hitap edebilirim sanırım? Sen burada arkadaşını mı bekliyordun? Keşke baştan söyleseydin. Senin için ne kadar üzüldüğümü görmüyor musun?"
"Bana üzülmeni ben istemedim sen kendin üzüldün."
Maral'ın her şeye herkese öfkesi var gibiydi çünkü içindeki birikim küçük bir kız çocuğuna göre değildi.
Çehreme sırıtık bir ifade yüklerken, "Bu kadar da dobrayım diyorsun?"
Yanaklarına sinmiş ıslaklığı elinin tersiyle sildi ve kıkırtıyla gülmeye başladı. Peşinden benim çaprazıma düşen kalın gövdeli bir ağacın arkasını gösterdi. "Bak arkadaşım da geldi."
Gür yaprakları üzerine düşen bütün ışığı emerken gölgesini karanlığa boğmuş ağacın tarafına baktım. Küçük kızın bana gösterdiği alan boş ve karanlık bir köşeydi. Hiç ses etmedim. Belki de arkadaşım dediği hayali bir varlıktı.
"Maral, arkadaşınla tanıştırmayacak mısın beni?"
Bana cevap verme tenezzülü bile göstermeden arkadaşının bulunduğu alana doğru yürümeye başladı. Hedeflediği alana vardığında sanki birinin elini tutuyormuş gibi yaparak sağ elini başının üstüne doğru uzatıp başka bir eli kavramıştı. Elinin konumuna bakılacak olursa arkadaşım dediği görünmez varlığın boyu baya uzundu...
Tam öne doğru bir adım atmış ve gitmeye hazırlanıyordu ki, başını omzunun üstünden döndürüp bana doğru baktı. Bakışlarındaki parlaklık güven hissini simgeliyordu.
Boğuk, daha doğrusu mekanik sayılabilecek tonlamayla konuşmaya başladığında kişilik değiştirmiş gibiydi. "Ben gidiyorum Melek... Merak etme güvendeyim ben, arkadaşım Güçlü beni herkesten korur. Bu gece değil ama belki başka bir gece istersen arkadaşımı seninle tanıştırırım. Benim için sakın üzülme. Sen kendin için üzül..."
Neydi bu şimdi, küçük bir kız karşıma geçmiş bana ders verir gibi konuşuyordu. "Benim için üzülme sen kendin için üzül."
Issız bir sokağın ıssız bir koyunda rotasız bir yolcu gibi duyguları ve ruhu örselenmiş bütün enerjisi küçük bir kız çocuğu tarafından emilmiş melankolik bir varlık gibi kalakalmıştım. Elimi attığım her dal kuruyordu. Nursuz ve uğursuz bir yaratık gibi hissediyordum kendimi.
Herkesten her şeyden önde tuttuğum canımı seve seve emanet edebileceğim ev arkadaşım iş arkadaşım Şeri, bir kalemde üzerime kocaman bir çarpı atarak silebilmiş gözümün yaşına bile bakmadan kapıyı çarpıp gidebilmişti.
Yorgun ve bitkindim. Yaşayan bir ölü gibi hantal adımlar atmaya başladım. Bütün bunların üzerine stresime bağlı olarak bileğimdeki ağrı da katbekat artmıştı.
Soyut ve somut bütün kavramlara meydan okurcasına salmıştım kendimi. Gelin istediğinizi alın benden. Gelin düşene bir tekme de siz vurun. Gelin hiç çekinmeden gelin...
Tükenişi yaşayan varlığımı, sönmüş bir yıldız, gökten düşmüş bir Melek, gibi hissediyordum. Öyle ki her zerrem bin bir parçaya ayrılmış hiçbir şekilde birlikte bir bütünü oluşturamıyorduk.
Yaşadığım binanın kapısına gelene kadar belki Şeri, pişman olup da gelir umuduyla peyderpey arkama dönüp bakıyordum ama gelen giden yoktu.
Giriş kapısından geçtikten hemen sonra alışkanlığın güdümünde adımlarım benden bağımsız olarak asansör kabinine doğru ilerlemeye başladığında binlerce kişinin arkamdan fısıltı şeklinde konuştuğunu duymamla ruhum çığlık çığlığa silkinişe geçti.
Neyine güveniyorsun da asansöre binmeye kalkışıyorsun Melek, diye içten içe kendime kızdım.
Şeri'nin peşinden telaşla çıkarken iyi ki kapının anahtarını almaya akıl edebilmiştim. Sağ avucumda sıkı sıkı tuttuğum anahtarı sol elime takviye ettiğimde merdivenin alt basamağına birinci adımımı atmıştım. Yoruldukça tırabzanlardan destek alıyor tek ayağımın üstünde seke seke ilerliyordum.
Her kata geldiğimde arkamı dönüp kontrol ediyor kendimi güvende hissettiğimde ilerliyordum. Kendi dairemin önüne geldiğimde ilk önce etrafımı kolaçan edip sonra daire kapımı açıp evime geçtim.
Eve geçmiş üçlü koltuklardan birinin üstüne yığılır gibi atmıştım kendimi. Kafamın içindeki kısır döngüden bir türlü kurtlanmıyor hem Şeri'yi hem de küçük kızı zihnimden atamıyordum. İşleri karıştırıp hayatımı enkaza çevirmekte doğrusu üstüme yoktu... Her zaman olduğu gibi yine kendim gibi davranmış yine bedelini ağır ödüyordum. Belki sert bir kahve beni ve dağılan düşüncelerimi yerine getirirdi.
Göğüs kafesime hapsettiğim birikinti sol yanımı sıkıştırıp soluğumu daraltıyordu. Oflayarak güçlü bir nefesi dışarı üfledim ve koltuğun başlığından destek alarak ayağa kalktım. Esasında yapmam gereken belliydi; sert bir kahvenin ardından bileğimi iyileştirme çabalarına girişmek sonra da uyumayı denemekti zira düşünmek hüsranı yaşayan ruhumu daha çok geriyordu.
Yaşadıklarımı hiçlemeye çalışarak kahvemi yaptım ve kalktığım üçlü koltuğa tekrar oturdum. Sessizliği bastırmak adına televizyonu açtım ve rastgele bir kanal seçip izlemeye başladım. Kahvenin ayıltıcı etkisi kendini göstermiş bu arada zaman da akıp gitmişti.
Bileğime ilaç sürüp biraz uzansam iyi olacaktı. Yemek masasını üzerindeki ilaçları almak için zorlanarak da olsa ayağa kalktığım sırada kapı zilinin sesiyle kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Şeri, geri dönmüş olabilir miydi?
Sevinçle salondan çıkıp hızlı adımlarla koridoru geçip kapı arkasına yetişince durdum. Ne olur ne olmaz endişesi güderek önce kapı merceğinden baktım.
Yaşadığım kocaman bir hayal kırıklığıydı. Gelen Şeri değildi. Peki, ama Cem'in bu saatte ne işi vardı kapımda?
|
0% |